Sesler ve renkler arası ilişki ve müzik kulağının gelişimi

lsd beyni haşlar. kısa sürede maymun olursunuz aman diyim. "iyiydi ama çevresi kötüydü" derler arkanızdan.

bunun dışında yaratıcılığı arttırdığı tartışılabilir, ama öyle yaratıcılık olmaz olsun.
 
Benim Müzik kulağım öğretmenlerimin dediğine göre çok kuvvetliymiş.
Ben bir tek ses duyduktan sonra duyduğum bütün notaları verebiliyorum.
bide Bi notayla biraz haşır neşir olmuşsam daha sonra hatasız notaları okuyabiliyorum.Yani do re derken doğru notaları veriyorum ama bazende yanlış oluyor.Ama genelde kulağım iyidir...
 
Müzik kulağı olmayan bir insanın müzik kulağıda ancak çok müzik yaparak veya müzik aletini fazlasıyla icra ederek gelişiyor.Arada bir metronomla çalışmakta gerekir.Merononm yoksa saatin tiktakları 120 bpm'dir.Onu biraz örnek aldıktan sonra bbakmadan çalarsın bi süre sonra bakarsın doğru gidiyomuı diye İnanınki çook zordur bu.Bu ritm kulağını çok geliştirir.
 
Hayatta en guzel seylerden bırı sarkı soylemek-benım ıcın-.. ama elbette teknıklerı var bu ısın....
şan egtımı hem sesını dogru kullanmanı hemde o ruha gırmene yardımcı olur.. sesını kullanmayı bılmeyen bırı ıcın sarkı soylemek haylı guc... bu konuda herkese de guvenmemek gerekır egıtımını alıcam derken bır cok ınsan ses tellerıne zarar verıyor ve gercekten cok zor sekılde atlatıla bılıyor bu hastalıklar hatta amelıyata kadar gıdebılıyor..
bır onceklı sayfada okumustum:sesı dııyaframa alıyoruz...
boyle bırsey yok kı!! dıyaframını sadece dogru sarkı soyleyebılmek ıcın kullanıyorsun .. ve bunu gelıstırmekde uzun zaman alıyor.. kısının vucudunu ses yapısını gırtlagını tanımakla alakalı.. somut hıc bırsey yok.. hersey soyut...ve sarkı soylerken dovusmek yerıne tadını cıkartmasını bılmek gerek...
ve bence aptal ınsan sarkı soyleyemez.....
 
ben çok çalışmayla müzik kulağının geliştirilebileceğini düşünüorum.

ama yazı çok ilginç gerçekten. özellikle sentetik sinestezi ve Williams sendromu çok enteresan.
 
ilk once sunu demek isterim hicbir hoca ogrencisine senden bi bok olmaz demez ben matematik fizikden ozelders veriyorum ne mallar geliyo sen aslansın diyorum geciyorum ama tee bi zamanlar hocam olan insan 1 kez dogru bi laf etti oda !!! yetenek ilgiyle gelisir !!! demisti [/b][/url][/u]
 
Bu yazıyı “Renkler ve Sesler Arasındaki İlişki ve Müzik Kulağının Gelişimi” adlı bu başlık altında LSD’ye değinilmesinin verdiği fikirle, bu konuda bilgi birikimi olan biri olarak edindiğim fikirsel sonuçların başkalarıyla paylaşılmasının pozitif yönde olabileceği, “müzisyen”i kıstas alarak betimlemeye çalışacağım LSD kullanımı durumunun internette bu konuda arama yapabilecek başkalarınca (müzisyen olmayanlarca) da okunabileceği ve onlara da bir fikir verebileceği düşüncesiyle kaleme aldım.

Önceleri, laboratuar ortamında üretilerek keşfedilmiş kimyasal bir bileşim olan Liserjik Asid Diyetilamid’in zihinsel açılımlar yolunda devrim yapabilecek nitelikte sofistike bir araç olabileceği düşünülmüştü. Yakın tarihte LSD’nin o ilk dönemlerinde yer almış önemli karakterler var: Örneğin, ilk akla geleni, bir LSD deneyini detaylarıyla inceleyip anlamlandırarak tanıtan felsefi kitabı The Doors Of Perception (Sezgi Kapıları) ile Aldous Huxley. (The Doors’un adı bu kitaptan gelir.) Bir diğeri, LSD’yi zihinde ve hayalgücünde yarattığı genişlemelerle tanıtıp ona saygın bir yer kazandırma uğraşıyla tanınan tıp adamı Dr.Timothy Leary.
Anlaşılacağı gibi LSD o dönemlerin Amerika’sında entelektüel bir meraktı. Benim geçmişte bu kimyasala olan ilgim de onun kültürel oluşumlardaki kuvvetli etkisiyle ilgiliydi: Ki LSD’nin entelektüel ortamda başlayıp popüler kültürlerin oluşumuna dek uzanan etkisi gerçekten de kuvvetliydi: Allen Ginsberg, Lawrence Ferlinghetti, Corso vs gibi Amerikan şairlerinin yarattığı Beatnik oluşumu, daha sonra Beatnik’lerin etkisiyle doğan hippy oluşumları ve bu oluşumların rock müzik üzerindeki etkisiyle, LSD kısa bir zaman içinde kitlelere yayılıverdi.
LSD, Leary, Huxley, Ginsberg gibiler tarafından tanıtıldığı dönemlerde yasadışı değildi. Ancak hippyliğin popüler kültüre dönüşmesi sonucu yaygın olarak kullanılmaya başlandı, modaya dönüştü, dolayısıyla yasaklı maddeler sınıfındaki yerini aldı.
LSD ‘psychedelic’ olarak adlandırılan maddeler sınıfındandır. ‘Downer’ diye nitelendirilen eroin, kodein, morfin gibi afyon türevi uyuşturucu maddelerle benzerliği yoktur, ve amfetamin gibi uyarıcı maddeler sınıfına da girmez. Etkisi, uluslararası kültüre yazar Carlos Castaneda tarafından Güney Amerikan Yaqui yerlileriyle birlikte tanıtılmış olan, Güney Amerikaların dini geleneklerinde de yeri olan psylocybin türü mantarların yoğunlaştırıcı etkisine benzer.
LSD’nin entelektüeller, arayışçılar ve sanatçılar tarafından kullanımı doğal olarak onun ardıl sanatçılar ve tabii müzisyenler arasında ilgi ve merak uyandırmasına neden oldu, ki bu ilgi halen etkisini yitirmiş sayılmaz. O dönemlerin sanatçılarının LSD etkisi vasıtasıyla olan arayışlarını ve üretimlerini yargılamayı haddim saymak istemem; ancak şunları söyleyebilirim:

LSD uyuşturucu maddeler gibi uyuşturmaz, mest etmez, insanı hayalleri içinde kaybolacağı biçimde kandırmaz. Bağımlılık yapmaz, hatta riskleri göz önüne serdiğinden psikolojik bir bağımlılığa da kolay kolay izin vermez. Daha çok, bir dev aynasına benzer: Etkisi altındayken ne yaşıyorsanız bunu yoğun bir biçimde yaşarsınız: Mesela bir gündoğumunu LSD etkisi altındayken mucizevi bir olay olarak yaşar, kendinizce renkli ve derin anlamlara varırsınız. Ama bir dev aynası oluşu, mesela aklınız herhangi bir nedenden dolayı karışırsa normale oranla çok fazla karışacağı anlamına da gelir. Herhangi bir nedenle bir korkunun etkisine kapılırsanız, bu sağlıksız bir biçimde çok korkacağınız anlamına gelir. Depresyon yaşarsanız bu normale oranla kat be kat ağır bir depresyon olur. ‘Bad-trip’ dedikleri bu durumun üzerinizdeki etkisi önceden hesaba katamayacağınız biçimde ve derecede yıpratıcı, hatta yıkıcı olabilir. (Bir psychedelic müptelalığı olası olmadığından LSD alkole nazaran daha güvenli olduğu izlenimini verebilir; ama tek bir ‘bad-trip’in insanı olumsuz yönde alkolün ancak yıllar içinde yapabileceği denli etkileyebileceğinin de olası olduğunu söylemek abartmak sayılmaz.) Özellikle ergenlik çağlarındaki insanlar bu tip riskleri hafife almamalılar.
Riskleri arayışları uğruna göze alabilecek yetişkinlere -mesela müzisyenlere- ise şunlar söylenebilir: LSD gibi psychedelic’lerin yoğunlaştırıcı etkileriyle ruhsal/zihinsel açılımlar yarattıkları, dolayısıyla yaratıcılığa katkıları olabileceği doğrudur; ancak bu daha çok içsel düzeyde olur. Psychedelic etkisi altındayken, enstrümantalistseniz tınılarınızda ve yorumunuzda, besteciyseniz düzenlemelerinizde dünyalar yarattığınızı düşünebilirsiniz ki bu düşünceler yanlış da olmayabilir; ne var ki dinleyiciniz sizin hissettiklerinizi hissedemez; sizi ancak kendinizi yetiştirmiş olduğunuz kadarıyla, teknik becerinizle ifade edebildiğiniz kadarıyla duyabilir; dolayısıyla bu yolla içselliğinizle dışavurumculuğunuz arasında tehlikeli bir bölünme yaratmış olabilirsiniz. Diğer yandan psychedelic sizi içsel olarak genişletirken pratikte ise büyük olasılıkla kısıtlar; sizi tekniğinizde normal beceri seviyenizin altına düşürür.
Düşsellik, renkler ve anlamsallıklar sanatçı için elbette önemli. Psychedelic’leri tecrübe eden ve deneyimininden edindiği anlamsallıkları müziğine yansıtan müzisyenin ürünündeki sonuçtan memnun olması da mümkündür; ancak bu sonuca psychedelic maddenin yardımıyla ulaştığı zannına da kapılabilir ki, diğer bir tehlike de bu.
Her tür dış etken sanatçıya ilham verebilir, ancak kaynak içtedir; müziğiniz size, kim olduğunuza bağlıdır, ve içsel enerjinizi (yaratıcılığınızı) içteki kaynaktan çok dışsal bir şeye bağlarsanız yanılmış, müziği yaratan ve yaratacak olan o tılsımı bozmuş olursunuz.

İster istemez beylik konuşuyor durumuna düşüyor da olsam, son söz olarak şunları yine de söyleyeyim:

Hakiki müziğe giden yol hakiki eğilimlerden geçiyor:
Bunlar -herkes için olduğu gibi müzisyen için de- asla eskimeyecek, yerini hiçbir yeniliğin ya da dopingin alamayacağı bir değerler ilişkisi:

Sevgi, sebat ve iman, ve dolayısıyla:
özgüven.
 
playmaker demiş ki:
Freddie Mercury'inin sadece bir kayit edilmis birkac konseri veya studyo albumune bakarak karar verme. Malesef love of my life ve bohemian rhapsody'i live soylerken genelde katlediyordu.

merhaba,

queen ,konserlerinde herzaman seyircinin eğlenmesine,şova yönelik performanslar sergiledi..kariyerleri boyunca nevermore,lily of the valley yada dear friends gibi yumuşak şarkıları çalmadılar..

bo rhap ve loml çalmalarının nedeni ise tamamen arz edildiklerinden dolayıdır..bu şarkıları da "konser ambiyansı" içerisinde freddie'nin yumuşak yada kafa sesi dahili vokalleriyle okuması komik olurdu..

demek istediğim beğenilmeyebilir fakat katledildi denirse 1 yıl boyunca güney amerika listelerinde 1.sırada kalmış olan love of my life canlı performansı ve milyar insan inkar edilmiş olur..
 
Mulak Kulak Hakkinda

Bu muzik kulagi konusunda ben de bir seyler eklemek isiyorum.

Mutlak kulak iki sekilde olusur.Ya dogustan vardir veya muzisyen bir ailenin cocugu relative kulagin oncelik kazanmaya basladigi 5 yasindan onceki donemde buna sartlandirmasindan olusur.Bu yuzden avrupada buna "buyuk annenin pianosu" diye bir lakap takilmistir.Mesela Pavarottinin sahip oldugu mutlak kulak 438 hz. e gore sartlandigindan oteki relative kulaklilar gibi
kendini her frekansa adapte edemez ve hayati boyu da 438 e akortlu bir piano veya orkestrayla muzik yapmak zorundadir.Ayni sorun avrupanin ronesans ve Bach oncesi muzik yapan orkestralarinda gorulur.Bu orkestralar 415 hz. e gore akortlanir ve gunumuzun 440 a gore sartlandirilmis mutlak kulakli muzisyenleri asla buna adapte olamazlar.Bu yuzden bu orkestralarda mutlak kulaklilar istenmez.Uzun lafin kisasi mutlak kulak bir sartlanmadir.Yani Mozart
zamanindaki orkestralar sayet Mozart 6 yasina geldikten sonra akort birimi olan frekansi degistirmis olsalardi Mozarta meslek degistirmekten baska bir sey kalmayacakti.Ne muzigi dinleyebilecek ne de dinleti aninda mutlak kulagin siradan avantajlarindan biri olan bir dinleyiste kopye edebilme yetenegini kullanabilecekti.Iste mutlak kulagin ilk problemi.Dogal olusumunda sadece zararsiz bir yaradilis bozuklugundan baska bir sey olmayan bu kulaga papaganlarda da rastlanilir.Bilirsiniz ki bu hayvan her kelimeyi ilk duydugu andaki gibi aklinda tutar.O kelimeyi baska bir tondan soylemeyi asla beceremez.Simdi gene muzige donmeden once sunu da belirteyim.Sadece ana enstrumanda olusan mutlak kulak gecicidir ve enstrumana verilen saatler azaldikca o da pararlel olarak potansiyel kaybeder.Relative kulagin gereksiz bir asamasidir.Hic bir muzisyen bu yuzden buyuk gitarist veya kemanci olmaz.
Mantikli olarak dusunursek mutlak kulagin armoni alaninda referans kulak olmasi beklenilir degilmi?Cunku duymadigi sey yoktur.Schonbergin eserlerini su icer gibi kopye edebilecek bir kulak olan mutlak kulak maalesef bu alanda da referans degildir.Cunku Richard Wagner tonal armoni ve modulasyon sanatinin sampiyonlugunu yasitlarina ( cok buyuk bir fark atarak ) birakmamistir.Yasitlari dedigim de dehsetli bir mutlak kulak ve piano teknigine sahip olan Chopin ve Lizst.Oysa ki Wagnerin orta duzeyde bir piano teknigi ve relative kulaktan baska bir sermayesi yoktu.Atonal muzigin Wagneri olan Alban Berg de ayni vasiflara sahip idi.Atonal muzige insani degerleri tekrar kazandirarak 20. yuzyil muzigi armonisi deyince ilk akla gelen bestecisi oldu.20.yuzyil muzigindeki ikinci eleman olan ritim konusunda ise Stravinsky
altin madalyonu kimseye birakmaz ve relative kulaklidir.
Isvicredeki muzik akademisinde gitar talebesi oldugum yillarda dehsetli bir mutlak kulaga sahip olan harmoni ogretmenine bu konudaki fikirini sorunca bana "armoni relative kulaklilarin daha basarili oldugu bir alandir" diye cevap vermisti.Gene dehsetli bir mulak kulaga sahip olan Pierre Boulezin mutlak kulak hakkindaki gercegi yansitan cumlesini buraya yazarak mesajimi bitiriyorum: "Mutlak kulak bir dahi olmak icin ne yeterli ne de gereklidir".
70li yillarda Turkiyenin ilk profesyonel Deep Purple grubunu kurup Isvicreye
giderek detayli bir klasik muzik egitimi aldiktan sonra halen Isvicrede rock,jazz,cagdas klasik muzik uretip muzik okullarinda ders vererek hayatini temin eden bendenizden heoinize iyi sanslar.E mail adresim hepinize aciktir.
 
baya geç gelmiş bir yorum olacak belki ama ben duyduğu notayı biraz arayıp bulan bir insandım küçükken. şu ana kadar çalmış olduğum parçaların etkisiyle, duyduğum bir notanın hangi nota olduğunu söyleyebiliyorum mesela ve bu sadece o notayla başlayan şarkıyı hatırlamamla oluyor. hani büyük bi beceri mi? duyduğunu çalma konusunda takıntın varsa evet ama pek de bir şey kazandırmıyor, zamandan başka. gerçi sonradan bunu öğrenmiş olduğun için bir eseri dinlerken kitap okuyormuş gibi de olmuyorsun. sadece öğrenilmiş bir şey olarak beyninde kalıyor ve sen istediğinde bu özelliğini çağırabiliyorsun. ben illa ki notaları tanımak istiyorum diyenlere tavsiye işte. hepsi için bir parça yada o notayla başlayan popüler/çok sevdiğiniz/vs.. şarkı bulun. parça ve nota eşlemesini kafanızda iyice yapıp parçaları da 40852498524052 kez dinledikten sonra -demek istediğim doğru notayla parçaya başlayabilecek kadar ezberledikten sonra- :) her notayı hatırlıyorsunuz. hele de çalışmanız gereken bir parça varsa zaten sizin için bir sorun yok. çaldığınız için ilk notayı biliyor, bir çok kez çalmak zorunda olduğunuz için de parçayı ezberliyorsunuz. her neyse, notaları tanıma hevesi olan herkese yardımcı olur umarım bu yöntem. ben yanlışlıkla buldum ama baya yararlı oluyor. özellikle de duyduğunuzu çalmaya çalışırken. çok hız kazandırmasa da sizi oturup notayı aramaktan kurtarıyor. neyse kolay gelsin herkese. işe yarar umarım..
 
Merhaba,
Profesyonel olarak keman çalışıyorum 14 yıldır. Çok nadir de olsa bazı parçaları hikayelendirerek değil renklerini görerek iyi çalabilir olmuştum. Bunun bir hastalık olduğu söylendi aslında bana Sinestezi'ydi ismi sanırım yanılmıyorsam. Şimdiye kadar zararını görmedim neden hastalık diyorlarsa :) Fakat bu konu hiç yabancı gelmedi, gerçekten de bazı tonlar renklerle tanımlanabiliyor.



Bilim ve Teknik dergisinin Eylül 2002 tarihli sayısında yer alan bir yazı ilgimi çekti. Aslında bu yazıyı yazan kişiden izin almadan burada yazmam doğru olur mu bilmiyorum ama zaten bu yazının bir bölümünü buraya yazacağım ve sorun olacağını sanmıyorum. Bunu sizlere aktarmamın nedenlerinden birisi de benim çok ilgimi çekmiş oluşu. Bu projenin sahibinin ismi Şiir Kılkış ve bu projesiyle ödül de kazanmış. Bu hanımefendi projesinde renkler ve sesler arasındaki ilişkiye değinmiş. Yazı şöyle başlıyor:



"Tarihin ilk çağlarından beri insanlar müzikle renkler arasında bir ilişkinin varlığına inanagelmişler. Örneğin, Newton kırmızı, turuncu ve sarı renklerin sırasıyla Do, Re, Mi, majör ile ilişkili olduğunu öne sürdü. Buna karşılık Rimsky Korsakoff gün ışığının Do majörü temsil ettiğine inanıyor, Beethoven ise Si minörün siyah rengi temsil ettiğini savunuyordu. İlk renk ve ışık gösterimli orgun üretildiği geçen yüzyıldan beri renk ve müziğin birbirleriyle olan ilişkisi üzerinde birçok çalışma yapıldı. Ancak bütün bu çalışmalar fiziksel temellere dayandırılamadığı için, öznel çalışmalar olarak başarısız oldu.

Harvard Müzik Sözlüğü'ne göre, sesler ve renkler arasında fiziksel ve psikolojik bir ilişki gerçekten olası. Ancak bu ilişki orjinal müzik tonunun sekiz aralıklarla tekrarlanan oktav sisteminin renk tayfında karşılığı bulunana dek çözülemedi."




Yazının bu kısmında küçük bir atlama yapıyorum;


"Bu çalışmaya göre ışık ve ses dalga boyları arasında sabit bir katsayı bulunmakta. Bu katsayı yedi renk ve orta oktavla başlayan yedi notanın oluşturduğu 5040 olasılık içerisinde tek bir çözüm olarak bulundu....... Bulunan bu katsayının ortalaması 1070 olup Foto Akustik Katsayısı adı verildi..... Bu matematiksel korelasyona göre, oktavlarla renk tonları arasında da doğrudan bir ilişki var. Adeta renk tonları gibi oktavlar da müziğin tonlarını vermekte. 0'dan 7'ye kadar değişen oktav kodlarıyla 7 rengin 0'dan 1'e kadar değişen parlaklık endeksi arasında logaritmik bir ilişki bulunmakta.

Ses ve renklerin algılanmasında nörolojik bir ortak payda bulunmakta. Çoğumuz bu ilişkiyi yaşamımız boyunca farketmeyiz bile. Bazılarımızsa bunu oldukça belirgin ve günlük yaşamlarını etkileyecek biçimde hisseder. Örneğin, sentetik sinestezi hastalığında belli sesler duyulduğunda belli renkler görülür. Tipik bir sempton olarak, telefon zilini duyan bir kişi aynı anda oldukça parlak bir kırmızı renk görür. Bir başka kişi, telefon numaralarını tuşlarken, her tuşa karşılık gelen ayrı bir renk görür; 5 tuşuna her basışta yeşil renk görme gibi. Bu çalışmadaki matematiksel korelasyon kullanılarak bu tür yakınmalar azaltılabilir. Bu amaçla geliştirilecek bir protezi kullanacak birey, belli seslerde gördüğü belli frekanslarını nötralize edecek ses frekanslarını bir kulaklıkla arka planda duyduğunda bu rangi artık görmeyecek.

Williams sendromu bulunan bireylerin zeka seviyelerinin oldukça düşük olmasında karşın, müzik becerileri olağanüstü. Üç boyutlu bir basit hayvan resmini bile çizemeyen bu kişilerden, bir operayı ezbere 40 ayrı dilde söyleyebilenler var. Bu kez de bu gibi kişilerin olağanüstü müzik yetenekleri kullanılarak diğer becerilerini geliştirmeye yönelik terapiler geliştirilebilir.....

.....

Toplumda bazı kişiler her notanın ses özelliğini bellemekte zorluk çekiyorlar. Perfect Pitch, yani kulağın frekans seçim yeteneğini görsel yeteneklerle destekleyerek geliştirmek de artık olası. Yapılan hesaplamalara göre, her notaya karşılık gelen renk tonu aralıkları insan gözünün renk ve ton seçme yetenekleriyle uyumlu olup, her notaya karşılık gelen renklerin ayırt edilmesi olası. Bu nedenle de notaların bellekte tutulabilmesinde her notanın eş renk tonunu algılayabilmek büyük bir kolaylık sağlamakta."




Dergideki yazıdan bazı alıntılar yaptım, burada benim en çok ilgimi çeken son paragraf. Eskiden beri bildiğim şey müzik kulağı doğuştandır ve sonradan gelişmez. Ancak burada sanki kulağın sonradan da gelişimi mümkünmüş gibi bir sonuç çıkıyor. Sizin bu konu hakkında bir bilginiz var mı?

Bir de müzik yapımında müzik kulağı şart mı? Yani kulağı iyi olmayan kimseler çok istemelerine ve çalışmalarına rağmen müzisyen olamayacak mı? Hatta şunu da sormak lazım kulağın iyi olup olmadığı nasıl anlaşılır? Ben mesela notaları duyunca bazen hangi nota olduğunu biliyorum bazen de bilemiyorum. Ancak hiç müzik eğitimi almadım, kendim öğrenmeye çalıştım. Notaları duyunca bazen tanıyamamam müzik kulağım olmadığı anlamına mı geliyor? Bu paragrafta ne çok soru sormuşum. :roll:

Bu kadar uzun yazıyı okuyup da bununla ilgili birşeyler yazmaya isteği olanlar yazsınlar bakalım.
 
Geri
Üst