Raporluyorum

Aslında şaşıracak birşey yok. Azınlığı reddetmek insan toplumunda çoğunluğun refleksidir. O yüzden bu kadar yasa ve düzenleme var. Adam kendini çoğunluk olarak gördüğünde biz demeye başlıyor ve kendince doğru olan herşey toplumsal değer olmuş oluyor. Buna uymayanı da güç durumuna göre ya sindirmeye kalkıyor ya da uyarıyor. Din, dindarlık yerine ortak paydada buluşturabilecek başka birşey de koysanız sonuç aynı.

Hoşgörü kelimesini sevmiyorum. Hoşgörmek bir insanın yaptığını onaylamamayı, fakat yine de o işi yapmasını görmezden gelmektir. Hoşgörü karşındakine üstten bakmayı ve kibiri içinde taşır. İnsanlar birbirine hoşgörü değil saygı göstermeli.

Böylelikle çıt çıkmayacak.

http://www.59saniye.com/vatikanda-cit-cikmayacak-burada-diye-bagiran-turk/
 
günlerdir ışid denen yamyamların konuşulduğu ülkede şu fotoğrafın yayımlanması bile tepki çekmiş, "skandal" olarak yorumlanmış.

http://www.haberself.com/h/8985/

buna "çarpılcaksınız günahkarlar" tarzında eleştiriler getiren adamların ışid kafasının sadece bir tık altını yaşadıklarını düşünüyorum.
kandil'de alkol mü içilirmiş, sana ne be dalyarrak, o senin kandilin, adamların inanmayışlarına neden takılıyorsun bu kadar, konserine gitmezsin, içki içmezsin, bir daha dinlemezsin olur biter, sen o ortamda değilsin ki sana ne?

daha dün şu ışid'in musul'da yayınladığı manifestonun altına imza atacak kaç kişi çıkar diye düşünmüştüm bizim ülkeden, kendi kendime en az % 10 demiştim, şimdi şu fotoğrafı bile yanlış bulan metalcilerden sonra çok iyimser olduğuma kanaat getirdim.
Sanırsın ki Pentagram kandil günü yoldan çevirdikleri mü-min'lerin gırtlaklarından aşağı zorla alkol döküyor. Len olm içki içmeyenler ölünce ne güzel hurilerle gurup taklırken bu Pentagram ise Cehennem'de odun taşıyacak zaten. Sen Allah'a niye Facebook'tan karışırsın bre zındık? Allah bilmez mi işini? Töbe töbe.
Not: Alkol kandil günü değil her gün haram kılınmıştır.
 
Kutay'ın ilk yazdığı paragraf zaten toplum psikolojisini anlatması bakımından son derece doğru.
hoşgörü'yü nasıl tanımladığına göre değişir hoşgörüyü değil de saygıyı baz alma durumu. ben mesela hoşgörülü olduğum insana saygı da duyarım, saygı duyuyorum ki hoşgörü gösteriyorum, ayrıca her hoşgörü gösterdiğin şeyi aynı zaman da onaylamadığın anlamına gelmez hele ki bu inanç meselesi ise. inanç zaten onaylancak bir öğreti değil, ya inanırsın ya inanmazsın, bu kişinin şahsından başka kimseyi ilgilendirmez, ilgilendirmemeli. İlgilendirmediği zaman birarada yaşayabilir farklılıklar yoksa sürekli kültürler ve inançlar birbirlerini ezme telaşına düşer.
 
Bugün ilk kez bir denemeyle sabitledim; Mecidiyeköy-Beşiktaş tam 40 dakika.

Hayvan gibi trafik + kalabalık otobüsler + toplu taşımaya zam... Ulan; yürümek hem daha sağlıklı, hem de bedava. Hele kulakta müzik de varsa, zevk. Yürüyün.
 
dur ben tahmin ediym hangi istikametten yürüdüğünü, Cevahir'in yanından Ortak'lardan girmiştir, ordan Fulya'ya devam etmiştir, evlendirme dairesine çıkıp şair nedim'den aşağı salmıştır kendini, ordan ver elini köyiçi ;) :)
 
Pardon biraz geç bakıyorum.

Öyle yürümedim, o güzergahı değerlendirmiştim aslında ama fazla dolambaçlı olacağına karar verdim... Eski Sami Yen önünden, Divan Otel üzerinden Barbaros'a çıktım. Barbaros'tan aşağı saldım kendimi : )

Fulya tarafı hem dolambaçlı hem de yol, kaldırımlar diğer taraf kadar güzel değil. Yürüme süresi de hemen hemen aynıdır diye düşünüyorum... Yürümeye başladığımda 18.05'ti, başlangıç noktam Ortaklar, Sampi'nin oradan çarşıya girerken 18.45. Fulya'dan yürünse de aşağı-yukarı bu kadar sürer bence.
 
Bazen olaylara biraz gizem süsü verip, insanlarda biraz da rüşvet dürtüsü uyandırayım derim de; olmaz, beceremem. Elini yavaşça sok ve al

Var bizde böyle; herkesin çat-çut yaptıklarına akıl erdirememe, toplumun genelinde "biliniyor" kıvamında olduğu için bizim de insanların gözünde "biliyor" sayıldığımız şeylerden yana daralma durumları filan. Çocukluktan kalan, ta o yıllardan sinen korkularımla ben ne ticari atılımlara ne de patron olma sevdasına yelken açamadım, açmak da istemedim.

Ha korkum vardı da birikimi değerlendirmedik olayı değil, para var gibi konuşmayalım; yok, orası ayrı. Çocukken aile fertleri o şekil takıldı, büyümüşken hayatımıza bir dönem başka bir yerde girmiş olan insanlar o şekle geldi; biz yine arada kaldık. Sıçtı batırdı gerçi çoğu... İş yerine 10.30'da giden genç patron mu olur lan? Alıverirler adamın aklını, para hiç kimseyi iş insanı yapmaz. Yapar da, tek başına devamlılık sağlamaz.

Adam para yatırıyor, bir yer açacak, oh öyle kolay hallediyorlar ki... Ben onun yerine sıkılıyorum; lan diyorum bunun belgeleri/izinleri nedir? Nereden-nasıl alınır? Daralıyorum geri çekiliyorum. Bir başkası bakkaldan bira alır gibi ev/araba alıp satıyor, dışarı çıkmışız bana anlatıyor; lan ben hayatımda bir kere araba sattım, az kaldı bağıracaktım "şu arabayı yarı fiyatına bıraksam evrak-devlet işlerinden kurtarmaz mı beni?" diye... İnsanlar alışmış, biz dışarıda kalmışız yemin ediyorum. Kim bilir, o yüzden büyük adımlar atamadık belki de.

Senelerdir düzenli şekilde ayda bir gittiğimiz bankaların raconunu ezberleyemedik oğlum daha, hala daha sıkıntı basıyor her ay yaptığım şeyi yapmaya gidince, neyin işletmesini açayım? Vergi levhasını nasıl çıkartacağımızı bilemeyiz de, onun yerine Alex Skolnick posteri asarız biz. Adam sakalının yolunu yapmaya çalışırken anlamayız da, yazık acıktı herhalde diye un helvası ikram eder hepten rezil oluruz.

Bozar bizi kısacası bu büyük işler, bozar.
 
Son düzenleme:
Her şey bu pazartesi günü şirketteki kadınlardan birinin çocuğunu beraberinde işe getirmesiyle başladı... Her fucking şey (bizde niye İngilizce gibi kelime aralarında küfür olmuyor lan?)

Günahını almak istemiyorum, belki de mecburiyetten getirmişti... Ama sonra ne oldu? Sorsanıza oğlum bir ne oldu? SORUN LAN! İnsan ve özellikle de kadın gerçekten değişik bir yaratık beyler... Ya da bilmiyorum bizde bir sorun var. Kadın çocuğunu getirdi, abartmıyorum 70 kişi filan toplandı başına, sanırsın promosyon sucuk dağıtılıyor...

Bir meşale yakılmadığı kaldı; agucuk gugucuklar, sevgi gösterileri, çığlıklar, fıstık almalar; koridorda yürüyemiyoruz yani o derece ama aaa bir de baktım ki anne bu durumdan gayet hoşnut. Ulan benim çocuğumu (ki çocukları sevmem, hazır değilim bu işlere) öyle saracaklar, Gannicus gibi yararım imanıma, allahın elini yıkamayan insanlarına ne sevdireceğim bebeğimi?

Dur daha yeni başlıyoruz.

O kişi, dediğim gibi belki o gün mecburiyetten getirmişti çocuğunu beraberinde; fakat şundan adım gibi eminim ki o gün çocuğun gördüğü ilgiyi şirketteki bazı diğer anneler görüp kıskandı; ve takip eden günlerde -bugün dahil- bir baktım ki patır patır herkes çocuğunu yanında işe getiriyor, millete gösterme derdinde. Yoktu daha önce böyle bir şey, tesadüf olduğuna inanmak da saflık olur. Lan çocuk şurada herkesin uzattığını yese var ya midesi çatlar, cinayet olur burada. Bebedir görür yer yani.

Nişanlanmış olan genç erkek ve kadınlar da bu duruma en çok ilgiyi gösterenler arasında. Çocuğa yemek yedirmeler, kucağa alıp tüm katları dolaştırmalar filan... Yani "ben bu işe ilk adımı attım, bakın çocukları da seviyorum, hazırım ve hakkını vereceğim" mesajı bu. Alpay'ın milli marşı söyleme şekli gibi istekliler lan işte, daha önemlisi bu istekli ve göreve hazır hallerini çevreye göstermeliler, anlasanıza!

Ya bak bu normal değil, yani gerçekten normal değil. Nasıl bir hırs, nasıl bir kanıtlama ihtirası lan bu? Öyle triplerdeler ki, sen bu çocuğu bu kadar seviyorsan cüzdanında fotoğrafını bulundurman lazım diyesim geliyor. Daha önce söylemişimdir, ben hep kendimi ve kendi hissettiklerimi sorgularım önce; ama burada kararı veriyorum kimse kusura bakmasın... Yeni aldığı bileziği gösterir gibi çocuklarıyla yarış yapıyorlar, "aha ben de doğurdum, ben de maddi-manevi güçlü bir erkeği kendime bağladım" demek istiyorlar çevrelerine.

Hayatları bu denli başka insanlara göre, başka insanlar için, boş algılar yaratma uğrunda yaşamak ne demek? Nasıl bir iş?
 
işyerine akraba, çoluk çocuğun getirilmesi kadar saçma az şey vardır. eşin dostun tanıdığın ordan geçiyorken gelir sana uğrar, bir çayını içer, 15 dakka bilemedin yarım saat oturur gider, buna bir sözüm yok eyvallah, ziyaret niteliğindedir, tabi bunun da boku çıkmaması lazım.
ama yukarıda anlatılan gibi bazı kadınların sabahtan servise bindirip, tüm gün işyerinde gezdirdikleri, personel yemeğinden yedirip akşam olunca da bir güzel tekrar servise bindirip eve götürdükleri çocuklar oluyor, buna hakkatten yuh diyorum. ve çocuklar küçük değil, en az 12-13 yaşında olduklarını iddia ederim.
bir de bazı çalışanların eşleri nişanlıları içeri bile giremezken, bazı çalışanların ise çocukları tam gününü işyerinde geçirip işyerinin 1 günlük tüm nimetlerinden faydalanabiliyor, bu da işin başka bi eşitsizliği ya neyse :)
şu olay tipik sadece bizim toplumda görebileceğimiz bir hadise, mesela bir Alman'ın çocuğunu işyerine götürüp öğle yemeği yedirdiğini düşünebiliyor musunuz lan? şaka gibi.
 
mesela bir Alman'ın çocuğunu işyerine götürüp öğle yemeği yedirdiğini düşünebiliyor musunuz lan? şaka gibi.
Ama Alman da vatandaşına bilmem kaç ay ya da yıl doğum iznini veriyordur, hadi doğum izni bitti, ücretsiz kreşlerde ana okullarında gözü gibi bakıyordur ana-baba işteyken. E Türkiye'de çalışan adam-kadın, ne yapsın çoluk çocuk sahibi olunca? Ama bir de bir kerecik göz görümlüğü iş yerine çocuk getirme adeti vardır ki, bir amacı da, sosyal mertebesinin diğer çalışanlardan daha hassas bir noktada olduğunu beyan ederek, bir işten çıkarılma ihtimalinde kazanılan bu sempati ile kendini listenin sonlarına indirme çabasıdır. Bekar genç adamlar, listenin en başındasınız maalesef.
 
Android tabanlı telefon kullanıp ta son 2 gündür twitter'da timeline akış sorunu, yeni atılan twitlerin görünmemesi sorununu yaşayan var mı? pazar günkü güncelleme altüst etti.
 
Şimdi haberlere bir göz gezdiriyorum da, daha önce de aklıma gelmişti, bu ABD'nin dışişleri sözcüsü olan hatunda hakikaten bir pornocu havası var yahu. Takma kızım şu gözlükleri. Ahanda bakın:

http://www.ntvmsnbc.com/id/25528091

--

Komedinin temelindeki bir mizansendir, seneler öncesinde İnce İnce Yasemince'de ki Sürahi Hanım skeçlerinin bir sahnesinden zihnimde yer etmiş: Gözlük gözünde/kafandayken gözlüğünü aramak. Tam bir mallık anı yani. Ama komik... Neyse; bazı mini hırsızlık hadiselerinden ötürü ofisteki çekmecemi kilitleyip, anahtarı da akşamları eve giderken yanımda götürmeye başlamıştım. Fakat anahtar gerçekten çok ufak, tırnak makasının çeyreği kadar bir şey, cebine atsan attığın gibi kayboluyor...

Durun lan, uzayacak ama ondan da kısaca bahsedeyim; önce 2 dal sigara, sonra da 60 kuruş mu ne bozuk param çalındı. Sigaranın da paranın da mk fakat insan aptal yerine konulmaktan sıkılıyor. Çalanın tenezzül ettiği şeye bak yani, o düşünce bile sıkıyor... Arkadaşlara sordum, çıkarken kitle biz kitliyoruz deyip, temizlikçi arkadaşları ima ederek ara sıra oluyor böyle şeyler diye eklediler. Hatta bu uyarıyı ben ilk ciddiye almadım da, sonra bozukları da boşalttılar, 2. defa olunca sinirim bozuldu. Her neyse benim aklıma bir şey geldi, yapana yediği boktan haberdar olduğumu göstermek istiyordum, açtım Word'ü büyük puntolarla SENİN VİCDANININ TA ORTASINA SIÇAYIM yazdım, aldım çıktısını, çekmeceyi tamamen boşalttım ve kağıdı yerleştirdim. Ertesi sabah geldiğimde kağıt gitmişti, sanıyorum ki mesajım ulaştı. Ondan sonra da hep kitledim çekmecemi ve öyle çıktım. Yazık.

Başlarken anlatacağım hikayeye geri dönüyorum;

Dün gömleğimin cebine, Niğde gazozu düşleri uğrunda kullanmak üzere bir kaç bozuk para ve evin anahtarıyla birlikte bunu da koydum çıktım. İndim otobüsten, bir elimde tatlı bir elimde kandil simitleri bakkala doğru gazoz almak için (böyle sayınca çok oldu ahah, bok iç) yürürken bir yandan da gömleğimin cebinden bozukları çıkarayım diye uğraşıyorum. Bir seferde bir iş yap dimi, hep patladığımız konulardan biri, lan elin kolun dolu yürürken niye yapıyorsun bunu? Ve senelerdir de vazgeçmiyorum ha... Sanki bakkala girip, poşetleri yere koyup da yapacağımı öyle yapsam bir tarafım eksilecek.

Cepten çıkarmaya çalıştığın o bozuklar, kenara köşeye kayar, uyuz eder adamı kolay çıkmazlar hiç bir zaman. Yine öyle oldu; öyle olunca paraları daha rahat alayım diye evin anahtarını çıkardım, bozukları aldım, sonra baktım ki çekmecenin anahtarı yok. Ve akabinde açık hava tiyatrosu başladı... 15 dakikaya yakın elimde poşetler deli gibi sokakta anahtar aradım. Gelen geçen bakıyor ne ayak bu diye. Kafa önde ileri geri giden, köşelerde durup eğilen bir tip. Tam psikiyatri koğuşu manzarası. Sonunda pes ettim, aldım gazozu yürüdüm gittim eve.

Kendime saydırıyorum bir yandan; daha geçen ay aynı boku yemiş ve yağmurdan kaçarken yine aynı cepten evin anahtarını çıkarayım dediğim anda, çekmece anahtarını düşürmüştüm. Yarım saat evde bakındıktan sonra sokağa çıktım buldum filan. Nasıl yaparsın lan aynı boku diyorum. Velhasıl; sabah ofise geldiğimde, arkadaş fazla zımba teli var mı dedi, aşağı bir eğildim ki -tahmin edeceğiniz üzere- anahtar çekmecenin üzerinde duruyor.

Şimdi, bu hikayeden kıssamız nedir?

Tek zamanda tek iş yapın ama doğru yapın. Yolu kısaltacağım derken uzatmayın. ADAMI DELİ ETMEYİN
 
Son düzenleme:
Arkadaşım lütfen! Bizim milletin kafası ancak pornografiye çalışıyorsa kendi alıcı ayarlarımızı gözden geçirelim. 1981 doğumlu olup bizim meclise girmeye yetmeyecek bir yaşta ABD dışişleri sözcüsü olmuş tam bir nerd kendisi. Gün içinde Teyyip'e ayar verip, Ortadoğu ülkelerine posta koyup akşam eve gittiğinde World Of Warcraft falan oynuyordur bu.
 
@Purgatory abi kitle, anahtarı ofiste bulunmayacak bi yere bırak. sigara konusunda bi ara acaip müzdariptim, bendeki hırsızlık değil, kimseyi bunla itham edemem, haber vermeceli gidiyodu sigaralarım. molaya çıkarım tek dalla, arkamdan bi bakarım benim paket ve çakmak birilerinin elinde, aboovv, ilk gördüğüm zaman epey anlam verememiştim, bunu yapan da son derece eğitimli, iş yerinde hanım diye hitap edilen biri, bir yaptı iki yaptı, üç yaptı ses etmedim, bir gün bıçak kemiğe dayandı aldım karşıma konuştum, ağlamaklı oldu, çok bozuldu, sonra ben de üzüldüm ama bildiğin rahatsız oluyordum, uyarmalıydım bir şekilde. sonra çekmece karıştırma furyası bitti, otlanma furyası başladı başka kişilerce, hala daha irili ufaklı devam ediyor.
lisede üniversitede askerde başıma gelmeyen bu otlakçılığın işyerinde başıma geleceğini aklımın ucundan geçirmezdim, koca koca insanlar bildiğin sigara almıyolar, her gün birilerinden, maddi durumları kötü olsa ağzımı açmıcam, konum olarak senden benden iyi para kazanan insanlar bunlar, garip hakkatten çok garip, diyecek laf bulamıyorum :S

@savarain seçilme yaşı 30 oldu abi, 81'li bi insan gayet rahat vekil olur bizim ülkede :) hatta chp'den bi tane var ya öyle 82'li bi çocuk, gözlüklü, kel ;)
 
Benim dediğim zihniyetle alakalı abi. 30 yaşında meclise giren adamı kimse ciddiye almaz bizim ülkede. Şavak Pavey gibi hayatı eğitimle geçmiş, o meclisteki yüzlerce vekili cebinden çıkaracak bir insanın bile ne kadar saygı gördüğü, ne derece ciddiye alındığı herkesin malumu.
 
Nasıl yani, sen molaya çıkıyorsun, senin arkandan çekmeceni parmaklayıp senin zulayı ele geçirmiş halde onlar da mı molaya çıkıyorlar? Eğer doğru anladıysam bu da garip, bildiğin psikoz bir durummuş yani. Hey yarabbim neler var ya.

Valla anahtarı ofiste bulunmayacak nereye koyarım bilmiyorum, öyle bir yer pek yok. Dolap var ama aynı şey yani, açar oradan da alır. Blok notların arasına mı sıkıştırsam ne yapsam ahah.

Bu arada öğlenleri biraz vakit geçsin hem de kıçım uyuşmasın diye çıkıp turluyorum. Takıyorum müziği kulağıma, Osmanbey'e doğru yürüyüp geliyorum, en az 1 saatimi alıyor hem de hareket etmiş oluyorum. Bugün de dahil olmak üzere bir kaç kere tam çıkarken arkadaşlar denk geldi, nereye gidiyorsun gel beraber gezelim dediler. Ayıp olmasın diye tamam dedik, bir baktım ki kendimi Koçtaş'ta buldum. Bugün yine aynısı 3 veya 4. kez olmak üzere gerçekleşti; şöyle düşünün ki 7-8 kişi Koçtaş'a girip öyle mal gibi dolaşıyoruz :D

Bugün artık o manzara karşısında kendi kendime gülmeye başladım, gözümün önüne birden Vizontele Tuuba'da ki kütüphane sahnesi geldi; hani kütüphane açıldığında herkes gidip aynı kitabı raftan çekerek 5 saniye baktıktan sonra yerine koyup devam ediyordu ya, hah biz de aynı şekilde hiç bir şey anlamadığımız bahçe aletlerine vb. bakıp devam ediyoruz : ) Sonra Mortal Combat oynamaya çıktık da biraz adrenalin oldu allahtan. PS'de ki Mortal Combat baya güzel olmuş yahu, ben oynamadım da oynayanları seyrettim : )

En güzeli müzikle dolaşmak, yürümek ya... Valla bak. İnsanlar AVM'lere bağımlı hale gelmişler, algı çok fena şekilde oralara kaymış durumda, zırt diye giriveriyorlar.
 
Geri
Üst