Raporluyorum

yaw sen daha twitter'da beni takip etmeden nasıl twitter'ını kapatırsın be adam diye sorarım bana. bunu "ulan nasıl olur da beni takip etmezsin" anlamında sormuyorum, "beni takip etmeye başlasan twitter'ına kapatmazdın, güzel gelirdi" anlamında soruyorum ;) :p :)
twitter'da takip ettiğin kişiler çok önemli, düzeyi onlar üste çekip yine onlar aşağıya indiriyo, çok boş adamlar da var çok düzeyliler de, öyle can sıkılacak bir yer değil lakin ilk kullanıcılara anlamsız gelebilir kabul ediyorum, keşke biraz daha şans vereydin ve beni takip etmeden bırakmasaydın :)
 
Gençliğimizde mail denince akla ilk gelen hesap Yahoo idi, hatta insanlar birbirlerine "yahoon ne olm, yahoonu söyle bana" derlerdi mail adresi isteyecekleri vakit. biz de o dönem bi tane açmıştık bundan 9 yıl önce.
daha sonra büyüdük, üniversitelere gittik, işe güce karıştık, daha resmi isimlerle daha formal yerlerden mail almaya başladık.
yahoo mail adresimi bu zamana kadar hep zamazingo işlerde kullanmışımdır, işte ne bileyim bi yere üye olurken veya bir oyun oynarken, v.s. (oyun dedim de yahoo'nun bilardo oyunu müthiş bir oyundu, cd oyunları da dahil onun gibi bi bilardo oyunu yoktu, şimdi var mı bilmiyorum, tek oynadığım oyun fifa zati).
bu yahoo mail hesabıma hep bakarım arada, spam'leri filan temizlerim, bazen açar eski maillerimi okur gülerim, v.s. (ulan bu mailimle Antalya'da tanıştığım Rus hatunlarla bile konuşmuştum ahahaha).
dün uzun bir aradan sonra bi gireyim dedim yine bizim yahoo'ya, ülen parolayı doğru girmeme rağmen bana fi tarihinde öylesine oluşturduğum ve cevabını afedersiniz sikseniz hatırlayamayacağım bi güvenlik sorusu soruyo, birkaç defa attım kafadan bişiler, hiçbiri tutmadı ve 12 saatliğine hesabım kitlendi. bu sabah yine baktım kilit kalkmış lakin o gerizekalı güvenlik sorusunu (what's your oldest child's nickname?) hala sormaya devam ediyor, bakın üzerine basa basa söylüyorum parolamı doğru giriyom, hatta acaba yanlış parola girsem ne bok yicek diye merak ettiğimden bir kere yanlış parola girdim, bu sefer "invalid password" uyarısı verdi, yani bu bile parolamı doğru girdiğimin göstergesi.
2 gündür google'ı taraya taraya bi hal oldum, bizim türk forumlarında zaten adamakıllı bi cevap yok, çoğu daha konuyu idrak bile edemeden yersiz öneriler getirmişler.
sorunu ingilizce google'layıp öyle araştırıym dedim, bu sorundan müzdarip epey insan varmış, hatta elemanın bi tanesi yahoo'nun müşteri hizmetlerini arayıp yahoo'nun bu sorunu çözmek için 200$ istediğini bile yazmış, hatta elaman mesajının sonunda "kiss my ass yahoo" gibi bişiler yazmış :)
müşteri hizmetlerini arayabilsem ben de arayıp şöyle güzel bi küfür etmek istiyorum lakin öğrendim ki ilgili numara sadece abd ve kanada'dan aranabiliyormuş.
yani inanılır gibi değil, doğru parola girdiğim bir maile erişemiyorum.
akıllara ya diğer maillerde böyle birşey başımıza gelirse ne bok yicez sorusu geliyor.
o yüzden siz siz olun önemli addetdiğiniz maillere ikincil bir mail adresi oluşturunuz, yani parolanızı unuttuğunuz veya yukarıda anlattığıma benzer hadiselerde, bu oluşturduğunuz ikincil maillere bir kod geliyor, o kodu girip parolanızı sıfırlayıp kilidi kaldırabiliyorsunuz.
lakin her mail hesabı bu ikincil maili ister mi, mesela bazıları kodu telefonlara filan yolluyor veya direkt bu yahoo gibi güvenlik sorusu soruyor.
yani teknolojiden bazen nefret eder noktaya geliyorum, bir mail hesabı için bu kadar veriyi kayıt altına alıyor olmak tam bir işkence.
teknoloji ilerlerken bunun sağlayıcıları olan insanların biraz daha vizyoner düşünmeleri lazım, bu kadar sikimsonik ve kullanıcıyı mağdur eden tedbirlerden uzak durmalılar; bu, kaş yaparken göz çıkarmanın çok ötesinde olmayan bir hadisedir.
 
Bugün 8'de evden çıktım ve işe gittim. Akşam 18.30 gibi eve geldiğimde ise evi hafif dağıtılmış buldum. Hırsız girmiş. Hiçbirşeye dokunmamış, sadece nakit para aramış, bulamayınca 2 çift ayakkabı ve 6 şişe içki alıp gitmiş. Eğer okuyorsa buradan kendisine teşekkür ederim. Ne bişeyi kırmış, ne eve zarar vermiş, ne bilgisayara ne projeksiyona ne de müzik aletlerine hiçbirşeye dokunmadan çıkıp gitmiş evden.

Polis çağırdım, hırsız yangın merdiveni kapısından girmiş. Diğer kapıları da yoklamış. Herhalde piyango bana denk geldi. Şikayetçi olmadım. Olsam değişecek bişey yok. Bulsam elime geçecek birşey yok.

Eve girdiğimde salonun camı açıktı. kaloriferi genelde düşük ayarda tutarım ve ev kışın dışardan geldiğinde sıcak gelir. Benim düşüncem bu hırsız vatandaş muhtemelen amfetamin gibi bir uyarıcı madde etkisindeydi ve yan etki olarak vücut ısısı, nabzı ve tansiyonu olması gerekenin çok üstündeydi ve belki de beni de kurtaran şey genellikle bu tür maddelerin etkisi olan aşırı bir odaklanma durumundaydı (nakit para, altın gibi) Dolayısıyla içerde olduğu süre boyunca diğer hiçbir uyaran onun ilgisini çekemedi. Bu noktada şükretmek lazım.



Son söz,
Kilitler namuslu insanlar içindir.
 
Monitöre bakarak, bu kelimenin anlamını biliyor musun? diye sordu. Anlamını bilip bilmediğimi öğrenmek için değil, beni yermek için sormuştu bunu. Sabaha karşı 03.30'du ve karanlık odamda oturuyorduk... Bedava tekila ve biraz hatır için gittiğim -sözde- mayıs şenliğinde, etraftan bunalınca aynı karanlıklıktaki boş bir sınıfta öpüşmüştük ilk kez, o yüzden alışkındık birbirimize karanlıkta bakmaya.

Biliyorum ama bir de senden duyayım, diye cevap verdim. Yazık ki, Chuck Schuldiner'ın yazdığı Misanthrope şarkısını, dünyayı -henüz- hakkınca algılamaktan uzak ve özenti dürtüleri içindeki bir ergenin internetin ufak bir köşesinde karaladığı bir şey sanmıştı. Buna mı, yoksa önündeki viskiyi kola katarak içmesine mi yanayım, bilemedim o an. Konuyu değiştirmek istedim, hadi gel köpekleri besleyelim, dedim. O zamanlar kedilere bu kadar düşkün değildim, köpekler çok daha baskındı.

Hangi köpekler ya?, dedi; inanın ki o an "ya"ya eklediği vurgudan, başka bir şeyler konuşma niyetinde olduğunu ama konuya giriş yapmak için -kendince- doğru zamanı beklediğini anlamıştım. Biliyorum genelde filmlerde olacak tarzdan bir şey ama anlamıştım lan işte. Şimdiki kadar olmasa da, o zamanlarda da kafama taktığım en önemli şeyler arasında ilişkiler yoktu, o yüzden, "ne zaman isterse o zaman söylesin" diye düşündüm ve konuyu kendi istediğim istikamete doğru uzaklaştırmaya devam ettim.

NBA'e sabahladığım gecelerden birinde, ciğerlerimi yakan alkolün sesini bir nebze olsun kesebilmek için yaktığım sigaramı pencereden tüttürürken fark etmiştim; sitenin yanında yeni yeni başlayan inşaatın arsasında 3-5 tane köpek toplanmaya başlamıştı geceleri. Tellerden girip çıktıkları yırtığı ben keşfedene kadar, mahallenin tüm köpekleri bölgeye gayet dakik kıvamda ve düzenli katılım göstererek, ufak bir "Planet of the Apes" kolonisi oluşturmuşlardı bile.

Bazı geceler olur, dertle neşe karışıp ambale eder seni; işte o zaman dersin ki, "bu köpekler çükümü bile kapsa ben tekele inip nevaleyi tazeliyorum". Mahalle eşrafının çoğu tırsıp, sokaktan geçiş vakitlerini köpek arkadaşlarımızın volta saatlerine göre ayarlamışken, kararlılığımı ve masumiyetimi hissettiklerinden midir nedir; geceleri ine ine, gel zaman git zaman alıştık birbirimize... 3-4 köpek eskortuyla çöp toplayan abilere dönmüştüm ama bir-iki ufak farkla: Hedefim konteynırlar değil marketti ve yanımdaki tayfam 15-20'den fazlaydı.

Gece yürüyüşlerimiz sessizliği bölüyordu sokaklarda. Daha doğrusu, onların yürüyüşü... Patiler gecenin sessizliğinde asfalta vurdukça çıkan sese gerçekten alışmıştım. Bu öyle bir şeydi ki, o pati sesleri sayesinde geldiğimi anlayan tekeldeki kardeş, benim nevaleyi ben dükkana girmeden hazır etmeye başlamıştı. Yok lan yok burası şaka, o zaman da aklıma gelmişti ama olmadı, o kadarını yapamadık ahah. Yani sizin anlayacağınız; şahitlik edenim olmasa da, bara girip Lorraine'e açılmadan hemen önce "bana bir çikolatalı süt" diyen George McFly karizmasının üzerine çıkmaya ziyadesiyle yaklaşmıştım usta.

İşte bu köpekler, dedim. Ona bu kadar ayrıntılı anlatmadım ülen, kıymetimi bilin. Anlamasını beklememiştim, şimdi gecenin bu saati soğukta aşağı inip köpek mi besleyeceğiz, diyerek hoşnutsuzluğunu ve bu teklifimi ne kadar saçma bulduğunu belli etti. Oysa ben soğuk adamıydım, soğuğu severdim be... Kendince bu manasız teklifim beklediği kıvamı oluşturmuş olacak ki, konuyu en sonunda açmıştı. Bir konudan uzaklaşayım derken, bir diğerine zemin hazırlayışım bilinçaltımın bir katakullisi miydi, orasını bilemiyorum artık: Takdir kamuoyunun.

Nasıl olacak bu işler abiler diyen Karşıyakalılar gibi girdi mevzuya. Helal be devam et dedim, durdurasım gelmedi. Hani biraz da, Çarıklı Milyoner'de, mahkemede kendini savunmayan Kemal abi haline bürünmüştüm. Neyse...

Niyetim, "ben çok üzüleceğim sandı/üzülmeyince efsane göt oldu" intibası yaratmak değil ha. Alışmıştık zira başarısızlıklara, yağmurlu havalarda 0-0 biten bozuk zeminli deplasmanların vasatlıklarına... Saydı saydı saydı; dur ulan dur dedim en sonunda. Şu işi birbirimize bok atarak değil, azıcık dürüst olarak bitirelim: Sen de, ben de eşit derecede yüzeyseliz; kadın da, erkek de eşit derecede yüzeysel. Çıkarlarımız ağır bastı birlikte yürüdük - Yürürken ayağımıza ağrı girdi yürümeyi bitirdik. Hepsi bu. Hayat bu.

O kelime ne demek biliyorum anam, dedim. Benden olmamı istediğin kadar gösterişli değil ama temelden ne olduğumuzu anlatacak kadar dürüst.

Sonra, tutun olum! diye bağırdım, köpeklere parçalattım şırfıntıyı.
 
yeni romana başlarken ileride anlatacağı temel konunun ortasından alakasız ve okuyucuyu hemen meraka sokmaya çalışıp biraz da kafasını bulandırmaya çalışan yazar profili var sende yeğenim :p :)
 
Dün akşam ahırdan beter sıkışık haldeki 49 ile eve dönerken gördüm ansızın.

O, daha fazla kişinin binemeyeceğini düşündüğümüz, yok artık başka nereye alacak bu kaptan diye aslında pek de geçerli olmadığını içten içe bildiğimiz serzenişlerden birini yapıp; aynı anda da durağın pas geçilmesi sonucunda dışarıda kalacak olan potansiyel yolculardan yana vicdan azabı çekme hallerine girmek üzere olduğumuz saniyelerden biriydi. İlk o an fark ettim.

Biraz zaman geçtikten sonra, camın buğusu ve ıslaklığı tam olarak nerede olduğumuzu görme noktasında işimizi olabildiğine zorlaştırırken, durağı kaçırmamak amacıyla serbest atış sırasında hücumcuyu box-out eden basketbolcu triplerine girmiştim ki; aynı anda, yani şu duraktan da binen olmasa diye düşündüğümüz dakikalarda olsa gerek, göz göze geldik 2 saniyeliğine.

Başka nereye sıkışacağız mnaki düşüncesi, havalı kapının o meşhur açılış sesiyle birlikte enseye inen ani bir şaplak haylazlığında yok olup gidiverdi birden. "Toplum" olarak en "toplu" empati anlarımızdan biridir bu, kayıtlara geçsin. Bu şehrin otobüslerinde, her zaman biraz daha fazla yer vardır.

Kapının içe doğru açılması nedeniyle öne doğru kaykılmıştık çaresiz; lakin bu öyle bir kalabalıktı ki, duraklara yaklaşıldığında kapı ışığını kontrol ettikten hemen sonra kapının açılış açısını hesaplayarak pozisyon alan biz 30 küsür senelik İstanbul kaşarlarını dahi çaresiz bırakmıştı. Yoksa, ayıbettiniz, kapı açılışlarında ilk dürtümüz her zaman omuriliğimizi korumak olmuştur; İstanbul adama bunu öğretir.

Neyse.

Uzun zamandır böyle bir çift göz, böyle bir bakış görmemiştim. Çok değil, 2 saniye göz göze geldik ama gerçekten etkilendim. Sigarayı bırakıyorum dedim, götüm başım oynamadı tak diye bıraktım. Söz vermek göt vermeye benzemez yani, idrakindeyiz her daim... Benzer iddiada bir sözü de, bir daha aşık olmam ülen diyerek telaffuz etmiştim çok seneler evvel. Ha, bu hissizliğin de zaman zaman insanı yorduğunu kabul edecek kadar delikanlıyız ama.

Yolun devamında, 30 saniyede bir kendimi tutamayarak kaçamak bakışlar attım. Kötü değildi lan niyetim, o hengamede güzel ve gönlümü açan bir şeyler görmek istiyordum sadece. Yoksa, Rust Cohle abimizin dediği gibi, pesimist sayılan realistim olum ben; bu yarım saat-45 dakikalık kısmi münasebetin kırlarda el ele dolaşılan bir manzara haline gelmeyeceğinin zaten hali hazırda bilincindeydim.

Gelin görün ki, duyduğum bir başka ses sayesinde tüm bunlardan irkilip kendime gelişim de en az o kapının açılışı kadar ani ve "şaplakımsı" oldu... Ne yapalım kader utansın, sonuç olarak biz halen daha sözümüzdeyiz:

"Bir sonraki durak: Kağıthane Garajı"
 
Ulan bu Naarden nasıl bir yermiş arkadaş, işe bak herifler resmen "map" yapmış içinde yaşıyor, kafayı yedim burda. Vay vay vay vay vay.

Ayrıca 20 numara, Stewie'nin Tom Bosley'e bağırdığı tren (bakalım Family Guy'cılar yaşıyor mu).
 
Bu dünyadaki hüzün ve sinir karışımlarının best of'unda, altın karmasında, all-star'ında; hiç şüphesiz ki "açılmayanlar" gayet haysiyetli bir noktadadır. Tersini iddia edenle bilmiyorum nasıl anlaşırız.

Ton balığını açarken elinizde kalan o tutacak, dahası onun koptuğu O an, kopuş sesi; akabinde bastıran sinirin açlığı daha da körüklemesiyle birlikte konserve kapağına çatalla girişme, sonrasında en az zift kadar yoğun ton balığı yağının üstüne başına bulaşması... Bu nasıl bir zulümdür yarab?

Biranın ağızdaki aroması dağılmadan ağzına atmak istediğin nevaleye ulaşmanı engelleyen, sana inatla ve sabırla mukavemet eden tuzlu fıstık pakedi; sen yalnız başına takılırken çıkardığı tüm hışırtıyla hemen yan banktaki çiftin meşk dolu diyaloglarına limon sıkıp sana saydırmalarını sağlayan cips poşedi (gerçi kim bilir, belki de açacağı muhabbet kalmayan oğlanı girdiği bu azaptan kurtarmışızdır); sarmalayayım da tazecik kalsın - akşamına tekrar gömerim mottosundan hareketle barbunya tabağına streç çekmek isterken yamulan ve bir türlü düzgün kesilemediği için yarısı boşa harcanan streç filmler - ve/ya daha kötüsü, düzgün kestim yanılgısıyla kuzeybatısı açıkta kalarak dolaba konan yemeğin tadının kaçması...

Bak, bunca senelik hukukumuzun yüzü suyu hürmetine insaflı davranıyor ve altına etmek üzereyken piçlik yapan tuvalet kağıdı kolisine değinmiyorum bile. Gerçi bu riske karşılık kendi sistemimi geliştirmiştim, bilen bilir... Hazır elim değmişken o corn flakeslerin de allah cezasını versin.

Açamıyoruz abi. İtinayla açamıyoruz.

Serenity now, serenity now.

 
bi gün üçgen kasa bi gitar satıyorum.. bir arkadaş Kocaeli'nden arıyorum ben dedi. bir pazartesi istanbulun diğer ucundaki evime gelip gitarı aldı gitti. Ertesi gün yine aradı, -abi ben amfiyi de beğendim, satarmısın; -satarım" .. tekrar taa Kocaeli'nden şehir hatlarıyla İstanbul'un serengetisindeki evime geldi, amfiyi sırtladı gitti... bu ne iman arkadaş..
 
Sigara hakkında duyduğum en ilginç olayı raporluyorum.
Benim dükkanın olduğu apartmanın alt katında yaşayan yaşlı bir amca var, ismi Hüseyin. Hüseyin amca bazen bir demlik çayla çıkar gelir, laflarız. Benim için de iyi bir ara olur. Laflarız derken o anlatır ben de dinlerim.
Bu akşam çayı dükkanın önündeki ufak bahçenin duvarının üstünde içiyoruz. Hüseyin amca bin bir küfürle söylene söylene sigarasını çıkarıp yakıyor. Dedim ki "E bırak madem sigaryı bu kadar küfredeceksen". "Mümkün değil dedi, bırakılmıyor"
Doğru. Ben sigarayı bırakabilen görmedim. Bizim Cenker, bir ara bırakmıştı bir ay kadar. "Tamam" dedi bir gün. "Demek ki istediğim zaman bırakabiliyormuşum" Sonra nasıl olsa bırakırım özgüveni ile tekrar başladı. (Sonra yine bıraktı, 2 yıldır içmiyor, ama başlayacak)
Hüseyin abiye dönelim. Anısını anlatmaya başladı. 50 sene önce Erzurum'un Tipili köyünde dağda çobanlık yapıyor. Henüz çocuk. Bir de aynı köyden çobanlık yapan bir abisi var, onun adı da İmdat.
Dağın başında sürünün başındayken bir gün İmdat'ın sigarası bitiyor. Adam yere çöküyor. Hüseyin'e "Al köpeklerin birini, köye in bizim evden sigara kap gel bana" diyor ve küt bayılıyor olduğu yerde. Hüseyin şokta. Hemen koşa koşa köye iniyor. Kapıyı çalıyor. Kapıyı açan İmdat'ın abisi Hüseyin'i ve köpeği görünce telaşlanıyor İmdat'a bir şey mi oldu diye. Hüseyin olanı biteni anlatıyor.
İmdat'ın abisinin atına atlıyorlar. 1 saatte gelinen yoldan on dakikada hızla geri dönüyorlar. Abisi bir sigara yakıp kardeşinin ağzına üflüyor. İmdat aksıra tıksıra kendine geliyor, ayağa kalkıyor.
"Vay anasını" dedim Hüseyin abiye. "Bu sigaradan başka bir şey olmasın? Esrar falan?" "Yok" dedi, "Esrar bizim oralara 63'te geldi"
Nokta atışı tarihi bu kadar kesin nasıl bildiğinin üzerinde fazla durmadım. Çay da güzeldi.
 
Ben bıraktım abi. 17 sene içtim, bu temmuz ayının başında tek seferde bıraktım. Bir daha da içmeyeceğim. Keza böyle bırakan teyzemi ve rahmetlik eniştemi bilirim, beraber bırakmışlardı evlendiklerinde.

Ha bırakamayan da var evet, babam en büyük örnek, karıştırıp karıştırıp içiyor bir de marka gözetmeksizin. Gençliğinde ağzına saf nikotin damlatmışlar yine çare olmamış. Bu Hüseyin abinin hikayesi de enteresanmış... Şu aralar en büyük isteğim anneme bıraktırabilmek. Az da olsa içiyor.
 
Adıyaman'ın "Hıtap" diye kavurmalı bir pidesi var, bu öyle basit bir kavurmalı pide değil, içinde soğan, maydanoz, baharat ve yanılmıyorsam biraz salça da var. Gerçekten enfes bi pide, bu zamana kadar bunu nasıl yememişim veya denk gelmemişim diye şaşırmıştım yerken, sonra hesabı öderken İstanbul'da sadece o tesadüfen yediğim yerde olduğunu öğrendim dükkan sahiplerince. Dükkanın ismi de "Hıtap" idi, uzaktan lahmacun ve pide salonuna benziyor du, ben de zaten lahmacun yiyim diye girmiştim :)
Ve evet mekan da o herkesin aşağıladığı hor gördüğü Bağcılar'da, ne etti len bu Bağcılar size, adamlar memleketin hiçbir yerinde yiyemeyeceğiniz birşey yapıyorlar ve fiyatı gayet uygun, yarım yiyosun doyuyosun çok aç değilsen, yarım hıtap 6 tl, bir de yanına 1 tl'lik küçük ayran iç olsun bitsin hem ekonomik hem lezzetli, sahiplerine de burdan selam ediyorum, adamlar bir de bana lahmacun ikram etmeye çalıştılar, utandım valla, güzel insanlarmışınız vesselam :)
 
başıma birşey gelmeyecekse şu Aksaray-Havalimanı metro hattına yeni açılan Yenikapı durağının acaip faydalı birşey olduğunu söylemek isterim, tam bir entegrasyon noktası olmuş, Marmaray'a ve devamında Kadıköy-Kartal hattına, Hacıosman-Taksim hattına aktarma yapabiliyosun artık Yenikapı'dan, bir de sanırım direkt Kirazlı'ya giden bir hat çıkarmışlar, ordan Başakşehir-Kirazlı aktarması yapıyorsun.
Yenikapı durağı tüm bu zincirleri birbirine bağlayan çok kritik bir halka olmuş, bizzat deneyimleyince insan hakkatten rahatlığı anlıyor.
 
Bursa' da vakti zamanında bir metal konseri öncesi eleman sahneye çıkar ve size solo atayım mı diye bağırır ahaliye. Ahali de at! diye bağırır. Eleman bir poşet Solo peçeteyi sahneden izleyenlere savurur. Ülkemiz güzeldir.
 
yakında "çişim geldi" başlıklı konular da açılacak herhalde foruma, Her Telden forumunun elbirliğiyle içine ettiniz, tebrikler...!
Moderasyon zaten sallamıyor burayı, kullanıcıların da billurları birbirine denk şekilde hoyratça alakalı alakasız başlık açmaya devam ediyorlar.
Burada bir Gündem forumu, Spor forumu vardı bi ara, oralardan buralara geldik, eski kullanıcılar zaten uçtu gitti, bizlerin de artık bakası bile gelmiyor, ne zaman baksam bi yığın geyik başlık.
Afferin bravo...!
 
Aynen öyle, hatta bu hale dayanamayarak bir kaç ay önce gördüğüm en saçma başlıklardan birinde patlamıştım da, moderasyondan uyarı yemiştim. Ki senin dediğine yakın bir başlıktı o.

10 küsür senedir sanırım ilk kez bu cümleyi kuruyorum; gerçekten benim de keyfim kaçtı... Yalnızca senelerin alışkanlığından bakıyorum, raporlamak bile gelmiyor içimden. Çok güzel insanlar tanıdık buradan, hayatımızda her daim yer alacak insanlar; fakat her dönemin bir sonu oluyor sanırım.
 
9-10 yıllık alışkanlığımızdan bakıyoruz zaten son 2-3 aydır, bir sürü gereksiz saçma sapan başlıklar açılıyor ve rağbet görüp başlık devam ediyor. sanırım bizde bi bokluk var, çoğunluk memnun demek bu durumdan. moderasyonun zerre iplemediğini biliyorum, eski gelenek zaten yok ama en azından 3-5 satır düzeyli birşeyler okuyup yazıp çizmek için hala ideal yerlerden biri olarak gördüğümüz bi yerdi burası, komple bitti şimdi...!
 
Az önce girdim ne kadar çöp başlık varsa açan arkadaşları teker teker engelledim. Biraz daha sade bir görünüm kazandı forum, tavsiye ederim.
 
Geri
Üst