Yalçın Ergir

meraba arkadaşlar ben bu yazarı internette peter green bandit şarkısını ararken yanlışlıkla tanıdım ve sizlede bir yazısını paylaşmak istiyorum


derin mavilere tüpsüz dalış; BLUES


“I got a Black Magic Woman.

I got a Black Magic Woman.

Yes, I got a Black Magic Woman,

She's got me so blind I can't see;

But she's a Black Magic Woman and

she's trying to make a devil out of me...”

Bir Santana klasiği olarak belleklerimize yerleşmiştir “Black Magic Woman”.
Altı çelik telin ardında başlar tutukluluk haliniz. Mahveder sizi, kor bir kenara.

Fakat çok az kişi bilir 1970 Kasımında piyasaya çıkıp 1971 başında

Billboard listelerini alt üst eden bu parçanın asıl sahibinin Fleetwood Mac’in

kurucusu Peter Green olduğunu.

Eric Clapton çekip Yunanistan’a gittiğinde “John Mayall’s Bluesbreakers”

panik halinde yerine adam aramaktadır ve karşılarında “n’apacaksınız Clapton’u,

ben ondan çok daha iyiyim” diyen Peter Green durmaktadır. Mayall hayranları

bu durumu protesto ederken, Green inanılmaz “Supernatural”ı patlatır.

Santana’nın “Smooth”unun bulunduğu Grammy ödüllü “Supernatural” albümü

yıllar sonra eski bir hesabı ödemektedir.

Artık Green fırtınası esmektedir. Nefesler tutulmuş; garip akorlar, benzersiz

melankolik yolculuklar birbirini izlemektedir. Ünü İngiltere sınırlarını aşarken

Fleetwood Mac kurulur ve önce “Albatross” ardından da, listeleri kasıp kavuran

“Black Magic Woman” gelir.

Ardından gelen “Need Your Love So Bad” insana gerçekten aşkı feci şekilde

hissettirir. Tüm bir kuşak aşıktır, hem de çok kötü bir şekilde. Geceler başladığında,

sımsıkı sarılacak kollara; ışıklar kapandığında, yumuşacık bir sese ihtiyaç vardır.

Green, artık başka bir boyuta, apayrı bir dünyaya taşınmış, grubun bütün kazancını

yoksullara dağıtmaktadır. Yeni adresine; bu, paraların saçılması durumunu içine

sindiremeyen Mick Fleetwood bile ulaşamamaktadır.

Ve kopar gruptan. Fazla yetenek, fazla zeka ve fazla LSD kurbanı olarak.

Fleetwood Mac’in yolunu “Rumours” albümü beklemektedir.

Bir rivayete göre; bir konserin ortasında sahneyi terkeder ve bir daha kendisinden

haber alınamaz. Kapının dışında; paha biçilmez 1959 yapımı “Gibson- Les Paul”

gitarını oracıktaki dilenciye verir. Onlarca yıl sonra tekrar bulunduğunda inanılmaz

uzunluktaki tırnaklarıyla sefil bir vaziyettedir. Tırnaklarının durumunu “bir daha gitar

çalamamak için” diye izah eder.



Benim yıllarca gerçek sandığım bu rivayet kısmen yanlıştır. Çünkü o gitarı bir dilenci

değil bir başka blues virtüozu devralmıştır; Gary Moore.



Gary Moore “bu gitarı almam imkansız” dediğinde, “kendi gitarını sat, eline geçeni

ver yeter” olmuştur yanıtı. “Still Got The Blues” işte bu efsanenin, efsane gitarıyla

doğmuştur.



Gary Moore da Nisan 1995 de öyle bir albüm yapmıştır ki; hem Green’e, hem düş

hekimi Yalçın Ergir’e borcunu, gecelik yüzde 1700 faizle ödemiştir: “Blues For Greeny”.



Ne yalan söyleyeyim, bu yazıyı yazarken Moore’dan “Need Your Love So Bad”i

“repeat” modunda dinliyorum ve sanki bu yorum orijinalinden bile daha güzel geliyor

bana. (sigaradan nefret eden bana sigara içirtip, gelen telefonlara “evet, çabuk söyle..”

dedirtecek kadar)



Peter Green şimdi annesiyle Londra’da oturmaktadır. Aynı Pink Floyd’un kurucusu

Syd Barrett’in hiç insanların içine çıkmadan annesiyle oturduğu gibi. Uğruna “Wish You

Were Here” yazılan, şizofreninin Pink Floyd’dan alıp koparttığı Syd Barrett gibi.

Bir farkla; Syd Barrett’e artık ulaşılamazken, “Is There Anybody Out There?” sorusu,

iki akorlu bir senfoni gibi gökyüzüne karışırken, “The Lunatic” hasarlı beyniyle artık kapıyı

kilitlemiş, anahtarı fırlatıp atmış, Ay’ın karanlık yüzüne de sonsuza dek yerleşmişken;

Peter Green tünelde kaybolmamıştır.



1998 de New York - Waldorf Astoria’da Carlos Santana ile birlikte aşağıdaki lirikleri

haykırmışlardır; karşılarında büyülenmiş duran topluluğa:



“I got a Black Magic Woman.

I got a Black Magic Woman.

Yes, I got a Black Magic Woman,

She's got me so blind I can't see;

But she's a Black Magic Woman and

she's trying to make a devil out of me...”

yalcin ergir

alıntı: muzikpark.com
 
  • Konu Sahibi Konu Sahibi
  • #2
BENİM CLAPTON’UM - (CLAPTON MİTOLOJİSİ)


“Clapton is God" (Clapton Tanrıdır); bu duvar yazısı ilk 1966’da Londra’da bir duvara yazılmıştı. Fotoğrafı yayınlanınca birden efsaneye dönüşmüş, Londra sokaklarında, metro duvarlarında çok sık görülen bir grafiti halini almıştı.
Bu, duvarlardaki “God is Dead - Nietzsche” (Tanrı öldü - Nietzsche) yazısının ve ardından yazılan “Nietzsche is Dead - God” (Nietzsche öldü - Tanrı) edebiyatının bir uzantısıydı.
Eric Clapton’un, George Harrison’un karısı Pattie Boyd’a* deliler gibi aşık olduğu yıllarda verdiği Odeon konserinde bir hayranı “Clapton Tanrıdır” diye bu efsane grafitiyi bağırınca, Clapton;
- “Hayır, Tanrı değilim, sadece dünyanın en iyi gitaristiyim” diye cevap veriyordu.
“Running on Faith” şarkısında; “zavallı bir çocuk daha ne yapabilir ki?” diye soruşu gibi;
dokuz yaşında,
ablası sandığının aslında annesi,
anne - baba sandıklarının ise anneanne ve dedesi,
asıl babasının da en baştan beri Kanada’da başka bir kadınla evli olduğunu öğrenmiş bir çocuk,
ileride çelik tellere, rock’a, blues’a sarılınca, daha nasıl bir gitarcı olabilir,
bu çığlığa daha nasıl bir cevap verebilirdi ki?
Yıllar boyu, Yunan Mitolojisi’nde Zeus ne ise, gitar mitolojisinde de Clapton o oldu benim için.
Onun posterinin altında çalıştım üniversite giriş sınavına,
Pattie için yazdığı “Wonderful Tonight”ı dinleyerek çıktım şehirlerarası gece yolculuklarına,
daha dikkatli baktım aynada saçlarını tarayan muhteşem hatunlara,
gururla taktım, İzmir Caddesi’nden aldığım; üzerinde “Özel olarak Eric Clapton için üretilmiştir” yazan, "zor kopan" çelik telleri gitarıma,
kendi kendime çok sorular sordum, evli bir kadından kızı olduğunda,
çok ağladım 53. kattan düşen ve bir zamanlar babası sandığı dedesinin yanına gömülen oğluna,
buruk bir şekilde gururlandım, Cennet’teki gözyaşları Grammy ödüllerine damladığında.
Ben Eric Clapton’la hiç konuşamadım,
hiçbir akşam pizza siparişi verip onunla gitar çalamadım
ya da telefonda çok sevdiğini bildiğim Radiohead, Massive Attack falan dinletemedim,
kendisinden bir forward mail bile alamadım
ama hep bildim;
var olduğunu,
yine gözlüklerini takmış,
yeni bir şeyler ürettiğini
ve hep merak ettim;
bir gün “tak-tak” Cennet’in kapısını çalıp girdiğimde içeri,
oraya ait olmadığı halde, oğlunu arayan gözü yaşlı babanın
beni ismen bilip, bilemeyeceğini...
YALÇINERGİR
 
Kendisi Ankaralı bir dişhekimidir. Yukarıdaki gibi denemelerden oluşan dört tane kitabı vardır. Gerçekten olumlu hissetmeye çalıştığım, zor dönemlerimde, her zaman bana iyi gelmiştir. Artık çok takip edemiyorum. Ama tamamen de vazgeçmedim: ) Yazılarının çoğunu ilk başta www.ergir.com adresinde yayınlayıp sonra kitap haline getirir.
 
cok eğlenceli bir muayenehanesi olan kendine özgün bir insan tanıyabildiğim kadarıyla
guncel yasamda kullandıklarımızı guncelliğinden çıkarıp başka başka formlara sokmaktan ve de insanları şaşırtmaktan zevk alan birisi
 
Geri
Üst