Hocam kesinlikle öncelikle kamu maliyesi düzelmeli.. İl önce devletin temel gelir kaynağı olan vergilerin adam gibi toplanması gerekli. İşe burdan başlarsak zaten vergi sistemimizde bi adaletsizlik var. Kayıt dışılık en büyük sorunlar arasında..
Benim bahsetmek istediğim ülke olarak içteki saklı gücün farkına varılmaması. Venezuela da petrol var demişsin. Ülkemizdeki bor da dünyanın % 66 kaynağı.. Bence öz; kaynaklar ve bu kaynakları doğru şekilde yönetebilmek. Verimliliğin nasıl artacağı ve reel sektörün nasıl gelişeceği, markaları nasıl yaratacağımız. Bu alana kadar tabiki bakış açısı kapitalist iktisadi teori içinde..
AB ye girmeye karşı olmadığımı, hatta ben de istediğimi sölemiştim. Ama bazı kıyaslamaları göz önüne almak gerekli. Şöle varsayalım, AB yerine başka bir birlik var. Başını Türkiye, Yunanistan, Rusya gibi ülkeler çekiyor. Ekonomileri çok kuvvetli. Hukuksal olarak, özgürlükler olarak çok gelişmiş. Suriye'de aynı Suriye ve birliğe girmek istiyor. Acaba bizim burada bakış açımız nasıl olurdu. Gerçekten bu ülke insanlarına sınırlarımızı açarmıydık, serbest dolaşım verirmiydik. Suriye nin nüfusunun da çok olduğunu düşünelim. Bu büyük nüfusu birliğe dahil edip, bunun maliyetlerini kabul edermiydik? Bence AB nin Türkiye'ye bakış açısı bu şekilde.. Ve önümüzde çok kritik noktalar var. Kıbrıs meselesi, Yunanistan ile karasuları meselesi, artık bir de kürt meselesi var. Yani İşler çok karmaşık iki kazanalım derken beş kaybediyoruz. Bu açıdan diğer bakış açısını da ele almak gerekli diye düşünüyorum.
AB sürecinin yabancı sermayeyi çektiğini söylemişsin. Bu olay bir bakıma doğru (bizim ilişkilerimiz AB ve Dünya ile), bir bakıma başka sebepleri de var. Faiz oranlarımız yüksek (dünya geneline oranla) ki bu da zaten yatırımcıyı (reel yatırımcı değil, uluslarası fonlar) çeken önemli sebeplerden biri. Eğer işe bu şekilde portföy yatırımlarından bakarsak, zaten sermaye piyasalarımızın % 70 ine yakını yabancıların elinde.. Onlar kendi aralarında değiş tokuş yapıyorlar. Bu arada ülkeye faydası ne dersek, dolar girişi, bu doların da cari açığı finanse etmesi.. Ama bu arada da doların bolluğunun doların değerini düşürmesi ve bunun da ithalatı artırıcı etki yapması ve sonucunda bir yandan da cari açığı arttırması.. Yani bu portföy yatırımı girişleri iki yönlü bir yandan cari açığı finanse ediyor, bir yandan da cari açığı büyütüyor..
Reel yatırımlara gelirsek , bir değişme yok.. Hafif arap girişleri var..Hatta son dönemlerde kendini kur farklarına bağlamış ve bu şekilde kar elde edebilen ihracatçılar isyanda (doların değersiz oluşu sebebiyle)... Tekstilde rekabet gücümüz zayıflıyor.. Vs...
Önemli olan ise bence reel sektörün canlandırılabilmesi.. Çünkü ancak bu şekilde istihdam arttırılabilir. İstihdamın atması ile insanların tüketime yönlenmesi, ya da tasarruf yaparak bunları yeniden yatırıma dönüştürmesi mümkün olabilir. Her iki sonuçta da ekonomide canlanma yaşanacaktır.
Kafa tutma derken de millete rest çekelim demiyorum
. Ki bunun sonuçlarından bahsettim. En iyi haliyle dış ticaret yasaklarına maruz kalırız ki bunun da en çok ticaret yaptığımız AB den gelmesi bizi oldukça apıştırır.. Benim bahsetmek istediğim, bir potansiyel olduğu ve bunu doğru noktalara yönlendirmek gerektiğidir. Mesela Hindistan örneği, Çin örneği... Bu ülkeleri ısrarla örnek göstermemin sebebi yaptıkları sıçramadır. Bu ülkeler potansiyellerini araştırdı ve en üstün yönlerini tespit etti ve buna göre kaynaklarını değerlendirdi. Şimdi dediğin gibi kimse bu ülkelere yaptırım uygulayamıyor.. İşletme analizleri içindeki swot analizi uygulamaya benziyor..
Sermaye birikimi denen olay da aslında bahsettiğin gibi kolay değil. Avrupa ve ABD nin bunu nasıl gerçekleştirdiğinden daha önce de çok defa bahsetmiştim. Bu süreç kapitalizmin doğuşu ile başladı sömürgeleşmelerle devam etti ve hala daha devam ediyor. Sermayenin birikmesi için katma değeri yüksek mallar üretmek, ve bu malları satabilecek pazarları yaratmak (ya da ele geçirmek bence bu iş böle yürüyor yıllardır böle oldu) gerekli. Türkiye' nin ise yapabileceği maliyetleri kısarak daha ucuza üretmeyi başarmak, böylece rekabet gücü sağlamak ki bu da Çin in küresel pazara girmesi ile artık zor gibi, ya da bahsettiğim gibi üstün yönlerimizi belirlemek, elimizdeki kaynakları bu noktalara aktarmak ve o alanda devleşmek..
Tüm bunlar tabiki gerçekten işleyen ve devam eden bir piyasa ekonomisinin varlığında olabilcek uygulamalar..
Öncelikle yapılması gerçekten işleyen ve piyasa koşullarının tam olmasa da (ki ütopiktir) kabul edilebilecek bir şekilde işeleyip işlemediğini tartışmak..
Tümö bunların haricinde kayıtların dışında olan ama dünyada çok büyük bir ekonomik paya sahip kadın ticareti, uyuşturucu ticareti, silah ticareti gibi konuların varlığını ve bu konuların aslında küresel gücü elinde tutan kapitalist katillerin asıl silahı olduğunu anlamak...
Serbest piyasayı uygulamayı kabul etmeyen ülkelere her türlü yaptırımı uygulamaktan çekinmemeleri, dünyayı ticaretin dışında medya ile gündemleri belirleyerek, uluslarası casusluk, hükümet darbeleri le bir noktaya kanalize edebilmeleri..
Ve tüm bunlar yapılırken bu olayları belirleyebilme güçlerini ellerinde tutarak bu işlerden bir de para kazanmaları.. Yani hem dünayayı bir noktaya yönlendirerek hem de bu yönlendirmeleri bir fırsat olarak kullanarak bu işten çifte kazanç sağlıyorlar...
Bunlar istisadi teorileri de kapsayan daha çok ideolojiler içinde tartışılması gereken konular.
O yüzden biz konumuza geri dönelim (daha doğrusu ben geri döneyim) .
Herkese iyi geceler..