Marksizm Üzerine

Diğer forumlarda yapılan tartışmalar sürekli bu konuya kaydığı için, tek başına ele almayı daha yaralı görüyorum. Oturup burada paragraflarca Marksizm'in ne olduğunu anlatmayacağım. Ancak, bu kavramı, dünya görüşünü kullananlar için marksizmin "Ne olmadığının" bilinmesi daha mühim bir sorundur. Dolayısıyla yanlışlardan gideceğim.
...
MArksizm, Marx'la beraber Sosyalizmin bilimsel bir yönteme oturtulmasından başka birşey değildir. Marx, insanlığın kurtuluşunun temel dinamiğini oluşturan şeyin üretim ilişkileri olduğunu (yani mevcut ekonomik sistem) vurgulamıştır. Buradan yola çıkarak kapitalizmi ve kapitalist sistemin, insanlar üzerindeki etkisi olan ideolojik aygıt ve kurumlarının, insanın tüm Dünyasal ilişkilerine (Verkehr) nüfuz ettiğini söyler. Yani sanıldığı gibi katı bir "ekonomik alt yapı" soprununda takılmaz. İnsanın tüm sosyal, psikolojik, bilimsel ve sanatsal aktivitesini belirleyen Bilinç, içinde bulunduğu maddi koşullarca varolur. Maddi koşullar değiştiğinde, üzerine kurulan Bilinç de değişime uğrar. Kölelik, bu zaman için nasıl insanlık dışı olarak görülüyorsa bugün, yarın da kapitalizmin sömürüsü ve neden olduğu tüm yıkıcılık da Komünizm'de aynı şekilde insanlık dışı görünecektir.
...
Marksizm, Marx'la beraber "tamamlanmış" durağan bir dünya görüşü değildir. Marksist bilinç ve yöntem insanla ilgili olan herşeyde, her ilişki ve üretim biçiminde mevcuttur. Bilim, sanat, ekonomi, psikoloji, tarih, felsefe yani güncel hayattaki boktan durumlarımız bile Marksist bilincin kapsamı içindedir. Ancak, farklı olarak, marksizm sadece bunları irdeleyip analiz eden değil, aynı zamanda değiştirmeye de yönelik bir amaç da güder. MArksizmin politik yönü de burada ortaya çıkar ki, aslında bu, politikanın marksistleşmesidir, adı da devrimciliktir işte.
...
Elbette tepeden zembille inmedi. Hakeza, konuyla gerçekten ilgilenen biri, Hegel'in Efendi-Köle diyalektiğinde, Saint-Simon'ların ütopik sosyalizminde Marx'tan önce Marksizmin izlerini bulabilir. Marx'ın bize verdiği ise, olayların, insana ait herşeyin algısını kavratacak bir metodolojidir (yöntembilim). Bunun adına da Diyalektik Materyalizm diyoruz. Şimdi en basitinden güncel veya dünya olaylarına bakışımız da, hâttâ tarihe bakışımız da bu yöntemin kullanılması, bize sistemce çarpıtılan ve sadece burjuva ideolojisini aklayan çıkarımların eleştirisini sunar.
...
Örneğin, tarih hakkında atıp tutuyoruz. Ancak, Amerikan tariçilerinin başını çektiği genel bir görüş (ki kıta avrupasında biraz Hegel, biraz da Hegel öncesi, yeni türeyen ve güçlenen burjuvazinin göçrüşüdür) tarihin devletler olarak örgütlenen halkların çatışması ile sınırlıdır. Tarihi ilerletenein de bu çatışmalar olduğunu ileri sürer. Marksizm ise, tarihi ilerletenin hâttâ her türlü savaşın özünde sınıf çatışmasının yattığını savunur. İşte İsrail'in Gazze'de yaptığı katliam bu burjuva görüşü çerçevesinde "kendi çıakrlarını korumak" olarak reva görülür ve ses çıkarılmaz. Hâttâ Türkiye de bile, Hamas PKK ile ilişkilendirilip, sürüncemede kalan ya da direk İsrail'e hak verenler de çıkmıştır.
...
Elbette bööyle düşünen insanlar "ben Amerikan devletler çatışmasına dayanan tarih anlayışını benimsiyorum" diye böyle söylemezler. Burjuva devletler tüm ideolojik kurumlarıyla bu düşünceyi bilinçlere sürekli olarak kazır. Ancak olaylara bakış açısından Marksist yaklaşım, genel geçer burjuva ideolojisinin reddini çıkarsayan özgür bir iradenin ürünüdür, ideolojik şartlanma değildir. Sıradan bir milliyetçinin milliyetçiliği hiç bir şekilde özgür irade sonucu değildir, mevcut sistemin ideolojik bombardımanının doğduktan beri sürekli enjekte edilmesidir zihinlere. Bu anlamda, "tarafsızlık" iddiası, aslında ideolojik şartlanmaların kabuludür, yutulmasıdır.
...
Genel tanımlamalardan sonra geçelim beylik iddialara:

"Makrsizm devletçiliktir".

Hayır değildir. Sorun burada devlete kimlerin sahip olduğudur. Çünkü Marx'a ve Engels'e göre devlet bir sınıfın elinde olan bir baskı kurumudur. Bu sınıf da vburjuvazidir. Devrim, işçi sınıfının devleti zorla ele geçirmesi ve sömüren azınlık burjuvazinin tamamen ortadan kaldırılmasıdır. Devlet sınıf egemenliğinin kurumsallaşmasıdır. İşçi sınıfının egemen olduğu İşçi Devletinin amacı ise zaten sııfları ortadan kaldırmaktır. Sınıfsız bir toplumda devlete ihtiyaç duyulmayacaktır, ancak ilk aşamada (ki buna Sosyalizm diyoruz, Marx Komünizmin birinci evresi der) burjuva sııfı ortadan kalktığı zaman, mevcut devlet üretim ilişkilerini düzene koyan ve en tabandan tavana doğru herkesin söz hakkı olduğu bir yapı oalcaktır. Sınıflı toplumun artıkları dünya üzerinden tamamen silindiğinde ise devlet de tarihin çöplüğüne atılacaktır. Kısacası, işçi sınıfının elinde olmayan her türlü devlete karşıdır marksizm.
...

"MArksizm insan doğasına karşıdır, insanın içinde bencillik vardır vs."

Şimdi bu veri hangi bilimsel çalışmalara dayanıyor? Uygarlık toplumunda, tüm bu üretim ilişkilerinin içinde yetişmiş, adam olmuş sıradan bir vatandaşı denek oalrak alırsak,bencillik, kibir vs gibi şeyler rahatça bulunur. Ancak bu insanın doğası mıdır, yoksa kapitalizmin (ya da her türlü sınıflı toplumun) insan doğasını bozduğunun kanıtı mıdır? Hadi bunu geçtik, ilkel kalmış topluluklar üzerinde araştırmalar yapılıyor. Sağda solda, popüler "bilim" kanallarında çok görürüz. Bir de bakılır ki, aynı şeyler onlarda da var! Ve gene insan bencilliğine kibirine, açgözlülüğne kanıt oalrak sunulur. Oysa dikkatli bir inceleme, bize söz konusu ilkel toplulukların da üretim ilişkilerini ortaya çıkarır. Erkek-egemen ve sııflı toplumun filizlendiği ilk dönemler rahatça görülür.
...
Ki, bunun tam tersini kanıtlayan araştırmalar da vardır. Engels'in Devletin Ailenin ve Özel Mülkiyetin Kökeni'nde Morgan'ın İroquois kızılderilileri üzerindeki araştırmalarını görürüz. Dahası Bronislaw Malinowsky'nin 1929'da Pasifik'te Trobriand Adalarındaki komünal sınıfsız toplum incelemeleri ve ondan 10 yıl sonra MArgaret MEad'in Samoa yerlileriyle ilgili bulguları, bunlara örnek verilebilir. Ortak Mülkiyet, "hırsızlık" kavramının dillerinde karşılığının buluynmaması, anaerkillik vs bu toplumların genel özelliği. Ve uygarlık toplumundaki hiç bir psikolojik sıkıntı da görülmez.
...
Ne olursa olsun, insan sürekli ileri gider ve ilkel kalamaz. İlkel olmaya özlem değildir, çünkü insan ilkel olduğu sürece doğaya egemen değildir. Doğaya egemen olmalarını sağlayacak şey de aslında sınıflı topluma geçiştir. Sınıflı toplum olmasaydı, insanlığın 1 milyon yıllık antropojik tarihinde son 10 bin yıldaki bu sıçrama olamazdı. Sınıflı toplum gerekliydi ve oldu. Ama aynı şekilde sınıflı toplumda kendi sonunu hazırlamıştır. Her türlü teknolojik gelişim, tüm insanlığın refahı için kullanılabilir. Sanıldığı gibi besin mesin de sorun değildir aslında. Dünya'daki besin potansiyeli şu andaki Dünya nüfusunun 5 katını besleyebilecek durumdadır. Ancak, kapitalizmin krizlerine neden olan fazla üretim sonucu, satılmayıp yokedilen tahıllar, süt gölleri vs harcanan besin kaynaklarının nasıl kâr uğruna yokedildiğini gösterir.

"Mustafa Kemal burjuva değildir"

Hoppadanak atladım amaaklıma geldi. Burjuva deyince akla "zengin çocuğu" ya da züppe" gelmesin. Biz burada bir sııftan ve hatta sınıf bilincinden bahsediyoruz. M. Kemal'in "Türk milleti yücedir" hamasetinin ardına sığınıp "sınıflar üstü" bir söylem gütmesi epey aldatıcı olmuş besbelli. Hâttâ Türkiye için "burada sııflar yoktur" deme cüretini bile göstermiştir Sovyet elçisine. Konuyla ilgili oalrak Fikret Başkaya'nın Paradigmanın İFlası kitabını öneririrm.

...

Şimdilik bu kadar yeter. Moderatör hışmına uğramak istemem böyle bir konu açtığım için, ama neyseki Bilim ve Felsefe moderatörü aklı selim bir arkadaş.
 
Evet gerçekten güzeldi bu başlık, keyifli tartışmalar bolca forumdan atılmalar :D
Maksizm için (kişisel olarak) Max Weber' den önceki bir şey diyebilirim ancak. Ondan sonra olamaz çünkü.
 
Pellet demiş ki:
"Makrsizm devletçiliktir".

Hayır değildir. Sorun burada devlete kimlerin sahip olduğudur. Çünkü Marx'a ve Engels'e göre devlet bir sınıfın elinde olan bir baskı kurumudur. Bu sınıf da vburjuvazidir. Devrim, işçi sınıfının devleti zorla ele geçirmesi ve sömüren azınlık burjuvazinin tamamen ortadan kaldırılmasıdır. Devlet sınıf egemenliğinin kurumsallaşmasıdır. İşçi sınıfının egemen olduğu İşçi Devletinin amacı ise zaten sııfları ortadan kaldırmaktır. Sınıfsız bir toplumda devlete ihtiyaç duyulmayacaktır, ancak ilk aşamada (ki buna Sosyalizm diyoruz, Marx Komünizmin birinci evresi der) burjuva sııfı ortadan kalktığı zaman, mevcut devlet üretim ilişkilerini düzene koyan ve en tabandan tavana doğru herkesin söz hakkı olduğu bir yapı oalcaktır. Sınıflı toplumun artıkları dünya üzerinden tamamen silindiğinde ise devlet de tarihin çöplüğüne atılacaktır. Kısacası, işçi sınıfının elinde olmayan her türlü devlete karşıdır marksizm.

Pellet sen bunun olabileceğine gerçekten nasıl nasıl inanıyorsun aklım almıyor. Bir işyerinde bile ''insan kaynakları'' denen bir departmanın olması insanı sinir ederken ve türlü türlü oyunlar dönerken, sen tüm dünya insanını nasıl sınırları kaldırıp bir arada düzeni sağlayacaksın hiç olabilecek şey mi bu ? teoride gerçekten cezbediyor ama uygulamada olası birşey değil bu hatta imkansız. Şurda bir avuç insan bile anlaşamazken marksizmi nasıl anlatacaksın ...
 
Evet malesef sokrates yanıldı sofistler haklı çıktı :) Herkesin kabul ettiği bir yada bir kaç doğru insanlığın varoluşundan beri bir türlü sağlanamadı. Yoksa sınıflı topluma bende çok karşıyım. Ancak Marx'ın ütopyası olmasada tam anlamıyla sınıf kavramı ne kadar aza indirgenirse o kadar kardır. Aslında olmayacak şey değil ha. Kime sorsan sınıf kavramını kabul etmez ama aklı bir karış havadadır. Ne bilim mesela bu insanların hepsi iyi niyetli ama CHP AKP MHP gibi partileri futbol takımı tutar gibi tutuyorlar. Yani böyle bir zeminde nasıl olacak bu.
 
temel sağlam olmadan binayı nasıl dikeceksin ? hadi yaptın binayı kökten yıkılıp evsiz kalma riskin var o zaman ne olacak ? yap hep ya hiç mi diyelim...
 
Şimdi Türkiye adına konuşursak çağdaşlığını kaybetmiş bir sistem var. Bunun sebebide Cumhuriyetten bu yana sistemin çok nadir yada gereksiz güncellenmesi. Şimdide öyle bir hal aldıki artık sistemi güncellemek hiç bilmediğin yeni bir dilde yazılmış bir web sitenin açıklarını bulmaya çalışmak kadar zor olacaktır. O zaman yapacak tek şey kalmıştır sistemi kökünden değiştirmek. Buna devrimde diyebilirsin. İstediğin ismi verebilirsin fark etmez ismi. Tabi şöyle bir durumda var. Futbol takımı gibi parti tutan insanlar, kendi fikri olmayan törelerle yaşayan insanlar, hayal güçleri sıkıştırılmış gençler vs. Bu durumda bir devrim nasıl gerçekleşir bilmiyorum. Çünkü bir devrim ancak halk iradesi ile gerçekleşebilir. Bu yüzdendir ki insanları aptallaştıran bu sistem ülkeyi sömüren insanların, kapitalistleştiren insanların işine geliyor. AKP CHP MHP gibi yıllardır ülkenin anasını ağlatan partiler tezehuratlarla karşılanıyor. Böyle bir durumdada benim beynim duruyor. Çıkış yolu arıyorum, bulamıyorum. Nitekim çok yavaşta olsa insanlar demokrasinin tanımını yapabilmeye başlıyorlar. Artık demokrasiye tek bir pencereden değilde kuş bakışı bakan insanların sayısı artmakta. Her ne kadar yavaş bir şekilde bu tip insanların sayısı artsada benim şuan tek ümidim bu.

Gelelim Marx'a; 19. yüzyılın en etkili düşünürlerinden bu adamı bireyin anlayabilmesi ve doğru yorumlayabilmesi için, o bireyin öncelikle ego'sunun büyük bir kısmını bir köşeye atmış olması lazım. Yoksa egoist bir toplum doğru söyleyeni 9 köyden kovar. Marx'ın ülkesinden ayrılıp belçika ve fransaya geçmesi oralardan da sürülüp Londrada ölmesi güzel bir örnektir. İdealizmin kurucusu Platon insanların yetkin kişiye yani devlet adamlarına güvenmesi, onları kabullenmesi gerektiğini söyleyerek belkide hayatının hatasını yaptı. Hatta bununlada kalmayıp bu yetkin kişşilerin insanlara birer bilge olarak gösterilmesini hatta ve hatta bu yetkin kişilere tanrının bu konum için özel yetenekler verdiğine inandırılması gerektiği belirtildi. Burdada devletin belki otoritesini korumaya çalıştı ama en basidinden Türkiye'ye baktığımızda o otoritenin insanların belinden neler kopardığı ortada. Yani demek istediğim siyasetçilerin bilge olması yararlıdır. Ancak aynı zamanda halkta bilge olmalıdır. Çünkü siyasetçinin bilge olacağının garantisi yok. Sınıfsız toplum kavramı Marx'ta en çok desteklediğim olaydır. Ama burda Marx'ı anlamamdaki yada sınıfsız toplumu desteklememdeki en büyük sebep benim kendi deneysel gelişim sürecindeki hayatımdan elde ettiklerim ve buna benzer harika fikirleri olan Buddha'dır. Tabi Buddha bireysel erdem ve bilgelik üzerinde durmuştur. Marx ise toplumsal refah üzerinde durmuştur. Ancak burda bir ortak nokta varki sınıfsız toplumu sanırım egolarından bağımlılıklarından kurtulmuş, yada Buddha'nın deyimiyle nirvanaya ulaşmış insan en iyi anlıyacak en çok destekliyecek kişidir. Nitekim yine Türkiye'yi kıstas aldığımızda izlenen TV programları insanların ne kadar müthiş bir egoya sahip olduklarını ortaya dökmektedir. Yada en basidinden 20 yıl önce bir insanın hayalleri ve arzuları ile günümüzde bir insanın aruzları hayalleri arasında bir grafik yapılırsa Egonun Toplumun koşullandırmalarıyla ne kadar ciddi bir biçimde arttığı ortadadır. Buddha "Gökten altın yağsa, insanlar yine doymaz" diyerek 3000 yıldır haklılığını koruyor. Peki böyle bir durumda bu kadar büyük beklentileri olan insanlar, kendilerini başkalarından üstün görmeye çalışan bunca insan içinde sınıfsız toplum nasıl doğacak? Bu önemli bir soru işte. İşte burada varlığından habersiz olduğu Sokrates gibi düşünmemiştir. Sokrates tek bir doğruya toplum olarak ulaşılabilineceğine ve bunun onun antik çağda geliştirdiği dialog yöntemleriyle gerçekleşebileceğine inanmıştır. Marx'ın dialektik maddeciliğinin 5 ilkesinden biri olan değişmeyi çok daha önceden belirten onaylayan Buddha ise doğruların bireyin kendi akıl yürütmesiyle gerçekleşeceğine inanmış nitekim bende buna inanıyorum. Ancak Buddha'nın kimsenin etkisi altında kalmadan, deneysel ve bireysel akıl yürütme yöntemiyle bütün insanlığın Marx'ın sınıfsız toplum kavramına ulaşabileceğine inanıyorum. Yani burda yapmak istediğim bir nevi Marx'ın genel refahını Buddha'nın bireysel yöntemleriyle birleştirmektir. Çünkü nirvanaya ulaşmış Buddha felsefesini özümsemiş bilgeler sınıf kavramına zaten karşıdır. Demekki sokrates'in genel doğrularına onunki gibi genel tartışmalarla değilde bireysel akıl yürütmeyle ulaşılabilir. Tabi bunlar benim çeşitli filozoflardan aldığım fikirlerin toplaması ve sonuçlarıdır. Benimkilerde belki çözüm üretmekten öteye gidemez. Ama bunu yapmadanda kendimi robot gibi hissederim oda ayrı :)

Aslında sınıfsız toplum üzerinde daha fazla yazıcaktım ama hem iş hemde buraya yazmak zor oluyor. Hatta bir çok düşünürdende derleme bilgiler yazıcaktım kafam çorba oldu. Şimdilik benden bu kadar. Ha bu arada EGO'nun tanımı tam yapamayanlara bu dediklerim çok basit gelecektir. Ego hakkındada Buddha başlığına oshodan çok güzel bir yazı ekledim onu okuyanlar lafı nereye getirmek istediğimi daha iyi anlıyabilirler.
 
"Buddha "Gökten altın yağsa, insanlar yine doymaz" diyerek 3000 yıldır haklılığını koruyor"

Buda' nın söylediği sözün nedenini de John Stuart Mill' in söylediği sözde aramak gerek. " İnsanlar sadece para kazanmak istemez, diğerlerinden fazla kazanmak ister " Gökten altın yağsa bu sefer neden bize şundan daha az yağdı diye düşünür insanoğlu. İnsan doğaya hükmetmek istemiyor çünkü, diğer insanlara hükmetmek istiyor aynı zamanda.
 
Nisa,

Pellet sen bunun olabileceğine gerçekten nasıl nasıl inanıyorsun aklım almıyor. Bir işyerinde bile ''insan kaynakları'' denen bir departmanın olması insanı sinir ederken ve türlü türlü oyunlar dönerken, sen tüm dünya insanını nasıl sınırları kaldırıp bir arada düzeni sağlayacaksın hiç olabilecek şey mi bu ? teoride gerçekten cezbediyor ama uygulamada olası birşey değil bu hatta imkansız. Şurda bir avuç insan bile anlaşamazken marksizmi nasıl anlatacaksın ...

Yahu insan sabit bir yaratık değildir. Farklı koşullarda çok farklı davranış biçimleri sergiler. Kapitalizmin tüm bu cenderesi altında, başka türlü düşünmemeizi sağlayacak hiç birşey yok ki. Zaman zaman tarihte mücadelelerin alevlendiği dönemler oluur. Bir avuç insanı geç, farklı ülkelerde farklı dilleri konuşan işçilerin dayanışma hâlinde olduğu zamanlar oldu. Rusya'da Ekim Devrimi cereyan ederken, ingiliz liman işçileri Devrimi basıtmrmak isteyen güçlere silah götüren gemileri yüklemeyi reddetmiş ve Rus işçileri ile dayanışma hâlinde olmuştur. 1936-39 yılları arasında İspanya İç Savaşı'nda faşist Franco'yla Mussolini ve Hitler'in savaş makinası ispanyol halkını katletmeye başladığında, İngiltereden, Amerika'dan, Fransa'dan Türkiye'den Yunanistan'dan İTalya ve Almaya'dan, ksıacası dünyanın her yerinden (çinli bile) bir çok işçi varını yoğunu verip İspanya'da faşizme karşı savaşmaya gitmiştir.
...
Bu tip dayanışma örnekleri çok fazladır. 1871 Paris Komünü gerçekleştiğinde Prusya ve Fransız orduları şehri kuşatırken, kanının son damlasına kadar savaşıp ölüneler o zamana kadar hayatlarında hiç bir anlam olmayan fahişeler ve sokakta yaşayan alkoliklerdi. Böyle dönemlerde insanı birleştiren çok önemli usurlar vardır. İnsan dediğimiz yaratığı küçümsememek gerekir. Bugünlere bakıp, hiç bir kıpğırtının olmadığına kanıpo, "insan budur" demek de çok doğru değil.
...
Ben de hayal dünyasında yaşamıyorum. Yazdığım şeyler aslında bir ütopyadır. Ama neden yazıyorum, neden ısrtar ediyorum? Birilerinin bunu taşıması gerekir, inanması gerekir. Herkes savaşlardan, sömürüden, aç kalmaktan bıkmışken, bunun asıl sebebini ortalığa söylemek yazmak, hiç yoksa bile bir ışık olduğunu hatırlatmaktır. Ben geberene kadar herşey aynı kalabilir, ama en azından geberirken bile insana olan inancım yitmemiş olacak. Bu farklı bi açıdan bakarsak benim yaşama olan bağımı da artıran bir motivasyon bireysel anlamda. Hayatta kişisel olarak herşey kötü gitse bile sarılacağım birşey var.

Metalcafe,

Senin yazını bi haftadır okuyorum da, cevap yazmak çok yorucu geliyor bana :) Yazılacak pek bir şey de bulamıyorum açıkçası. Yoruyon adamı :)
 
Pellet çok ilgini çekecek bir kitap geçti elime kitabı bitirdiğim zaman buraya Marx ile ilgili bölümleri yazıcağım. Kitap 1 hafta sonra elime geçeceği için yazarlarını filanda unuttum. Eminim sana vay be dedirtecek şeyler var çok değil hemen ilk üç sayfada :) Çünkü benim yukarda yaptığım Marx Buddha birleştirmelerine çok yakın hatta daha fazlası 4 tane hintli araştırmacının bu kitabında olağan üstü bir objektiflikte yer alıyor. Ki benim böyle bir kitaptan haberim yoktu daha 3 gün önce arkadaşım bir komünist arkadaşının kitaplığında bulduğunu söyledi. Ama en çok dikkat geçen şeyse benim söylediğimin aynen o kitaptada geçmesi. "Marx'ı en iyi anlayabilecek kişilerin budist felsefeciler olduğu" :) Neyse kitap elime geçince buraya Marx'la ilgili kısımları eklerim.
 
Yine bir sürü yazdım ama mesaj gitmedi :( Ama dediğin gibi budist felsefecisi olmaya gerek yok. Ama ne demek istediğimi ilk mesajımı dikkatli okursan belki anlarsın. İnsanlar ilk çağ thalesten tutta günümüz düşünürlerine kadar yalayıp yutmuşlar. Ama Buddha diyince akıllarına çok entersan şeyler geliyor. Halbuki Buddha bir çok felsefi düşünceninde temelini atmış. Neyse benim yukarda zaten bu konuda yazım mevcut. Bide bahsettiğim kitaptan bazı seçmeler yapıp eklediğimde belki söylemek istediğim şeyde gerekli ayrıntıya inebilmiş olurum.
 
vay yine mi sen? Yıllar sonra uğradım ve üye adım silinmemiş. Pellet sen de appasionate olmalısın. Eski yazılara baktım da ne ilginç şeyler tartışmışız.
 
Bir de praxis vardı o da gelirse tamamdır. Tabi yıllar geçince tartışma seyri de değişecektir. Ben eskisi gibi stalin konusunda radikal değilim şu an. Sovyetlerde demokrasinin yeterince işletilemediğini. Tek ülkede sosyalizm teorisinin geçici bir taktik olarak olumlanabilecekken bir stratejik dogmaya indirgendiğini, bu sayede yunan, fransız , İspanyol devrimlerinnin belki de yenildiğini; Çin devriminin Staline rağmen yapıldığını öne sürebilirim. Bu Stalin'in kişisel hatası mı yoksa leninin dönemsel taktiklerinin dogmalaştırılıp her dönemde doğru kabul edilmesinin sonucu mu tartışılır. SSCB de tek parti iktidarı doğru muydu? Bence değildi. Lakin Troçki de sovyetlerde ilk yıllardaki savaş komünizmi önerisiyle fabrikaları kışlalara çeviren öneriler getirmişti ki Stalin bile bu kadar antidemokratik öneriler getirmemişti. Fakat sonuçta olan oldu; kominternin politikası diğer ülkeler K. Partilerini SSCB nin uydusuna çevirmiştir.(çevirtmeselerdi ki Maoyu bu yüzden severim.)SSCB K.P sinin merkez komite üyelerinin % 70 inin kurşuna dizilmesi de bir sorun olduğunu gösteriyor. Neyse.
 
petrosyan demiş ki:
Bir de praxis vardı o da gelirse tamamdır. Tabi yıllar geçince tartışma seyri de değişecektir. Ben eskisi gibi stalin konusunda radikal değilim şu an. Sovyetlerde demokrasinin yeterince işletilemediğini. Tek ülkede sosyalizm teorisinin geçici bir taktik olarak olumlanabilecekken bir stratejik dogmaya indirgendiğini, bu sayede yunan, fransız , İspanyol devrimlerinnin belki de yenildiğini; Çin devriminin Staline rağmen yapıldığını öne sürebilirim. Bu Stalin'in kişisel hatası mı yoksa leninin dönemsel taktiklerinin dogmalaştırılıp her dönemde doğru kabul edilmesinin sonucu mu tartışılır. SSCB de tek parti iktidarı doğru muydu? Bence değildi. Lakin Troçki de sovyetlerde ilk yıllardaki savaş komünizmi önerisiyle fabrikaları kışlalara çeviren öneriler getirmişti ki Stalin bile bu kadar antidemokratik öneriler getirmemişti. Fakat sonuçta olan oldu; kominternin politikası diğer ülkeler K. Partilerini SSCB nin uydusuna çevirmiştir.(çevirtmeselerdi ki Maoyu bu yüzden severim.)SSCB K.P sinin merkez komite üyelerinin % 70 inin kurşuna dizilmesi de bir sorun olduğunu gösteriyor. Neyse.


Peki Stalin neden teori çok açıkken proleterya diktatörlüğüyle sosyalizmi aynı görüp tek ülkede sosyalizmin olabilirliliğini zorlamıştır..

Halbuki Marx ,Gotha Programının eleştirisinde kapitalizmden komünizme geçiş aşamasında proleterya diktatörlüğünün gerekliliğini ve sonrasında ise komünizmin alt aşaması olan sosyalizmi işaret ederek, proleterya diktatörlüğünün sosyalizmden farklı süreçler olduğunu net biçimde ortaya koymuştu..Bu açılım netti..Proleterya diktatörlüğü,Kominizmin alt aşaması sosyalizm ve üst aşama komünizm.. Stalin ise proleterya diktatörlüğünü resmen kominizmin alt aşaması olan sosyalizmle bir tutmuştu..Yani iki aşamalı değerlendirdi..

"Leninizmin sorunları" adlı 1926 yılında yayınladığı broşürde "tek ülkede sosyalizm olanaklımıdır" sorusuna "evet olanaklı olmalıdır" diye yanıt veren Stalin acaba neden bunu düşündü..Onu bu düşünceye iten şey neydi??

Ya teori gerçekten eksikti yada Stalin farklı bir sistem yaratmaya çalışıyordu..

Evdeki hesap acaba çarşıya uymadı mı??
 
Geri
Üst