Henrik Ibsen - Hedda Gabler

R

robespierre

On dokuzuncu yüzyılda, sanayileşen Avrupa’nın modern kadını kendi varoluşunu görünüşte zengin, fakat bir o kadar sınırlı olanaklar içerisinde ararken, kaderini de kocasının “başarılarına” teslim etmiştir. Hedda Gabler’in yazgısı da Ibsen’in kalemi ucunda değildir artık: Burjuva yaşantısının dönüp dolaşıp toplumun genel ahlak kurallarıyla vuruluşunun ilk örneği değildir "generalin kızı"; anti-ahlaki tutum, onun varoluşu için de kaçınılmazdır. Türlü budalalarla donatılmış bir piyesin içinde kendi trajedisini yaşayan Hedda için iyiye savaş açmaktan başka çıkar yol bırakmamıştır Ibsen; onu kendi trajedisinin içine hapsetmiştir.

Theodor W. Adorno, Hedda Gabler için şunları söyler (ADORNO, Theodor. Minima Moralia, çev. Orhan Koçak ve Ahmet Doğukan, Metis Yayınları, İstanbul, 2002, s. 97.):
"Hedda Gabler, Julle Teyze’nin generalin kızı onuruna satın aldığı gülünç şapkanın aslında hizmetçiye ait olduğunu kasıtlı biçimde iddia ederek o çok iyi niyetli teyzenin kalbinde onulmaz bir yara açar; ama tatminsiz kadının böylece yaptığı, acınası evliliğinin acısını savunmasız bir kurbandan çıkarma sadistliği değildir sadece: Kendi yaşamındaki en iyi şeylere karşı da suç işlemekte, çünkü en iyiyi iyinin alçaltılması olarak görmektedir: Beceriksiz yeğenini taparcasına seven yaşlı kadına karşı, bilinçsizce ve saçma bir biçimde, mutlakı temsil ediyordur. Hedda’dır kurban, Julle değil."

Meşakkat de var burada: Bayan Tesman’dan Hedda Gabler’e dönüşmek “her gelinin harcı değildir". Ayrıca onu diğer kötülerden farklı kılan özellikler taşımaktadır. Brack gibi birinin -ki kendisi yukarıdaki budalalara dahil değildir- ördüğü duvarlar içindeki küçük bir pencereden bakmaktansa dünyaya, kendi gözlerini oymaya razıdır Hedda -tipik bir “burjuva trajedisi kahramanı"..

Brack ve Hedda’yı düşündükçe, Berte ile Julian Tesman, Yörgen Tesman ile Bayan Elvsted’in, hattâ Ejlert Lövborg’un budalalıkları birbiriyle yarışmaktadır. Zaten Brack de gelişigüzel bir karakter olmaktan çok "dinsizin hakkından gelen imansızdır"; işlevsel olarak kullanmıştır Ibsen onu. Belki de II. perdenin ilk sahnesine damdan düşer gibi gelen ve Hedda’yı sorguya çeken Ibsen’den başkası değildir. Hedda gibi birisinin kendi evliliğinin içyüzünü samimi bir biçimde anlatabilmesi için karşısında bulunanın ya suç ortağı, ya da kendi yaratıcısı olması zorunludur. En azından ağzını ne zaman sıkı tutacağını bilmektedir ya da bu tip “kötülere” layık görülen standart zeka buna elvermektedir.

“Hedda kendini niçin öldürdü?” Bunun yanıtını verebilmenin ilk şartı, “onur” kavramını “insaniyet” kavramından, dolayısıyla genel bir “iyi” anlayışının içinden soyutlamaktır. Diğer yandan Jörgen ve Ejlert’i çözümlemek de aynı sorunun yanıtını verebilir. Bunlar, ya da özellikle Jörgen, esasında “iyi” olmaktan çok “kötü olmayan” kişidir. İçindeki sevgiyi doğru kişiyle buluşturamamıştır. Yanlış nesneyi bulan sevgi, onun gibilerin kişiliğini her zaman ya da fırsatını bulduğunda kendi zıddına dönüştürüverir. Öyle ki, Jörgen, Ejlert’in elyazmalarını ilk bulduğunda, onları sahibine ulaştırmanın telaşına kapılmıştır bile. Oysa Hedda’nın onu bu fikrinden caydırması için çokça çaba harcaması gerekmemiştir. Anlamsız bir biçimde suç ortağı oluverirler. Neyse ki Jörgen, Bayan Elvsted’in elindeki kağıtları görünce yeniden kendi budalalığına yenik düşer. Jörgen gibiler bunları yaparken ne kadar bilinçsizse, Hedda gibiler de zıtlarına dönüşmemek konusunda o kadar temkinlidir. Hedda’daki “kötü” kişiliğin karşıtı “iyi” değil, budalalıktır. Aksi takdirde “onur” kavramını genel bir “iyi” anlayışının içinden soyutlamak zorunludur, çünkü onun intiharı sıradan kötülerin yapabileceği bir iş değildir.
 
Geri
Üst