Türkiye'de Nükleer Santral Kurulmalı Mı?

türkiye'de nükleer santral kurulmalımı?


  • Toplam oy veren
    1,311
Oturup nasıl hatalar yapıldığını izlemek istemiyorum,ben bir sürü hataya kurban gitmiş bir nesil olarak,çocuğumun da aynı şartlarda aynı sonuçlara maruz kalmasını oturup izleyemem.
 
Türkiye'da nükleer santral kurulması çok saçma.diğar ülkeler kurdukları nükleer satralleri birer birer kapatırken bizim böyle bir şey yapmamız saçma.enerji kaynağı olarak ise %70'i Türkiye'de olan bor maddesi var.bunu değerlendirmek daha iyi olur.
 
_Tmac_ demiş ki:
Nükleer santral kurulmalı ülke olarak itibarımız artar...

Ne alaka??..

Avrupada nükleer santrali yok etmeye calisilirken, türkiye niye kurmaya calissin ki?..Nükleer santral cok riskli bir olay..sirf patladigi zaman diil var oldugu süre tehlikedir. Insanlarin sagligi, hayati, dogasi icin sirf dezavantajlari avrdir. Zararli atiklar nerde depo edilicek. Nükleer santral 24 saat kontrol altinda klamasi gerekiyor..kücük bir dikkatsizlik milyonlarca insanin hayatini yok edebilir. Ve türkiyedeki dikkatsizlikten olan kazalari felaketleri okudukca nükleer santral kurmak revolteninde dedigi gibi intihardan baska birsey olmaz.
Birisi demis doguya fln konulsun diye..1. ordakiler insan degil mi??..2.nükleer santral kuruldugu zaman tek birtane kurulmaz..ve sirf bir bölgeye kurmak ile türkiye gibi büyük ve bu kadr cok insan yasayan bir ülkeye yetmez.

Teknoljinin bu kadar gelismis oldugu bir dünyada yasarken niye böyle riskli islere adim atilsin..bir sürü alternatif enerji imkanlari var.
Sirf türkiyede degil tüm dünyada yok edilmesi gereken birsey bu.
 
75 milyon insanı değilde ceplerini düşünüyo olmaları yeterli bunu yapacakların ANTİFA nın da dediği gibi nükleer santrallerin 24 saat kontrol altında tutulması gerek fakat bu yeterli değil çünkü bu engellenemeyen bir reaksiyon.küçük bir hata Türkiye'ye pahalıya patlar.böyle bir risk almaya hiç gerek yok.
 
insanın bu denli aptalca ölümden korkması bana çok anlamsız geliyor.lan zaten bu gezegenden çıkabilecekmiyiz.sus lan,çıkamayacaz işte.
enerjiyi bu kadar küçümsemeniz atalarınıza hakarettir ilk başta.atalarımızın sırtına saplanan hançer'in,çocuklarımızın boğazını sıkacak olan elin tek sebebi enerjidir.
yabancı ülkelerin nükleer enerjiden vazgeçeceğini,vazgeçtiğini düşünen dang.laktır.ermenistanda şu anda b.ktan bi nükleer santral vardır hali hazırda.mutasyonmu geçirdiniz yani.sus lan geçirmediniz işte.
ben bu başlığı açtıktan sonra sanki içime doğmuş gibi rusya ile ukrayna arasında doğalgaz krizi yaşandı.(hee sazan atla hemen''abdala malum olur'' diye)ve devlet görevlilerinin ağzındanda öğrendikki tam anlamıyla dışa bağımlıyız.sus lan bağımlıyız işte.
durukanengin demiş ki:
75 milyon insanı değilde ceplerini düşünüyo olmaları yeterli bunu yapacakların ANTİFA nın da dediği gibi nükleer santrallerin 24 saat kontrol altında tutulması gerek fakat bu yeterli değil çünkü bu engellenemeyen bir reaksiyon.küçük bir hata Türkiye'ye pahalıya patlar.böyle bir risk almaya hiç gerek yok.
nükleer santrallerdeki reaksiyonlar tamamiyle kontrollüdür kuzum.lan valla kontrollüdür,lise kimya kitaplarında bile anlatılır.tabi nükleer santralleri çernobilden ve the simpsons'dan öğrenirsen durum olağan .bu reaktörlerle 75 milyon insan ve daha fazlasının geleceği düşünülmektedir.sus lan düşünülmektedir işte.
 
Keske biraksalar da Turkiye yi sen idare etsen :) Sen kendi bahcene yapsana bi tane santral, once orda dene sen bir bakalim nasil oluyormus hep beraber gorelim :)
 
kalipardi, hacı senin cidi anlamda bilinçlenmen lazım, ama bu burda olmayacak, kontrol altına alsalar adamlar niye kapatsınlar??? O kadar yararlıysa niye kapatılıyor bu santraller,

Senin herşeyden haberin var da niçin ülke karasularımız içinde batırılan nükleer atık dolu gemilerden, yada karaya vuran dünya kadar atıktan, yada bulanların radyasyona maaruz kalıp kanserden öldüğünü...

Eğer milliyetçiyim diye geçiniyosan bilki bunun atıklarının iki yeri var;

1. Türkiye
2. ABD de bir çölde yerin 100lerce metre altına kurulmuş bir mağara, burada atıkları depoluyorlar mağaranın içinin taban yüksekliği 6 metre ve her sene 15 cm çöküyor... Bilmem kaç sene sonra komple kapanacak...ve dünyanın bütün dilleriyle nükleer atık olduğu zararları yazılacak hatta insanlık yok olupta yeni bir tür gelirse birgün bunun içinde hiyeroglifler kullanılmmış çölün pek çok noktasına bu tabakaları bırakmışlar

E sen hala konuşursan biz ne diyelim kalipardi sen atalarına ihaneti torunların kolunu bacağını g.tünden çıkararak yapacaksın....


Ama korkma bak senin gibi 1-2 tane var düşünen o yüzden başkada birşey yazmayacağım

Ama dikkatinizi çekerim yine de atıkları yok etmiyoruz
 
Oceanides demiş ki:
Keske biraksalar da Turkiye yi sen idare etsen :) Sen kendi bahcene yapsana bi tane santral, once orda dene sen bir bakalim nasil oluyormus hep beraber gorelim :)
keşke bıraksalarda türkiye'yi ben idare etsem.geminizi her daim sıkı tutardım.az yem çok iş,mantık bu.dubai kuleleri gibi burgulu burgulu nükleer santraller dikerdim ülkenin dört bir yanına.sivilcelerinizden bile enerji üretmenin yolunu bulurdum inanın.alafranga tuvaletlerinize hidro elektrik santralleri kurardım bir şekilde.yemediğiniz yemekleri sofrada boğazınıza tıkardım,israfcı herifler.
şaka bir yana iş hakkaten ciddi boyutlardadır.hepinize de saygım sonsuzdur.mantıklı birşey yazsanız içim yanmayacaktır o da ayrı bi konudur.
 
http://www.milliyet.com.tr/2004/11/15/siyaset/asiy.html

al bakalım linki aç yada burdan oku...




Greenpeace Akdeniz Ofisi sorumluları Dökmecibaşı ve Gürbüz:
Aliağa'da 25 yıldır denetim yapılmıyor

Banu Dökmecibaşı ve Özgür Gürbüz, "İş olsun da, ne olursa olsun, kanser olmaya razıyız diyenler var. Hükümetler değişiyor ama çevre politikası değişmiyor" diyor

SOHBET ODASI
DERYA SAZAK


Türkiye'de Akkuyu Nükleer Santralı projesiyle başlayan 'Yeşil Barış' hareketinin geçmişini anlatabilir misiniz? Dökmecibaşı: Greenpeace, dünyada 30 yıldır varlığını sürdüren bir çevre ve barış hareketi. 101 ülkede destekçisi var. Balina ve fok avcılığına karşı kampanyaları da çok başarılı oldu. Şu anda 24 ulusal ve 4 bölgesel ofisi var.

MV / Ulla 2000 tarihinde İspanya'dan bir termik santralın baca küllerini Cezayir'e götürürken, İskenderun Limanı'na gelmiş, zehirli yüküyle 4 yıl bekletildikten sonra göz göre göre nasıl batırıldı? Sorumluluk kimde?
Dökmecibaşı: İspanya'nın hatası büyük. Yalan beyan var. Gemi İspanya'dan çıkarken kömür tozu deniyor. Geminin zehirli atıkla Türkiye'ye gelişi, uluslararası hukuka aykırı. İskenderun'daki sorumluluk ise Mavi Denizcilik acentesine ait.

Greenpeace nasıl devreye girdi?
Dökmecibaşı: Geminin yükü konusunda bize ihbar geldi. 30 gün içerisinde fark edilseydi, İspanya'nın geri alma sorumluluğu vardı. Süreyi geçirdiler. Biz İskenderun Limanı'nda eylem yapmasaydık, zehirli atıktan kimsenin haberi olmayacaktı. Ayrıca İspanyol hükümetine de başvurduk. Onlar da külü taşıyan firmayı mahkemeye verdiler. Davalar 1.5 yıldan fazla sürdü. İspanya, tam zehirli atığı almayı kabul etti. Mavi Denizcilik İskenderun'daki gemiye haciz koydurdu. Gemi çürümeye başladı, 2003 yılında bilirkişi raporu çıktı, 'Ulla batıyor' diye. Atığın derhal tahliyesi istendi. Haciz, 2004 Haziranı'nda çözüldü.

Gemideki atığın denizin dibinden çekilmesi 1.5 milyon doları bulacak. Bu masrafı kim ödeyecek?
Dökmecibaşı: Belli değil, Lafarge firmasıyla Türk hükümeti arasındaki görüşmelerde anlaşma sağlandığı belirtiliyor.

Batışına göz yumuldu
Hayalet geminin batışına göz yumuldu.
İspanya'ya gemiyi gönderemez miydik?
Dökmecibaşı: Tabii ki gönderebilirdik. Ancak karasularının güvenliği her ülkenin kendisine aittir. Gemideki zehirli atık öğrenildikten sonra güvenli bir yere çekilebilirdi. Basel Anlaşması ihlal edildi. Battı.

MV / Ulla'nın batış serüvenini Avrupa Parlamentosu'na götürdünüz mü? Türkiye, hep siyasi yönden tartıya çıktı. Çevre konusunda benzer duyarlılık niye gösterilmiyor, İspanya üzerinde baskı uygulandı mı?
Dökmecibaşı: Evet, Belçika'da Greenpeace'in AB temsilciliği var. İspanyol heyetinin MV / Ulla ile ilgili Türkiye'ye geldiği hafta, Avrupa Parlamentosu'nda 40 dakikalık özel oturum yapıldı. AB, çifte standartlı. Çevreyi korumaya dönük yatırımların ekonomik maliyeti yüksek. İşte o yüzden MV / Ulla skandalında yaşandığı gibi Avrupalı firmalar, kendi ülkelerinde bertaraf etmek için para harcayacaklarına, atıkları Türkiye, Cezayir, Mısır, Pakistan gibi ülkelere göndermeyi çok daha ucuz ve kolay buluyor.

AB çifte standartlı
İskenderun Körfezi'ndeki kirlenme riski balıkçıları da vurdu.
Dökmecibaşı: Liman nedeniyle Körfez'in içinde balık avlamak yasak, fakat o çevre orkinos yumurtlama bölgesi. Aynı zamanda karides yatağı.

İstanbul'daki Yeşiller Partisi toplantısında İskenderun'da batan gemiyi gündeme getirdiniz mi?
Gürbüz: Evet, toplantıda bir konuşma yaptım ve MV / Ulla skandalını gündeme getirdim. Çifte standardı orada da görüyorsunuz. AB'de yükselen çevre standartları 2 şeye yol açıyor. İşi daralan firmalar, Asya'da nükleer santral yapımına yöneldiler. Almanya, kendi topraklarında artık kömür santralı kurmuyor. Başbakan Schröder, Tayyip Erdoğan ile Adana Yumurtalık'ta kömürle çalışan santral açıyor. Sonra ülkesinde 'temiz enerji' konferansına katılıp, yenilenebilir enerji kaynaklarını tüm dünyada harekete geçirme çağrısında bulunuyor.
Türkiye enerji kaynaklarını çeşitlendirmeli, mevzuatını geliştirerek Avrupa'nın atık çöplüğü olmaktan kurtulmalıdır.

Tarımda da kirlenme yaygın. Hormonlu ve bozuk genli gıdalar nedeniyle kanserde artıştan söz ediliyor.
Dökmecibaşı: Greenpeace olarak Türkiye'de toksik maddeler ile gemi sökümü kampanyası sürdürüyoruz. Genetiği değiştirilmiş organizmalarla ilgili bir kampanya başlatmayı da hep istedik ama bütçemiz yok. İnsan sağlığını tehdit eden sorunun gündemde kalmasını sağlamaya çalışıyoruz. Greenpeace, geçen yıl genetiği değiştirilmiş soya ile ilgili bir kampanya yaptı. Bu yıl da pirinç üzerine yürütüyor. Genetik mühendislik firmaları Çin'e girmek üzereler. Bu demektir ki, bütün dünyaya yayılacak.

Sakıncası nedir?
Dökmecibaşı: Genetik mühendisliğinin klonlamaya kadar giden bir etik yanı var, bir yandan da tarım alanına baktığınızda çok hızlı ilerleyen, temiz sahaları da bozan bir yöntem. Türkiye'nin de yakın geçmişe dek bir tarım ülkesi olma özelliğiyle genetik bozulmaya karşı önlem alması şart. Türkiye'de genetikle ilgili olarak sadece ithal tohum yasak. Genetiği değiştirilmiş tohum ithal edemezsiniz. Tarım Bakanlığı'na göre, Türkiye'de genetiği değiştirilmiş ürün yetiştirmeye de izin verilmiyor.

Hükümetler hep aynı...

İsrail'den hibrit tohum ithal ediliyor. Seralardaki hormonlu domates, sebzeler o yüzden mi?
Dökmecibaşı: Çiftçinin en doğal hakkı aslında, bir sonraki yıla tohumluk ayırabilmektir. Ürününden tohumluk ayırır ki, devam ettirsin üretimini, halbuki hibrit tohumda böyle bir imkanınız yok, o tekrar ürün vermiyor. Tohumluk ayıramıyor çiftçi, mecburen o firmaya bağımlı kalıyor. İsrail olayı bu. Genetiği değiştirilmiş ürünlerde de aynı sürece girilecek. Çiftçi, üretimi artacak diye kandırılacak. Böylece ucuz tohum alsa da uzun vadede toprağı öldüren bir yöntem. Bizim geleneksel tarımımız her yıl başka ürün ekme, toprağı nadasa bırakmaya dayanır. Bunlar ortadan kalkıyor.

Kazançlı gözüküyor!
Dökmecibaşı: Uzun vadede, tohum ve ilaç fiyatlarıyla zararlı çıkacak. Genetiği değiştirilmiş ürünlere özgü ilaçlama yapmalısınız. Hatta daha kötüsünü yaptı genetik mühendisliği firmaları, 'terminatör ürün' denilen, toprağı da kodlayan bir sistem geliştirdiler. Mesela genleri değiştirilmiş mısır üretiyorsunuz, bir sonraki yıl hem tohumu alıyorsunuz hem de firmanın adamları gelip o kodlamayı, şifrelemeyi çözecek bir ilaç kullanıyorlar ve toprak tekrar ürün verebilir hale getiriliyor. Onu yapmadığınız takdirde, mesela siz tohumu başka yerden aldınız, mümkün değil yetiştiremezsiniz. İthal edilen ürünlerin doğru dürüst denetimi yok.

Greenpeace marjinal bir örgüt değil, bu kampanyaların hepsi çok ciddi.
Dökmecibaşı: Türkiye'de şöyle bir eksiklik var: İnsanlar bu tür bedelleri ödemeye hazır hissediyorlar kendilerini. Yani endüstriyel kirlilikten kanser olmayı gelişme adına kabul ediyorlar! Aliağa'da bunu yaşadık. Sanayi kirliliğinin en yoğun olduğu bölgede, akşam 7.00'den sonra yürüyemezsiniz, göz gözü görmez. Aliağa'nın köylerinde inanılmaz bir sefalet var çünkü, bırakın tarım yapmayı, bahçelerinde çiçek bile yetişmiyor. Ben orada kirliliğin tehlikesini anlatırken, 'Kanser olmaya razıyız, yeter ki iş versinler' diyen köylüler gördüm. Gemi sökümü için, doğudan geçici işçi getiriyorlar; sigortasız, sağlık güvencesi olmaksınız Aliağa'da çalıştırıyorlar.

TCK'da çevreyi kirleten sanayi kuruluşları, belediye başkanları hapse girer gerekçesiyle imtiyaz tanındı. 2.5 yıl kapsam dışı kaldılar.
Dökmecibaşı: Bunlar hiç inandırıcı değil. Amaç, kamuoyunu uyutmak. Aliağa'daki tesislerin yüzde 60'ı ruhsatsız çalışıyor. 25 yıldır doğru dürüst denetim bile yapılamamış. 2.5 yılda mı yapılacak? Bunun seçim yatırımı olduğu o kadar belli ki. Cezaları erteliyorsunuz, çünkü 2007'de genel seçim var. Hükümetler değişiyor ama çevre politikası değişmiyor. Yatağan'da insanlar zehir soluyor, 35 bin hektarlık zeytin ağacı kurudu.

30 milyar euro lazım

Çevre Bakanı Osman Pepe, AB'nin istediği çevre yatırımları için 15 milyar euro gerektiğinden söz etti.
Gürbüz: Daha fazla, 30 milyar euro'luk bir yardım gerekiyor.
Dökmecibaşı: AB uyum yasaları çerçevesinde şu anda çevreyle ilgili yönetmeliklerde değişiklikler yapılıyor. Tehlikeli atıklar konusunda yeni yöntemler öneriliyor. Firmalar artık yakma tesisi için pazar bulamıyor, 2010'dan sonra düzenli depolama alanı kuramayacaklar. Çünkü çöpleri gömerek yeraltı sularını kirletiyorsunuz. Avrupa'da şimdi atık azaltımı teşvik ediliyor. Son çare, yakma ve depolama.

AB'nin çevre ve temizlik kriterleri, henüz Türkiye'de geçerli değil diyebilir miyiz?
Gürbüz: AB'ye girmeden önce hayata geçmeyecek gibi gözüküyor. 15 sene sonra AB'ye tam üye olduk, diyelim. Avrupa, Kyoto hedeflerine en iyi uyan ülkeler topluluğu. Yenilenebilir enerji kaynaklarına yöneliyor. Türkiye olarak 9 ay önce açtığınız termik santralı 15 yıl sonra ne yapacaksınız? Henüz Kyoto'yu imzalamasa da (1994'te İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi'ne taraf oldu.) Türkiye'nin bunlara hazırlanması gerekiyor. 1.5 milyar dolara kurduğunuz termik santralın ömrü 30 - 40 yıl, Avrupa bu teknolojiyi terk ediyor. Kömür santralınızı 10 - 15 yıl sonra kapatmak zorunda kalacaksınız. Türkiye, AB'ye girince inanılmaz bir ekonomik sorunla karşılaşabilir. O nedenle şimdiden temiz enerjiye geçmeli.

Akkuyu'nun 'raporu' yok

Nükleer de riskli diyorsunuz.
Gürbüz: Akkuyu Nükleer Santralı için bütçeye yeni ödenek konulacakmış. Akkuyu'nun hala ÇED raporu yok, Avrupa'da bunun hayalini bile kuramazsınız. Üstelik deprem bölgesi, maliyeti çok daha yüksek olur. Kilovat saat başına 2 - 3 cent'ten bahsediliyor, Japonya'daki en iyi örnekler 7.2 cent. Almanya, her sene bir nükleer santrala eşit rüzgar gücü ekliyor.

Rüzgâr enerjisi önemli
Türkiye'de alternatif enerjiye geçiş mümkün mü?
Gürbüz: Elektrik İşleri Etüt İdaresi'nin hesaplarına göre, 88 bin megavatlık rüzgâr potansiyeli var. Ege kıyıları, Gelibolu, Bozcaada, Çeşme, Bodrum, Datça, Trakya, Güneydoğu'da Mardin rüzgâr enerjisi üretmeye elverişli yöreler. Ayrıca jeotermal enerjide Türkiye dünyanın 7. büyük kaynağı ama elektrik üretmiyor. 60 bin konut ısıtılıyor.
Güneş ortalaması da yüksek: 7.2 saat. Türkiye'de binlerce yazlık ev 3 aydan fazla kullanılmıyor. 9 ay boş, kimse yaşamıyor. Avrupa'da şimdi çifte sayaç diye bir uygulama var, örneğin güneş panellerinden enerji üretiyorsunuz, kullandığınızdan fazlaysa ana şebekeye veriyorsunuz. Türkiye'de yazlık bölgelerde güneş enerjisine geçilirse, hem yazlık faturalarını öderler hem de elektrik üretiminden para kazanırlar.

Nükleer enerji pazarlığına ne diyorsunuz, AB ile müzakerelere başlama karşılığı Fransa'ya ihale verilmesi...
Gürbüz: Yeşiller toplantısında, nükleer santralın AB'ye girişte bir rüşvet aracı olarak kullanılmayacağı açıkça belirtildi. Yeşiller grubu buna izin vermeyecek. Güneş enerjisinde Türkiye bölgesinde lider olabilir.

Güneşi pazarlayabiliriz diyorsunuz.
Gürbüz: Bu bir vizyon meselesi.

KİMDİR?

Banu Dökmecibaşı: Greenpeace Akdeniz, Toksik Maddeler Kampanyası Sorumlusu. Mimar Sinan Üniversitesi Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü mezunu. 2000 yılından bu yana Greenpeace'te görev yapıyor.
Özgür Gürbüz: Greenpeace Akdeniz, Enerji Kampanyası Sorumlusu. 9 Eylül Üniversitesi İşletme Bölümü mezunu. Oxford Brooks Üniversitesi'nden mastırı var. 2004 yazından bu yana Greenpeace'te görev yapıyor.
 
ya güzel diyorsun hoş yazmışsında yazdığın pardon copy paste yaptığın bu yazıda ispanyol menşeyli kimyasal atık dolu bir tankerden bahsediliyor.bizse burada nükleer santrallerin kurulup kurulmamasından bahsediyoruz.birde iyiki yazmışsın gemideki atık,termik santralın baca külü bilmemne.
daha sonrasında yazılanlarsa tartışılmalıdır elbette.yani deprem raporu olmayan biryere ne diye santral açacaksın.mantıksız elbette.
güneş enerjiine geçelimde bi güneş pili kaç para haberiniz varmı.
 
kopyalayıp yapıştırdım copy paste etmedim (ATALARINA SAYGILI OL Türkçe kullan ingilizce değil) ayrıca linke tıklayabilirsinde herkes linki merak edipte bakmaz...

Güneş pili=)))))))))) çok hoş ya, sen hesap makinesi çalıştırmayacaksın:)

nükleer santrali de sevabına kuruyorlar zaten...

Senin orda asıl dikkat etmen gereken bir bütün olarak o yazıdır...

Temiz enerjiyi öğren...

Genlerin ne işe yaradığını bozulmalarının sonucunda nelerin ortaya çıkabileceğini oku,

Oradakiler atıklar nükleer olsaydı devlet bir şey yapabilecekmiydi? bak gemiler batırıldı sonuçta bu amalar bizim denizlerimizi çöplük gibi kullanıyorlar ve bunu da rahaaaaaaaaaat bi biçimde yaparlar


Devlet daha kuş gribini zorunlu kaldı diye açıklarken sen google şurda burda zor bulursun nükleer atıkların türkiyede olduğunu Bak işte denetimsizlik... Dönen dolaplar.... Ki bu kadar dar açıdan senin yüzünden baktım, yoksa fransanın nükleer denemelerinden tut amerikadaki santrallerden ve tüm santrallerden çıkan CFC lere
nükleer santralin dünya içinde hiç bir faydası yok


Zaten doğanın kanseriyiz, yaşadığımız saniye dünyaya zarar iken bide böyle büyük çaplı hasarlar...

Türkiyenin enerji sıkıntısı yok, en basitinden
İstanbul Üniversitesi kampüsünde doğal gaz bulundu,adamlar kendi tesislerini kurup kullanmaya başladılar çok geçmeden amerikalı bir şirket ellerinden aldı, buradaki çıkabilecek olan kaynaklar çoktan satılmış...


Sen, bir kendini milliyetçi sanıyorsun herhalde biz üzerimizde oynanan oyunlar yüzünden dışarıya bağımlı gibi görünüyoruz, sanki rusya vermese bi s.k olacak alakası ok ya yanıbaşımızda Azerbaycan da var kendi kaynaklarımızıda da g.doğu anadolu elden çıkarsa görürsün,

Türkiye coğrafik konumu nedeniyle güneş, rüzgar, akarsu dan çok rahat faydalanabilir,

O Gemideki atıklar zehirli atıklardır senin evinin soba külü değil.
 
toksik atık problemlerini gelişmekte olan diğer ülkelere transfer ettiklerine ya da bunun ticaretini yaptıklarına dair birçok olayı belgelemiştir.

Bugün gelişmekte olan birçok ülke, temiz teknolojileri kabul etmek yerine, gelişmiş ülkelerden daha çok toksik atıkları, toksik ürünleri ve kirli teknolojileri alıyor.
Bu çeşit bir ticaret ahlaki olmamasıyla birlikte de alıcı ülkeler ve bu ülkelerin insanları açısından (sosyal ve sağlık açısından) ve çevresel anlamda yok edici bir tehdit oluşmakta.
Gelişmiş ülkelerin zehirli atıklarını gelişmekte olan ülkelere ihraç etmeleri açıkça bir 'suçtur'.
Greenpeace Akdeniz, Lübnan ve Türkiye'deki bu yasadışı zehirli atık ticaretini açığa çıkardı.
Greenpeace bu zehirli atık ticaretini yasaklamayı amaçlayan bir çalışma içine girmiş ve bunu Basel Anlaşması ile başarmıştır.
Anlaşma, 1992 yılında yürürlüğe girmiş, ancak zayıf kalmıştır. 1994 yılında, gelişmiş ülkelerin oluşturduğu Konvansiyon, Batı ve Doğu Avrupa'dan bazı ülkeler ve Greenpeace'in de katılımıyla 'Basel Yasağı' adındaki kararı kabul etti. Bu kararlar, 1998 yılında hukuksallaştırıldı ve gelişmekte olan ülkelere atık ticaretini yasakladı.
Greenpeace, Türkiye'de Tehlikeli Atık Ticareti konusunda şu çalışmaları yürütmektedir:

Gemisökümü etkinliklerinin Anlaşma'nın öngördüğü koşullar altında gerçekleştirilmesi,
Samsun ve Sinop'ta 18 yıldır iki depoda bekletilen İtalyan zehirli atıklarının İtalya'ya geri gönderilmesi,
2000 yılında yasadışı bir şekilde Türkiye'ye giren ve 6 Eylül 2004'te İskenderun Körfezi'nde içindeki tehlikeli atıklarla beraber batan M/V Ulla adlı İspanyol gemisinin toksik atığının İspanya'ya geri gönderilmesi


al bunu da dursun burda
 
Nükleer Silahsızlanma
Greenpeace eylemcileri, nükleer silah yapımında kullanılan 140 kg. plütonyumun ABD'den Fransa'ya gönderilmesini protesto ediyor.
Soğuk savaş bitmiş olsa da nükleer silahlar hala sahnede, bugün dünyada 30 binin üzerinde nükleer bomba var. Bunların içinden 5 binden fazlası istendiği anda kullanıma hazır bekliyor.

Dünyanın çevresinde, savaş gemilerinde ve denizaltılarda hala dolaşan 400’ün üzerinde reaktör bulunuyor.Bunların çoğu ya denizin dibinde yada Rusya’da ücra bir limanda bakımsızlık içinde çürümeye terk edilmiş. Rus Kursk denizaltısının mürettebatı ile beraber battığı kaza gibi felaketler her an her yerde tekrarlanabilir ve onlarca insanın yaşamına son verebilir.

Nükleer silahların test edildiği bölgeler bugün hala kirlilik ve zehirli atıkların etkilerine maruz kalıyor. Bu bölgelerde ve buralara yakın yaşayan insanlar yıllardır yüksek oranlarda kanser, ölü doğum, düşük ve diğer bir çok sağlık problemi ile karşı karşıya. Birçoğu doğduğu ve yaşadığı toprakları aşırı kirlilik ve yoğun zehirlenme nedeni ile terk etmek zorunda kaldı.

Nükleer tehlike son 20 yılda tam anlamı ile “ufaldı”. Bugün el çantası büyüklüğünde son teknoloji ürünü bombalar Hiroşima yıkımına eşit bir güce sahip olabiliyor. “Daha kullanışlı”, “daha sağlam” bombalar geliştirmekten bahsediliyor ve bu silahlar için çalışmalar sürüyor. Bu veriler günümüzde nükleer silah kullanılması olasılığı, Soğuk Savaş yıllarında olduğundan çok daha yüksek olduğunu göstermektedir.

Nükleer Bombaları kontrol etmek ve azaltmak amacıyla imzalanmış olan NPT rejimi , yeterli olmamaktadır. NPT taraf olan ülkelerin, nükleer silahların artışına engel olmaları ve azaltmalarını amaçlamaktadır.

Her geçen gün daha fazla ülke nükleer silah geliştirme programları başlatıyor veya mevcut çalışmalarını hızlandırıyor. Geri kalan ülkeler de bu teknolojiye sahip olabilmek için bilimsel çalışmalar yürütmeye devam ediyor. Kısaca nükleer felakete doğru yol almaktayız.

Kuzey Kore’nin olası bir ABD saldırısını “caydıracak kadar” nükleer güce sahip olduğunu açıklaması ile nükleer silah sahibi ülke sayısı 8’e çıkmış oldu. Bunun değişebilmesi için tüm devletlerin dürüstçe ve tüm iyi niyetleri ile nükleer cinini lambasına geri koyup, ağzını sonsuza kadar mühürlemeleri gerekiyor. Nükleer silah üretimi için gerekli tüm malzemelerin üretimi ve kullanımı kesinlikle durdurulmalı.

Nükleer tehdidi durdurabilecek tek süper güç de Dünya kamoyudur
 
Bazı nükleer santral kazaları:
1952 Chalk River deneme reaktörü çekirdek erimesi
1957 Windscale/İngiltere Askeri amaçlı reaktörde yangın, 1.5x10 Bq radyasyon kaçağı
1958 Vinca/Yugoslavya deneme reaktörü çekirdeğinin aşırı ısınması, 6 bilim insanı radyasyona maruz kaldı, 1'i öldü
1961 SL 1, İDAHO FALLS/ABD Askeri deneme reaktörü infilak etti, 3 işçi öldü
1966 Enrico Fermi/ABD deneme reaktörü kısmi çekirdek erimesi
1969 Lucens/İsviçre deneme reaktörü kısmi çekirdek erimesi
1972 Fürgassen/Almanya 640 MW kaynar sulu reaktörde bir yüksek basınç sübabının çalışmaması, radyoaktif buhar kaçağı
1975 Tsuruga-1/Japonya 340 MW kaynar su reaktörü bir boru hattında kırık. 37 işçi radyasyona maruz kaldı
1975 Leningrad-1/Sovyetler Birliği 380 basınçlı-su soğutmalı reaktörde kısmi çekirdek erimesi
1977 Bohunice A-1/Slocakya 100 MW gaz soğutmalı reaktörde çekirdeğin aşırı ısınması, radyasyon sızıntısı
1978 Brunsbüttel/Almanya 770 MW kaynar su reaktöründe bir buhar hattının
kopması, radyasyon sızıntısı
1979 Three Miles İsland/USA 880MW basınçlı su reaktörü çekirdek erimesi, iyot-131 kaçağı
1986 Çernobil 4/Ukrayna 1000 MW basınçlı su soğutmalı grafit reaktörü güç infilakı, yangın-yakıtının yüzde 70'i dünyaya yayıldı
1987 Trawsfynydd/İngiltere 200 MW gaz soğutmalı reaktör yangını
1991 Mihama-2 Japonya 500 MW basınçlı su reaktörü bir boru hattının kopması ile radyoaktif buhar kaçağı
1992 Sosnovy Bor/Rusya 1000 MW basınçlı su soğutmalı reaktörün bir yakıt elemanı kanalının kopması.
 
Güzel bir yazı buldum. Elektrik Mühendisleri Odasının dergisinden. Birkaç bölümü kopyalayayım.
http://dergi.emo.org.tr/altindex.php?sayi=425&yazi=364
...
2005 başı Enerji Bakanlığı verilerine göre, elektrik enerjisi tüketimi; 2010’da 242 milyar kilovat/saat ve 2020’de 499 milyar kilovat/saat olarak hesaplanıyor. Bakanlık, bu talebin karşılanması için 2020 yılına kadar yaklaşık 54 milyon 80 bin kilovatlık kurulu güçte yeni santral yatırımı gerektiğini hesapladı. Daha geçen yıla kadar, 2020 yılı öngörülerinde tüketimi; 570 milyar kilovat/saat hesaplayan Bakanlık, son günlerde 499 milyar kilovat/saat hesabının da abartılı-yanlış olduğu EMO tarafından kamuoyunda dile getirildikçe, yavaş yavaş 406 milyar kilovat/saatlere düşürmenin sinyalleri vermeye başladı. 1980 ve 1990’larda 2-3 kat fazla hesaplanan “resmi” elektrik tüketim tahmin projeksiyonları, giderek daha insaflı, en azından %50-60 fazla oranlarda gerçekleşmeye başladı.
...
Kettering University (ABD) Elektrik Bölümü Öğretim üyesi Prof. Dr. Hüseyin Hızıroğlu’na göre; “Nükleer Santrallar bilhassa 1979’daki Three Mile Island kazası ve 1986’daki Çernobil olaylarından sonra artık hiç kimse tarafından istenmiyor. Başlanmış olanlar durduruldu, kimisi buhar santralına, kimisi de doğalgaz santralına dönüştürüldü. Artık ABD’de nükleer santral bitmiş bir teknoloji çeşidi olarak göz önüne alınabilir”
...
Nükleer santrallara sahip bazı “iki yüzlü” ülkeler, bu atıklardan kurtulmak için yasal veya illegal yollardan; Türkiye, Rusya, Tayvan ve çeşitli Afrika Ülkelerini “arka bahçe”; nihai depo olarak kullanmaya çalışıyor. TAEK eski Başkanı Prof Dr. Ahmet Yüksel Özemre’nin tüyler ürperten iddiasına göre; Almanya’dan getirilen 1950 tonluk tehlikeli radyoaktif atık, para karşılığı, Isparta Göltaş Çimento Fabrikası ile Konya’daki çeşitli tesislerinde yakılarak imha edilmiştir. Bu çok ciddi ve ürkütücü iddiaya karşı, Çevre Bakanlığı, iki gün içerisinde bir araştırma-soruşturma yaptırarak, “bu iddianın gerçek olmadığını” tespit etmiş ve bürokraside “en hızlı inceleme ve rapor hazırlama” dünya rekorunu kırmıştır (5). Ayrıca Sinop civarında denizde bulunan radyoaktif atık varilleri; İskenderun’da batırılan gemideki uranyumlu termik santral atıkları; atıklardan kurtulmaya çalışan ülkelerin niyetlerini, ne kadar sorumsuz, “ahlaksız” davranabildiklerini ortaya koymuştur.
...
TAEK eski Başkanlarından Prof. Dr. Ahmet Yüksel Özemre’nin yazdıklarına göre de; “realist olmak gerekirse, TAEK’in orijinal bir nükleer santral tasarımını sıfırdan başlayıp inceleyerek lisans vermek hususunda, bugün için: 1) ne mükemmel bir örgütü, 2) ne bu konuda yetişmiş yeterli sayıda elemanı, 3) ne eksiksiz bir mevzuatı, 4) ne yeterli donanımı, ve 5) ne de yeterli bilgi ve deneyim düzeyi vardır”

Zaten TAEK’in; kendi kurduğu 2 araştırma reaktörüne, kendi lisans vermesi nedeniyle (12 Ocak 1989 günü yangın tehlikesi geçiren, deprem kriterlerine uygun yapılmadığı için yeniden güçlendirilen, K. Çekmece Gölü’ne 1993 yılında radyasyon sızdıran ve gücü 2.5 MW olan TR-2 reaktörünün; TAEK eski Başkanlarından Prof. Dr. Ahmet Yüksel Özemre tarafından lisansız-onaysız 5 MW’a çıkarılması nedeniyle, yine TAEK eski Başkanlarından Prof. Dr. Yalçın Sanalan tarafından kapatılmış olan) dünya nükleer otoritelerinin sık sık eleştirdiği olumsuz bir geçmişi bulunmaktadır.
 
Arkadaşlar bunu da green peace sitesinde buldum

Nükleer Lobi Kapıda, Sakın Açma!
Nükleer Karşıtı Platform, yeniden işbaşında.February 05, 2005

Nükleer Karşıtı Platform, AKP hükümetinin nükleer planlarını açıklamasından sonraki ilk basın toplantısını yaparken Ankara, Türkiye — Hükümetin nükleer santralleri yeniden gündeme getirmesiyle birlikte, geçmişte Nükleer Karşıtı Platform'u oluşturan kurum ve kişiler yeniden harekete geçme kararı aldı. 8 Aralık 2004'te ilk toplantısını yapan Nükleer Karşıtı Platform, 5 Şubat 2005 tarihinde bir basın toplantısı gerçekleştirdi. Toplumsal Araştırmalar Vakfı'nda yapılan basın toplantısında Nükleer Karşıtı Platform adına Kemal Ulusaler, Prof. Dr. İnci Gökmen, Greenpeace Akdeniz Enerji Kampanyası Sorumlusu Özgür Gürbüz ve Dr. Leziz Onaran açıklama yaptı.

Türkiye yeni bir nükleer maceraya sürüklenmek üzeredir. Enerji Bakanı Hilmi Güler'in açıklamalarıyla birlikte, hükümetin 2011 yılından itibaren peşpeşe devreye girecek üç nükleer santral yapma girişimi başlatılmıştır. Bilimsel, teknik ve ekonomik gerekçelerle birlikte, dünyada yaşanan deneyimleri dikkate almayan AKP hükümeti, nükleer lobinin baskısıyla ülkemizi uçuruma doğru sürüklemektedir.

Pahalı Bir Tuzak
Nükleer santrallerin, tüm dünyada getirdiği mali külfetler ve göze alınamaz riskler yüzünden terk edilen bir 'çöp teknoloji' olduğunu ve nükleer lobinin 37 yıldır Türkiye'yi bu batağın içine çekmek için gece gündüz çalıştığını çok iyi biliyoruz. Nükleer santraller, kuruluş maliyetleri en pahalı seçenek olmasının yanı sıra, lisanslama ve yüksek güvenlik giderleri, işletme ömürleri sonunda bırakılan binlerce ton atığın getirdiği mali ve çözümsüz teknik sorunlarla da hedeflenen bütçeleri altüst eden, çok pahalı yatırımlardır.

Ülkemizde kurulması düşünülen toplam 4500 megawattlık (MW) üç santralin maliyeti 15 milyar doları bulurken, 30 yıl sonraki söküm ve depoloma maliyetleri de yine on milyarlarca doları bulacaktır. Nükleer enerji; tüm sanayi alanlarında en pahalı ve en az yerli istihdam yaratan sektörlerden biridir. Ayrıca diğer ülkelerde standart dışı kalan ve pazarı olmayan bu santrallerin ülkemizde kurulması, diğer ülkelerde daha önce ödenen bedelleri halkımızın sırtına yükleyecektir.

Büyük Tehlike: Nükleer Atıklar ve Kazalar
Nükleer santrallerin en önemli sorunlarından biri olan radyoaktif atıklar, çözümsüz ve yalnızca bu günü değil, geleceğimizi de tehdit eden en önemli sorunlardan biridir. Henüz dünyanın hiçbir bölgesinde, nükleer atıkların saklanması için lisanslı, son depolama alanı bulunmamaktadır. Bu atıkların getireceği milyarlarca dolarlık ek maliyetler, nükleer taraftarlarınca hiç dile getirilmemektedir. Sadece Çernobil'de değil, Japonya'da da son 9 yılda meydana gelen kazalar, nükleer santrallerin güvenlik sorununun 'eski teknoloji' masalıyla açıklanamayacağının en açık göstergesidir.

Temiz Enerji ve Verimlilik
Türkiye'de özellikle son 20 yılda, ülke çıkarları doğrultusunda enerji sektörü karar-destek sistemleri oluşturulmayarak, rant üzerine kurulu kısa vadeli enerji yatırımları desteklenerek, büyük potansiyeli olan rüzgar, jeotermal, biyokütle ve güneş gibi yenilenebilir ve temiz enerji seçenekleri görmezden gelinmiştir.

Üretim ve tüketimde enerjinin etkin kullanılması ile yenilenebilir enerji kaynaklarının değerlendirilmesi, uzun vadeli stratejik enerji planlarının hazırlanması ve çevresel güvenliğin tehdit edilmemesi öncelikle dikkate alınmalıdır.

Sonuç olarak, aşağıda imzası olan bizler; hükümetin nükleer maceradan bir an önce vazgeçerek, insan ve doğaya duyarlı, temiz enerji kaynaklarına yönelmesini istiyoruz.
 
nükleer santral mutlaka kurulmalıdır!her zaman şunu savunmuşumdur, uygarlık değildir insanı mutsuz eden, insandır herşeyin b.kunu çıkaran!nükleer santrallerin güvenlik önlemleri olması gerektiği gibi alınmazsa tabii ki bir faciayla karşılaşılabilir,nükleer bir santralde kaza olma riski de çok çok küçüktür,çünkü birbirinden bağımsız çalışan iki adet önlem vardır,ve bunlar sıkı önlemlerdir!örneğin Three Miles Island'daki kazanın boyutu Çernobil'den daha ciddiydi ancak gerekli güvenlik önlemleri alınmıştı ki hiç kimse bu kazayı hatırlamıyor bile,ısıtılıp ısıtılıp önümüze sürülen Çernobil aslında beceriksiz bazı insanların kazasıdır,teknolojinin burda ne suçu var!atom bombasını yapan değil de onu kendi çıkarları doğrultusunda kötü amaçla kullanan kınanmalıdır gibi birşey bu da!bu konuda değişmez katı bir tavrınız var ki bu da bana Einstein'in bir lafını hatırlattı "bir önyargıyı parçalamak bir atomu parçalamaktan zordur"
hoşçakalın
 
Beceriksiz insanlar her yerde olurlar. Olmasalarda bazen becerikli insanların beceriksizliği tutar.Zaten tüm insanlar mükemmel olsaydı dünyada kazalar olmazdı.Şimdi sen istanbuldaki bütün şöförler becerikli olsaydı hiç trafik kazası olmazdı diyebiliyormusun.Kaldı ki kaza olmasa bile nükleer, termk ve hidroelektrik santraller başlı başına ekolojik felaket.bunları minimuma indirmek gerekir.
 
Geri
Üst