Clint Eastwood

Clint Eastwood

clint_eastwood.jpg

eastwood-solo.jpg

Clint_Eastwood_Eastwood_Clint_Bild_21_Foto_Hochglanz_.jpg


Oyunculuğa televizyondaki western filmleriyle başlayan Clint Eastwood, kısa zamanda dünyaca ünlü bir yıldız haline geldi. Kariyeri boyunca oyunculuğun yanı sıra yapımcı ve yönetmen yönleriyle de ön plana çıkan aktör, uzun boylu, sessiz ve kaba kovboy tiplemesiyle 1960’lı yılların sinemasında bir ikon haline geldi.

Kendisine ait Malpaso adlı yapım şirketiyle orta bütçeli yapımlara imza atan Eastwood, kanlı ticari filmlerden tutun da, kişisel ve duygu yüklü filmlere kadar pek çok yapımda yer aldı. Yaşı ilerledikçe Hollywood’un eğlence dünyasında giderek uzaklaşan aktör, yapımcılığın yanı sıra California’daki bir restoranın da işletmeciliğini yapıyor.

Çocukluğunun büyük bir kısmını California’da geçiren aktör, liseyi bitirdikten sonra Oragon’da kerestecilik yapmaya başladı. Aynı zamanda çok kötü bir piyanist olan Eastwood, bir ara orduda yüzme öğretmenliği bile yaptı. Los Angeles Şehir Koleji’nde eğitim gören aktör, Universal ile anlaşarak 1955 yılında “ Francis in the Navy ” adlı filmde rol aldı. Pek çok B-tipi filmde rol alan aktör, New York’a geçti ve 1959-1966 yılları arasında “ Rawhide ” adlı TV dizisinde oynadı.

Televizyonda edindiği tecrübeyle birlikte oyunculuğunda minimalist bir üslup yakalayan Eastwood, Avrupa’ya geçti ve spagetti western türünün unutulmaz yönetmeni Sergio Leone’nin spagetti üçlüsünde oynadı. 1964 yılında “ A Fistful of Dollars ” ile “ herkes ya zengin olur ya da ölür ” temasından yola çıkarak kanlı kovboy filmleri serisine başlayan aktör, başı boş gezen ve acımasız Amerikalı kovboy portresiyle dünyaca üne kavuştu. İki yıl sonra “ For A Few Dollars More ” ve efsane “ The Good, The Bad, and The Ugly ” filmlerinde oynayan aktör, klasik revizyonist western türünün klasiklerine imza attı. Ülkesine geri döndükten sonra 1968 yılında “ Coogan’s Bluff ”da canlandırdığı akıllı şehirli kovboy tiplemesiyle, filmin yönetmen Don Siegel ile uzun bir iş arkadaşlığına ilk adımını attı.

Siegel’in 1971 yapımı “ Dirty Harry ” adlı filminde canlandırdığı “ Kirli ” Harry Callahan adlı polis karakteriyle ikinci bir efsane daha yaratan aktör, bu ölümsüz ve kural tanımaz polis karakterini 1983 yapımı “ Sudden Impact ” adlı filmde tekrarladı. Oynadığı karakterlerle, basit ideolojik kategorileştirmelere meydan okuyan Eastwood, oynadığı karakterlerin doğru ya da yanlış olarak değerlendirmelere kapalı adamlar olduğunu belirtiyor.

Adil erkek portreleri çizmeye devam eden aktör, aksiyon filmlerinin yanı sıra “ Every Which Way But Loose ” ( 1978 ) ve “ Any Way You Can ” ( 1980 ) gibi popüler komedi filmlerinde rol aldı. Daha çok içe dönük yaşayan ve insanlarla iletişim kurmakta güçlük çeken maço erkek tiplemeleriyle öne çıkan Eastwood, 1988 yılında “ Bird ” adlı filmde jazz müzisyeni Charlie Parker’ı canlandırdı.

1980’lerle birlikte sinema endüstrisindeki albenisini kaybetmeye başlayan aktör, 1988 yılında “ The Dead Pool ” ile beşinci kez Kirli Harry karakterini oynadı. Ardından “ The Rookie ” ve “ White Hunter, Black Heart ” gibi başarısız yapımlarda yer alan aktör, oldukça ilginç bulunan “ The African Queen ” adlı yarı kurgusal bir filmde yer aldı. 1992 yılında başrolünde kendisinin yanı sıra Morgan Freeman’ın da yer aldığı “ Unforgiven ”ın yönetmenliğini üstlenen Eastwood, o dönem En İyi Film ve En İyi Yönetmen dallarında Oscar kazandı. Aktörün daha önce birlikte çalıştığı Don Siegel ve Sergio Leone gibi usta yönetmenlere ithaf ettiği film, 100 milyon dolar gibi yüksek bir gişe hasılatı elde etti.

1993 yılında “ In the Line of Fire ” adlı filmde Gizli Servis görevlisini canlandıran aktör, usta bir katili canlandıran John Malkovick ile çok muhteşem bir oyunculuk sergiledi. Yönetmenliğini ünlü Alam yönetmen Wolfgang Petersen’in üstlendiği film, birkaç ay içerisinde 100 milyon mark gibi bir hasılat yakalayarak aktörün son dönemdeki ikinci büyük ticari başarısı oldu. 1993 yılında “ A Perfect World ” adlı filmin yönetmenliğini üstlenen Eastwood, bir kanun kaçağıyla, onun kaçırdığı küçük çocuk arasındaki duygusal ilişkiyi ele aldı. Aktör, filmde Kevin Costner’ın canlandırdığı kanun kaçağını yakalamaya çalışan bir polisi canlandırdı.

Bu filmin ardından pek çok orta seviyeli filmde rol alan aktör, yönetmenliğini yaptığı “ Midnight in the Garden of Good and Evil ” ile dikkatleri üzerine çekti. John Berendt’in gerçek bir olayı ele alan aynı adlı kitabından uyarlanan film, Savannah’da yaşanan bir cinayet davasını konu alıyordu. Eastwood, 1999 yılında insanı son ana kadar şüphede bırakan gerilim filmi “ True Crime ”ın yönetmenliğinin yanı sıra yapımcılığını da üstlendi. Aktör, son olarak Tommy Lee Jones, Donald Sutherland ve James Garner gibi usta oyuncuların bir araya geldiği “Space Cowboys ” adlı bir uzay macerasının yönetmenliğini üstlendi. Oscar Ödüllü ''Million Dollar Baby'' filminide unutmamak lazım
 
  • Konu Sahibi Konu Sahibi
  • #2
bende Clint Eastwood hayranlığı herkesin aksine ''İyi Kötü Çirkin'' le değil de yine çok sevdiğim ''Geleceğe Dönüş'' serisinin 3. sünde Marty nin ismini sorduklarında Clint Eastwood demesi ve yine onun filmlerinde gördüğü numaraları orda kullanmasıyla başladı :) sonradan filmlerinide izleyince adamın gerçek bir efsane olduğunu anladım tabi Clint Eastwood artık 75 yaşında biz 3. kuşak olduğumuz için anca böyle başka filmlerde ismini duyunca öğreniyoruz
 
Rage_Against_The_Machine, ellerine sağlık, gayet güzel yazmışsın herşeyi. Ben de 1-2 gün önce gaza gelip, görüldüğü üzere İyi, Kötü ve Çirkin'in afişinden kendime avatar yapmıştım. :) Kanımca babayı oyuncu ve yönetmen olarak iki kulvarda değerlendirmek gerekiyor.

Oyuncu olarak ilk büyük çıkışını, Spaghetti Western üçlemesi ile yapmıştır. O filmlerin üçü de muhteşemdir. Rahmetli Lee Van Cleef'in de bu filmlerin başarısındaki rolü çok büyüktür. İyi, Kötü ve Çirkin kesinlikle bir fenomendir... "Dünyada iki çeşit insan vardır: Silahı dolu olanlar ve çukur kazanlar..." 8) Bu filmlerden sonra 70'lerde, bir Don Siegel klasiği Dirty Harry efsanesi gelir ki tüm zamanların en iyi polisiye filmidir bu hiç tartışmasız. Vahşi Batı'nın, cesur, gözüpek, karizmatik kovboyu artık San Fransisco sokaklarında suçlu avındadır. En sevdiğim filmi de budur... Ayrıca belirteyim, daha sonra çekilen tüm polisiye filmlerde (Leathal Weapon, Die Hard vs.), yer yer arağa varacak derecede, bu filmden ciddi şekilde bir etkilenim sözkonusudur. The Godfather, nasıl sonradan çekilen tüm mafya filmlerini derinden etkilemişse; Dirty Harry için de aynı durum polisiye filmlerde geçerlidir. İkisi de daha önce yapılmayanı yapmıştır. Ve bu iki büyük yapıttan nice yeteneksiz, kofti yapımcı, yönetmen, aktör bu şekilde ekmek yemiştir. Hatta bir dönem bizim kanallarımızda da oynayan bir Tayfun Güneyer istifrası kabul ettiğim ve adını anarak forumdaki arkadaşlarımızın midesinin bulanmasına gönlümün elvermediği bir dizideki "Memoli" karakteri bu filmden açıkça araklanmış, reytingin ve paranın dibine vurulmuştur..

Neyse konuyu dağıtmayalım... Ustanın, yönetmenlik kariyerindeki ilk büyük çıkışı, şu anda adını hatırlayamadığım bir filmle gerçekleşir. Bu film de caz aleminin en büyük alto saksofoncularından Charlie Parker'ın hayat hikayesi anlatılır. Babanın kendisi de zaten bir klasik caz hayranıdır... 1994'te gelen ve benim için Eastwood'un yönettiği, oynadığı, yapımcılığını üstlendiği en iyi film olan The Unforgiven'la tekrar gündeme oturur. Spagetti Western üçlemesinde gördüğümüz "The Man With No Name"in bir adı vardır artık: William Munny! Batı'nın acımasız, vahşi, para için babasını kesecek kadar deli olan adamı evlenip çoluk çocuğa karıştıktan sonra, yumuşamış, Münir Özkul gibi bir adam olup çıkmıştır ancak hanımın vefatından sonra çoluk çocuğa bakacak ne hali ne de vakti vardır. Son bir iş için geri döner... Dönüş ki ne dönüş... Bu filmin, sondaki bar baskını sahnesi kelimelere dökülemeyecek kadar güzeldir, vahşi ve kanlıdır belki ama o çekimler ve diyaloglar kesinlikle sanatsaldır. Bu arada yazmayı unuttum, filmin başında "Dedicated to Don and Sergio" şeklinde bir yazı çıkar ki, insanın elinden öpesi gelir bu büyük sanatçıyı. Uzun lafın kısası, yaşayan bir efsanedir Clint Eastwood...
 
bu adam için ne desek azdır bir yerlerde daha yazmıştım bişiler neyseözellikle gözden kaçan outlaws josey wales ve high plains drifter a dikkatinizi çekmek istiyorum kesinlikle muhteşem filmler.Bide escape from alcatraz geldi aklıma eskilerden . Bazen herşeyden baydığımda bu adamın filmleri kurtarıcı oluyor.
 
Küçükken hep gerçekten kovboy sandığım adam ;) Tek bir cümleyle anlatılabilecek bir adam olmadığı gibi oyunculuğunun yanısıra yönetmenliğine değinmeden geçemeyeceğim. Mystic River filminde kendisi gibi çok baba oyuncuları bir araya getirmiş ve harika bir dram filmi ortaya çıkmıştır. Müzikler de onundur. Sinema- yönetmenlik eğitimi alanlara senaryoyu, çekimi, oyuncuları ve komple hikayeyi sindire sindire sunun derler izleyiciye. Mystic River filmi öyledi. Yıllarını setlerde oyunculukla geçiren bir adam bir gün kalkıp ben de film çekeceğim derse böyle olur ;)
Sekansları kare kare çözülesi, kitap gibi okunası bir film ;)

Million Dollar Baby'i hala izleyemedim o bakımdan Gizemli Nehir benim izlediğim son filmidir. Bundan sonra sadece yönetmenlik yapacağım desin kabulümüzdür. ;)
 
Ağzından düşürmediği cigarası, sırtındaki şalı, klasik şapkası ve çizmeleri ile çocukluk yıllarımın ve halen daha süregelmekte olan yaşamımın içinde fenomenimsi bir etki yapmıştır kendisi. Galerimde de Taksim'de görüldüğü üzerine yapılmış bir araştırmanın delilleri mevcuttur :) Zamanında Cüneyt Arkın ile ikili olup şu dünyanın anasını belleseler diye çok dua etmişimdir... Alın size bitirim ikili :)
 
Flags of our fathers ile gene çok iyi bir filme imzasını attı.
Letters from Iwo Jima'yı izleyemedim henüz ama o da çok iyiddir mutlaka.

Onun dışında alakasız olacak ama Jim Carrey'nin Bruce Almighty filminde "O tanrı ise ben de Clint Eastwood'um" repliğinden sonraki taklidi mükemmel :D

Hatta linkini de buldum :
http://www.youtube.com/watch?v=2B6k6ppB5r4
 
Clint Eastwood'un Iwo Jima'dan Mektuplar filmini izlemediyseniz bir an önce izleyin derim.İkinci Dünya Savaşının uzak diyarlarda da aynı şiddet ve korkunçlukta olduğunu gösteren güzel bir film.
 
Off Bruce Almighty'de o sahne süperdir yaa.. O film zaten baştan sona beni en çok güldüren filmlerden biridir özellikle spikerin rezil olduğu sahne ile; ama "Eğer o tanrıysa ben de Clint Eastwood'um" dedikten hemen sonra arabanın arka camına ateş edilmesi filan süper düşünülmüş şeyler.. :D

No, no; Im a reasonable human being.. 44 Magnum, the most powerful handgun of the world.. :LOL:

Be careful what you wish for, punk!

Ahaha yarıldım yine yaa.. Bu arada ne kadar gerekli olduğu tartışılabilecek bir parantez açarak o filmdeki gıcık spikerin (Adını unuttum) Nuh peygamberi canlandıracağı Bruce Almighty'nin devamı gibi bir filmde oynayacağını görmüştüm 2 ay önce filan bir fragmanda.. Bir daha da görmedim o fragmanı. Morgan Freeman'da yine Tanrı rolünde.
 
üstadın çektiği "letters from iwo jima" bizim sinemalarımıza gelip pek fazla ilgi göremeyen filmlerden biriydi. bende çok merak ediyordum filmi. izledikten sonra birşeylerin eksik olduğunu farkettim. başroldeki ken watanabe ve diğer japon oyuncular çok iyi iş çıkarmışlar ama filmin işleyiş yönünde çok sorunlar var. bize aktarılış biçimi çok acemice geldi ve oradaki yaşanan olayların çok çabuk bize aktarılması, geçiştirilmesi sanki filmin aceleye geldiğini göstermekte... "iwo jima" tarihin en önemli direnişlerinden birisidir. bu filmde çok yumuşak bir şekilde aktartılmış. filmin japonca olması artı bir yön ama savaş sahneleri ve duygusallık dozu biraz daha arttırılabilinirdi. bunun dışında ise askerlerin psikolojisi fena verilmemiş ama diğer savaş psikolojisi üzerine yapılan filmleri düşününce bir nebze eksik olduğunu düşündürtüyor film. ben eksikleerine rağmen fena bulmadım film. sadece ilk yarım saat sıkabiliyor ondan sonra da bu negatif olayları düşünmezseniz keyifli geçebiliyor film.
 
Geri
Üst