Kişilik Karakter

Kişiliğin özü 0-7 yaş arasında şekillenir. Daha sonra elde edilecek gelişim bu öz üzerine kurulur. Kişilik odur. Freud "bütün insanlık benim müşterim" derken önemli bir anlam kazandırmıştır bu olguya. Bu düzende büyüyen herkes sağlıksız bir nevrozda barındırır.
....
İlkel insan da görünmeyen bütün psikolojik rahatsızlıklar uygarlık insanında vardır. Uygarlığa gelinmesnin nedeni ise nvmba5'in sorguladığı "peki çocukluktan sonra gelişemezmi?" olgunun cevabıdır. Elbette gelişir ama hastalıklı bir bünye üzerine kurulur. Bilincin işlevi budur işte.
...
Ancak genel toplumlara bakıldığında, bu hastalıklı özün üstüne bilinç öğelerinden ziyade, kişiliği baskı altında tutan başka şeyler eklenir. Öğrenğin 30 yaşında işkenceye maaruz kalan biri bunun izlerini kişiliğinin ta derinliklerine kadar yaşayacaktır. Olumsuz travmalar, olumsuz bir kişilik özünü tekrar tyekrar harekete geçirir, ama olumlu bilinçlenme, olumsuz kişilik özünü yadsıyacak kadar güçlü olamaz. Bunun için toplunmsal yapının, bu sağlıksız kişilik özünü destekler nitelikte olmaması gerekir. Ne yazık ki bunun tam tersidir.
...
Sevgi ailenin tekelinde değildir. Tersine sevgiyi doğallığından uzak kalıplara sokup zorunlu akrabalık ilişkileri içerisinde kendiliksizleştiren bir işlevi vardır ailenin. Ana sevgisi, doğal bir sevgi olmaktan çok saplantıya dönüşür. Asla bitmeyecek acılara neden olan platonik aşkların psikolojik özünü bulduğu yerde tam da bu ana saplantısıdır. Bu tip örnekler her konuda çoğaltılabilir.
...
Sevginin özü dokunmadır, nesnel iletişimdir. Büyük oranı da cinseldir. Bunların dışındaki sevgi ezoterik tasavvuf edebiyatına dönüşür.
 
Eroika, anladığım kadarıyla kişiliğin çocukluktan sonra toplum, vs.. vs.. etkisi ile gelişebilir bir özelliği vardır ve bu olgu uygarlık toplumların aittir diosun.
Ve verdiğin örnekte işkenceye maruz kalan insanın bunu hayatının sonuna kadar yaşayacağını ve bu olgunun bu insanın olumlu yönlerini safdışı bırakıp, bu insanı bu psikoloji içinde yanlışa itebileceğini sölemek istedin sanırım.
Aslında dediklerin doğru gibi.. Kubrick'in ''otomatik portakal'' filminde bahsettiği gibi. Kişiye ne verirsen o olur.
Ben de bundan bahsediyordum aslında, hayat insanın iradesinden daha kuvvetli gibi geliyor. Bu da kişinin karakterinin kendi elinde olmasını çok büyük bir şekilde etkilior. Ama güçlü bir insan dielim (bu kavramın içinde para, kuvvetli bir irade, ii bir karizma , vs.. sayalım) bu kişi bence kendi hayatını kendi doruların agöre yaşar. Ama bu kişi de kendi içinde bir megolamana dönüşür ve hayatın kendi çevresinde döndüğünü zannetmeye başlar ve toplumsallıktan uzaklaşır ve topluma etki etmeye başlar (rock starları, pop starları, sinema yıldızları, vs....). Tabi burada da birçok sorun var, gözlerin körelmesi gibi.
İşte bunlar kafamı karıştırıyor. Yani insan aslında garip bişi ve bulunduğu duruma göre davranışsal değişiklikler yaşıo. Bir işçiyi bile alıp eline 1 milyar dolar versen bu adam kendini kral sanıyor ve geçmişini siliyor. Bu da sanırım aslında senin bahsettiğin gibi her insanın içinde bir hayvan yatmasıyla ilgili bişey......
 
Bazen bütün olarak -kendimde dahil- insanlıktan nefret ediyorum.Bizim kadar kaypak ve dönek varlıklar yoktur heralde.Resmen dünyanın hastalığıyız.Şimdi dünyada yetmiyor saçma sapan şeyleri yayabileceğimiz başka gezegenler arıyoruz.Belkide en alt akdemedeki varlıklar biziz.Her şeye uyym sağlamayı yetenek bilen dönek bir topluluk.

Ama bu bazen oluyor dediğim gibi.Genel olarak doğrumudur yanlış mıdır bilemem.
 
Ben insanoğlunu bütün hatalarına,rezilliklerine,ikiyüzlü ve kaypaklığına rağmen seviyorum.Çünkü ben de bir insanım ve insanda aynı zamanda onur,aşk,cesaret ve erdem de vardır.Bunları yaşatmaya çalışmak gerek,mızmızlanmak değil.
 
Gutemensch demiş ki:
Nedir bu kişilik yada karaktere sahip olma.Kendimizi sığdırdığımız ve sınırladığımız davranış kalıpları değilmi?Kişilikli veya karakterli olmak hep olumlu sayılıyor niye?Kendi belirlediğim yada çevremdekilerin tepkilerine göre çizdiğim şey beni ne kadar özgür kılar?Hepten kişiliğimizin egemenliği altına girmiş olmazmıyız.?

Bakalım... Çoğunluğa göre "karakter sahibi olmak", "yetişkin olmak", veya "ağır abi olmak" ile eşdeğer. Ama bu aslında bazı teorilerin kendisinden saçma.

BENCE kişilik, ne tamamen çevre tarafından belirlenir; ne tamamen bizim tarafımızdan. Biz, onu şekillendiririz, ama toplumun bağlayıcılığı hepimizin üzerinde çok büyük bir etki yaratır. Toplumca kabul gören şeylerin bize empoze edildiği bir gerçek; çocukluktan beri. Ondan sonra biz kendi kişiliğimizi, hem toplumun bize öğrettiği şeylerle, bize çizdiği sınırlarla yaratırız; bir taraftan da yaşadıklarımız, öğrendiklerimiz bize yardım eder.

Kişiliğin egemenliği altına girmeye gelince. Böyle bir şey bence söz konusu bile olamaz; çünkü "egemenliği altına girmek" zaten bizim yaptığımız şey. Kişilik belirlediğimizde, otomatik olarak bir boyunduruk altındayız; yapabileceğimiz, söyleyebileceğimiz şeyleri kısıtlıyoruz.
 
Kount demiş ki:
Gutemensch demiş ki:
Nedir bu kişilik yada karaktere sahip olma.Kendimizi sığdırdığımız ve sınırladığımız davranış kalıpları değilmi?Kişilikli veya karakterli olmak hep olumlu sayılıyor niye?Kendi belirlediğim yada çevremdekilerin tepkilerine göre çizdiğim şey beni ne kadar özgür kılar?Hepten kişiliğimizin egemenliği altına girmiş olmazmıyız.?

Bakalım... Çoğunluğa göre "karakter sahibi olmak", "yetişkin olmak", veya "ağır abi olmak" ile eşdeğer. Ama bu aslında bazı teorilerin kendisinden saçma.

BENCE kişilik, ne tamamen çevre tarafından belirlenir; ne tamamen bizim tarafımızdan. Biz, onu şekillendiririz, ama toplumun bağlayıcılığı hepimizin üzerinde çok büyük bir etki yaratır. Toplumca kabul gören şeylerin bize empoze edildiği bir gerçek; çocukluktan beri. Ondan sonra biz kendi kişiliğimizi, hem toplumun bize öğrettiği şeylerle, bize çizdiği sınırlarla yaratırız; bir taraftan da yaşadıklarımız, öğrendiklerimiz bize yardım eder.

Kişiliğin egemenliği altına girmeye gelince. Böyle bir şey bence söz konusu bile olamaz; çünkü "egemenliği altına girmek" zaten bizim yaptığımız şey. Kişilik belirlediğimizde, otomatik olarak bir boyunduruk altındayız; yapabileceğimiz, söyleyebileceğimiz şeyleri kısıtlıyoruz.
Kount kimse kişiliğini oluşturamaz veya şekillendiremez. Kişilikte genlerin, ailenin ve toplumun etkisi vardır sadece. Yazdıkların bilimle çelişiyor. Eroika'nın mesajını okumalısın.
 
İlkel insan da görünmeyen bütün psikolojik rahatsızlıklar uygarlık insanında vardır. Uygarlığa gelinmesnin nedeni ise nvmba5'in sorguladığı "peki çocukluktan sonra gelişemezmi?" olgunun cevabıdır. Elbette gelişir ama hastalıklı bir bünye üzerine kurulur. Bilincin işlevi budur işte.
...
Ancak genel toplumlara bakıldığında, bu hastalıklı özün üstüne bilinç öğelerinden ziyade, kişiliği baskı altında tutan başka şeyler eklenir. Öğrenğin 30 yaşında işkenceye maaruz kalan biri bunun izlerini kişiliğinin ta derinliklerine kadar yaşayacaktır. Olumsuz travmalar, olumsuz bir kişilik özünü tekrar tyekrar harekete geçirir, ama olumlu bilinçlenme, olumsuz kişilik özünü yadsıyacak kadar güçlü olamaz. Bunun için toplunmsal yapının, bu sağlıksız kişilik özünü destekler nitelikte olmaması gerekir. Ne yazık ki bunun tam tersidir.
peki bu duruma gore fiziksel isgencenin disinda psikolojik iskence de vardir diyebilir misiyiz?
eger boyle bir iskence vardir dersek ogreti denen karakterlerimizi yaratan,toplumun ihtiyacalarini karsilayan kurallar sinsilesi ve egitimler bir psikolojik iskence midir?
istek disi refleks gibi yasiyor olabilir miyiz?bu durumda..
iskence ile bir ayiyi muzik esliginde ates ustunde yurutursek bunu her daim tekrarladigimizda ayi ne zaman muzik sesini duysa ya da aklina gelse hoplar durur felan...
dusuncelerimizi psikolojik ogretisel iskenceler sayesinde yeterli boyutlarda gerceklestiremiyoruz demektir o halde bu.
yani yine karakter dedigimiz bizim baskalari tarafindan vâr edilmis ogretilerin isciligini yapmak tir.ve bu durumda mantikli degildir.bir cesit psikolojik iskence urunudur diyebilir miyiz?
bu yuzden hep dogrunun pesinden kosmamis midir bilim adamlari ve filozoflar?hep bir rahatsizlik yaratmamis midir vâr olan ve olup bitenlerin ardindakileri merak duygusu?
karakter dedigimiz o zaman toplum tarafindan tasinmasi istenen psikolojinin eylemsel urunudur.(!)
 
Bugün cumhuriyet gazetesinde bir yazı okudum. Ünlü bir prof. aynı zamanda avrupa ekonomi ünv. rektörünün yazdığı bir yazı vardı. Dİo ki hepimiz (tüm dünya insanları) ipleri çekildiğinde haraket eden Pinokyolarız.......
Yarın gazteyi bulursanız yazıyı okumanızı öneririm....
Buradan da harbiden insanların sınırlı hayatlar içine kıştırılmış varlıklar olduğu fikri ile ortak noktaya vardım. Zaten hepimizin yaşadığı sorunlar da bu yüzden deil mi (toplumlar , gençler, aileler, vs... herşey olarak)...
Karakterimiz de bu sınırlar içinde ve içinde kaldıkça tıkanıyor.
 
grinder demiş ki:
Kount demiş ki:
Gutemensch demiş ki:
Nedir bu kişilik yada karaktere sahip olma.Kendimizi sığdırdığımız ve sınırladığımız davranış kalıpları değilmi?Kişilikli veya karakterli olmak hep olumlu sayılıyor niye?Kendi belirlediğim yada çevremdekilerin tepkilerine göre çizdiğim şey beni ne kadar özgür kılar?Hepten kişiliğimizin egemenliği altına girmiş olmazmıyız.?

Bakalım... Çoğunluğa göre "karakter sahibi olmak", "yetişkin olmak", veya "ağır abi olmak" ile eşdeğer. Ama bu aslında bazı teorilerin kendisinden saçma.

BENCE kişilik, ne tamamen çevre tarafından belirlenir; ne tamamen bizim tarafımızdan. Biz, onu şekillendiririz, ama toplumun bağlayıcılığı hepimizin üzerinde çok büyük bir etki yaratır. Toplumca kabul gören şeylerin bize empoze edildiği bir gerçek; çocukluktan beri. Ondan sonra biz kendi kişiliğimizi, hem toplumun bize öğrettiği şeylerle, bize çizdiği sınırlarla yaratırız; bir taraftan da yaşadıklarımız, öğrendiklerimiz bize yardım eder.

Kişiliğin egemenliği altına girmeye gelince. Böyle bir şey bence söz konusu bile olamaz; çünkü "egemenliği altına girmek" zaten bizim yaptığımız şey. Kişilik belirlediğimizde, otomatik olarak bir boyunduruk altındayız; yapabileceğimiz, söyleyebileceğimiz şeyleri kısıtlıyoruz.
Kount kimse kişiliğini oluşturamaz veya şekillendiremez. Kişilikte genlerin, ailenin ve toplumun etkisi vardır sadece. Yazdıkların bilimle çelişiyor. Eroika'nın mesajını okumalısın.
grinder ;
İnsan kendi değerlerini kendisi yaratır. Hiç bir öze uymak zorunda değildir. Öz den kastım çevre faktörüdür. Evet insanların fikirlerini belirleyen olgu sosyo-ekonomik yaşamlarıdır. Kendi varoluşunu gerçeklendirmek isteyenler çevrenin vermiş olduğu hiçbir şeye uyma zorunluluğuna girmezler. Böylelikle fikrini kendi varoluşuna dayandırarak özgür istenci doğrultusunda belirleyenler çevre ile karşı karşıya kalırlar. Zorunluluğun bilinci özgürlük bağlamında bu çevreyi değiştirmek toplumsal bir fenomene dönüşür. Bir yanda kendi özünü diğer yanda ona empoze edilmiş özünü oluşturanlar çatışma durumuna gelirler. Ve böylelikle birey bilimsel manada çözümlemeler , alternatifler , ideolojiler , metodolojiler ile kendi özgürlüğünü sağlamak amacıyla yönelim ver tercih yaşar.
Kişi istediği paradigmayı seçmekte özgürdür. Bu şekilde başlar, birey ile toplum arasındaki çelişki.
 
Haklısın ama toplum iyiyi ve kötüyü, ahlak kurallarını belirlediği için kişiyi etkiler. Yaşadığın toplumda dışlanmamak için uyum sağlamaya çalışırsın. Bir şekilde beynine bazı şeyleri işler.
 
grinder demiş ki:
Haklısın ama toplum iyiyi ve kötüyü, ahlak kurallarını belirlediği için kişiyi etkiler. Yaşadığın toplumda dışlanmamak için uyum sağlamaya çalışırsın. Bir şekilde beynine bazı şeyleri işler.
Toplumun belirlediği iyi ya da kötü kavramları varoluşçu biri için hiç bir anlam teşkil etmez. Varoluşçu, kendi hal ve hareketlerini kendisinin mantığıyla kavradığı; aldığı duygulanım , etkileşim vs.lerden geçerli dışavurumlar gösterir. Onun için iyi ya da kötü yoktur. Olayların verdiği etkilenimler ve belirlemeler vardır. Bunlar rölatif alanda yer alırlar. Kişi özgür istenci doğrultusunda seçer...
 
grinder demiş ki:
Haklısın ama toplum iyiyi ve kötüyü, ahlak kurallarını belirlediği için kişiyi etkiler. Yaşadığın toplumda dışlanmamak için uyum sağlamaya çalışırsın. Bir şekilde beynine bazı şeyleri işler.

Ben bunu reddetmiyorum. Toplumun getirdiği bir bağlayıcılık faktörü var. Ama salt topluma göre mi yaşıyoruz? Toplum bir şeyi redderse ki misal metal müziği reddeder genellikle, hemen onu bırakıyor musun?

Ayrıca, bir şey takıldı aklıma, "Bilimle çelişiyor." demişsin. Benim bilime uymak gibi bir kaygım yok. Bu biraz sakat hale getiriyor iddiayı ama... Çünkü herşeyden önce, kafası bilime çalışan bir adam değilim. Öte yandan, normalde, bilimi kabul etmem gerekirdi...

Toplum bana dini de öğretti, ama ben bugün "Tanrı benim." demeyi seçiyorsam, toplum dediği için mi? Tanrı benim, bunu iddia ederim. Kimse bana bunu söylemedi. Ama mesela, yobaz bir ortamda bunu söyleyemem. Niye, çünkü canımı sokakta da bulmadım!
 
Yaptığımız seçimlerde ne kadar özgürüz ki.Hangi durum karşıtı olmadan bir işlev görür.Karakter sahibi olma veya karaktersizlik belkide kaçıştır.Tanrının varlığını reddetmek daha büyük birşeyin varlığına ihtiyaç duymak değilmidir.Zaten kendi belirlediğimiz sınırlar içinde yaşıyoruz olması gereken bu olabilir.
 
_PRaXiS_ demiş ki:
grinder demiş ki:
Haklısın ama toplum iyiyi ve kötüyü, ahlak kurallarını belirlediği için kişiyi etkiler. Yaşadığın toplumda dışlanmamak için uyum sağlamaya çalışırsın. Bir şekilde beynine bazı şeyleri işler.
Toplumun belirlediği iyi ya da kötü kavramları varoluşçu biri için hiç bir anlam teşkil etmez. Varoluşçu, kendi hal ve hareketlerini kendisinin mantığıyla kavradığı; aldığı duygulanım , etkileşim vs.lerden geçerli dışavurumlar gösterir. Onun için iyi ya da kötü yoktur. Olayların verdiği etkilenimler ve belirlemeler vardır. Bunlar rölatif alanda yer alırlar. Kişi özgür istenci doğrultusunda seçer...
O da sizin ailenizle ilgili bir şey. Aileniz size düşünce ve davranış özgürlüğü veriyorsa, baskı yapmıyorsa, toplum gibi beynine bazı şeyleri işlemeye çalışmıyorsa etkilenmez.
 
bazen bilim de kisitlayici olmaz mi?
yani kavramlari belirli sinirlar altinda tutmaz mi?
Tanri'nin varligini reddedip bilimsel oldugunu iddia ettigi insanin evrimlesmesi gibi,yani dini de bilimsel bir zemin altinda insanlara sunmasi,iste dogru budur deyip eksik zeminde tartismali olan bir konuyu topluma ve cocuklara ogreti haline getirmesi.
bilimsel olmak aklin alabildigini(akla uygun) konusmak bilmek ve dogru oldugunu saymak ise biz bir yanilgi icinde olamaz miyiz?yani bilimsel olmak yanilgi ihtimali olan dogrulari baz almak degil midir?
aynştayn dememis miydi? beynimizin kapasitesinin cok altinda kullanildigini?
bu bizim ogretisel iskencelerle koreltilmis birer beyine sahip oldugumuz ihtiamalini gostermez mi?
yani bu durumda kisilik ya da karakter dedigimiz her ne sekilde olur ise olsun tamamen icinde yasadigimiz toplumun bize kazandirdiklari ile sekillenmis sinirli bir olusumdur(!)
 
insect demiş ki:
bazen bilim de kisitlayici olmaz mi?
yani kavramlari belirli sinirlar altinda tutmaz mi?
Tanri'nin varligini reddedip bilimsel oldugunu iddia ettigi insanin evrimlesmesi gibi,yani dini de bilimsel bir zemin altinda insanlara sunmasi,iste dogru budur deyip eksik zeminde tartismali olan bir konuyu topluma ve cocuklara ogreti haline getirmesi.
bilimsel olmak aklin alabildigini(akla uygun) konusmak bilmek ve dogru oldugunu saymak ise biz bir yanilgi icinde olamaz miyiz?yani bilimsel olmak yanilgi ihtimali olan dogrulari baz almak degil midir?
aynştayn dememis miydi? beynimizin kapasitesinin cok altinda kullanildigini?
bu bizim ogretisel iskencelerle koreltilmis birer beyine sahip oldugumuz ihtiamalini gostermez mi?
yani bu durumda kisilik ya da karakter dedigimiz her ne sekilde olur ise olsun tamamen icinde yasadigimiz toplumun bize kazandirdiklari ile sekillenmis sinirli bir olusumdur(!)
Yani evrim teorisi yaratılışı reddediyor diye öğreti haline getirilmemeli mi? Senin düşüncene göre de bilim kısıtlanmalı o zaman. Tanrının varlığına ters düşüyor diye Maddenin Korunumu Kanunu'nu da mı kabul etmeyelim yani? Kanunun diğer anlamı da gerçektir bilime göre.
Beynimizi az kullanabiliyoruz diye hiçbir bilimsel buluş yapmayalım öyleyse, yerimizde sayalım. Bunlar bence geçtiğimiz çağda kalması gereken düşüncelerdir.
 
Geri
Üst