Röportajlar Ogün Sanlısoy Röportajı

Ortaya koyduğu işi beğenin ya da beğenmeyin, kısa bir süreliğine de olsa karşılıklı oturup sohbet etme fırsatınız olmasını çok isterdim onunla. Hani zaman bu; Karaborsada bile bulunmuyor, istiyorsunuz ki geçtimi güzel geçsin. Tanımaz etmez bu adam beni, ama sanırsınız ki yılların arkadaşlığı var. Yüzündeki samimi gülümseme ile ” Eeee n’aber, Özlem nasıl gidiyo? “ diye söze başlayıp insanı şaşırtacak kadar sıcak biri Ogün. Sorulması olası soruların sırasını bile ezberlemiş artık. Haklı da biraz aslında hep aynı sorularla karşılaşıyor olmak konusundaki şikayetinde. Ama yine de çok büyük bir içtenlikle sıkılmadan uzun uzun anlattı bize herşeyi. Hepinize sevgi ve selamlarını iletti ayrıca. Biz de kendisine ve bu buluşmayı organize etme sürecinde yardımcı olan menajeri sevgili Sedef Erken’ e incelikli tavırlarından dolayı çok teşekkür ediyoruz..

Özlem: Baslangıcı Pentagram’a dayanan bir hikayeden ibaret,çoğu kimsenin Ogün Sanlısoy’a dair hafıza izleri...Peki ya öncesi?

Ogün: Öncesi var tabi. Yakından takip edenler iyi bilirler ; Mimar Sinan Üniversitesi Endüstri Tasarımı Bölümü mezunuyum ben. Akademideki bu eğitimim süresince evde müzikle ilgileniyor, sevdiğim şarkıları çalışıyordum. Çalışıp hazırladığım bu şarkıları yakın çevremdeki arkadaşlarım dışında daha fazla insanla paylaşma arzusundaydım doğal olarak. Blues kökenli çok iyi bir gitarist olan sınıf arkadaşım Kubilay’ la zevk aldığımız bir iş yaparken bir yandan da öğrencilik dönemimizde az çok gelirimiz olur düşüncesi ile giriştik bu işe. Kısa süreli bir prova döneminden sonra dinletiler halinde sevdiğimiz şarkıları çalmaya başladık ufak tefek barlarda. Fakat dediğim gibi dinletiler halinde, sakin, balat agırlıklı şeylerdi çaldıklarımız. Daha sonra Kubilay’ ın çalıştığı grubun bir soliste ihtiyacı olunca bana teklifleri oldu. İlk grup deneyimimi onlarla yaşadım işte. Hatta bir kayıt bile yapmıştık o dönemler. Grupla çalmanın çok daha farklı ve güzel bir duygu olduğunu anlayınca “band” işine yönelmeye başladım ben sonraları. Derken farklı bir kaç grupla daha sahne deneyimi kazanıp, o az önce bahsettiğim akustik dinleti safhasından geçip biraz daha rock çalmaya başladım.

Ogün: Pentagram nasıl başladı diye soracaksın sen şimdi, anlatayım :)

O dönemlerde Pentagram’ ın gitaristi Hakan’ la tanışıyordum zaten ben. Pentagram Shop vardı Kadıköy Akmar Pasajı’ nda oraya da gidip gelirdim arada bir, kaset alışverişi falan yapardık. Hakan’la tanışmamın yanı sıra Demir ve Tarkan’ la da ilişkim vardı. İşte tam da bu aralarda, solistleri yurt dışına gitmeye karar vermiş olduğu için bir soliste ihtiyaçları vardı onların ve Tarkan’ ın bir gün beni arayıp; “Ya Ogün biz böyle böyle bir albüme girmeyi düşünüyoruz, ve solist arayışı içindeyiz, yeni solistimiz olur musun? “ sorusu ile başladı herşey. Türkiye’nin çok önemli bir heavy-metal grubundan böyle bir teklif almış olmak çok güzel bir şeydi elbet ama ilk anda biraz tedirgin olmadım desem yalan olur. Çünkü, herkesçe bilinen bir gerçek var ki, Pentagram o dönemde de çok önemli bir gruptu ve bir önce yaptıkları albüm ciddi bir reaksiyon almıştı, iyi bir satış yakalamışlardı, bu büyük bir sorumluluktu. Fakat diğer yandan işin şöyle de bir tarafı vardı ki; Pentagram’ ı dinlememe ragmen benim o zaman için yapmak istediğim müziğe biraz uzaktı tarzları. Yeni albümün ilk albüme oranla biraz daha farklı ve aslında benim daha fazla uyum sağlayacağım bir tarz olacağını söyleyerek , hatta bir kaç tane de demo dinleterek ikna ettiler beni. Ve bir yerde, bütün herşeyimi bir kenara bırakıp Pentagram’ la provalara başladım ben...

Özlem: Eee n’aptınız peki?

Ogün: “Ne yaptık peki ?” Enteresan ! bir soru tabii... :)
Hakan çok bilmese bile Demir ve Tarkan benim sahne deneyimimden haberdardı fakat ilk provaya gittiğimizde onlar da tedirginlerdi benim gibi. Çok emin değillerdi haliyle. 2-3 parça çaldık biz o gün provada. Daha ilk parçanın sonunda “tamam bu iş” demiştik zaten. Olumluydu ortaya çıkan sonuç kısacası. Akabinde bana hemen hali hazırda olan demolar verildi. Bir kaç parçayı da sonra ekledik ki bunların başında “fly forever” gelir. Albümün prova aşamaları da başladıktan sonra yaz aylarında “trail blazer” albümü kaydedildi ve 92’nin Kasım’ında da piyasaya çıktı. Albümün çıkışından sonra, konserler başladı, bir Türkiye turnesi gerçekleşti. 94-95 gibi de yurt dışı deneyimi oldu zaten.

Özlem: Nasıl değerlendiriyorsun peki Pentagram ile geçen o dönemi ?

Ogün: Çok keyifli günler geçirdik birlikte aslında, çünkü birlikte müzik yapmaktan oldukça keyif alan iyi arkadaşlardık. Çok eğlendiğimiz dönemler oldu. Bir de yaş itibari ile en hızlı dönemlerimizdi ya hepimizin. Ben 21 yaşındaydım. Öyle çok fazla sokaklarda gezip barlarda dağıtan bir gruptan ziyade biz bize eğlenmeyi çok seviyorduk. Düzgün keyifli giden bir ilişki vardı yani ortada fakat bir yandan da çok zor şartlarda çalışıyorduk aslında. Şu andaki gibi içinde röportaj yapabileceğimiz bir plak şirketimiz, yaptığımız klipleri değerlendirecek müzik televizyonları ya da bizimle ilgilenen bir web sayfası yoktu örneğin. Hatta ve hatta, kayıtlarımızı yapacağımız rock soundunu kaldıracak kayıt stüdyoları ve bu kayıtları sağlayacak paramız da yoktu. Yani işler bayağı zor şartlarda ilerliyordu. Yokluklar içinde geçen bir dönemdi ama herşeye rağmen belki de o gençliğin ya da amatör ruhun verdiği aşk ve heyecanla çok güzel zamanlardı.

Ogün: Biliyorum şimdi “madem o kadar keyifli dönemlerdi neden ayrıldın Pentagram’dan o zaman ? “ diye soracaksın sen :) Onu da hemen anlatayım...

Bu süreçle beraber, ”Trail Blazer” yavaş yavaş vaktini doldurup yeni bir albüm fikri gündeme gelmişti. O yeni albümün hazırlıkları da ufak ufak başlamıştı, fakat işte dediğim gibi iş yapmaya çalıştığın şartlar bu kadar zor olunca, tahmin edersin ki ilişkilerde de artık bir takım gerginlikler ve moral bozuklukları ortaya çıkıyor, sonra o can sıkıntıları bir şeyleri etkilemeye başlıyor zaman geçtikçe. Yani bir takım keyifsiz durumlar, memnuniyetsizlikler oluşmaya başlamıştı ki; Dünyadaki diğer grupların ayrılma nedenlerini göz önünde bulundurup üzerine bir de Türkiye’de bu işi yapmanın zorluklarını da eklersen çok doğal, kaçınılmaz bir sondu bu aslında. Benim hissettiklerim ve onların benimle alakalı olarak hissettikleri bu işin sonunun geldiğini gösteriyordu artık. Herkes farkındaydı bunun ama telaffuz edilmiyordu bir tek. Sonuçta bir şekilde kesip atmak gerekiyordu bu sağlıksız durumu, çünkü müzikal olarak yaşanan bir takım tartışmalar, ya da bazı memnuniyetsizlkler, müzik dışındaki yaşantıları da etkilemeye başlamıştı. O yüzden en azından arkadaşlığımız baki kalsın tarafındaydık olayın. Sonuçta ben ayrıldım ve onlar yollarına devam ettiler. Bu yani...

Özlem:Ayrıldıktan sonra bir bocalama dönemi yaşamadın mı peki? Grup olarak pazara girmeye çalışmaktan daha farklı ve zor bir süreç olsa gerek birşeylerin üstesinden tek başına gelmeye çalışmak ...

Ogün: Yaşamaz olur muyum hiç. Ayrıldıktan sonra ciddi bir boşluk içerisinde hissettim kendimi bir dönem. Gerçekten zor oldu. Pentagram’ın solisti ya da ne olursa olsun , herhangi bir sıfatla yaşıyorsan eğer, o sıfat elinden alınınca, insanların bakış açısı da değişmeye başlıyor ve zorluk da başlıyor doğal olarak. “Pentagram’ın eski solisti” olmaya başlıyorsun bir anda ve eskiden sahip olduğun o güç elinden alınmış gibi hissediyorsun. ”Yalnızlık” bunun adı. Yoluna devam etmek istiyorsan eğer, bundan sonra yapacaklarını tek başına yapman anlamına geliyor bu da. Bir de pop müziğin patlamış olduğu bir dönemdi o, ve beni en çok rahatsız eden şeylerden biri de pop müzik albümü yapacağıma ilişkin beklentiler oldu. Tabii ki böyle bir niyetim yoktu , benim o dönem yaşadığım, hem iş hem de özel hayatım konusunda ciddi bir yalnızlıktan başka hiç bir şey değildi oysa. O boşluğu doldurmam ve kendimi yeniden yapılandırmam için ciddi bir zaman geçmesi gerekti ve ben o dönemi mümkün olduğunca iyi değerlendirmeye çalıştım çünkü gene müzik koştu yardımıma ve müzikle açığa çıkardım o duyguları. Kendimi ifade etme şeklim oldu şarkılar, yaptığım şarkıların ne olacağı konusunda bir fikrim ya da planım olmaksızın üstelik...
Özlem: Bu durumda “Acaba Ogün Sanlısoy Pentagram’dan solo albüm yapmak için mi ayrıldı ? “sorusuna da bir yanıt vermiş oluyorsun “Yaptığım şarkıların ne olacağı konusunda bir fikrim ya da planım olmaksızın” şeklindeki bu son cümlenle aslında...

Ogün: Doğru, bunun altını bir kere daha çizmek iyi oldu belki de. Böyle bir kanı da var bu hikaye ile ilgili olarak çünkü. Ama tabii ki yok öyle bir şey. Tam aksine solo albüm çıkarmam ayrılığın bir nedeni değil gayet doğal bir sonucuydu. Ben gruptan ayrılmış olduğum için solo çalışmaya devam ettim, yoksa solo çalışayım diye Pentagram’daki arkadaşlarıma dönüp “hey arkadaşlar ben gruptan ayrılıyorum” demiş değilim yani. Üstelik bu ayrılığın ardından zorluklar ve yalnızlıktı bana kalan. Bir ilişki gibi düşün bunu. Bir beraberliğin var, çok sevmene ragmen yürümüyorsa bu birliktelik, hastalıklı bir ilişki şeklinde sürdürmektense kendine ve karşındakine olan saygını korumak adına bitirmek en mantıklı olanı.

Özlem: İlk solo albümünün hazırlanması sürecine dönecek olursak...

Ogün: O dönemde “ben rock müzik yapıyorum” ya da “rock bir albüm hazırlıyorum” diyen biri için bu kadar elverişli değildi koşullar. Hele ki,zamanında heavy metal müzik yapan bir grubun solistliğini yapmış bir adamsan yaklaşımı çok daha negatif oluyordu plak şirketlerinin. Ben yine de bestelerimi yapmaya, sözlerimi yazmaya devam edip, kendi imkanlarımla kaydettim, yaptığım şarkıları. Bunları bir şekilde dinleyici ile paylaşmak istiyordum fakat dediğim gibi şartlar zordu ve ne yapacağımı bilmiyordum. O dönemde,daha önceden de arkadaşım olan Ümit Kuzer alaka gösterdi ve bir kaç demo hazırladık onunla beraber, hoşuma da gitti çünkü ogüne kadar yaptığım çalışmalardan çok farklı bir yere kaydı iş. Ümit Kuzer endüstriyel soundları biraz daha seven, müziğe rock müzik ya da heavy metal müzikten çok daha farklı bir açıdan bakan kısacası farklı bir müzik anlayışına sahip ve zihninde çok da profesyonel birisiydi. Yaptığım şarkıları birlikte tekrardan oluşturmaya başladığımızda ortaya çıkan şeyler rock soundlu ama aslında bir yandan da çok özgün işlerdi. Ve böylece girişmiş olduk işe biz.

KARKASLARI ÇAKARAK ALÇIPANLARI YAPIŞTIRARAK BAŞLADI “KORKMA” NIN KAYITLARI !..

Ogün: Fakat o dönemde yaptığımız işleri kaydedip insanlara sunabilecek hale getirmek gibi bir sorunumuz daha vardı. Çünkü Ümit’in bir stüdyosu yoktu. Bir stüdyoya ve o bu stüdyonun masraflarını karşılayacak bir prodüksiyon şirketine ihtiyacımız vardı. Az önce de söyledim ya hani, gidip de bunları sadece görüşmek bile zahmetli ve zor işlerdi, çok alaka göstermiyordu plak şirketleri bu tarz işlere. Şöyle bir şey oldu; O dönemde Raks Müzik’in alt grubu Tempo Müzik vardı, Tempo’dakilerin benimle ilgilendiklerini hissettim ben, duydum da zaten, biz Ümit’le demoları *****ürdüğümüzde de çok sıcak baktılar olaya. İşin enteresan tarafı Tempo Müzik de o dönem Pentagram’ın Anatolia albümünü çıkartmıştı. Aslında çok tuhaf bir şekilde biz yine dönüp dolaşıp farklı bir şekilde tekrar bir araya gelmiş olduk yani. Ümit’in stüdyosunun inşaatına da eşzamanlı girdik diyebilirm. Orası dört duvar bir yerken, karkasları çakarak ve alçıpanları yapıştırarak başladı işte “Korkma” albümü. Stüdyo bittikten sonra biz stüdyoya girip kaydettik “Korkma”yı. Bu da çok zahmetli bir süreçti . Ve nihayetinde ‘99 yılında Tempo-Raks etiketi ile çıktı albüm...

Özlem: Beklentilerini, verilen emeği ve ortaya çıkan işi karşılamayan bir sonuçtu malesef sana kalan. Dönüp değerlendirdiğinde neydi sonucun böyle olmasına sebep peki ? Karambole mi gitti albüm sence ?

Ogün: Aslında biraz karmaşık bir durumdu bu. Heavy metal dinleyenlerin ya da Pentagram dinleyenlerin benden bekledikleri daha önceki paralelde bir işti, ama bu albüm öyle bir albüm olmanın ötesinde Ümit Kuzer’le yaptığım denesel bir çalışmaydı. Heavy metal dinleyicileri “bu ne ya metal değil”, pop müzik dinleyicileri de yine aynı şekilde “ pop değil bu” oldular. Bir kitle için çok sert gelen bu albüm zıttı olan bir diğer kitle içinse çok farklı ve yumuşak bir albümdü. Yani albüm bir türlü yerini bulamadı aslında. Kliplerin dönmesi de çok güç oldu sonra. Çok fazla müzik kanalı yoktu ve olan müzik kanalları da “bu çok sert biz bunu döndüremeyiz”, radyolar da yine aynı gerekçe ile “biz bunları çalamayız” şeklinde bir tavır içine girdiler. Onun akabinde de konserler vermek üzereyken deprem oldu, krizler yaşandı tanıtım olmadı ve haliyle de bir türlü istenilen bir noktaya gelemedi albüm.

Özlem: Korkma albümünü almak isteyip de bulamayan insanlar var şu anda ...
Ogün: Evet, şimdi dönüp bakınca çok ciddi bir ilgi alaka başladı o albüme, şu anda bile çok sevilecek şarkılar olduğunu ben yavaş yavaş fark ediyorum gelen reaksiyonlardan ve konserlerdeki izlenimlerimden. Bunu çok hızlı tüketilecek bir albüm olarak düşünmemek gerektiğine ve 5 sene sonra da dinlenebilecek şarkılar olduğuna ilişkin öngörümüzün doğrulandığını görüyorum şu anda. Hakikaten de albüme talep var ve ben onun da haklarını satın aldım tekrardan basılıp müzik markelerde yerini alacak.

Özlem: İlk albümden sonra 5 sene girdi araya. Neden bu kadar bekledin diye sormuyorum, şartlar olgunlaşmamıştır elbet, ama bu süre zarfında neler yaptığını merak ediyorum...

Ogün: Bir dönem çalmaya devam ettim barlarda. Fakat bu da bana keyif vermemeye başlamıştı artık. Düşünsene, bir albümün ve repertuvarın var. Öncelikle kendi şarkılarını paylaşmak istersin doğal olarak, fakat bunun için de, yani şarkılarını seninle beraber söylemeleri, sana katılmaları için, insanların senin şarkılarından haberdar olmaları gerekiyor. Durum böyle olunca da bir süre sonra kendi şarkılarımı paylaşmak çok da keyif vermemeye başladı bana ve ben buna bir ara verip sonraki albüme konsantre olarak güzel bir albümle yeni bir başlangıç yapmaya karar verdim.

İKİNCİ ALBÜMÜN HAZIRLANMASI SÜRECİ İLK ALBÜMDEKİ EDİNİMLERİM ETKİSİ İLE DAHA FARKLI OLDU ve EN ÖNEMLİ FARKI DA BU SEFER BİR GRUPLA CANLI OLARAK KAYIT YAPMAK İSTEMEM OLDU BELKİ DE !

Ogün: “Korkma” benim için solo kariyer adına bir ilkti ve ondan edindiğim deneyimlerle beraber yeni albümü oluşturmaya başlarken çok daha dikkatli olmaya çalıştım, bir çok demo ve versiyon hazırladım, şarkılarımı pek çok kez tekrar etme şansı buldum ve “tamam” dediğim anda, bir şarkı daha geldi onu da dikkate aldım. Birazcık daha geniş çevremle paylaşmaya çalıştım şarkıları, daha fazla fikir aldım örneğin, insanların beğenilerinin hangi şarkılar üzerinde odaklandığını tespit etmeye çalıştım. Bu albumün diğerinden en önemli farkı da bu sefer bir grupla canlı olarak kayıt yapmak istemem oldu belki de. İlk albümden sonra çalıştığım bir ekibim vardı zaten bir iki eleman değişikliği de yaparak, artık bilgisayar başında demolar aşamasından çıkıp, stüdyo da canlı provalar aşamasına geçtik. Epey prova yaptık, tekrar tekrar çalındı bütün şarkılar. Bu bahsettiğim beste ve prova aşaması 3.5 yıl sürdü yaklaşık.

İŞ TEKRAR BU ALBÜMÜ BASIP İNSANLARA ULAŞTIRACAK BİR PRODÜKSİYON ŞİRKETİ BULMAYA GELMİŞTİ ve BEN BU SÜREÇTE DE BAZI HANDİKAPLAR YAŞADIM MALESEF...

Ogün: Birincisi, Pentagram’ın yani heavy-metal müzik yapan bir grubun eski solisti olmamın yarattığı bir handikap. Artık bir dezavantaj haline gelmeye başlamıştı bu benim için ve çekiniyordu yapımcılar bu durumdan. İkinci olumsuz durum ise; “Korkma” albümü yeterli bir tiraj elde etmemişti ve hiç de iyi bir referans değildi bu plak şirketleri için.
Özlem: Bahsettiğin bu handikaplar gölgesinde Sony Müzik ile anlaşman nasıl oldu peki ?

Ogün: Yaklaşık 7 şirketle görüştüm ben. Hepsi de albümü çok beğendi ve albümü bırakmak istemediler aslında fakat az önce de bahsettiğim sebeplerle cesaret edemediler. En sonunda Sony Müzik bu albümün ciddi bir kitleye ulaşacağının farkına vardı ve işe al attı. Nisan’ da da piyasaya çıktı albüm zaten.

Özlem: Albümün pop müzik dinleyicisinden de çaldığını gözlemliyorum ben, fakat bunun eleştrilecek bir durum olduğunu düşünenelerden de değilim. Merak ettiğim planlı olarak atılmış bir adımın sonucu muydu bu?

Ogün: Hayır, onu bilemiyorsun. Hesaplayamıyorsun yani. Başkasına prodüktörlük yapıyor ya da birini yönlendirmek istiyor olsan fikir olarak daha planlı davranabilirsin belki ama kendi müziğini yaparken çok kolay değil planlı davranmak.Geniş bir kitleye ulaştığı doğru albümün, en azından çıkış parçası olarak yeni bir kitleyle tanışıcağımı da biliyordum zaten. Bu yeni kitleninin daha evvel ne dinlediği çok fazla bağlayan bir şey değil beni. Ama o ya da bu albümü alsın diye bir planım olmadı tabi. Ben bunu böyle yaptım ve ortaya koydum, kim isterse alır ona karışamam. Ha pop müzik dinleyicisinin bu albümü dinlemesi rahatsız eder mi beni? Ona da hayır. Ben bir sanatçıysam ve anlatmak istediğim şeyler, vermek istediğim mesajlar, paylaşmak istediğim şarkılar varsa, tabii ki mümkün olduğunca fazla sayıda insana anlatmak isterim bunu ayırım yapmaya gerek duymaksızın, ki bir anlamı olsun.

Özlem: Tuhaf gelecek belki ama, “Pencere” şarkısını ilk dinlediğimde, “Hayır türküler coverlanmamalı!” mantığının inadına “kendi türkümü kendim yaparım üzerine bir de rock format atarım, bunu da gayet güzel yaparım” diyen bir adam geldi gözümün önüne. Çok da hoşuma gitti bu fikir aslına bakarsan ama senin olayın bu değildi elbet. Alaturka motifler,arabesk ve hatta rap. Böyle bir albüm konsepti fikrinin nasıl oluştuğunu merak ediyorum?

Ogün: Ondan da koyalım bundan da mantığı değildi kesinlikle, bunun çıkış noktası. Repertuvarı hazırlarken biraz daha geniş bir yelpaze olmasını özellikle istedim ben. Evet rap vokaller var ama rap bir prodüksiyon değil bu, ya da doğru “Pencere” türkü formlu belki ama rock bir şarkı. “Ben de özledim” için de geçerli aynı şey. O şarkıyı rock formunda çalıp söylemek zaten işin keyifli ve farklı yanı. Bu alaturka, arabesk ya da türkü albümü değil, benim yaptığım şey rock formunda sunmak bütün şarkıları insanlara. Londra ya da Los Angeles’ da doğmadım neticede. Bu ülkeye ait bir adamım ben. Rock müzik yapıyorum ama Türkiye’ ye ait bir rock müzik bu. Melodilerimi bulurken de bu ülkeden beslendiğim için normal bir sonuç bu. Londra’ daki adamdan farklı bir rock yapıyorum. Onu söylemeye çalışıyorum.

Özlem: Müzik türleri arasındaki keskin ayırımlara karşısın. Birbiri içine geçebileceğini göstermek için arabesk bir şarkıyı coverladığını söylüyorsun...

Ogün: E tabi. Kişisel tercihim bu benim. Artık çok birbirine geçti herşey, bana öyle geliyor.

Özlem: Senin cover mantığın bu. Genel olarak Türkiye’ deki cover mantığını nasıl değerlendiriyorsun peki ?

Ogün: Herkes kendine göre bir şeyler yapıyor ve herkesin kendine göre bir mantığı var. Bunu değerlendirmek güç o yüzden. Uzun yıllar Türkiye’ de insanlar barlarda kendi şarkılarını çalamadılar yıllarca cover çaldılar, bir çok grup da cover çalarak ünlü oldu ve bu yoldan para kazanıp ekmek yedi. Ama albümlere koymak konusunda söylüyorsan eğer bu yeni keşfedilmiş birşey değil zaten. Bir çok albümde cover şarkı bulabilirsin ve benim de sevdiğim bir olaydır bu. Biraz da garantisi de vardır işin bu inkar edilemez. Ferdi Tayfur’un bu şarkısını yapmış olmam örneğin. Yaptığım röportajların %99 ‘ unda öncelikli soru bu oldu. Benim çok lehime gibi görünse de aslında aleyhime bir durum. Düşünsene uzun yıllar üzerinde uğraştığım 11 tane daha şarkım var ama olumlu ya da olumsuz eleştrilerin ilk andaki odağı hep Ferdi Tayfur coverı. Trajikomik bir şey bu. Ama bir yandan da albümünün konuşulması için vesile olması da işin enteresan boyutu tabi. Tuhaf...

Özlem: Sindi mi peki herşeyiyle içine bu albüm?

Ogün: Tabii ki. Sinsin diye çok uğraştım zaten. Çünkü dediğim gibi bu albümü hazırlarken ben, plak şirketi yoktu arkamda. Albümü bitirmiş olarak geldim şirkete. Prodüktörlüğünü de kendim yaptığım için, hazırlanma süreci içinde içime sinmeyen yerleri, halletmiş olarak getirdim albümü Sony ‘ e. Yani içime sinmeyen, ”burası böyle olsun” dediğim yerler olduğu anda müdahale etme şansım oldu zaten. Albüm bittikten sonra hele hele masteringi de elime aldıktan sonra göğsümü gere gere plak şirketim ile bu albüm üzerinde konuştum diyebilirim.

Özlem: Doğru mu anlıyorum; Sen final iş olarak getirdin albümü firmaya yani
plak şirketinin herhangi bir müdahalesi ya da yönlendirmesi olmadı bu durumda sana?

Ogün: Kesinlikle; Evet.

Özlem: Tarzını neden yumuşattığın sorgulanıyor forumlarda genel olarak...

Ogün: Sertlik konusundaki bu yaklaşımlar bana çok doğru gelmiyor aslında. Hayatta hep de böyle sert gezemezsin. Arada bir yumuşamak lazım ki bir daha sertleşebilesin...
Bir de bana bu eleştrileri yapan arkadaşlarım, çıkış şarkısı ile albümün tamamını tasavvur ediyorlarsa yanılıyorlar. Evet “Saydım” ın türkü formuna yakın, Türk dinleyicisinin kulağına çok daha tanıdık gelen bir yapısı var. Ki, basit gibi görünse de aslında içerik olarak çok derin olduğunu düşnüyorum ben o parçanın. Bir tek o şarkıya bakıp da “Ogün’ün yeni albümü budur” deyince çok başka bir yerden yaklaşmış oluyorsun olaya, ama albümü eline alıp tamamını dinleyip, parçaları irdeledikten sonra bu fikirlerinden vazgeçenleri de gördüm ben. O ilk izlenimler yanıltıcı olabilir o yüzden. Albümün tamamını dinlemeden sadece “Saydım”a bakıp, ”Düşmez Kalkmaz Bir Allah”, gibi bir parçanın olduğunu ya da “Yar Olmadın” gibi bir baladın olduğunu bilemezsin.

SEN NE YAPARSAN YAP BAZILARI BEĞENECEK BAZILARI DA BEĞENMEYECEK, NORMAL OLAN BU. AMA ŞU VAR; ORTAYA BİRŞEY KOYMAZSAN EĞER NE BEĞENENİN OLUR NE DE BEĞENMEYENİN !!!

Özlem: Aslında rock müzik dinleyicisi dediğimiz zaman, olaylara her zaman protest bir yaklaşım olduğunu görüyoruz. Eleştirme ve sorgulama potansiyeli en yüksek dinleyici kitlesi diyebiliriz belki de. Rahatsız ediyor mu dinleyicinin bu tavrı seni?

Ogün: Hayır, anlıyorum onları aslında. Çünkü ben de bir zamanlar işin o tarafındaydım. Dönem koşullarına göre en uç noktalarda, en sert müziği yapan grubun solistiydim. Şimdi bugün beni eleştiren arkadaşlarımın çoğunun ben o albümü yaptığımda yaklaşık 7-8 yaşlarında olduğunu hesaba katarsak birazcık tuhaf geliyor bu yaklaşımlar bana ama. Evet belki şimdi çok iyi birer müzisyen oldular ya da hala dinleyiciler ama biraz daha pozitif tarafından bakılması gerektiğine inanıyorum. En azından değerlendirirken Türkiye’ de bu işi yapmanın zorluklarının da hesaba katılması gerekiyor diye düşünüyorum ben. Yaptığım işe gerçekten saygı duyan yorumlar da duyuyorum, bunun yanında olumsuz fikirlere de şahid oluyorum. Ama dediğim gibi bunu da çok doğal karşılıyorum, kimse beğenmek ya da takdir etmek zorunda değil. Yakındığım tek nokta, resmin genelini görmeden bir iki parçadan yola çıkıp bütün hakkında fikir yürütmeleri insanların. Çok adil değil bu. Hele ki, sırf karşı çıkmış olmak adına yapılan davanışlar yanlış bence. ”Peki sen ne yaptın arkadaşım?” diye sorarlar adama o zaman. ”E ben daha hiç birşey yapmadım”. Otur yap o zaman. Otur sen de duygularını düşüncelerini ortaya koy. Çünkü senin ortaya koyduğun şeye de karşı olacak birisi. Hayat böyle birşey aslında. Artı-eksi; İyi-kötü; Ak- kara hikayesi... Ortaya bir şey koyduğun, birşeyleri insanların beğenisine sunduğun sürece;
“Seveni de olur bi insanın sevmeyeni de referandum değil ki bu gideceğiz seçime”. Sen ne yaparsan yap zaten, birileri ya beğenecek ya da beğenmeyecek yaptığın şeyi. Ama ortaya birşey koymazsan eğer ne beğenenin olur ne beğenmeyenin. Beğenmeyenler olacak diye ortaya birşey koymaktan korkmamak lazım. O yüzden o genç arkadaşlarıma diyorum ki;
Neye isterlerse karşı olsunlar ama bunu ortaya koymaktan çekinmesinler...

Özlem: Nedir peki? Nereye gidiyor Ogün Sanlısoy ?

Ogün: Hep beraber gidiyoruz. Nerden geldiğimi ve şu anda nerede olduğumu anlattım sana bundan sonrasını hep beraber göreceğiz. Ben bu işe devam etmek, şarkılar üretip duygularımı sizlerle paylaşmak niyetindeyim. Bundan daha samimi bir şey yok zaten. Düşünsene seni tanımıyorum ama kızdığım birşeyi de seninle paylaşıyorum kırıldığım bir aşk acısını da.Sen paylaşıyor musun ki herkesle aşk acını? Kızdığın herşeyi ve tüm duygularını insanlarla paylaşmak çok büyük bir sorumluluk aslında ben bunları ortaya koyuyorum işte tüm samimiyetimle. Bu önemli bir şey...

Özlem: Şöyle bir soru düşmüş turkrock forumuna; “”Ogün Sanlısoy eskiden (1988-1990 civarları) karikatürle ilgili miydi? Limon adlı dergiye hiç karikatür göndermişliği olmuş mu? Bu soruyu soruyorum zira bende bulunan eski Limon degilerinde, amatör çizerlerin gönderdiği kısımlarda altında "Ogün Sanlısoy" imzası olan çizimler var. Acaba aynı kişi mi yoksa isim benzerliği midir? “” Ben yanıtını biliyorum bu sorunun ama bir de sen bahset istersen...

Ogün: Evet, o bendim :) Çocukluğumdan beri hep iyi resim yaptığım ve hatta 3 yaşımdan beri de çizdiğim söylenir, ben hatırlamıyorum tabi. Bu çizim yeteneği Mimar Sinan Üniversitesi’ ne kadar getirdi beni işte. Ortaokulun başlarındayken ben Gırgır vardı daha sonra Limon çıktı alternatif olarak. Bunları özellikle bir kaç çizeri özellikle takip ederdim. Ve işte o çizimlerden etkilenip bir takım karikatür deneyimlerine başladım ufak ufak ben de, ama bunu tamamen keyif için yapıyordum. Akademiye girdikten sonra bu hayranı olduğum çizerlerle tanışma fırsatı elde ettim çünkü onlar da akademide okuyorlardı ve ister istemez aynı ortamlara giriyordum. Derken çizdiğim şeyleri dergiye *****ürdüm ben ve onlar da ilgilendiler. Amatör sayfasında işlerim çıkmaya başladı. Fakat bu arada müzikle ilgili çalışmalarım hatta Pentagram çalışmaları da başlamıştı ve ikisi birden yürümüyordu. Zaten hayat da karikatürlerdeki gibi komik gelmemeye başlamıştı bir süre sonra. Müzikteki o deşarj ya da ifade şekli daha fazla tatmin eden bir yoldu beni. Tam bana yarım sayfa ayrıldığı aşamada, bitti dergi. Ara ara tekrar “ birşeyler çizsem mi acaba “ oluyorum ama, gerçekten müzik vaktimi ve zihnimi o kadar işgal ediyor ki ciddi bir vakit ayırabilmem üzerinde düşünebilmem mümkün değil çizim işinin artık...

Özlem: Bildiğin ve desteklediğin amatör gruplar var mı ?

Ogün: Tabii ki var, fakat isim vermek yanlış olur şu durumda. Sadece İstanbul’ da da yok bu gruplar üstelik. Özellikle Anadolu konserlerinde etrafımı genç arkadaşlarım sarıyor benim. Birşeyler öğrenmeye ve fikir almaya çalıştıklarını görüyorum. Bundan 4-5 sene sonra bu adamlar da yaptıkları işleri ortaya koyacaklar. Onlar bizlere oranla çok daha şanslılar aslında. Artık onlara destek verecek çok daha fazla plak şirketi ve prodüktörler var. Bu bizim yıllar önce düşlediğimiz bir noktaydı. Rock müzik adına çok ciddi bir gelişim hakikaten. Somut birşeyler yapamasam da kalben desteğim var bu işi yapmaya çalışan arkadaşlarıma en azından.

Özlem: Klip gelecek mi ?

Ogün: Albümde yer alan şarkıların hepsi teker teker üzerinde düşünülmüş, bir emeğin ürünü ve 2005’ in sonuna kadar albümü *****ürecek şarkılar diye düşünüyorum ben. İki hit şarkı bulup gerisi averajın altında şarkılarla geçiştirilen albümler yüzünden çok haklı bir tepkisi oluştu dinleyicinin. O yüzden bir albümü almaya değeceğinden emin olana kadar bekliyorlar önce. Tatmin olduktan sonra o albümü almaya karar veriyorlar doğal olarak. Kliple beraber albüm gündemde kalıyor ve yaşamaya devam ediyor. O yüzden klibin çok fazla önemi olduğunu biliyorum ve görüyorum. 3 tane klip çektim şu ana kadar, aslında bana sorarsan, 5’leyip ondan sonra kapatmak istiyorum albümü. Konu ile ilgili olarak sponsorlarla görüşüyoruz, ayarlayabilirsek eğer önümüzdeki ayda bir klip çekme niyetindeyim. Yaza doğru da bir tane daha belki ...

Özlem: Hangi şarkılara çekeceğin konusunda bir fikir oluştu mu peki ?

Ogün: Aslında belli fakat hangisinin önce hangisinin sonra çıkacağı konusunda bir tereddütüm var sadece. ”Kimdi” ve “Düşmez Kalkmaz” konusunda çok ciddi bir yoğunluk var diğer yandan “Yar olmadın” şarkısına da ciddi bir talep olduğunu görüyorum. Bakalım zaman ne gösterecek.

Özlem: Elemanlar mı değişti senin bana mı öyle geliyor :) ?

Ogün: Evet doğru. Hepsi değişti. İlk, grup albüm projesi için bir araya gelmiş bir gruptu.Ama şu an keyifle çalıştığım yeni bir grubum var. Metin Türkcan; Pentagram’ dan çok eski bir dostum daha evvel de beraber güzel çalışmalarımız olmuştu zaten. Gitarları Metin çalıyor ve iki tane de çok genç arkadaşımız katıldı aramıza. Basta Kadir, davulda Sertan var. Dediğim gibi hem çok genç hem de çok yetenekli arkadaşlar. Konserler de hakikaten eğlenceli geçiyor birlikte ve bu dörtlünün sık bir araya gelmesi oranında da daha lezzetli olmaya başlıyor yapılan müzik zaman geçtikçe.

Özlem: “Pentagram’ la yurt dışına açıldım geldim şimdi Türkiye’ye açılmayı düşünüyorum” demişsin. Anadolu’ ya konser trafiğin konusunda bilgilendirir misin biraz? Çünkü kendi bulundukları şehirlerdeki konser beklentilerini belirten arkadaşlara rastlıyorum sıklıkla...

Ogün: Yok o bir espriydi aslında. Hani “yurt dışına açılmayı düşünüyor musunuz?” şeklinde sorulan bir soru vardır ya hep ona cevaben söylenmiş birşeydi. Yurt dışına açılmaktan ziyade, tabii ki daha evvel Türkiye’yi dolaşmak istiyorum. Zaten artık internetin olduğu, kutupların çözüldüğü,küreselleşmenin yaşandığı bir ortamda çizgiler de ortadan kalktı ve yurt içi ya da yurt dışı diye bir şey kalmadı diye düşünüyorum ben. Türk olmanın da bir dezavantajını yaşamıyorsunuz günümüzde. Dünyanın bir çok yerinde yaşayan Türkler, Türk organizatörler ve çok uluslu plak şirketleri var artık. Demek istediğim; bundan 15-20 sene evvel yurt dışına çıkmak çok ütopik birşey iken bugün Sebastian Bach’ la çalıp ardından kuliste gecenin muhakemesini yapabiliyorsam eğer eskisi gibi bir ütopya olmadığını gösterir bu yurt dışının. Bir şeyler yapıp yurt dışına pazarlamak hedefler içinde tabiiki var. Ama dediğim gibi öncelikli olarak benim hedefim yurt içine açılmak. Malatya’ ya hayatımda hiç gitmemiştim mesela ve bunun eksikliğini oraya gittikten sonra fark ettim, ya da Çanakkale’ de hiç konser vermemiştim. Oralara gittiğimde gördüğüm manzara gerçekten çok güzeldi ve keşke Artvin’ e de gidebilsem, Diyarbakır’ a da ...Önce bir gidelim oradaki dostları arkadaşları görelim sonra yurt dışına gider bakarız zaten. Ama bunların hepsinin de bir sırası var tabi, doğru zamanda doğru şekilde gitmek daha faydalı olur. Orda üzerine oynadığın platformun hakkını verebilmek lazım. Burda bir prodüksiyon yapıp bir Alman’ın ya da İsveçli’ nin parasını koyup alacağı bir iş çıkarmak önemli olan. ”Trail Blazer” albümü Avrupa’ da 8000 sattı örneğin ve bu bir mucizeydi o zaman için. Biz oradaki konserlerimze ciddi bir oranda yabancı dinleyenlerimiz olduğunu da gördük. Demek ki doğru zamanda doğru işi yapmışız ki bu sonuçla karşılaştık...

Özlem: Bar çalışması olacak mı peki?

Ogün: Hayır. Düzenli bir bar çalışması istemiyorum. Örneğin “Her Çarşamba Ogün Sanlısoy x Barda” demek yerine bu mesaiyi bir hafta Çanakkale’ de bir hafta Amasya’ da olmak üzere turne dahilinde bir konser trafiğine ayırmayı tercih ediyorum açıkçası. Aslında İstanbul dinleyicisini de biraz ihmal ettiğimizin farkındayım, bu konudaki şikayetlerini de duyuyorum ama, öte yandan da bir kırgınlığım var onlara. Herkesi her an dinleyebilme şansından ötürü hafif de bir değer vermeme umursamama söz konusu oldu gibi geliyor bana. Her hafta her yerde bir organizasyon oluyor. Kimi ne zaman isterlerse dinleyebilme ve canlı performansını görebilme şansından kaynaklanan “aman haftaya da gideriz canım boşver” tavrı rahatsızlık verici. O yüzden öncelikle bizi daha çok özleyen ve dinleme şansı çok olmayan, ihmal edilen arkadaşlara bir gidelim, sonra burda da özleniyorsak geliriz İstanbul’a da. Ama dediğim gibi düzenli bar çalışmasından ziyade konser fikri daha cazip geliyor bana.

Özlem: Kendisine oy vermesini yasaklayarak cover anketimiz için oy da kullandırdım arkadaşlar Ogün’ e :) Bakalım kimden yana kullanmış oyunu ...

Ogün: Kurban’ ın “Sert” albümü çok güzel ve keyifle dinlediğim bir albüm. ”Sarı Çizmeli Mehmet Ağa” yı da çok güzel yorumlamışlar. Kendime oy vermem engellendiği için ! :) Kurban’ a gidiyor oyum...

Ve çok teşekkür ediyorum...

Tarih: 20.01.2005
 
Geri
Üst