Doğunun Ve Anadolunun Haşin Erkekleri

Hoşgeldiniz.Konuya giriş yapalım sonra daha şimdi başımdan geçen olayı anlatayım.Bu arkadaşlar daha doğrusu abiler neden bu kadar sert davranıyorlar herkese ve neden herkesi bir tehdit olarak görüyorlar.Bu beyinler neden savunma pozisyonuna endeksli çalışıyor.Bu seksi sert insanlar neden bu kadar öfkeli.Suçlusu biz miyiz ? İnceleyelim.Hikayeden sonra :

23 yaşında bi işsiz olarak babamın harçlıklarıyla ayakta duran bir bireyim.Evde yaz yorgunu olarak serilmiş televizyon izlerken canım gitar çalmak istedi ama anlık bi zevkten başka bişey olmadığının farkına varıp internet cafeye gidip iş ilanlarına bakmalıydım, bi yandan da fender american stratocasterın fotoğraflarına.Neyse 5 TL mi alıp internet cafeye doğru yol alırken yokuşl bi yola girdim , tam o sırada yanımdan bir kamyonet geçti ve benim yanımdan geçerken yolu daraldı otomatikmen ve dikiz aynasından haşin bir bakış attı. sonra yokuşun bitişini çıkamadı bas allah bas allah gaza gitmiyor.bende yanına gelmiştim ve bir ses ''biladdeğğğğğğ'' .Bu haşin erkeğin benden kamyoneti itmemi isteyeceğini anlamıştım fakat hiç havamda değildim : eyvallah yorgunum diyim geçtim ve geçişimle birlikte patinaj sesleri yükselmeye başlamış, bu patinaj sesleri adeta şoförün nefretini bağırır gibiydi ve 10 saniye sonra arkamdaydı.'' artist misin sen ? ********( küfürler) . ne sanıyorsun kendini.Bende başladım küfür etmeye tabi o gittikten sonra.Evet toparlayalım.

Bence bu insanların tek suçu doğuda veya anadoluda doğmaları ve kesinlikle önyargılı olmadığımı biliyorum.Yetiştiği ortam gereği toy iken sürekli kafalarına vurulup ekmekleri alındığı için zamanla bu şekilde evrimleştiler.Tabi emin değilim konuyu açma sebebim bu.

not : doğuluyum
 
Öfke yönetimi pek çok yerde sorun. Bizim sorunumuz, şiddetin kanıksanmış olduğu bir ortamda olmamız. Öyle olunca da medeni ülkenin adamı bağırıp çağırdığı ile kalırken, bizde adam çekip vuruyor. Dövüyor. Eziyet ediyor. Çünkü bunlar bizim açımızdan meşru gözüküyor. Bizde insan hakları kavramı henüz bu kadar. Aksi takdirde AİHM'de rekor kırmazdık davalar ile zaten.
Elbette ezik olmak ciddi katkı yapıyor bu işe. Herkes öfkeli, herkes asabi... Ve herkes başkasının sorumlu olduğunu düşünüyor.

Doğan Cüceloğlu'nun bir kitabı var bunu Türkiye açısından açıklayan. İki farklı isimle var piyasada:
Mış Gibi Yetişkinler - Doğan Cüceloğlu - %24 indirimli : Kitap | idefix.com
Yetişkin Çocuklar - Doğan Cüceloğlu : Kitap | idefix.com

Mesele doğululuk değil Cüceloğlu'na göre, ama elbette ataerkilliğin ağır bastığı yerlerde işler daha zor olabiliyor.
Ben de şunu söyleyeyim: Hayallerini kovalamak nedir bilmeyen insanların sizi anlamasını beklemeyin. Enerjinizi de bunlarla da tüketmeyin.
Nerede yaşıyorsunuz ?
 
"Bu dahil bütün genellemeler yanlıştır "tam da buraya uygun bence.
Şimdi başka birisi de gelip "Egenin haşin erkekleri " diye bir başlık açsa ,her insan evladının dünyanın her yerinde başına gelebilecek bir olayı anlatıp burada "stand-up "vari bir sunum yapsa ne olacak?
Sana yapılan hareket doğru değil , fakat o anın siniri ve üzüntüsü ile buraya gelip ırkçı bir şekilde kusman hiç hoş değil.
Dünyanın her yerinde olan olayları sadece bu ülkede oluyormuş gibi düşünmek ve bunun üzerinden doğulu,batılı,kuzey Dakotalı vs diye ayrım yapmak çok dar bir görüş.

Not: Doğulu kamyonet şoförüyüm
 
Sanırım başlık olmamış...;)
Başınızdan geçen olay için size sonuna hak veriyorum. Ancak, olaya bölgesel olarak girmemek gerek... Ne yazık ki ülkemizin her yerinden bu tip yaratıklar çıkıyor. Bunlar yetmedi bir de yurt dışından ithal ediyoruz. Bu gidişle de yaşanmaz bir yer olacağa benziyor memleketim...:penguin:
 
İklimsel faktörler , kalabalık ailelerde büyümek, çevre ve büyünülen mahalleden gelen kültür,sevgisizlik kanunların caydırıcı olmaması , eğitimsizlik , kendini şiddetle büyük gösterme , maddi durumlar vs ... gülün geçin heryer bu tip insanlarla dolu bir kaç kuşak sonra biter umarım. Bu arada ortaçağ avrupasında yapılanlar ve 200 yıl kadar önceye kadar medeniyetin beşiğinin doğu olduğunu da unutmamak lazım.
 
Bu dertten bir süre öncesine kadar o kadar muzdariptim ki. Ama artık değilim çünkü çok yoruyor. İzmir'liyim ancak bir süredir doğunun bir ilinde yaşıyorum. Zamanında doğuyu "naif, vicdanlı, karakterli, özü sözü bir, vs..vs.." diyarlar olarak bilir ve sempati duyardım. Hatta askerlik öncesi yaptığım işim gereği, zaman zaman doğuya da giderdim ve hoşuma giderdi bu. Ama kısa zamanlar içindi 3-4 gün en fazla.
Doğuyu iyice anlayabilecek kadar buralarda yaşadım artık. Ve kesinlikle düşündüğüm gibi değil. Lütfen yanlış anlaşılmasın. Doğu kötü batı iyidir demiyorum. Doğuda bir eksiklik var, temelden gelen, eskilere dayanan bir eksiklik. Belki buna bu diyarların belirli bir süreden beri yoksun bırakılması diyebiliriz. Belki sahip olduğu dışa kapalı, kendilerine özgü kültürleri vesilesi ile günümüzde eksik algılanıyor olması diyebiliriz (sahip oldukları ve zamana uymayan kültürleri terkedemeyip yada modernize edemeyip, yeni kültür ve ve dünya düzenine de ayak uydurmaya çalışmak.... Netice ve örnek olarak, saçları apaçi (zamanında punk derdik) olan ama elinde tespihle gezen bir nesil).
Buralarda saygı yok. Evet yok. Saygıdan kastım; büyüklerin karşısında bacak bacak üstüne atarak oturmamak değil. Yada otobüste bir kadının yanına bir erkeğin oturmaması. Saygıdan kastım;
trafikte dönüş yaparken sinyal vermek,
ışık kurallarına riayet etmek,
apartmandan halı silkelememek,
hastane önünden düğün konvoyuyla geçmemek,
arabayı cadde ortasına park edip (evet evet bildiğin cadde ortası. Hem de ana arter) işine gücüne gitmemek.
Ortam içinde, toplu ulaşım araçlarında küfürlü konuşmamak,
saçı sarı olan ve nasıl istemişse öyle giyinmiş kızlara laf atmamak,
ya da öğrenci ise ev vermemek,
batıdan gelen ve başı açık öğrenci kızlara, potansiyel hayat kadını muamelesi yapmamak,
insanların arkasından konuşmamak,
hiç bir şekilde namaz kılmadan cuma namazına gitmeden, ramazanda oruç tutmayanlara hakaret etmemek ve saldırmamak,
doğayı ve toplum yaşam alanlarını kirletmemek,
Şehrin ortasındaki yeşil alanlarda mangal yakmamak,
Kadın erkek, çocuk yaşlı, herkesi potansiyel bir tehlike olarak algılamayıp, herkesi her an dövebilecek yada öldürebilecek bir şekilde yaşamamak,

Vs..Vs...
Bunlar gibi yüzlerce örnek sayabilirim.
Şimdi diyeceksiniz ki, bunlar her yerde var. Haklısınız var. Ama burada bunlar hayatın bir parçası. Yukarıdaki örnekleri yapmayan birilerini görmek çok zor. Eğer buralı birini arıyor isek çok daha zor.
İş söze gelince kesinlikle, tabiri caiz ise mangalda kül bırakmayan bu toplum, iş pratiğe gelince tam tersini uyguluyorlar. Hani "ana, bacı, gardaş" tı. Ne zaman evden çıksam ve önümde bir kız yürüyor ise, istisnasız diybileceğim bir şekilde bütün erkekler bazen kadınlar, iş gücü bırakıp, sohbetleri kesip kafaları 180 derece dönecek şekilde kıza bakıyorlar. Belki laf ta atıyorlardır ama kulaklığım olduğundan duyamıyorum. Geçenlerde ambulans siren çalıp yol istedi diye ambulansa 3 el ateş ettiler. Yaşadığım mahallede hiç bir yerde çöp konteyneri yok. Belediye koymuyor. Ve kimsede bundan şikayet etmiyor. Yollar, caddeler, ana arterler köstebek yuvası gibi. Ama kimsenin umrunda değil. Musluktan akan suyun tahlilleri ortada. İçmek değil, yıkanmak için bile zararlı bir su. Ama kimsenin umrunda değil. Evimizin karşısında hastane var onun çaprazında da düğün salonu, Aradaki mesafeler 30-40 mt gibi. Ve düğün salonu açık alan. Ve burası şehrin merkezi. Gürültüden ben evin içinde kendi sesimi duyamıyorum. Kaç kez belediyeye şikayet edildi. Sonuç yok. Sanayide L şeklinde bir demir yaptıramadım üzerinde de 2 delik olacak. En iyi niyetlisi 80 tl istedi 12 cm. lik bir parça için ve 5 gün süre verdi. Ve bunlar gibi yüzlerce vaka anlatabilirim. Hiç sıkılmadan anlatabilirim. Çünkü çok doluyum. Muzdarip değilim artık çünkü evimden ve atelyemden dışarı çıkmıyorum. Çıktığımda da sadece arabayla hızlı bir şekilde işimi halledip geri dönüyorum. Ve emin olun bu hızlı şekilde bile bu gibi olayların onlarcasını yaşıyorum.

Bu ve bunun gibi bir çok örnekten ben çok rahatsız oluyorum. Ama buradakiler, buralılar rahatsız olmuyor. Değiller gerçekten Ana caddenin ortasına 4 lüleri bile yakmadan arabasını bırakıp gitmiş biri için ben sinirlenirken, diğer şoförler hiç sinirlenmiyor. Çünkü kaldırıma çıkıp ordan gidiyorlar. Kaldırımdaki yayalar da araba aralarından ve caddeden gidiyorlar. Burada her zaman derim "insanların caddeden arabaların kaldırımdan gittiği şehir" diye :) Evet rahatsız da olmak zorunda değiller. Toplum olarak bu şekilde yaşamak istiyorlarsa kim ne diyebilir. Ama her gün cinayet, her gün kavga, her gün tecavüz vakalarının yaşandığı bu şehirde, bir tek ben rahatsız oluyor olamam.
Bir diğer genel özellikleri de asla hatalarını kabul etmiyor olmaları. Kendilerinin ve çevrelerinin. Kendilerinden başlar bu hata kabul etmeme, sonra ailelerinin ve arkadaşlarının hataları yoktur. Sonra mahallelerinin, sonra illerinin ve doğunun... Hatasının kabul etmeyen hatta o hatayı doğru olarak algılayan bir insanın ve bir toplumun, kendini nasıl daha iyi ve uyumlu bir birey haline getirmesi beklenebilir ki?
Başta da dediğim gibi, bu durum kesinlikle buradaki insanların, toplumun ortaya koyduğu bir sonuç değil. Zaman içerisinde buraların insanlarının, vatandaş olarak birçok haklarından yoksun bırakıldıkları ve ötelendikleri malum. İlk önce eğitim hakları elinden alınmış bir toplumdan eğitimli olmayı beklemek saçma olur. Ama durum o ki, Birçoğu eğitimsiz olduğunu kabul etmiyor. Eğitimden kastın sadece ilk, orta, lise ve üniversite değil. Toplumsal eğitim, vicdani eğitim vs...
Lakin içlerinde çok sevdiğim, hayatım boyunca da seveceğim insanlar da var. Mesela iş ortağım. Aynı zamanda her akşam da ailecek görüştüğümüz insanlar. Kendisi üniversitede çalgı yapım bölümünde hoca. VE karakterine hayran kaldığım bir insan. Kendisi de ailesi de. Ve bunu gibi tanıdığım insanlar da var. Ancak ne yazık ki geneli oluşturmaktan çok uzak, küçük bir azınlık olarak varlar.
Baya yazdım. :) çünkü gerçekten çok doluyum. Bu ve bunu gibi hadiseleri paylaşabileceğim insan sayısı da çok az olduğundan hızımı alamadım sanırım...
Netice;
İnsanları asla, doğulu / batılı, müslüman / yada değil, kadın / erkek, türk / yada değil, vs.. gibi unsurlardan dolayı ayırmadım. Hiç bir zaman siyasi yada etnik bir kimliğim olmadı. İnsanları ancak bilgi seviyeleri, vicdanları ve niyetleri doğrultusunda ayırırım. Evet yaparım bunu :)
Batıdan kaçmamın sebepleri de var. Batının bir çok yerinde asla yaşamak istemememin... Bunları da ilgili konu olursa yazarım. :)
Doğulu arkadaşlarımın, kalbini kırmış olabileceğim, üzmüş olabileceğim, yanlış yada uygunsuz bir söz ettiysem affola. Belirtirlerse böyle bir unsur. Özrümü dileyip, hatamı düzeltmek isterim. Selamlar, Saygılar.

NOT: Yukarıdaki bir takım belirtmeler genellemedir. Evet genellemedir. Çünkü yaşadığım, gördüğüm, hissettiğim olayların geneli bunlar. Dikkatinizi çekerim hepsi demiyorum. "GENELİ"
NOT2: Konu ile alakalı, o kadar çok söylenebilir ve yorumlar yapılabilir ve ıspatlar sunulabilir ki. Başlı başına bir tez konusu. Yukarıda yazdıklarımdan yola çıkarak, benim için bitmiş ve halledilmiş bir mesele olduğunu düşünmeyin lütfen.
 
Bu dertten bir süre öncesine kadar o kadar muzdariptim ki. Ama artık değilim çünkü çok yoruyor. İzmir'liyim ancak bir süredir doğunun bir ilinde yaşıyorum. Zamanında doğuyu "naif, vicdanlı, karakterli, özü sözü bir, vs..vs.." diyarlar olarak bilir ve sempati duyardım. Hatta askerlik öncesi yaptığım işim gereği, zaman zaman doğuya da giderdim ve hoşuma giderdi bu. Ama kısa zamanlar içindi 3-4 gün en fazla.
Doğuyu iyice anlayabilecek kadar buralarda yaşadım artık. Ve kesinlikle düşündüğüm gibi değil. Lütfen yanlış anlaşılmasın. Doğu kötü batı iyidir demiyorum. Doğuda bir eksiklik var, temelden gelen, eskilere dayanan bir eksiklik. Belki buna bu diyarların belirli bir süreden beri yoksun bırakılması diyebiliriz. Belki sahip olduğu dışa kapalı, kendilerine özgü kültürleri vesilesi ile günümüzde eksik algılanıyor olması diyebiliriz (sahip oldukları ve zamana uymayan kültürleri terkedemeyip yada modernize edemeyip, yeni kültür ve ve dünya düzenine de ayak uydurmaya çalışmak.... Netice ve örnek olarak, saçları apaçi (zamanında punk derdik) olan ama elinde tespihle gezen bir nesil).
Buralarda saygı yok. Evet yok. Saygıdan kastım; büyüklerin karşısında bacak bacak üstüne atarak oturmamak değil. Yada otobüste bir kadının yanına bir erkeğin oturmaması. Saygıdan kastım;
trafikte dönüş yaparken sinyal vermek,
ışık kurallarına riayet etmek,
apartmandan halı silkelememek,
hastane önünden düğün konvoyuyla geçmemek,
arabayı cadde ortasına park edip (evet evet bildiğin cadde ortası. Hem de ana arter) işine gücüne gitmemek.
Ortam içinde, toplu ulaşım araçlarında küfürlü konuşmamak,
saçı sarı olan ve nasıl istemişse öyle giyinmiş kızlara laf atmamak,
ya da öğrenci ise ev vermemek,
batıdan gelen ve başı açık öğrenci kızlara, potansiyel hayat kadını muamelesi yapmamak,
insanların arkasından konuşmamak,
hiç bir şekilde namaz kılmadan cuma namazına gitmeden, ramazanda oruç tutmayanlara hakaret etmemek ve saldırmamak,
doğayı ve toplum yaşam alanlarını kirletmemek,
Şehrin ortasındaki yeşil alanlarda mangal yakmamak,
Kadın erkek, çocuk yaşlı, herkesi potansiyel bir tehlike olarak algılamayıp, herkesi her an dövebilecek yada öldürebilecek bir şekilde yaşamamak,

Vs..Vs...
Bunlar gibi yüzlerce örnek sayabilirim.
Şimdi diyeceksiniz ki, bunlar her yerde var. Haklısınız var. Ama burada bunlar hayatın bir parçası. Yukarıdaki örnekleri yapmayan birilerini görmek çok zor. Eğer buralı birini arıyor isek çok daha zor.
İş söze gelince kesinlikle, tabiri caiz ise mangalda kül bırakmayan bu toplum, iş pratiğe gelince tam tersini uyguluyorlar. Hani "ana, bacı, gardaş" tı. Ne zaman evden çıksam ve önümde bir kız yürüyor ise, istisnasız diybileceğim bir şekilde bütün erkekler bazen kadınlar, iş gücü bırakıp, sohbetleri kesip kafaları 180 derece dönecek şekilde kıza bakıyorlar. Belki laf ta atıyorlardır ama kulaklığım olduğundan duyamıyorum. Geçenlerde ambulans siren çalıp yol istedi diye ambulansa 3 el ateş ettiler. Yaşadığım mahallede hiç bir yerde çöp konteyneri yok. Belediye koymuyor. Ve kimsede bundan şikayet etmiyor. Yollar, caddeler, ana arterler köstebek yuvası gibi. Ama kimsenin umrunda değil. Musluktan akan suyun tahlilleri ortada. İçmek değil, yıkanmak için bile zararlı bir su. Ama kimsenin umrunda değil. Evimizin karşısında hastane var onun çaprazında da düğün salonu, Aradaki mesafeler 30-40 mt gibi. Ve düğün salonu açık alan. Ve burası şehrin merkezi. Gürültüden ben evin içinde kendi sesimi duyamıyorum. Kaç kez belediyeye şikayet edildi. Sonuç yok. Sanayide L şeklinde bir demir yaptıramadım üzerinde de 2 delik olacak. En iyi niyetlisi 80 tl istedi 12 cm. lik bir parça için ve 5 gün süre verdi. Ve bunlar gibi yüzlerce vaka anlatabilirim. Hiç sıkılmadan anlatabilirim. Çünkü çok doluyum. Muzdarip değilim artık çünkü evimden ve atelyemden dışarı çıkmıyorum. Çıktığımda da sadece arabayla hızlı bir şekilde işimi halledip geri dönüyorum. Ve emin olun bu hızlı şekilde bile bu gibi olayların onlarcasını yaşıyorum.

Bu ve bunun gibi bir çok örnekten ben çok rahatsız oluyorum. Ama buradakiler, buralılar rahatsız olmuyor. Değiller gerçekten Ana caddenin ortasına 4 lüleri bile yakmadan arabasını bırakıp gitmiş biri için ben sinirlenirken, diğer şoförler hiç sinirlenmiyor. Çünkü kaldırıma çıkıp ordan gidiyorlar. Kaldırımdaki yayalar da araba aralarından ve caddeden gidiyorlar. Burada her zaman derim "insanların caddeden arabaların kaldırımdan gittiği şehir" diye :) Evet rahatsız da olmak zorunda değiller. Toplum olarak bu şekilde yaşamak istiyorlarsa kim ne diyebilir. Ama her gün cinayet, her gün kavga, her gün tecavüz vakalarının yaşandığı bu şehirde, bir tek ben rahatsız oluyor olamam.
Bir diğer genel özellikleri de asla hatalarını kabul etmiyor olmaları. Kendilerinin ve çevrelerinin. Kendilerinden başlar bu hata kabul etmeme, sonra ailelerinin ve arkadaşlarının hataları yoktur. Sonra mahallelerinin, sonra illerinin ve doğunun... Hatasının kabul etmeyen hatta o hatayı doğru olarak algılayan bir insanın ve bir toplumun, kendini nasıl daha iyi ve uyumlu bir birey haline getirmesi beklenebilir ki?
Başta da dediğim gibi, bu durum kesinlikle buradaki insanların, toplumun ortaya koyduğu bir sonuç değil. Zaman içerisinde buraların insanlarının, vatandaş olarak birçok haklarından yoksun bırakıldıkları ve ötelendikleri malum. İlk önce eğitim hakları elinden alınmış bir toplumdan eğitimli olmayı beklemek saçma olur. Ama durum o ki, Birçoğu eğitimsiz olduğunu kabul etmiyor. Eğitimden kastın sadece ilk, orta, lise ve üniversite değil. Toplumsal eğitim, vicdani eğitim vs...
Lakin içlerinde çok sevdiğim, hayatım boyunca da seveceğim insanlar da var. Mesela iş ortağım. Aynı zamanda her akşam da ailecek görüştüğümüz insanlar. Kendisi üniversitede çalgı yapım bölümünde hoca. VE karakterine hayran kaldığım bir insan. Kendisi de ailesi de. Ve bunu gibi tanıdığım insanlar da var. Ancak ne yazık ki geneli oluşturmaktan çok uzak, küçük bir azınlık olarak varlar.
Baya yazdım. :) çünkü gerçekten çok doluyum. Bu ve bunu gibi hadiseleri paylaşabileceğim insan sayısı da çok az olduğundan hızımı alamadım sanırım...
Netice;
İnsanları asla, doğulu / batılı, müslüman / yada değil, kadın / erkek, türk / yada değil, vs.. gibi unsurlardan dolayı ayırmadım. Hiç bir zaman siyasi yada etnik bir kimliğim olmadı. İnsanları ancak bilgi seviyeleri, vicdanları ve niyetleri doğrultusunda ayırırım. Evet yaparım bunu :)
Batıdan kaçmamın sebepleri de var. Batının bir çok yerinde asla yaşamak istemememin... Bunları da ilgili konu olursa yazarım. :)
Doğulu arkadaşlarımın, kalbini kırmış olabileceğim, üzmüş olabileceğim, yanlış yada uygunsuz bir söz ettiysem affola. Belirtirlerse böyle bir unsur. Özrümü dileyip, hatamı düzeltmek isterim. Selamlar, Saygılar.

NOT: Yukarıdaki bir takım belirtmeler genellemedir. Evet genellemedir. Çünkü yaşadığım, gördüğüm, hissettiğim olayların geneli bunlar. Dikkatinizi çekerim hepsi demiyorum. "GENELİ"
NOT2: Konu ile alakalı, o kadar çok söylenebilir ve yorumlar yapılabilir ve ıspatlar sunulabilir ki. Başlı başına bir tez konusu. Yukarıda yazdıklarımdan yola çıkarak, benim için bitmiş ve halledilmiş bir mesele olduğunu düşünmeyin lütfen.
Muhafazakar kimlik ağır bastığı zaman çelişkiler belirginleşiyor. Bu da daha rahatsız edici oluyor tabii. İkiyüzlülük çok daha aleni hale geliyor, iyice sırıtıyor. Bunlar sahil kesimlerinden çok iç kesimlerde yaygın. Bu bilinen bir toplumsal hadise. Kimlik siyaseti yapılan Türkiye'nin oy haritasında da gözüküyor. Bildiğim kadarıyla başka yerlerde, mesela ABD'de de benzer durumlar var. Herhalde iç kesimlerin gelir dağılımından payını yeterince alamaması ve insana yatırım yapılamamasının da rolü var burada. Bunun verdiği eziklik, kırgınlık, kızgınlık da var galiba. İstanbul'u bütün Türkiye'ye bir rant kapısı olarak pazarlamak da yine bu mağduriyet üzerinden karşılığını buluyor bu yüzden. Dolaylı olarak çıkan mesaj şu aslında: Senin yaşadığın yerin kıymeti yok ! Bu korkunç bir mağduriyet kapısı açıyor aslında. O yüzden, mesela Ardahan'da bile İstanbul metrosunun tanıtımı ile seçim propagandası yapılabiliyor !!
Ama erkek egemen tavrı hafife almamak lazım. Bence Türkiye'de yeterince anlaşılan ve meydan okunan bir şey değil. Tam da bu yüzden çok baskın zaten. Bir nevi akvaryumdaki balık gibiyiz. Erkek egemen kültür bütün toplumsal hayatımızı belirliyor gibi geliyor bana ve biz tıpkı akvaryumun ötesini hayal edemeyen ve onu fark edemeyen balık gibi, erkek egemenliğe set çekemiyoruz. Çünkü onu bıraktığımız zaman yerine koyabilecek bir şey hayal edemiyoruz. Mesele burada sanki. Yerine konacak bir şey hayal bile edilemeyince, eskiye daha bir sarılma, yapışma halleri, sonucunda giderek içe kapanma, tutuculuk halleri ortaya çıkıyor... (bkz: Yeni Osmanlıcılık) Bunları sürekli gözlüyoruz ne yazık ki. Bahsedilen "hödük" halleri gözden geçirdiğimizde de bunların erkek egemen kodlar ile yakından ilişkili olduğu çok net gözüküyor. Gelişmiş ülkeler meseleye buralardan meydan okuyorlar. Ama tabii oralarda oturmuş bir insan hakları kültürü de var.
 
Bu dertten bir süre öncesine kadar o kadar muzdariptim ki. Ama artık değilim çünkü çok yoruyor. İzmir'liyim ancak bir süredir doğunun bir ilinde yaşıyorum. Zamanında doğuyu "naif, vicdanlı, karakterli, özü sözü bir, vs..vs.." diyarlar olarak bilir ve sempati duyardım. Hatta askerlik öncesi yaptığım işim gereği, zaman zaman doğuya da giderdim ve hoşuma giderdi bu. Ama kısa zamanlar içindi 3-4 gün en fazla.
Doğuyu iyice anlayabilecek kadar buralarda yaşadım artık. Ve kesinlikle düşündüğüm gibi değil. Lütfen yanlış anlaşılmasın. Doğu kötü batı iyidir demiyorum. Doğuda bir eksiklik var, temelden gelen, eskilere dayanan bir eksiklik. Belki buna bu diyarların belirli bir süreden beri yoksun bırakılması diyebiliriz. Belki sahip olduğu dışa kapalı, kendilerine özgü kültürleri vesilesi ile günümüzde eksik algılanıyor olması diyebiliriz (sahip oldukları ve zamana uymayan kültürleri terkedemeyip yada modernize edemeyip, yeni kültür ve ve dünya düzenine de ayak uydurmaya çalışmak.... Netice ve örnek olarak, saçları apaçi (zamanında punk derdik) olan ama elinde tespihle gezen bir nesil).
Buralarda saygı yok. Evet yok. Saygıdan kastım; büyüklerin karşısında bacak bacak üstüne atarak oturmamak değil. Yada otobüste bir kadının yanına bir erkeğin oturmaması. Saygıdan kastım;
trafikte dönüş yaparken sinyal vermek,
ışık kurallarına riayet etmek,
apartmandan halı silkelememek,
hastane önünden düğün konvoyuyla geçmemek,
arabayı cadde ortasına park edip (evet evet bildiğin cadde ortası. Hem de ana arter) işine gücüne gitmemek.
Ortam içinde, toplu ulaşım araçlarında küfürlü konuşmamak,
saçı sarı olan ve nasıl istemişse öyle giyinmiş kızlara laf atmamak,
ya da öğrenci ise ev vermemek,
batıdan gelen ve başı açık öğrenci kızlara, potansiyel hayat kadını muamelesi yapmamak,
insanların arkasından konuşmamak,
hiç bir şekilde namaz kılmadan cuma namazına gitmeden, ramazanda oruç tutmayanlara hakaret etmemek ve saldırmamak,
doğayı ve toplum yaşam alanlarını kirletmemek,
Şehrin ortasındaki yeşil alanlarda mangal yakmamak,
Kadın erkek, çocuk yaşlı, herkesi potansiyel bir tehlike olarak algılamayıp, herkesi her an dövebilecek yada öldürebilecek bir şekilde yaşamamak,

Vs..Vs...
Bunlar gibi yüzlerce örnek sayabilirim.
Şimdi diyeceksiniz ki, bunlar her yerde var. Haklısınız var. Ama burada bunlar hayatın bir parçası. Yukarıdaki örnekleri yapmayan birilerini görmek çok zor. Eğer buralı birini arıyor isek çok daha zor.
İş söze gelince kesinlikle, tabiri caiz ise mangalda kül bırakmayan bu toplum, iş pratiğe gelince tam tersini uyguluyorlar. Hani "ana, bacı, gardaş" tı. Ne zaman evden çıksam ve önümde bir kız yürüyor ise, istisnasız diybileceğim bir şekilde bütün erkekler bazen kadınlar, iş gücü bırakıp, sohbetleri kesip kafaları 180 derece dönecek şekilde kıza bakıyorlar. Belki laf ta atıyorlardır ama kulaklığım olduğundan duyamıyorum. Geçenlerde ambulans siren çalıp yol istedi diye ambulansa 3 el ateş ettiler. Yaşadığım mahallede hiç bir yerde çöp konteyneri yok. Belediye koymuyor. Ve kimsede bundan şikayet etmiyor. Yollar, caddeler, ana arterler köstebek yuvası gibi. Ama kimsenin umrunda değil. Musluktan akan suyun tahlilleri ortada. İçmek değil, yıkanmak için bile zararlı bir su. Ama kimsenin umrunda değil. Evimizin karşısında hastane var onun çaprazında da düğün salonu, Aradaki mesafeler 30-40 mt gibi. Ve düğün salonu açık alan. Ve burası şehrin merkezi. Gürültüden ben evin içinde kendi sesimi duyamıyorum. Kaç kez belediyeye şikayet edildi. Sonuç yok. Sanayide L şeklinde bir demir yaptıramadım üzerinde de 2 delik olacak. En iyi niyetlisi 80 tl istedi 12 cm. lik bir parça için ve 5 gün süre verdi. Ve bunlar gibi yüzlerce vaka anlatabilirim. Hiç sıkılmadan anlatabilirim. Çünkü çok doluyum. Muzdarip değilim artık çünkü evimden ve atelyemden dışarı çıkmıyorum. Çıktığımda da sadece arabayla hızlı bir şekilde işimi halledip geri dönüyorum. Ve emin olun bu hızlı şekilde bile bu gibi olayların onlarcasını yaşıyorum.

Bu ve bunun gibi bir çok örnekten ben çok rahatsız oluyorum. Ama buradakiler, buralılar rahatsız olmuyor. Değiller gerçekten Ana caddenin ortasına 4 lüleri bile yakmadan arabasını bırakıp gitmiş biri için ben sinirlenirken, diğer şoförler hiç sinirlenmiyor. Çünkü kaldırıma çıkıp ordan gidiyorlar. Kaldırımdaki yayalar da araba aralarından ve caddeden gidiyorlar. Burada her zaman derim "insanların caddeden arabaların kaldırımdan gittiği şehir" diye :) Evet rahatsız da olmak zorunda değiller. Toplum olarak bu şekilde yaşamak istiyorlarsa kim ne diyebilir. Ama her gün cinayet, her gün kavga, her gün tecavüz vakalarının yaşandığı bu şehirde, bir tek ben rahatsız oluyor olamam.
Bir diğer genel özellikleri de asla hatalarını kabul etmiyor olmaları. Kendilerinin ve çevrelerinin. Kendilerinden başlar bu hata kabul etmeme, sonra ailelerinin ve arkadaşlarının hataları yoktur. Sonra mahallelerinin, sonra illerinin ve doğunun... Hatasının kabul etmeyen hatta o hatayı doğru olarak algılayan bir insanın ve bir toplumun, kendini nasıl daha iyi ve uyumlu bir birey haline getirmesi beklenebilir ki?
Başta da dediğim gibi, bu durum kesinlikle buradaki insanların, toplumun ortaya koyduğu bir sonuç değil. Zaman içerisinde buraların insanlarının, vatandaş olarak birçok haklarından yoksun bırakıldıkları ve ötelendikleri malum. İlk önce eğitim hakları elinden alınmış bir toplumdan eğitimli olmayı beklemek saçma olur. Ama durum o ki, Birçoğu eğitimsiz olduğunu kabul etmiyor. Eğitimden kastın sadece ilk, orta, lise ve üniversite değil. Toplumsal eğitim, vicdani eğitim vs...
Lakin içlerinde çok sevdiğim, hayatım boyunca da seveceğim insanlar da var. Mesela iş ortağım. Aynı zamanda her akşam da ailecek görüştüğümüz insanlar. Kendisi üniversitede çalgı yapım bölümünde hoca. VE karakterine hayran kaldığım bir insan. Kendisi de ailesi de. Ve bunu gibi tanıdığım insanlar da var. Ancak ne yazık ki geneli oluşturmaktan çok uzak, küçük bir azınlık olarak varlar.
Baya yazdım. :) çünkü gerçekten çok doluyum. Bu ve bunu gibi hadiseleri paylaşabileceğim insan sayısı da çok az olduğundan hızımı alamadım sanırım...
Netice;
İnsanları asla, doğulu / batılı, müslüman / yada değil, kadın / erkek, türk / yada değil, vs.. gibi unsurlardan dolayı ayırmadım. Hiç bir zaman siyasi yada etnik bir kimliğim olmadı. İnsanları ancak bilgi seviyeleri, vicdanları ve niyetleri doğrultusunda ayırırım. Evet yaparım bunu :)
Batıdan kaçmamın sebepleri de var. Batının bir çok yerinde asla yaşamak istemememin... Bunları da ilgili konu olursa yazarım. :)
Doğulu arkadaşlarımın, kalbini kırmış olabileceğim, üzmüş olabileceğim, yanlış yada uygunsuz bir söz ettiysem affola. Belirtirlerse böyle bir unsur. Özrümü dileyip, hatamı düzeltmek isterim. Selamlar, Saygılar.

NOT: Yukarıdaki bir takım belirtmeler genellemedir. Evet genellemedir. Çünkü yaşadığım, gördüğüm, hissettiğim olayların geneli bunlar. Dikkatinizi çekerim hepsi demiyorum. "GENELİ"
NOT2: Konu ile alakalı, o kadar çok söylenebilir ve yorumlar yapılabilir ve ıspatlar sunulabilir ki. Başlı başına bir tez konusu. Yukarıda yazdıklarımdan yola çıkarak, benim için bitmiş ve halledilmiş bir mesele olduğunu düşünmeyin lütfen.
Bu arada, "hata kabul etmeme" halimiz de yine yukarıda bahsettiğim Cüceloğlu'nun tespiti ile ilişkili olarak açıklanabilir. Bizler erişkin bedeninde çocuk veya ergenler olduğumuz için, asla sorumluluk almıyoruz. Çünkü sorumluluk almak erişkin davranışıdır. Ergen ise tüm dünyanın kendisine karşı olduğunu düşünür. Mağdurdur ve hep haklıdır:) Bunu Türkiye'nin politik sahnesinde, iş hayatında, medyasında... rahatlıkla gözleyebilirsiniz. Denebilir ki bu sorunlar dünyanın pek çok yerinde var. Asıl fark, buna karşı nasıl tepki verildiği, teşhisin nasıl konup nasıl yönetildiği. Türkiye buralarda sınıfta kalıyor esas. Bizde istifa edilmez mesela ! Çünkü sorumluluk almayız. Kabahat hep başkasınındır.
 
Muhafazakar kimlik ağır bastığı zaman çelişkiler belirginleşiyor. Bu da daha rahatsız edici oluyor tabii. İkiyüzlülük çok daha aleni hale geliyor, iyice sırıtıyor. Bunlar sahil kesimlerinden çok iç kesimlerde yaygın. Bu bilinen bir toplumsal hadise. Kimlik siyaseti yapılan Türkiye'nin oy haritasında da gözüküyor. Bildiğim kadarıyla başka yerlerde, mesela ABD'de de benzer durumlar var. Herhalde iç kesimlerin gelir dağılımından payını yeterince alamaması ve insana yatırım yapılamamasının da rolü var burada. Bunun verdiği eziklik, kırgınlık, kızgınlık da var galiba. İstanbul'u bütün Türkiye'ye bir rant kapısı olarak pazarlamak da yine bu mağduriyet üzerinden karşılığını buluyor bu yüzden. Dolaylı olarak çıkan mesaj şu aslında: Senin yaşadığın yerin kıymeti yok ! Bu korkunç bir mağduriyet kapısı açıyor aslında. O yüzden, mesela Ardahan'da bile İstanbul metrosunun tanıtımı ile seçim propagandası yapılabiliyor !!
Ama erkek egemen tavrı hafife almamak lazım. Bence Türkiye'de yeterince anlaşılan ve meydan okunan bir şey değil. Tam da bu yüzden çok baskın zaten. Bir nevi akvaryumdaki balık gibiyiz. Erkek egemen kültür bütün toplumsal hayatımızı belirliyor gibi geliyor bana ve biz tıpkı akvaryumun ötesini hayal edemeyen ve onu fark edemeyen balık gibi, erkek egemenliğe set çekemiyoruz. Çünkü onu bıraktığımız zaman yerine koyabilecek bir şey hayal edemiyoruz. Mesele burada sanki. Yerine konacak bir şey hayal bile edilemeyince, eskiye daha bir sarılma, yapışma halleri, sonucunda giderek içe kapanma, tutuculuk halleri ortaya çıkıyor... (bkz: Yeni Osmanlıcılık) Bunları sürekli gözlüyoruz ne yazık ki. Bahsedilen "hödük" halleri gözden geçirdiğimizde de bunların erkek egemen kodlar ile yakından ilişkili olduğu çok net gözüküyor. Gelişmiş ülkeler meseleye buralardan meydan okuyorlar. Ama tabii oralarda oturmuş bir insan hakları kültürü de var.

Benim yazdığımdan daha akademik bir yorum olmuş. Teşekkür ederim hocam. :)
Ata erkil yada erkek egemen bakış açısı, bu diyarlarda erkeğe ait bir unsur değil. Ben yere tüküren kadınları görmeye alıştım. Kendisine kırmızı yanarken, yola atlayıp ağır ağır yürüyen kadınları. Erkeklerden duymaya alıştığımız küfürleri toplum içinde telaffuz eden kadınları. Otobüs yada minibüste erkeğin yanına oturmayan kadınları.
Arkasındakine para üstünü uzatırken parayı yere düşüren, annesinin yanındaki 12-13 yaşındaki çocuğu, sakallı bıyıklı, 25-30 yaşlarında 3 erkeğin dövmesine şahit oldum. Müdahale ettiğim için, ortalığı kızıştırmak suçlamasıyla minibüsten indirildim :)
Geçenlerde yaşanan bir hadise vardı. Bir köyde 6 yaşındaki kıza bütün köyün, yıllar boyunca tecavüz etme hadisesi. Bu konu hakkında konuşmak bile istemiyorum lakin orada bir detay vardı. Kızın annesinin ifadesi "onlar suçsuzdur. kızım onları ayarttı"... Ne denebilir ki var mı bunu bir açıklaması?

Kadınlar belli bir yaştan sonra erkekleşiyor yada erkekleştiriliyor. Erkek egemen duygulara sahip bir erkek gibi hissetmeye başlıyorlar. Kendi gençliklerini, gençken yaşadıklarını hissettiklerini unutuyorlar mı, saçma mı buluyorlar, yoksa yadsıyorlar mı? Nedir ki bu? Sanki kendisi hiç yaşamamış gibi o da kızına ya da çevredeki kızlara bu acıları çektirmeye başlıyor. (bu arada bu paragrafın bir üst pragraftaki hadise ise ilgisi yoktur)
Neyse konu dağılıyor. :)

Tarihte de böyle bir durum var lakin. Kıyı kesimlerindeki toplumlar inanılmaz, sanat eseri tadında mimariye sahip yapılar inşa ederken. iç kesimlerde toplumlar, yeraltı şehirlerinde yaşıyorlar, yada derme çatma yer üstü yapılar inşa ediyorlar. Bunu tabi korunma ihtiyacı ve içgüdüsü ile doğrudan alakası vardır lakin korunma durumu söz konusu ise kıyı bölgeleri saldırıya çok daha açık yerler.
 
Bu arada, "hata kabul etmeme" halimiz de yine yukarıda bahsettiğim Cüceloğlu'nun tespiti ile ilişkili olarak açıklanabilir. Bizler erişkin bedeninde çocuk veya ergenler olduğumuz için, asla sorumluluk almıyoruz. Çünkü sorumluluk almak erişkin davranışıdır. Ergen ise tüm dünyanın kendisine karşı olduğunu düşünür. Mağdurdur ve hep haklıdır:) Bunu Türkiye'nin politik sahnesinde, iş hayatında, medyasında... rahatlıkla gözleyebilirsiniz. Denebilir ki bu sorunlar dünyanın pek çok yerinde var. Asıl fark, buna karşı nasıl tepki verildiği, teşhisin nasıl konup nasıl yönetildiği. Türkiye buralarda sınıfta kalıyor esas. Bizde istifa edilmez mesela ! Çünkü sorumluluk almayız. Kabahat hep başkasınındır.

Kendi hataları ile ilgili, her konuşmada 2. cümle kesinlikle "Ama..." ile başlıyor. Evet ben bunu yaptım ama yapma sebebim buydu gibi bir savunma açıklaması geliyor ardından. VE 3-4. cümlelerde kesinlikle sorumluluk bir başkasına gidiyor. Tüm dünyanın kendisine karşı olması düşüncesi. çok doğru. En yakınlarından en uzaklarına kadar her şeyi eleştiriyorlar. Birbirlerinin yüzlerine gülüp, güzel güzel konuşup, arkalarından konuşuyorlar. Ve bunun için ciddi bir vakit harcıyorlar. Kaç kişiden "en iyisi biziz", "bizden iyisi yok", herkes ne kadar kötü", "bizden iyisine denk gelmedim" gibi sözler duydum, sayısını bilmiyorum. Bunu hem çekirdek aileleri, hem geniş aileleri, hem illeri, hem siyasi doğrultuları, hem dinleri hem de ırkları konusunda yapıyorlar. Hezeyan hali.

Bir keresinde ırkçılık yapan ama 4-4lük müslüman olduğundan da şüphe duymayan birine, "ırkçılık yapan bizden değildir." hadisini söylediğimde, kendi peygamberini hatalı çıkarmaya çalışmıştı. :)
 
Bunun belki de en büyük nedenlerinden biri bu ülkenin son 90 yıl değil 150 yıldır bitmek tükenmek bilmeyen gelir adaletsizliğidir. Ülkede yerli brujuva sınıfı ve ona karşıt teraziyi dengede tutacak diğer brujuva sınıfı bir türlü oluşturalamadığındandır sanıyorum. Lakin artık ülke gelirinin %57'si Yüzde 1'in elinde olduğuna göre ve bu kaymağı artık sadece koç sabancı değil çalık m.cengiz ve bilimum diğer şirketler de yediği için umarım ki küpü boş olanlar doldurmuşlardır da sıra millete gelir artık. Hoş her sene dünya çapında gelir adaletsizliği hızla artarken Türkiye'de bu nasıl tersine işler o da merak konusu. Üstelik ekonomimiz Japonya'nın kat ve kat altında iken dolar milyarder sayımız Japonya'yı geçerken.. Neyse..

Başka bir açıdan ise, bu durumdaki insanlar aslında kırsal kesimde yaşayan daha fazla kosmopolit olmayan ortamlarda şehirlerde yaşamayan insanlar. Uzmanlık alanı çiftçilik, hayvancılık, tarım. Aşağıladığımdan değil aman ha, gördüğümden konuşuyorum, dünya'daki belki de en zorlu işlerden birkaçıdır çiftçilik ve hayvancılık. Buzdolabınızdaki domatesin büyüyüp olgunlaşıp sofranıza gelesiye çiftçinin emeği ve parası neredeyse sıfıra indirilmiştir. Günümüzde kooperatif olmadığı için çiftçi malını direkt satamıyor bu da ayda 30.000 tl kazanan rezidanslar sahibi kabzımalcılığı nam-ı diğer komisyonculuğu patlatıyor. Bilirsiniz, sen de bir kamyon mal al gel, halde yer kirala mal sat yapamazsınız. Bu işin bir de mafyası vardır sizi zaten aranıza almazlar.

Hollanda-Fransa-İtalya.. bütün Avrupa'da çiftçi kendi ürününü şehirlerdeki belediyelerin kiraladığı alanlarda kendisi satar. Parayı direkt üretici kazanır. Hem meyve, et, sebze ucuzlar hem tüketici hem üretici kazanır. Lakin ülkede eğitim-sağlık-askeri-iskan vs vs her alanda olumlu ya da olumsuz gelişme yaşanırken, bu kabzımalcı-komisyoncuların çarkına kimse ellemez. Kaç hükümet geçer sağcısı solcusu gelir de kimse bulaşmaz bu işe. Bunları neden mi anlatıyorum, işte bu gördüğünüz insanlar zaten çiftçilikten gelmiş, hayvan besleyen uzmanlığı bu iş olan insanlar, siz ellerinden toprağı alıp baraj yaptım, su vermedim, mazot desteğini az verdim/vermedim, yerli imalat yapmayarak ithal gübreye-tohuma mahkum ettim,kooperatif kurup gruplaşmasına izin vermedim hatta "bugün kooperatif kuran yarın karısını kızını ortak kullanır" diye şeytan icadı fikirlerle insanları kandırdım diye diye, bu insanlar en sonunda bıraktılar o toprakları ve büyükşehirlere geldiler. hani taşı toprağı altın ya o hesap.. Ne oldu sonra, tabi ki bornova'da, etilerde, suadiye'de bunlara hazır evler vardı da onları beklemiyordu ? Kendileri, yer yer devletin arazilerini işgal ettiler yer yer şehir dışında kendi gettolarını kurdular. Önceleri kendi köyünde, kasabasında yağ, süt, peynir, yumurta, et, tavuz/balık vs zaten hayvancılıktan geldiği için bedavaydı. Tarım işi olduğu için bütün gıda ürünlerine bir nevi kolayca ve çok ucuza ulaşabiliyordu. İstanbul'a geldi hayat pahalı, ev kirası icat oldu, iett'ye para yetiştirme, bütün bu artan maliyet kişi sayısına göre iyice arttı. Hastane masfarı derken onların da hayata dair stresleri artı ve durum ortada.Haftanın en iyi 6 günü bazen 7 günü, Askeri ücret ile sabah 6 akşam 22'ye kadar dükkanı açıp garsonluk yapan adam hayata dair ne düşünebilir ki ? Ondan sonra bonzai, esrar, hap vs vs türedi. Hırsızlık arttı çünkü insanlar ölüm ile ölmemek arası bir çizgide yaşıyordu, 920 tl asgari ücretle İstanbul'da (ya da İzmir'de çok da farketmiyor)

Yani ben ne sosyoloji alanında uzmanım ne de bağlantılı tarım ve çiftçilik alanında. Ama en basit akıl bile bu çıkarımı yapabilir çok da zor değil. Ülkemizde herkes açıkcası tespit sıçıyor (yönetenler veya muhalefet eden dernek, parti, kuruluş her neyse..) ama elini taşın altına koyan %1 bile değil. Geçen çıkmış Koç, ülkemizin nüfusu 50-60 milyon olaydı iyi olurdu, zengin olurduk diyor. Öte yandan 80 milyonluk Almanya var o nasıl çeviriyor bu işi ? Nüfusun %90'nına yakınını sadece adını yazabilir, gazeteyi zar zor okuyabilir düzeyde cahil bıraktık demiyor da, %57'lik pastayı yüzde %1 yediği için zengin değiliz demiyor da kendi fabrikalarında askeri ücretten günde 15-16 saat çalıştırdığı insanlardan yakınıyor. keşke sadece 24 saat benim için çalışsa ve hiç maaş vermesem diye aklından geçirmiyor değildir. Neyse konuyu uzatmadan bu göçün önüne geçebilecek bir iki küçük adım atılıyor gibi, misal 3 doğu şehrinde pilot uygulama olarak artık üreticiler kendi malını belediye'nin gösterdiği yerde şehirlerde satacakmış. Daha 1 ay önce filan gazetenin küçük bir yerinde okumuştum. Bunun için taa 2015'in ortasını niye beklediler bilmiyorum. Bir de pilot uygulama yani tutmazsa her an kaldırabilirler.

Daha 1-2 ay öncesinde Doğu-Güney Anadolu'yu gezdim hayvancılığın patlaması gereken çok uygun araziler varken ne yalan söyleyeyim 10 tane koyun sürüsü gördüm ya da görmedim. Gezdiğim coğrafya'da 9 tane il vardı ve en aşağı 10.000-20.000 hatta çok daha fazla sürü görmem lazımdı çünkü iklim ve arazi çok uygun. Elin İngilizi İskoç'u gelse bu topraklarda Avusturalya-Yeni zelanda'da yaptıkları gibi dağ taşı koyun keçi ile kaplarlardı. Burada ne kadar az tarım ve hayvancılık yapılırsa, İstanbul'da bu bağıran çağıran tipleri daha çok görürsünüz.

Çiftçi bir aileden gelmedim ama dedem, amcam çiftlik-hayvancılık yapıyor. Kökenlerim Batı Ege'de uzun süre Doğu'da yaşadım, Güney illerini gördüm biliyorum birçok arkadaşım var, uzun süredir de İstanbul'dayım. Yani, nerelisin desen Türkiye'liyim derim. Bir karadenizi gezme görme, tatil dışında yaşamadım o kadar, şunu söylemek lazım ki Doğunun insanın batının insanından farkı yok hatta pek çok noktada artısı var. Bugün karnım aç cebimde 5 kuruş param yok yardım edin desen o İstanbul'daki sana küfreden adamın Doğu'daki köyündeki akrabası önüne öyle bir sofra kurar ki şaşar kalırsın sana yer de ayarlar istediğin kadar kal der 5 kuruş da para istemez. Lakin, sizin Büyükşehirlerde gördükleriniz, yaşadığı sosyo ekonomik sıkıntılardan ötürü çok stresliler, yine bu sebeplerden ötürü bir kısmı haplı ve uyuşturucu etkisi altında ve açıkcası Doğu'daki ekonomik terörde sağ kalamayıp doğal seleksiyon misali büyükşehire göç etmek zorunda kalan Ağa değil, maraba takımı.(Kimseyi aşağılamak için değil durumu tespit amaçlı söylüyorum.) Bütün bu etmenler de sizin bu ülkede görebileceğiniz en düşük sosyo-ekonomik sınıfı yaratıyor ve onları görüp doğu-güneydoğu hakkında -siz de haklı olarak- bu şekilde düşünüyorsunuz. Yorum çok uzun oldu biliyorum ama buraya kadar okuduysanız en azından bu durum için onları tamamen suçlamamanız gerektiğini en azından başka bir pencereden bakarak empati kurabilirsiniz diye umuyorum.
 
Son düzenleme:
Geri
Üst