Turkrock Sinema Kulübü

Peki. :)

Get Smart aslında aksiyon filmi fakat aralara çok iyi ve komik espriler serpiştirilmiş bir film. Başrollerinde Anne Hathaway, Steve Carell gibi önemli oyuncular oynuyor özellikle Steve' in film boyunca çok az gülmesine rağmen tipine bile gülebilirsiniz. 2008 yapımı bir filmdir. İzlemeye değer ama bazı yerler zorlama uzatılmış. İnce espriler gırla. Tabiki aksiyonun sonunda aşk olmazsa olmaz değil mi? Kıssadan hisse komik bir aksiyon filmi.

.
 
Cidade de Deus'u izledim en sonunda. Maşallah birbirine sıkan sıkana. Aslında biraz abartı olduğunu düşündüm ilk olarak. Fakat tesadüf bu ya; 1 gün önce, Brezilya'da yaşamış birinin, Rio varoşlarında başına gelenleri, oralar hakkında yazdıklarını okumuştum ve onlar geldi aklıma. Örnek enteresan olacak ama; bir ceylan için Mesai Mara ne kadar zor ve tehlikeliyse, Rio varoşları da erkek çocukları için öyle sanırım. Böyle bir şey olamaz. Ayrıca, ilk olarak Solo Dios Sabe'de görüp aşık olduğum Alice Braga'da oynuyor bu filmde, ona da ayrı sevindim. Gideyim açılayım diyorum ama Brezilya çok uzak arkadaş...
 
220px-Womb_film.jpg


Womb

Küçük bir İngiliz sahil kasabasında geçen öyküsüne ve sadelikten yıkılan anlatımına rağmen konusu gereği bu filmi şiddetle tavsiye etmek durumundayım (ki bu saydıklarım aslında benim için filmi mükemmel kılan detaylar). İnsan klonlamanın etiğini, duygusal yanlarını, annelik kavramını da ele alarak böyle seyirciyi tokatlaya tokatlaya işliyor. Hem de büyük bir sessizlik, dinginlik içerisinde. Minimum diyalog, bol manzara, yağmur, okyanus. Bu kadar ağır bir konunun, böyle durağan bir anlatımla bu kadar akıcı izlenebilmesi sürpriz. Sevmeyebilirsiniz filmi tabi, ama Eva Green'in oyunculuğu için izlemeye değer. Hiç konuşmadan, hareket bile etmeden, sadece bakışlarıyla bile bugün star geçinen bir çok oyuncudan çok daha iyi oynuyor.
 
Ya bunu ben bulduğum anda izleyeceğim ya. Eva Green'i zaten çok severim, üzerine Matt Smith'in ismini koyunca dedim bu film benimdir, çekilin. Bir de bulabilsem....

Ben en son Welcome to the Rileys'i izledim. Açıkçası film bir noktada "hayır, n'olur hayır!" dedirtecek bir yöne gider gibi gösterse de, son derece başarılı. Başroller: James Gandolfini, Kristen Stewart ve Melissa Leo. Gandolfini'den bahsetmiyorum bile, fakat, Kristen Stewart oyunculuğuyla beni şaşırttı. Hatunun, Twilight tayfasının diğer demirbaşı Pattinson gibi, harcandığına kanaat getirdim, o derece.

Welcome to the Rileys'in konusu şöyle: Doug (Gandolfini) ve Lois'in evliliği, kızlarının ölümünden sonra çökmenin eşiğindedir. Lois evinden yıllardır çıkmamıştır ve Doug da kayıptır. Doug, iş için New Orleans'a gittiğinde, olaydan bayar ve en yakın striptiz klubüne gider. Orada, Mallory (Stewart) ile tanışır - daha sonra tesadüf eseri tekrar karşılaşırlar ve Doug, New Orleans'da kalıp, hem kendi hayatını hem de Mallory'ninkini biraz hale yola koymaya karar verir.

Şimdi, biliyorum düşünceniz şu: adam kötü yola düşmüş kızı alır, kızı adam eder, gözyaşı hicandan sonra mutlu son. Filmin güzelliği burada. Spoiler vermeden şunu söyleyebilirim: Doug, filmin hiçbir noktasında, Mallory'ye bir kez bile "kızım şu işi yapmasan" gibi bir laf etmiyor ve film "düştüğü bataktan sevgi dolu hayırsever Amerikalı aile tarafından kurtarılan zavallı kız" klişesinden de fellik fellik kaçıyor. Sıradışı, basit, hoş bir hikaye ve son derece güzel bir film. Kaçırmayın. (Sundance, Berlin ve Los Angeles'tan ödüllü zaten bildiğim kadarıyla....)

Sırada mı? Tideland. Bakalım Gilliam neler yapmış....
 
Womb'u anlatırken onca şeyi yazıp Eva Green'in yanında Matt Smith'in adını anmamak ayıbımdır, itiraf ediyorum. Dr.Who seven, izleyenlere çok tanıdık mimikler, hareketler var oyunculuğunda ama başarılı.

Welcome To The Rileys benden de tavsiye, keyifle izledim. Zaten yazılabilecekleri yazmışsın, ufak bir spoiler ile filmin reklamını yapayım; Kristen Stewart'ın poposu görünüyor :D

Tideland, farklı kafaların filmi. Çok acaip.
 
valla onu bunu bilmem gittim baktım imdb'den "fareler ve insanlar" isimli film sanırım 20 küsürlü sıralarda idi... Ve izledim... Gerçekten güzel bir klasik.. Herkezin izlemesini şiddetle tavsiye ediyorum..
 
Aynen katılıyore. Hiçbir kitap uyarlamasından %100 memnun kalmamışımdır. İlla kendi hayal gücünle oluşturduğun o görüntülere, senaryoya ters düşen bir şey oluyor filmlerde.
 
Aynen. Mesela Angels & Demons film ile kitap bayağı ayrı idi, kitapta geçen kısım özellikle sonlara doğru en çok heyecanlandığım helikopter sahnesinde zihnimde neler canlandırmıştım, filmini izledim helikopter ile ilgili bir olay dahi yok. Ulan en güzel yer orası, daha çok radıman alırsın bu sahnede. Bu biraz yönetmen egosu kusura bakmasınlar. Herkes kendini Fransız sanıyor galiba. :)
 
Hakikaten o helikopter olayı ki, filmlerdeki "bir silah görünüyorsa o silah mutlaka patlar" kuralından hareketle kitabın ta ortalarında altyapısı hazırlanmış bir durum. Durduk yerde adamın geçmişine, pilotluğuna vurgu yapmasından belliydi ama daha fazla spoil etmemekte de fayda görüyorum :D
 
Bugüne sığıştırdığım üç film:

Tideland: Jeliza-Rose'un annesi alkolik, babası eroinmandır. Önce annesi, sonra babası ölünce ortada kalan (ve babanın öldüğünü bile anlayamayan) Jeliza-Rose, başı boş kaldığında ilginç bir dünyaya adım atar. Terry Gilliam'ın yönettiği film, tipik bir Terry Gilliam filmi: fantastik dram, ama havası, vesairesi zaman zaman "hassss o ne!" şeklinde korkunç anlara vesile. Fakat genelinde film aslında gerçekliğin tek olmadığı, bakış açılarının olduğu ve hayal dünyalarının aslında gerçeklikten yaratıldığı üzerine hoş bir çalışma. Çok detaya girmeyeceğim, zira, Terry Gilliam, nokta.

Primer: Dört girişimcinin ikisi, çeşitli hesaplama aletleri üzerinde çalışırken zamanda yolculuk yapmalarını mümkün kılacak bir makine yaratırlar. Konuyu burada kesiyorum, zira aslında bir saat on beş dakikalık kısacık filmin konusu basitçe bu - ikilinin, yarattıkları teknolojinin etik yönüyle başa çıkamamaları ve kardeşlik seviyesindeki dostluklarının bu icat karşısında çözülmesini konu alıyor. Filmin güzel yanı, bu konuyu fantastik değil, aksine sıkıcı seviyelere varabilen bir gerçekçilikle işliyor olması. Hakikaten ben bu icadı bulsam bunu yapardım dedirtiyor - bunun negatif yönü, diyalogları ve olayları gerçeğe fazla yaklaşıyor, ve kurgu olması gereken bir ortamda gerçeklik bir eğretilik yaratıyor. Haricinde zaten birkaç defa izlemeden anlaması çok zor.

Hard Candy: Aslında efsane bir film, dolayısıyla çok fazla tanıtıma ihtiyacı yok ama yine de.... Jeff (Patrick Wilson) bir fotoğrafçıdır, ve bir gün internette tanıştığı, 14 yaşındaki Hailey (Ellen Page) ile buluşur. Kızla biraz içerler, ve Jeff bayılır. Kendine geldiğinde, bir sandalyeye bağlıdır, ve kendisini sübyancı olmakla suçlayan Hailey'nin (çok fazla olmayan) insafına kalmıştır. Film son derece güzel, akıcı, gergin, ve bazen cidden yoğun. Son derece hoş bir film. Ki, hani, esas soru, David Slade nasıl böyle bir şey çektikten sonra 30 Days of Night (30 Gün Gece) ve Twilight: Eclipse gibi filmlere gitti o. O ne ya....

Sırada mı? Valla bir Alan Tudyk hayranı olarak adamın filmografisinden seçmece yapıp, Tucker & Dale vs. Evil diye bir film buldum. Texas Chainsaw Massacre gibi "kasabalıların sapık çıkması" filmlerinin klişeleriyle dalga geçen (ama sanırım bunu Scary Movie zevzekliğiyle yapmayan) bir yanlışıklar komedisi. Nasıl olacak bilmiyorum fakat son derece hoş olma olasılığı mevcut.
 
Oh oh yeni yazılar geldikçe izlenecekler listem kabarıyor :)

Primer tadında, benzer bir konuyu işleyen ama daha bir izlemesi kolay, anlaması kolay olan Timecrimes da var. İspanyol yapımı, orjinal adı Los Cronocrimenes.

wastunwb.jpg


Was Tun, Wenn's Brennt? İngilizcesi What To Do In Case Of Fire

Kısacası "dün yediğin hurmalar yarın bir yerini tırmalar" atasözünden hareketle "takımı yeniden topluyoruz" senaryosu :) 2001 yapımı bir Alaman filmi. 80'li yıllarda çeşitli anarşik faaliyetlerde bulunmuş bir grup arkadaş artık dağılmış, işe güce, çoluk çocuğa karışmışlardır. Şartlar bir şekilde yeniden toplanıp geçmişteki bazı hatalarını düzeltmelerini gerektirir.
Anarşist teması dolayısıyla tavsiye ederim bu filmi. Başrolde de Til Schweiger var, Inglourious Basterds'ın meşhur sayko Alman çavuşu.
 
Tucker & Dale vs. Evil gerçekten amacına son derece rahat ulaşan bir korku temalı komedi. Bir kere yanlışlıklar komedisini son derece güzel şekillerde oturtmuş, karakterler son derece sevecen, atmosferi rahatça komediden korkuya, neşeliden ciddiye, hafiften ağıra çekebiliyor ve gayet keyifli bir film.

Konuya gelirsek: Tucker ve Dale, yeni aldıkları dağ evinin onarımını vs.sini yapmak için eve giderken, bir grup üniversiteli genç de evin bulunduğu bölgeye kamp yapmaya gitmektedirler. Gençler yakındaki nehire girmeye karar verdiğinde Tucker ve Dale balık avlamaktadırlar: Allison isimli kızımız, nehre atlamak isterken bayılır ve onu sudan çeken Tucker ve Dale'i sapık katil zanneden gençlerimiz ile aslında son derece şeker adamlar olan ikilimiz arasında bir yanlış anlaşılmalar zinciri başlar, cesetler yığılır.

Tavsiyemdir. Bugün, boşanmasının depresyonundan kurtarmak istedikleri kankalarıyla bir kasabaya giden bir grup adamın, kasabadaki bütün kadınların zombi/yamyam olduğunu keşfedip bu durumdan kurtulmaya çalışmasını konu alan Doghouse'u izleyeceğim. Başrolde Noel Clarke, Danny Dyer ve Stephen Graham var. Ondan sonraki hedeflerim arasında rezili çıkan ofis gezisini konu alan (ve yine Danny Dyer'ın oynadığı) Severance ya da 13'üncü kat lanetini bir hırsızlık olayı ile birleştiren Botched var.
 
Geri
Üst