Can Dündar

kendisiyle kitap fuarında tanışıp, çok az da olsa konuşma fırsatı buldum.. hayatımda gördüğüm en sevimli, en bilgili ve aynı zamanda bu kadar mütevazi olan nadir insanlarda..
kendisini bir kere daha sevdim:)
 
çok istiyorum kendisiyle tanışmayı.kitaplatından Sarı Zeybek,Kırmızı bisiklet,Yarim HaziraniYağmurdan sonraisavaşta ne yaptın baba? ve yükselen bi denizi okudum.bugün de Nereye? ye başladım. beğenerek bir çırpıda okuyotum hepinize tavsiye ederim.

AŞKIN 'ACI' HALİ

tam göğsünün ortasında bir yerin acıyacak...

evinin seni içine sığdıramayacak kadar dar olduğunu fark edeceksin...

sokağa fırlayacaksın...

sokaklar da dar gelecek...

tıpkı vücudunun yüreğine dar geldiği gibi...

ne denizin mavisi açacak içini, ne pırıl pırıl gökyüzü...

kendini taşıyamayacak kadar çok büyüyecek, bir yandan da kaybolacak kadar

küçüleceksin...

birileri sana bir şeyler anlatacak durmadan...

"önemli olan sağlık."

"yaşamak güzel."

"boş ver, her şey unutulur."

sen hiçbirini duymayacaksın...

gözyaşlarından etrafı göremez hale geleceksin...

ondan ölmesini isteyecek kadar nefret edecek, az sonra kollarında ölmek

isteyecek kadar çok seveceksin...

hep ondan bahsetmek isteyeceksin...

"ölüme çare bulundu" ya da "yarın kıyamet kopacakmış" deseler başını

kaldırıp "ne dedin?" diye sormayacaksın...

yalnız kalmak isteyeceksin...

hem de kalabalıkların arasında kaybolmak...

ikisi de yetmeyecek...

geçmişi düşüneceksin...

neredeyse dakika dakika...

ama kötüleri atlayarak...

onunla geçtiğin yerlerden geçmek isteyeceksin...

gittiğin yerlere gitmek...

bu sana hiç iyi gelmeyecek...

ama bile bile yapacaksın...

biri sana içindeki acıyı söküp atabileceğini söylese, kaçacaksın...

aslında kurtulmak istediğin halde, o acıyı yaşamak için direneceksin...

hayatının geri kalanını onu düşünerek geçirmek isteyeceksin...

aksini iddia edenlerden nefret edeceksin...

herkesi ona benzetip...

kimseyi onun yerine koyamayacaksın...

hiçbir şey oyalamayacak seni...

ilaçlara sığınacaksın...

birkaç saat kafanı bulandıran ama asla onu unutturmayan...

sadece bir müddet buzlu camın arkasından seyrettiren...

bütün şarkılar sizin için yazılmış gibi gelecek...

boğazın düğümlenecek, dinleyemeyeceksin...

uyumak zor, uyanmak kolay olacak...

sabahı iple çekeceksin...

bazen de "hiç güneş doğmasa" diyeceksin...

ne geceler rahatlatacak seni ne gündüzler...

ölmeyi isteyip, ölemeyeceksin...

belki çivi çiviyi söker diye can havliyle önüne çıkana sarılmak

isteyeceksin...

nafile...

düşüncesi bile tahammül edilmez gelecek...

rüyalar göreceksin, gerçek olmasını istediğin...

her sıçrayarak uyandığında onun adını söylediğini fark edeceksin...

telefonun çalmasını bekleyeceksin...

aramayacağını bile bile...

her çaldığında yüreğin ağzına gelecek...

ağlamaklı konuşacaksın arayanlarla...

yüreğin burkulacak...

canın yanacak...

bir daha sevmemeye yemin edeceksin...

hayata dair hiçbir şey yapmak gelmeyecek içinden...

onun sesini bir kez daha duymak için yanıp tutuşacaksın...

defalarca aradığı günlerin kıymetini bilmediğin için kendinden nefret

edeceksin...

yaşadığın şehri terk etmek isteyeceksin...

onunla hiçbir anının olmadığı bir yerlere gidip yerleşmek...

ama bir umut...

onunla bir gün bir yerde karşılaşma umudu...

bu umut seni gitmekten alıkoyacak...

gel gitler içinde yaşayacaksın...

buna yaşamak denirse...

razı mısın bütün bunlara...?

hazır mısın sonunda ölüp ölüp dirilmeye...?

o halde aşık olabilirsin ...



Can Dündar

 
kırmız biskletti galiba arkadaslar gercekten guzel ve anlamlı bi kitap okuduktan sonra o kitabi cercevelettirebılrsınız belkı de:D
 
Kelimeler eksik, kelimeler yaralı. Kelimeler cılız. Taşımıyor, anlatmıyor, tanımlamıyor bu duyguyu. Ben de...

Çok başka bir şey. Sevginin ortasında, derin acılar hisseder mi insan? Aydınlık gülümsemelerin içine, hüznü yerleştirir mi durup dururken? Gözlerine buğu,diline sitem, yüreğine burukluk, çöreklenir kalır mi asırlarca?

Gelmeyeceğini bildiği mektup için, posta kutusunu hep ayni heyecanla açar mi? Dedim ye, başka bir şey bu. Ne kadar yalnızsam, o kadar seninleyim su günlerde.

Belki de en basta, tutup seni en derinlere koydum diye oldu bunlar. Kimseler ulaşmasın diye, kimselerin bilmediği, bulamayacağı yollara götürdüm seni. En derinlerde tuttum. Bana sakladım. Derine, hep daha derine... Seni yapayalnız, bir tek bana bıraktım. Paylaşamadım Yanlış yaptım.

Sana ulasan yolları kaybettim diye bütün bu şaşkınlıklar. Kendimi oradan oraya vurmam. Sağımda, solumda, ne zaman dikildiğini bilmediğim duvarlara çarpmam, hiç görmediğim çukurlarla boğuşmam.

Denizlerin, gürültüyle gelip vurduğu dehlizlerin, acili duvarları gibiyim. Duvarlarım yosunlu, duvarlarım kaygan, duvarlarımdan hiç tükenmeyen sular sızıyor.

Tutunamıyorum. Renklerim, gün içinde değişiyor. Soluyorum, soğuyorum. Güneş ulaşmıyor içerilerime. küfleniyorum, yaslanıyorum. Yalnızlıklar pesimde. Dokunduğum her ıslak duvardan, pis kokulu bir yalnızlık bulaşıyor üstüme. Yapış, vıcık bir yalnızlık bu.

Biliyorum, bütün bunlar, hep benim suçum. Seni sakladığım yere ulaşamaz oldum. Yollar, gitgide uzadı ve karıştı. Ümidimi ısıtacak, parlatacak, kımıldatacak bir şeylere ihtiyacım var. Ah onun ne olduğunu biliyorum. Sonu sana geliyor her cümlenin.Her şeyin basında, içinde ve sonundasın. Bu değişmiyor.

Öyle içimsin ki..

Birden aklıma geldi, tuttum sana bir mektup yazdım dün. çok mutluydum... Gün içinde neler yaptığımı, nelere kızıp, nelerle mutlu olduğumu,tek tek anlattım. Mevsimlerin ve insanların nasıl karışık ve beklenmedik olduklarını yazdım. 'Yine zamansız yağmurlar' dedim, 'Daha önce, hiç bu kadar zayıf değildi güneş ışınları' dedim, 'Gerçekten buradaki şarkıları hiç öğrenmeyecek, bilmeyecek, söylemeyecek misin?' dedim.

Çok uzun bir mektup oldu Başından sonuna kadar okudum da. Neler yazmışım diye merakımdan. Sonra çekmecemden bir zarf çıkarıp, adini yazdım. Büyük harflerle, yalnızca adini. Adresini bilsem gönderir miydim, bilmiyorum.

Mektup cebimde. Cebim yüreğime yakın. Yüreğim sende. Sen yüreğime yakın. Öyleyse mektup sende.

Bu kadar içimdesin işte.

Can Dündar
 
yazılarını mutlaka takip etmeye çalışıyorum.. en sevdiğim ve beğendiğim özelliklerinden biri ne olursa olsun olaylara önyargısız yaklaşmaya çalışmasıdır.. ve de önyargısız yaklaşmasıdır.. insana insan gibi davranmasını bilen, yazar olabilecek her türlü özelliğe -özellikle düşünen bir beyne- sahip nadir kişilerdendir.. yazılarının her satırından insanlık akar.. aydın ve geniş bir görüşe sahip ve kesinlikle çok değerli bir kalem.. çok saygı duyuyorum ve herkese de okumasını tavsiye ederim.. zamanımızda aydın geçinen sürüyle yazar varken özellikle..
 
Tüm yazılarını seviyorum ama bu bir başka....

KADINIM



Köhne bir yük katarı gibi ayak parmaklarımızı ezerek önümüz sıra geçen bu yorgun asır, bizim asrımız değildi.

Korkarım, tozu dumana katarak pürtelaş gelen yenisi de, o imanla beklediğimiz ahengin asrı olmayacak.

Raylar üstünde alelade bir tımarhane bu...

... tıklım tıkış vagonlarında vahşi bir itiş kakış; dumanında genzi yakan bir ihtiras kokusu...

Şüphesiz zamanla bu cinnet de ufukta yitip gidecek; lakin bizim için başka katar yok ömrümüzün içinden geçecek.

Görünen o ki kadınım, seninle biz, "hayat" denen bu metruk peronda, üzerinde adres yazmayan mektuplar gibi bekleşip, aşkımızı acılardan damıtarak yaşlanacağız.

* * *

Öyle bir çağdayız ki, insanoğlu geçen asır düşünü gördüğe "denizler altında 20 bin fersah" yolu kat edip, "arzın merkezine" yaklaştıkça, uzaklaştı insanlığından...

Kalabalıklaştıkça arttı kayıtsızlığın ıssızlığı...

Her bineni ise bulayan sefil bir trenle onun borsadan başka tapınak, paradan başka tanrı tanımayan son yolcuları, kainatın raylarındaki şiiri, ilhamı, aşkı ezip geçti.

"Ah o gönü1 şarkıları" sustu önce...

Sonra, sevdaların ömrü kısaldı; tadı kaçtı hasretin, şehvetin harı söndü.

Sanal posta kutusu, mektubu öldürdü; bak, bir tek satır yok kalemimden sana kalacak.

Silinip gidiyor telefondaki aşk mesajları; "seni seviyorum", -ki amentüsüdür itiraf gecelerinin- parfüm sıkılmış plastik bir gül dalının teybinde tutsak...

Korkuyorum gülüm; "Seni seviyorum" desem sana, plastik kokacak.

* * *

A kadınım,

A hüznümün bançesi!..

Görmem mi sanırsın; sesi kısık gözlerinin nicedir... dudakların buselere sağır...

Oysa ben, haykırmak için sesine, solumak için nefesine muhtacım.

Bilsen neler verirdim bakışlarından o kederi silebilmek, sana itimadın hazzını yeniden verebilmek için...

Lakin öyle bir tufana yakalandık ki, birbirimize kavuşmak için çekiştirdiğimiz kement boğuyor bizi...

Mübadele garında saadet ülkesine kesilmiş iki biletle mecalsiz bekleşiyoruz.

Kudretim olsa, seni bu harabe istasyondan kapar, koştukça yelelerinden takvim sayfaları uçuşan bir kısrağın terkisine attığım gibi, o çok sevdiğin ihtişam romanlarının mağrur asrına taşırdım.

Soyunurduk bütün o delik deşik kostümlerimizden, boyası akmış maskelerimizden... mecburi rollerimizden...

"Devamsızlık yüzünden" tarihten kovulmuş iki muzip çocuk gibi, azad olurduk kendimizden... Benim boynumda alıçtan kolyeler, senin tebessümünde sümbülden gamzeler; çözüp dudaklarımızın mührünü, iç çekişlerimizi toprağa gömer, her akşam ilk sana gülümseyen yıldızına ip dolayıp keyifle ayaklarımızı sallandırırdık dünyaya...

Dilimizde, "kavuşmanın tadını/ayrılık feryadını" taşıyan bir şarkıyla...

Uşşak makamında...


Can Dündar
 
Ben YARİM HAZİRAN kitabını okumuştum ve gercekten etkilendim biz daha iki kelimeyi dogru düzgün toparlayıp yazıp konusamazken adam öyle betimlemeler öyle cümleler kuruyor ki şaşırıp kalıyor insan üstüne üstlük hayranda oluyor. Türkiye'nin ellerimizdeki parmak sayısı kadar olan seviyeli gazeteci-yazardan sadece bırı
 
'Yarim Haziran' çok güzeldir. Ondaki bir cümleyi hiç unutmam 'ne gözümü alabildim, ne göze alabildim...' Bir de 'Hayat ve Siyasete Dair' de topladığı yazıları çok iyidir, belli bir düzen içinde peşpeşe okuması zevkli.
 
jenesaispas demiş ki:
'Yarim Haziran' çok güzeldir. Ondaki bir cümleyi hiç unutmam 'ne gözümü alabildim, ne göze alabildim...' Bir de 'Hayat ve Siyasete Dair' de topladığı yazıları çok iyidir, belli bir düzen içinde peşpeşe okuması zevkli.
"Katran karası bir geceyi Haziran bulutlarının arasından yararak, avuçlarında kıpır kıpır yıldızlarla odamın penceresini tıklattı dolunay...
"Sana samanyolu getirdim" dedi ve bütün gökkubbeyi yeryüzüne indirmiş gibi mağrur, gülümsedi koltuğumun başucunda...
Ayla yıkanmanın keyfini sürdüm bir müddet...
Sonra penceremi açıp onu içeri aldım.
Dolunay, samanyolundan ışıklarla eteklerinde; "Haydi" diyordu penceremin dibinde; "Haydi... ebedi baharın ülkesine..."
Lakin dolunaya inat; öylesine bitkin ve naçar ki hayat...
... kopamadım akşam haberlerden, dünyevi kederlerden...
Açıp penceremi, salıverdim dolunayımı, Cahit Külebi'den bir şiir fısıldayarak kulğına:
"Bir gün geleceğim/ alıp şu başımı/ bir gün geleceğim/ belki de Haziran/ bulacak naaşını/ belki de Haziran..."
Haziran, bir ozanın naaşını kaldırırken, dolunay samanyolu boyunca efsunlu yıldızlar saçarak uzaklaştı.
Bakakaldım peşinden...
Ne gözümü alabildim, ne göze alabildim... "
 
Geri
Üst