Sesler ve renkler arası ilişki ve müzik kulağının gelişimi

Ben egzersizlerin bu kadar detaylı olduğunu bilmiyordum. Hani aralık çıkmaları falan biliyordum ama vücut egzersizleri falan hiç düşünememiştim. Ne cahilmişim :oops:
 
Ozellikle bir kalem alip dişlerinin arasında tutup bir iki kolon yazı oku yada 2 dakka konuş. Bak ne kadar net konuşacaksın ve bu söylemene de yansıyacak.
 
Bu arada bazi scream ve brutal vokaller tahmin ettiginiz kadar yuksek sesle yapilmiyor. Studyoda sesi daha guclu yapiyorlar, genelde iki kere kayit ederek. Demek istedigim bir bar ortaminda CD'de duydugunuz vokali yapayim derken, kendinizi oldurmeyin. Davula yakin sarki soylediginizde mecburen sesinizi yukseltmek zorunda kaliyorsunuz, bu da bazen (cogu zaman) teknik disi soylemeye yol aciyor. Buralarda rock gruplari davulun onune plexiglas bir duvar koyuyor, boylece davullar ve ziller vokalistin mikrofonunu iptal etmiyor.
 
valla süper oldu.ne çok yapılacak iş varmış abovvv.bunların çıktısını almam lazım aklımda tutmam imkansız :) çok sağolun ne diyeyim bilemedim.benim için bir hobi olmanın ötesinde bu işten para kazanmak istiyorum bu işle geçinmek istiyorum.inşallah olur.playmaker söylediklerinde haklısın ama barlardaki ses düzeni davulu hep ön plana çıkarttığı için mi artık hep vokalleri zorluyor.eğer vokal kendini yırtmazsa duyuramayak kendini o kadar kötü.buda biraz ses düzeninin hatası bence.gereksiz böğürmek bana çok saçma geliyor hani gaz olsun diye yapılır belki ama böğürebiliyorum diyede sürekli böğürülmez ki yerinde yapılınca güzel oluyor brutal.herkese çok teşekkür ederim :)
 
Tasiyici Cats, Turkiye'de iken ayni dertten muzdariptim. Ben de rock vokal yapiyordum, ses sitemleri o zamanlar daha da kotu idi :) Simdi 36 yasindayim biraz nazli oldum burada (Amerika'da) iyi ses duzeni olan yerlerde calmaya ve soylemeye dikkat ediyorum. Bu yuzden ayrica 1500 Watlik bir de ses duzeni aldim, davullari Roland V drums ile yapinca vokalleri istedigim gibi ayarlayabiliyorum.
 
Playmaker, inan ben artık biryerlerde çalalım para kazanalım dendiğinde gitarımdan başka taşımam gereken birşey varsa orada çalışmıyorum. Yaşlandıkça beklentiler artıyor galiba. Amfi taşı, kablo kur filan... Artık bunlar daha delikanlıların işi.
 
Atalay, ayni fikirdeyim. Zaten beraber caldigim gencler genelde PA'yi tasiyor :D Bir sure sonra insanda eski ask kalmiyor. Burada gecen sene Tony Tidwell diye birinin grubunda lead caliyordum, konsere POD 2 ve kucuk 15 Wattlik Vox ile gittim, biraz bozuldular evdeki 50 kiloluk lambali ampliyi getirmedim diye.
 
O biraz da müzikal seviye ile alâkalı galiba, insan tecrübe basamaklarını zamanla tırmanınca daha seçici oluyor.

Ben eskiden beridir ses teknisyenliği sahne işlerini severim, setup kurmaktan üşenmem. Nedense o işi tamamen üçüncü şahıslara bırakınca kontrol benim elimden çıkacakmış gibi bir his olurdu bende eskiden, sanki kimse o işi benim istediğim gibi yapamayacakmış gibi, o yüzden ha bire milletin işine karışırdım bir yanlışlık olsun olmasın. Biraz "control freak"lik durumları...

Ama bu son yıllarda artık başkaları ile çalışmayı öğrendim, daha doğrusu her işe koşuşturmak zorunda olmadığımı öğrendim, "bırak..." diyorum kendime, "herkes kendi işini yapsın, sen de kendi işini yap. Buraya bas çalıp söylemeye, milleti eğlendirmeye geldin, ses sisteminin doğru çalışıp çalışmadığını kontrol altında tutmaya değil. O diğer adamın işi, o yüzden para alıyor, karışma."

Aslında insan o fikre kendini alıştırdıktan sonra daha rahat oluyor, şimdi ben de artık oradan oraya cihaz taşımaya kurmaya üşenir oldum. Oysa evvelden zevkti bunları yapmak. Beklentiler değişiyor demek ki...
 
Evet Mahcem aslina bakarsan bizzat konser vermeyeceksem ve konser techizatı ile ilgili bana ihtiyaç varsa olabildiğince taşımaya yardımcı oluyorum ama bunu keyif için ve çok az yapıyorum. Daha çok, mikserin başına geçip sound çekmek ve salonda dolaşıp, grup çalarken genel soundu kontrol etmek çok keyifli oluyor. Tabi ki yaşlandıkça herkesin görev yeri değişiyor. Liseli ve üniversiteli gençlerin techizat taşımaktan çok zevk aldıkları da bir gerçek. Bu yüzden pek de yardımda eksik kalmıyorlar. Ne de olsa ellerini miksere koymak ve sound çekmek onlar için henüz ağır bir görev.

Playmaker, aynı durum benim bebeğim Marshall JCM900 Lead1960 amfimde geçerli ve konser olduğunda sadece bir defa taşıma durumunda bulundum. Sonra hep diğer ufak Marshall'lardan birini götürdüm ve çok garip karşılandım. Taşımak ayrı dert ve ne de olsa her istediğimde gidip öylesine bir Marshall alamayacağımdan, derisinin çizilmesi ve Türkiye'nin sonsuz problemi olan elektrik dalgalanmaları yüzünden amfi yakma riskinden kurtulmak için mazeretler uydurmam gerekiyor :)
 
şuan hiçbirşeye üşenmem gibi geliyor bana.ama bizde bu işte yıllana bilirsek bizde söylediklerini yaparız inşallah.gerçi elimizden geldiğince seçici olmaya çalışıyoruz ama nereye kadar onu bilemiyorum
 
ya dün stüdyo yaptık ve sesim kızılmadı sesimde bi değişiklik olmadı ama nasıl teleffuz edebilirim bilmiyorum ama boğazım gıcıklandı diyeyim bari.öyle oldu ama bu benim sesimi etkilemedi.bu bi sorundur muhtemelen ama çok büyük bir problem mi.kaldıki her zaman olmuyor bu dediğim.yorumlarınızı esirgemezseniz sevinirim ölecemiyim :D
 
Hmm, burada konu şan olaylarına kaymış.. Mahcem diyorum ki Şan ile ilgili kısmı bölsen de yeni bir başlık yapsan, çünkü derin ve hoş bir konu...

Esasında benim de şan dersleri almam kesinlikle şart.. Çünkü yukarıda da yazılan bir çok hatayı yerleşmiş bir şekilde yapmaktayım.. Yaptığım hataların farkında olmama rağmen, nasıl engelleyeceğim konusunda en ufak fikrim yok...Sürekli gırtlaktan söylüyorum aslında yıllardır.. Ha ilginçtir sesimde bir yıpranma ya da 1 gün süren ses kısılmaları hiç yaşamadım...Muhtemelen inceleri değil ortaları zorladığımdan olsa gerek... Esas bana dert olan sesin kullanımı değil de nefes ayarlama, fonasyon ve mikrofon teknikleri kısmı...Uzunca bir süre gereksiz bir davul-vokal saçmalığı yaptığımdan ötürü, nefesle ilgili yerleşmiş abartılı hatalarım olduğunu sanmaktayım...Yine nasıl düzelteceğime dair bir fikrim yok...Ses kullanımından çok diğer vokal tekniklerinin üzerine düşüyorum çünkü muhtemelen gırtlaktan söylemem zaten gerekli... Zira yaptığımız müzik Kurt Cobain tarzı cayır cayır söylemeyi gerektiriyor, bu sesi diyaframdan çıkarmanın bir yolu olduğunu da pek sanmıyorum.. (Tabi yamuluyorsam düzeltin...).. Sesimin tınısı da pek iyi değildir..O yüzden clean vokalde başarılı olmam baya zor.. Sigara, Kola vb. şeyleri bırakmam da pek olasa görünmüyor hani :).. Kronik farenjit'e rağmen sesime, boğazıma böyle hor davrandığım düşünülürse, ses sağlığı konusuna ne kadar uzak olduğum anlaşılır herhalde :)...Ha diyeceksiniz ki, "e sigara nefesini daraltır"...Doğrudur ama ben son iki yıldır sigara içiyorum, ondan önce de nefesimin aynı derece yetmediğini çok iyi anımsıyorum...Sigara nefes darlığından çok, kondisyonumu sıfırladı aslında... Ortalama olarak 30 dk. kadar dayanabiliyordum son 2 aya kadar...2 aydır başka bir grupla davul çalıyorum da şimdi 2 saatlik stüdyoyu midem ağzıma gelmeden tamamlayabiliyorum neyse ki..

Tabi ince seslerle ilgili sorunum yok değil..Var tabi... Ama zaten nefesle ilgili sorunumu çözmeden, inceleri zorlamam manasız, çıkmaya çalıştıkça aşırı yoruluyorum zira...Zorlandıkça, yoruldukça sesin kontrolü de yitiriliyor, detonasyon başlıyor..O yüzden tizlere hiç kasmıyorum uzun zamandır...

Benim öğrenmek istediğim konularda pek yazılmış faydalı bir şey görmedim.. Gerçi benim bulduğum birkaç internet sitesi var, ama daha ben uygulayamazken, bunları anlatmak bana düşmez..

Bir de konuyu biraz dağıtmış olacağım ama, vokal pozisyonunda konsantrasyon çok önemli bence.. Sanki diğer enstrümanistler düşünüldüğünde, daha sıkı bir konsantrasyon gerekli.. Aynı zamanda grubun 1. gitarı da benim ellerimde olduğundan, ben bu sorunu çok yaşıyorum son zamanlarda... Hiç heyecanlı bir tip falan da sayılmam, ama nedense sahnede yanlış tondan girip, öylece gitme, farketmeye rağmen düzeltememe gibi garip şeyler oluyor...(Gerçi son konserlerimizde terslikler çok fazlaydı, gidip gelen processorler, sıfır vokal monitörü v.s., çok dikkat dağıtıyordu... Hem saha kayıyordu, elektrikler kesikti değil mi? :) )..Yani esasında 4-5 yıldır aralıklı da olsa konser veren, sürekli çalışmalarına devam eden bir grubuz (Öncesi de var tabi ama o pek sürekli bir çalışma sayılmazdı..)... Artık bu aşamada böyle sorunların olmaması lazım gibi... Böyle bir şeye ne yapılır ki?.. Grubu dinlememek mi lazım, ne de olsa provalarda ne yaptıysan yaptın, artık orada yaptığın hatanın bir önemi yok, herkes kendi işine baksın diye mi düşünmek lazım?...Vokal tekniğini mi oturmak lazım, şan dersleriyle v.s...Çünkü ton kaçırmanın esas sebebi, kayıtlardan, videolardan belli oluyor, daha çok hareket edebileceğim ama daha kalın tonlardan söylemeye çalışmışım ağırlıklı olarak..E tabi olmamış... Provalarda gitarı bırakıp öyle mi çalışmak lazım?... Yoksa benden adam olmaz deyip, hepten bırakmak mı lazım? :)...

Vokal konusunda zaten süregelen bir sıkıntım var, hatta grupça böyle bir sıkıntımız var.. Oluşturduğumuz sağlam altyapıların üzerine, melodik olarak olmasa da, nefes olarak zor vokaller koyuyoruz (ya ne koyuyoruz u? bal gibi bizzat ben koyuyorum..) e sonra konserde sıkışıyorum, tıkanıyorum tabi... Tıkanacağımı bildiğim için de saçmalıyorum galiba.....

Ya tamam, ben yazı yazarken çözdüm zaten galiba :)... Şaka bir yana, baya ayrıntılı anlattım gibime geliyor...Var mı bir tavsiyesi (ses sağlığı hariç, onları zaten acısını çekmeden yapacağım yok gibi...) , diyecek bir şeyi olan?...

Ha buradan şöyle bir ders çıkarmalı okuyanlar... Bir işin teorisini ve tekniğini öğrenmeden başlamamak lazım (mış).. Ben de sonradan anladım bunu... Müzik benim için kendi kendime uğraştığım bir hobiydi, o yüzden gitar, davul, vokal v.s., müzikle ilgili herşeyi kendi çabamla öğrendim..Ama öğrendiğimi sanıyormuşum sadece.. Şimdi gitar dersi almak, şan dersi almak zor geliyor.. Çünkü yaptığım hataların belki %20'sini farkediyorum sadece ama onları değiştirmek bile imkansız geliyor... Baştan işin tekniğini öğrenmek, müziğin teorisini kavramak gerekli..Yoksa böyle bir noktada takılıyorsunuz ve ileri gitmek için, önce birkaç adım geri gitmek gerekiyor... Elinizde sunmakta olduğunuz bir takım ürünler varsa da o geriye adımlar çok zor geliyor tabi...
 
Swallowed, sigara ve kolayi unutman lazim. Iki senedir sigara ictigin icin belki de vokalde ilermene imkan olmuyor. Ben son 18 senedir birtakim yerlerde vokal ve gitar hikayesini yapiyorum. Sanirim bana inanabilirsin. Mahcem Turkiye'de iken beraber grupta idik bir sure, ve o zamanlar saglam sigara icerdi. Sonra birakti ve sana farki daha iyi anlatir.
Tonu kacirmak bazen kulagi yuksek gurultulu seslerle yormakla da olur, cok fazla kulaklikla gurultulu muzik dinleme.
Ben birara Nashville'de iken Redneck'ligim tuttugu icin tabanca' tufek ile atis filan yapiyordum, bir sure sonra benim de kulagim hata yapmaya basladi ve aninda o isleri biraktim.
Yuksek muzik olan yerlerden uzak dur veya kulagina kucuk kumas tipa sokarak o kluplere git (bu aralar yaptigim olay).
 
Merhaba,

Bir süreliğine ben de müziğin renklerle ilişkisine takmıştım.

Grafik tasarım yükseklisansı yaparken, bir album kapaklarının renkleriyle icerisindeki müziğin birbirini ne kadar yansıtabildiği konusunda düşünürdüm, hala arada bazı arkadaslara sorarım bu sarkının ya da bu albumun rengi ne renk diye?(onlar da genelde bir yürü git lütfen diye tepki verirler iyi ihtimalle:) ) Bazen kapaktaki renkle mi hatırlıyorum albumun sarkılarının atmosferini diye de düşünmüyor değilim. Sonucta insanın birşeye baktıgında hakkında edindiği ilk görsel bilginin yüzde 80inin renk tarafından saglandıgı biliniyor, bir başka deyişle markete bir ürün sürülürken onun alıcı kitlesinin karakteristiği veya o ürün hakkındaki beklentisiyle ilgili yansıtması gereken en büyük bilgi renkte gizli. Genelde temizliği cagrıstırması gereken malzemelerin cogunun beyazla kullanılan mavi ve yesil renkte olmasının, basarılı restoran logolarında mutlaka kırmızı rengin bulunması ve fastfoodcularda kırmızıya agırlıgın verilmesinin tabi ki acıklanmıs sebepleri var.

Dogal olarak böyle olunca, belki sarkı icindeki kompozisyonla renklerin ilişkisi kadar, toplamda tüm albumun kapakta dogru renklerle ifade edilebilmesi de incelenesi bir baslık olarak gelmiştir hep bana göre. Böyle bir sürü album sayabilirim icindekiyle muhtesem uyum icinde olan kapaklardan(kompozisyondan bagımsız, renkle ilintili olarak)

Tabi bu kurulan ilişki notalardan, gamlardan bagımsız, tamamen o albumdeki sarkıların beni alıp götürdüğü dünyanın atmosferi ile, havası ile ilgili birşey.

Onun dısında sarkı yazılırken kompozisyon sırasında notalar ve sesler arasında bir bagıntı kurmak gercekten pek zor, kurulsa da nereye varırız bilemiyorum. Ama benim kucuk bir incelememle...

Bu 7 nota-7 renk değerlendirmesi gokkusagının (ısıgın) bize verdiği renklerden yola cıkılarak düşünülmüş sanırım. Cok subjektif görüşlerim yine: gokkusagı renklerinde 3 sıcak, 4 soguk renk vardır. Bunlarla modları karsılastırdıgımızda modlarda da temel olarak 3 major, 4 minor gam cıkmakta. Cok heyecanla baktım basta, sonra renklerle modların sırasının uymadıgını gördüm. Lydian, major ve mixolydian, sakinleştirinci etkiye sahip olan soguk renklerle(mavi, yesil, lacivert), dorian, aeolian, phrygian ise daha canlandırıcı, kışkırtıcı olan sıcak renklerle özdeşleştirdiğimi(sarı, kırmızı, turuncu) bir süredir düşünürüm. Minor bir gam olan Locrian' a mor kalıyor, esasında mor tam soguk değil, tam sıcak ve soguk arası, ondan dolayı ona bu spastik rengi ön gördüm(yılların kraliyet rengine de böyle dedik hadi bakalım, olsun elalem gay rengi de diyor) Tabi baska biri bu eşleştirmeyi ters de yapabilir, o zaman tüm minorlere soguk, tum majorlere sıcak renk düşüyor, daha anlamlı gözüken bir eşleşme oluyor.

zira ben bu kadar katı bakmıyorum, rengin kullanıldıgı yerin dokusu, birlikte kullanıldıgı diğer renkler gibi notalarda belli hızlarda belli notalarla üstüste gelince farklı anlamlar kazanabiliyor, aynı majorler mutludur, minor mutsuz gibi basit bir acıklamanın hic birzaman müziği kavramakta yeterli olmadıgı gibi. Belki renkleri değişmiyor gamların, insan ilk nasıl onları ogrendiyse(hangi sarkıları dinleyerek) onlarla özdeşleştirdiği renklerle hatırlıyor, bazen ritm yavaslayınca ya da siddetler değişince renk koyulasıyor veya acılıyor. Bazen gamlara denk gelen renkleri tamamen değiştirmeye calısıyorum belli kalıplarda kısıldıgımı hissettikce, parcanın hızıyla oynuyorum, ya da enstrumanları değiştiriyorum, formu olusturdugunuzda yarattıgınız yaratıgın ten renginin yakısmadıgını görebiliyorsunuz bazen. Arada sırada caldıgım şeyin klibi nasıl olurdu, veya sahnede nasıl bir ışıklandırma olurdu diye düşünüyorum. Bazen bunu görsel olarak düşünmek, parcanın aranjesinde inanılmaz yardımcı olabiliyor, cunku acıkcası gorsel yeteneğime daha cok güveniyorum(tamam, itiraf ediyorum, dünyayı ele gecirmek icin hepsi esasında) Denemek eglenceli oluyor acıkcası.

Onun dısında bir bakıs acısından...

Temel renk bilgisinde, tüm renklerin 3 ana renkten olusturulabileceği varsayılır ve 12 rengin esit aralıklarla dagıtıldıgı cember buradan yola cıkılarak cizilir. Cember oldugundan, 12 notanın basladıgı nota olması özelliğiyle biryerde benzeşmekte.

bu 12 renk arasında belli uyum-zıtlık ilişkileri vardır temelde, aynı bir gamın dominant ve subdominant notaları olması gibi bazı renkler, belli renklerle kullanıldıgı zaman ya daha baskın hale gecerler, ya daha uyumlu oldukları varsayılır vs...

Müzikte de modlardan değil notalardan yola cıkarsak, 12 nota var. renklerdeki tamamlayıcılar(zıtlar) kuralına göre belli ilişkiler cıkıyor. Do major gamından yola cıkıldıgında. do' nun tamamlayıcı rengi triton nota(fa diyez)ya denk geliyor(gamın ortası, cemberin tam zıttı) Tamamlayıcıyı armonik uyumlu olarak almayın yalnız, tamamlayıcı renkler aynı değerde kullanıldıkları zaman göz icin yorucu bir birliktelik arzedebilir, ama belli oranlarda baska değerleriyle oynanarak uygun kompozisyonlar olusturmakta kullanılır. bir diger tamamlayıcı kuralına göre, do majorde do ile fa ve sol (dom. ve subdom. notalar) cıkıyor, birbiriyle cok güclü etki yaratan triad kuralına göre do ile mi ve sol diyez cıkıyor(artık beslisi). Yani ilişkiler biraz tesadüfi, su haliyle. Belki notaların birbiriyle uyumu değil gam geçişleri icin bir arayısa girilse daha farklı şeyler cıkabilir. Mesela renkler kuramında, yanyana duran 3 renk uyumludur denir. Müzikte kromatik yürüyüşle bir baglantı yapılabilir ama bu da zayıf kalıyor biraz. renk armonisi tamamen geometrik bir sistem üstüne kurulu, simetriler hakim, oysa 7lilerin girdiği bir müzik sistemini acıklamaya yeterli değil belki bu kadar katı bakıs acısıyla.

Bazı şeyleri dinlediğimizde aklımıza gelen renklerin, daha cok o renklerle ilgili yasadıgımız deneyimlerle ilgili oldugunu düşünüyorum. Mesela delay, echo tarzı şeyler genelde uzay, bosluk, hava, su, yankı dolayısıyla mavi ve siyahı hatırlatır bana. Eski cızırtılı kayıtlar duydugumda kirli toprak rengi, sarılar, turuncular aklıma gelir, ne alaka bilmiyorum. Baglama vs. tarzı şeyler, erkan ogur' un müziği misal, bana doguyu, çöl renklerini vs. anımsatır sanırım, bu da direk enstrumanın kendisiyle veya cevresiyle alakalı olan deneyimden ibaret. Tabi baska şeylerle bir araya geldiğinde kesinlikle yıkılan düşünceler bunlar, o acıdan renklerle müziği birebir bagdastırmaya calısmak yerine kafamızda olusan renk sablonlarını kırmaya yonelik denemeler yapmak, soyut düşünme acısından zorluk ceken benim gibi vatan evlatları icin farklı deneyimler yaratabilir diye düşünüyorum.

İlk mesajımda bu kadar uzun bir şey yazmayı düşünmüyordum. Zamanını ayırıp, garip hezeyanlarımı okuyanlara teşekkür ederim.

Umut
 
benayevsen demiş ki:
albüm kapağının renkleri ve tasarımı albüm içeriğini kuvvetlendiriyormuş hissini veriyor bana... :roll:
çok doğru bende bir süredir taktım bu konuya.albüm kapağındaki renk o albümdeki şarkıları bir bütün halinde değerlendirmemizi sağlıyo.birden fazla albümü olan bir sanatçının şarkılarını çoğu zaman kafamızdaki renklerle ayırabiliyoruz..albümün genel atmosferini kapak yapısı,rengi,dizaynı,herşeyi etkiliyor
 
playmaker demiş ki:
Tonu kacirmak bazen kulagi yuksek gurultulu seslerle yormakla da olur, cok fazla kulaklikla gurultulu muzik dinleme.
Ben birara Nashville'de iken Redneck'ligim tuttugu icin tabanca' tufek ile atis filan yapiyordum, bir sure sonra benim de kulagim hata yapmaya basladi ve aninda o isleri biraktim.
Yuksek muzik olan yerlerden uzak dur veya kulagina kucuk kumas tipa sokarak o kluplere git (bu aralar yaptigim olay).

Bu söylediğin çok doğru, çabuk yoruluyor artık kulaklarım, ben de farkındayım onun aslında...Genelde, toplu aktivitelerde sahne aldığımızdan, eskiden önceki grupları dinleme alışkanlığım olmasına rağmen, şimdi soundcheck yapıp, ortamdan ve o gürültüden uzaklaşmam gerekiyor.. Yoksa bütün genel akışı, tempoyu kaçırıyorum...

Bir de yorgunluk faktörü var sanırım..Zira son 1 yıldır verdiğimiz (özellikle şehir dışı konserlerde) uyuyacak yer arıyordum konserden önce.. :) ..Tabi bulunmuyor artık o saatte...Bitap düşmüş şekilde çıkılıyor sahneye..İşte bu kısmı bence sigara'nın yarattığı esas fiziksel yetersizlik sanırım.. Yeniden basketbola, bisiklete falan başlayıp, kondüsyon yapmak lazım galiba...

Bu üç-dört faktör zaten berbat vokal performansımı açıklıyor...Zaten daha ne kadar olumsuz şartlar yaratılabilir ki bir bir vokal için?.. Bir de kısa vadede nasıl halledeceğimi bilsem...
 
(Awakeone, harika bir yazı yazmışsın. İlham verdin bana da.)

Şu vokal teknikleri konusunda, üstadların hoşgörüsüne sığınarak (ki aslında akademik şan öğrenimi görüp rock solisti çıkan biri var mı benden başka bilmem) bir şeyler söylemek isterim. (Aslında 657 var; ama o hala şan yapıyor sayılır.)
Forumlar faydalı şeyler. Bilirsiniz, kökü eski Roma’ya, kolokyumlara gidiyor ve gerçi eski Roma deyince akla güç ve otorite –tabii yükselişi ve çöküşüyle birlikte- geliyor; ama kişiler ve mefhumlar geçici, bilgi disiplinleriyse kalıcı ve gelişmekte.
Şuna getirmek istiyorum sözü: Akademik şan deyince, İtalyan geleneğinden yoğrulup kotarılmış esaslı bir bilgi disiplini söz konusu. Bu disiplin kendini öğrencilerine kendi geleneğini (algı biçimlerini, mefhumlarını, icra tarzlarını) sürdürecekleri biçimde aktarıyor. Bu, bir okul, bir yol; ve öğrencisine teknik disiplin ve o disiplinlerden edineceği ses ve gırtlak hakimiyetini vadederken onu bir yandan da kendi kalıplarına girmesi, kendi istediği şey olması yolunda zorluyor.
O zamanlar bir yandan Caro Mio Ben’i falan söylerken bir yandan da rock konserleri veriyordum. Birbiriyle buluşması, bağdaşlaştırılması imkansız olan bu iki dünya arasında giderek şapşallaştığımı hissettiğimi hatırlıyorum: Birinde benden kendi sesime erişmem isteniyordu; oysa kendi sesimi diğerinde –mutlulukla- duyabiliyor ve duyurabiliyordum. Bana öyle geldi ki, ‘kendi sesim’ dediğim şeyi bana kendi geleneğinin normları içinde olmamı buyuran tarafta kalırsam yitireceğim.
Vokal tekniği hakkında bugün söyleyebileceklerimse şunlar: Biz rock’çılar kendimize özgü disiplinler üretmek durumundayız. Akademik ortamın mefhumları bize faydalarının yanısıra zararlar da verebilir. Faydalar çok açık ve önemli: Nefes - diyafram hakimiyeti, teknik birikim; ancak temrinlerle kazanılacak bir yetkinlik, bir kaşarlanma durumu söz konusu. Aslında akademik disiplini sadece gözlemlemek ve neyi nasıl yaptıklarını biliyor olmak bile insana kendi disiplinini kurmasında yardımcı olabilir. Sesin ve gırtlağın nasıl korunması gerektiği bu faydalardan biri. Sesi forse ederek yanlış kullanmak kalıcı birtakım hasarlara neden olabilir. (Gırtlağı yorulan, performanslardan sonra sesleri kısılan arkadaşlar ne yaptıklarını gözden geçirmeliler. Ama yanlış kullanımlar her zaman hemencecik uyarı işaretleri vermeyebilir.)(Bu arada, operacı hocalar öğrencilerine -sesi henüz oturmamış olana- sigara içmeyi kesinkes yasaklarlar, ama pek çoğu da sigara içerler.)
‘Okul’ derken ‘bir stil disiplini’ anlamında kullanmıştım bu sözü; empresyonizm vesaire falan gibi. Rock’a baktığımızda ise, rock’ı doğuran güdülerin daha çok otorite-tanımazlık, kendi-yolunda-giderlik falan gibi bir öznellik arayışına yönelik olduğunu da hatırlayarak, apaçık görünüyor ki bir ‘kendi stilini kotarma’ durumu söz konusu. Yani rock solisti olarak her birimiz kendi kişisel okulumuzu, yolumuzu kurma durumunda falanız. Ki zaten gücümüzü de bu durumdan, ‘beşeri hiyerarşi’ olarak tanımlayabileceğimiz ve orman kanunlarına benzetebileceğimiz bir düzlemde kendi yolumuzda yürümeye ve kendi bildiğimiz gibi olmaya istekli ve kararlı oluşumuzdan kazanıyoruz.
Bir şan hocam, sevgili bir adamdı, ama o kadar teknikti ki, göğüs boşluğu, karın boşluğu, gırtlak bölgesi falan gibi birsürü şemalar çıkarır, anlatır da anlatır, sonra da benden şarkı söylememi beklerdi. Okey. Saygı duymak lazım. Bir diyecek yok. Ama benim şarkı söylemekten, müzik yapmaktan anladığım bu değil ki. (Bir solist olmadığını, hoca olduğunu belirteyim. Galiba artistik boyutta pek de verimli olamayanlar hocalığa yöneliyorlar.)
Kısacası, okulun bana büyük faydası oldu. Temrinlerin faydaları bir yana, ruhsal olarak da. Çünkü gerdi, gerdi, gerdi, ve …
fırlattı!

Ne dersiniz bilmem; müzik yapmak öncelikle ruhsal bir olay. Okeylersiniz, müzisyen olmak teknolojik cihazları sorgulamaktan, jakları sokup çıkarmaktan ibaret değil. Orman kanunları ortamında rock’çının yüksek bir yere çıkıp Paul Stanley’nin yaptığı gibi göğsünü yumruklaması onun -dünyaya meydan okuması değil- ‘kendini fethi’nin bir ifadesi. Rock’ın çığlığının asıl güzelliği belki de rock’çının kendini fethinde, orman kanununun normlarına bakmaksızın kendi varoluşunu haykırmasında, kendi yolunda yürümesinde.

Öğretmen kendi bildiğini öğretir, ama öğrenci kendi bildiğini öğrenir.
İçinden geçtiği vadilerde hangi aslanlar hüküm sürerse sürsün, gezgin ozan ya da flütçü çoban (hele de rock’çıysa,) söyleyeceği varsa söyler, söyleyeceği gibi söyler. Dünyayı da adımlar, geçer gider.
 
Arkadaşlar neler oluyor burada? Bir gittim bir geldim, dünyam şaşırdı. Meğer söylenecek ne söz varmış vokal konusu hakkında!

Herkes başka detaylarda ilginç ve bir o kadar gerçekçi açıklamalada bulunmuş. Vokal konusu tabii ki hem teknik hem de duygusal ögelerin birleşimiyle doruğa çıkar. Kimi bunu bilmeden içten gelerek ve genetik yeteneğiyle, kim de eğitimle kendinin farkına vararak ve çabalayarak yapar. Asla yapamayacak olanlar da var ne yazık ki, genetik bazı aksamların vücutta varolması da lazım :(

Şu, albüm kapağının renklerinin, içindeki müzikle ilgili olması konusu.... bi yürü git kardeşim yaaaa!!! :) Şaka bir yana, ben de iç mimarım aslında ama müzik delisi de olduğum için fazlaca içine girdim ve iç mimarlık şimdilik askıda. Evet, bence de renkler doğal olarak albümün genel havasını yansıtmalı ve sanırım şu ana kadar uygunsuz bir kapak-müzik ikilisi görmedim. Kapağında siyahlı kırmızılı, kan ile yazılmış ölümle ilgili kelimeleri olan ve ölü insanların olduğu bir kapağın içindeki müzikler aşk dolu majör içerikli reggie tarzında olsa, herhalde ya bu kapağı yapan sağır, ya da psikiatrlara gönderilecek yeni bir kişi bulundu derdim!

Teknoloji, doğa ile içiçe gibi geliyor ya da insanlık bunun sentezini bilinçaltında yapıyor, aynı yukarıda ses aralıklarının renk aralıkları ile olan mantıklı ilişkisi gibi. Sanırım önemli olan önce kişinin toplamda kendi yaptığı veya yapılan müzikten hoşnut olması ve bunun bir ölçüsü olmadığını savunuyorum: Güne göre duygular değişiyor ve o gün farklı tarz müzikleri dinleyip beğenebiliyoruz. Müzik yaratımı sırasında uzun zamandır da bu forumlarda hangi tarzda en iyi enstrüman, ses rengi, setuplar, teknik bilgiler vs. vs. dolaşıyor. Ama hep şununla bitiriyoruz: En iyisi o anda kulağa iyi gelendir. Yine de her zaman geliştirilebilir. Zaten müziğin güzelliği de herkese göre farklı tat verebilmesindedir. İster vokal, ister enstrüman, ya da teknik ekipman olsun, artık belli başlı birkaç olmazsa olmaz kriterlerin aşıldığı ve sağlandığı noktadan sonra, aynı eseri milyonlarca değişik vokalist ve enstrümanist çalsa ve söylese, sonsuz değişik açılımıyla dinleyebilir, tonmaisterlerden de sonsuz değişik soundlarla çıktı alabiliriz. Bence asıl güzellik burada...

Müzik dolu günler.
 
Awakeone,

Süper bir giriş hocam, hoşgeldin, böyle yazılar teknik detaylardan bunalmakta olan bu köşemize artistik bir renk katmakta :D

Bu başlıkta yazılanlardan oldukça etkilendiğimi söylemeliyim, acaba renklerin sahne şovuna etkisi nasıl olurdu? Mesela akor dizilerine göre sahne ışıklandırmasını yönlendirsek ve şovu koreografiyi ona göre ayarlasak? Enteresan şeyler geliyor aklıma şimdi... :roll:

Manner,

Hocam madem ses eğitimi almışsın, ne duruyorsun? Oo-hoooo... Olmuyor yani. Burada sesinin değerini henüz bilmediği için Brutal söyleyecem derken böğüre böğüre gırlağını kıçını yırtan şu genç arkadaşlara seslerini nasıl kullanmaları gerektiği konusunda bir "advanced course" veriver sana bir zahmet ;)
 
Geri
Üst