Vücudumuzdaki İşlevsiz Oldukları Düşünülen Organlar

bildigim kadarıyla vucutta işlemeyen organ olarak sadece sırt kısmındaki bi kastan bahsediliyor ama o bile sadece yüzerken işliyor.yani bence işlemeyen organ yok varsada eylem yapalım karşı koyalım:)
 
Perfectionist demiş ki:
HalukOzgur demiş ki:
Eğer evrim varsa gerçekten yani yıllar içinde balinaların burunlarının yer değiştirdiği, insanların maymundan evrimleştiği. Bu mendelin teorisiyle çelişmezmi yani parmağın kesilirse senin çocuğunda parmaksız doğmaz öyle değilmi?

1.si insanlar maymunlardan evrimleşmemiştir. Onun adı primattır; yani aslında insanla maymunun ortak atası vardır...

2.si balina burnu sorunu anlayamadım açıkçası...

3. sü parmağını kesmek yerine testislerine yüksek değerde radyasyon vermeyi denersen çocuğunun emin ol bi yerleri eksik olur. Genetik olaylar bunlar bir kere parmak keserek böyle birşey yapamazsın...

(Gerçekten evrim teorisiyle ilgili bilgi edinmek istiyorsan öm atabilirsin, haddim olmasada kitap tavsiye edebilirim...)

1. si verdiğin bilgi için teşekkür ederim buna çok ihtiyacım vardı lakin forumdaki kimse ne dediğimi anlayamamıştı.

2.si Balina sorunu anlayan anladı.

3. sü sen galiba testislerine radyasyon verdin ondan bu kadar rahat konuşuyorsun :LOL:

(Gerçekten evrim teorisiyle ilgili bilgi edinmek isterim ama bu bilgiyi senden alacağıma bir primattan alırsam sanki daha çok bilgi edinmiş olurum)
:LOL: :LOL: :LOL: :LOL: :LOL:

Yani adam gibi soru soruyoruz yapmayın arkadaşlar ya.

demek istediğim fiziksel değişiklikler genlere etki etmiyorsa (ki etmiyor)
bu evrim denen olay nası oluyorda genler değişime uğramadan fiziksel değişim gösterebiliyor?
 
şu aylık kadın magazin dergilerinden biri işlemişti konuyu :kadınların regl olması aslınsa çok gereksiz diye..
rahim-yumurtalık döngüsünün tek amacının çocuk doğurmak olduğunun,regl'in vücuttaki pis kanın atılması anlamına gelmediğinin altını çizmişti..
insanın vucudünda her ay bir yumurta kırılır ve regl olarak gelir,aslında bu rahimin "eğer çocuk yoksa ben de boşalıp,yumurtayı düşüreyim" demesiymiş..
çocuk gibi bi ihtimal yoksa,yumurta öyle heba oluyormuş..
amerikada kadınların doğum kotrol haplarını regl dönemlerinde de aldıklarından,ve hala regl olamamak için yapılan araştırmalardan bahsedilmiş..yani gereksizmiş..kanıtlanan tek kısmı bu...
bana sorarsanız,işin bi de psikolojk kısmı var,kaç yıl olmuş,alışmışız,çok sancılı veya sancısız da olsa regl olmak rahatlatıyor insanı..alıştığımız döngü bu..sancımızı hafifletecek sağlam birşeyler yapsınlar,daha mutlu olucaz böylelikle..
 
-Kadınlar her ay bir yumurta hücresini dışarı atar ve rahim de her ay bu atılma zamanına uygun olarak yumurtanın spermle birleşmesi ihtimaline karşı bebek için yumuşak bir yatak hazırlar. Ama döllenme olmazsa bu yumuşak yatak ortadan kaldırılır (mens kanaması). Bebek öylesine değerli bir misafirdir ki, her ay onun için yeni bir yatak hazırlanır ve eski yatak adet kanamasıyla değiştirilir.

Yumurta hücresi 14.günde atılır. Kanama ise döngünün sonunda olur. Yani yumurta hücresinin kanla atılması söz konusu değildir. Kan ile atılan rahimde hazırlanan "yatak" tabakasıdır.
 
HalukOzgur demiş ki:
demek istediğim fiziksel değişiklikler genlere etki etmiyorsa (ki etmiyor) bu evrim denen olay nası oluyorda genler değişime uğramadan fiziksel değişim gösterebiliyor?
Evrimi gözle gözleyebilecek kadar kısa bir zaman dilimi olarak görürsek böyle hatalara düşebiliriz :)
Bir örnek denemesi yapayım: eskiden insanlar soğuktan korunmak için vücut kıllarına ihtiyaç duyardı. Ama zamanla elbise bulundu, daha korunaklı barınaklar yaptılar, bir yere gitmek için çeşitli araçlar geliştirdiler. Yani artık soğukla çok fazla uğraşmak zorunda değiller. Eskiden hayatta kalmak için aşırı kıllı olmak bir etkendi ama artık değil. Bu yüzden artık soğuktan çok karşı cinsi etkilemek konusunda vücudun kıllı olması önemli bir etken. Burdada daha az kıllıların şanslı olduğu gibi bir izlenimim var. Yani bence vücudumuzdaki kıllar tamamen yokolacak bir süre sonra (uzun bir süre genede).
Organ konusundada, serçe parmağını fiziksel olarak artık kullanmıyoruz (ayakkabı yüzünden). Bu yüzden eski önemi kalmadı. Ama yokolmasıda pek görünür ihtimal değil. Serçe parmağından hoşlanmadım diyen kadın yada erkek var mıdır acaba :)
Son olarakta, insanla maymunun ortak atası primat değildir. Primatlar, bir maymun türü olan Australapicheus'dan (sanırım böyle yazılıyordu :) ) gelen bir tür. Sonrasındada homo sapiens'e kadar geliyor işte. Bir yerde kronolojisi vardı. İnsanlar, şempanzeler ve goriller bir yerde farklı yönde gelişmeye başlıyor. Daha sonra bunlarda birbirlerinden ayrışıyor. Hatta en yakın olduğumuz tür şempanze imiş. Sokağa çıkınca düşünmeden edemiyor insan, dünyaya hakim ola ola bir maymun türü mü hakim oldu diye, mesela kangurular olsaydı daha yaşanır bir dünya olmaz mıydı :D
 
HalukOzgur demiş ki:
demek istediğim fiziksel değişiklikler genlere etki etmiyorsa (ki etmiyor)
bu evrim denen olay nası oluyorda genler değişime uğramadan fiziksel değişim gösterebiliyor?
Bu sorduğun biyolojide; çevre, genotip ve fenotip konusuna girer ki senin sandığın gibi bir etkileşimin olmadığı saçması tamamen idealist bir felsefenin ve yardakçılarının ideolojik bir ürünüdür. Çok derin bir konu o yüzden alıntıyla aktarım yapıyorum. Sindirmek gerekiyor. Ayrıca şu saçma üslubunu değiştir, yakışmıyor.

"Biyologlar organizmayı iki kısma ayırıyorlar, genotip olarak bilinen genetik yapı ve fenotip olarak bilinen dış görünüşe ait özellikler. Bu ikisi arasındaki ilişkiyi basit bir neden-sonuç ilişkisi olarak değerlendirmek yaygın bir hatadır. Bu görüşe göre genotip fenotipten önce gelir ve bu nedenle de denklemdeki belirleyici öğedir. Değiştiremediğimiz verili bir genler takımıyla birlikte doğarız ve bu bizim kaderimizi belirler, tıpkı astrolojide gezegenlerin konumu gibi. Bu tarz bir genetik mekanik determinizm, Lisenko’nun şarlatan teorilerinin aynadaki görüntüsüdür. Tersyüz edilmiş Lamarkçılıktır. Gerçekte genotip ya da her hücrenin çekirdeğinde bulunan genler, seyrik mutasyonlarla beraber az çok değişmezdirler. Fenotip ya da bireyin morfolojik, fizyolojik ve davranışsal özellikleri toplamı ise değişmez değildir. Tersine, genotip ile çevre arasındaki ve fenotip ile çevre arasındaki etkileşim tarafından organizmanın tüm yaşamı boyunca sürekli olarak değişir. Diğer bir deyişle, organizma ile çevre arasındaki diyalektik karşılıklı etkileşimin ürünüdür. Eğer Albert Einstein New York’un yoksul bir mahallesinde ya da yoksul bir Hint köyünde doğmuş olsaydı, onun genetik potansiyelinin pek de bir kıymeti harbiyesinin olmayacağını görmek için çok da zeki olmak gerekmezdi.

Genetik incelemeler idealizme kesin bir yanıt sunmaktadır. Hiçbir organizma bir genotip olmaksızın varolamaz. Ve hiçbir genotip uzaysal-zamansal bir süreklilik –çevre– dışında varolamaz. Genler, insanın gelişim sürecini ortaya çıkarmak üzere çevreyle etkileşirler. Aslında, eğer kalıtım kusursuz olsaydı, evrim diye bir şey olmayabilirdi, çünkü kalıtım tutucu bir güçtür. Özünde bir kendini kopyalama mekanizmasıdır. Fakat genlerde içsel bir çelişki söz konusudur, bu vasıtayla ara sıra kusurlu bir kopya üretilir: mutasyon. Böylesi kazalar sonsuz sayıdadır, çoğu da yalnızca yararsız olmakla kalmaz, organizmaya mutlak surette zarar verir.

Tek bir mutasyon bir türü bir başka türe dönüştüremez. Gende içerilen bilgi orada görkemli bir yalıtılmışlık içinde durmaz. Fiziksel dünyayla temas içine girer, orada sınanır, işlenir, ifade edilir ve değişikliğe uğratılır. Eğer özel bir varyant verili çevrede bulunanlardan daha iyi bir protein sağlarsa, başarılı olur ve gelişip büyür, diğerleri ise bertaraf edilirler. Belli bir noktada, küçük değişimler nitel bir aşamaya ulaşır ve yeni bir tür oluşur. Doğal seleksiyonun anlamı budur. Yaklaşık dört milyon yıldan bu yana her canlı varlığın –bitkilerin ve insanlar da dahil hayvanların– genleri bu şekilde oluşmuştur. Tek yönlü bir süreç değildir bu. Genetik deterministlerin genlerin üstün olduğuna dair düşünceleri, DNA kodunun kâşiflerinden biri olan Francis Crick tarafından, moleküler biyolojinin “temel dogması” olarak tanımlanmıştı. Bu dogma, Günahsız Gebelik dogmasından daha geçerli değildir. Organizma ile çevre arasındaki diyalektik ilişkide, fenotipe ilişkin bilgi dönüp genotipe akar. Genler kimin hayatta kalacağını kimin yok olacağını belirleyen çevre tarafından “seçilirler”.

Genetik kod insan “çerçevesinin” oluşturulmasında hayati bir rol oynarken, çevre, bunu dolduracak ve davranış ve kişiliği geliştirecek şekilde iş görür. Bunlar yalıtık etkenler değildirler, tersine bireyi ve bireyin kendine has özelliklerini üretmek üzere diyalektik bir biçimde birbirleriyle kaynaşırlar. Ne var ki bir kişinin kalıtımsal yapısını değiştirmek mümkün olmasa da, çevreyi değiştirmek tümüyle mümkündür. Bir bireyin potansiyelini geliştirmenin yolu, onun çevresini geliştirmektir. Bu düşünce uzun yıllardır ateşli bir tartışmayı teşvik etmiştir: Geliştirilmiş bir çevre sayesinde genetik “eksikliklerin” üstesinden gelmek ve bunları değiştirmek mümkün müdür? Önde gelen ilk genetikçilerden Francis Galton, dehanın kalıtsal olduğunu kanıtlamaya çalışmış ve entelektüel birikimi muhafaza edecek bir seçmeli üreme politikasından yana olmuştu. Orta ve üst sınıflara ait beyazların, diğer ırklardan ve sınıflardan olan insanlar karşısında genetik olarak üstün oldukları düşüncesi Viktorya toplumunun içine işlemişti. Bu düşünce, biyolojik uygunsuzlukların yayılmasını önlemek için zorla kısırlaştırma taraftarı olan bir öjenik* hareketin ideolojisi haline geldi. IQ (intelligence quota)** testi kullanılarak elde edilen çürük bilimsel veriler, biyolojik determinizmi ve doğuştan gelen aşağı genleri yansıttıkları için değiştirilmesi mümkün olmayan ırk, cinsiyet ya da sınıfa dayalı toplumsal eşitsizlikleri desteklemek için kullanılmıştı."
 
Vücut Kılları:

Kılları fonksiyonel açıdan 3 grupta toplamak mümkündür:

1)Özelleşmiş kıllar: Saç, kaş, kirpik, burun ve kulak kılları.
2)Seksüel kıllar:
3)Vücut kılları:


SAÇ: Saçlar başımızı bir miğfer gibi sararak soğuğa, güneş çarpmasına ve travmalara karşı korur.

KAŞ: Üst taraftaki kıllar aşağı ve dışa doğru yönelmiştir. Bu kıllar, alt kısımdan yükselen kıllarla orta hatta birleşerek, teri dış tarafa doğru yönlendiren ve böylece terin göze inmesini engelleyen bir hat oluşturur.

KİRPİK:"...kirpikler korneanın korunması bakımından çok önemli rol oynar. Kirpiklere yapılan en hafif temas bile göz kapaklarını kapatan refleks hareketlerini meydana getirmek için yeterlidir."(1)
"Üst kirpikler daha fazla sayıda, uzun ve yukarı doğru kıvrıktırlar. Alt kirpikler daha kısa ve az sayıda olup aşağı doğru kıvrıktırlar. Bu nedenle göz kapakları kapandığında kirpikler birbirine girerek karışmaz."(2)


BURUN VE KULAK KILLARI: Bu kıllar yabancı partiküller için bir filtre görevi görür.

SEKSÜEL KILLAR: Cinsel kimliğin kazanılmasında ve kişiliğin gelişiminde önemli rol oynar.


VÜCUT KILLARI: Dokunma duyusuyla ilgilidir. "...vücut üzerindeki ince kılların hareketi, kılların alt kısmını çevreleyen sinir liflerini uyarır. Böylece her kıl ve bazalindeki sinir lifi, kılson-organı olarak adlandırılır ve aynı zamanda bir DOKUNMA RESEPTÖRÜDÜR. Bu reseptör kolayca adapte olur ve böylece Meissner Korpüskülü gibi esas olarak vücut yüzeyindeki nesnelerin hareketini veya vücutla ilk temasını saptar."(3)
Vücut kılları ve Meissner Korpüskülleri benzer görevler üstlenmiş dokunma reseptörleridir ve kılların bulunmadığı yerlerde Meissner Korpüskülleri vardır.

Kılların vücuttaki dağılımında da belli amaçlar vardır. Mesela el sırtı kıllı iken avuçiçinde kıl bulunmaz. Bunun nedenini anlayabilmek için, el sırtındaki ve avuçiçindeki derinin temel görevini ve yapısını iyi bilmek gerekir.

Cisimleri avucumuzun içine alarak kavrarız. Bu nedenle avuçiçi derisi kavrama ve oluşan basınca karşı daha alttaki dokuları koruma görevi için özelleşmiştir.

El sırtındaki derinin ise bilhassa el cerrahlarının çok iyi bildiği gibi duyusal önemi vardır. Mesela hekimler hastanın ateşi olup olmadığını anlamak için avuçiçini değil el sırtını hastanın alnına koyup muayene ederler. El sırtındaki deri, duyusal fonksiyonlarına uygun olarak, yukarıda da ifade edildiği gibi cisimlerin ilk temasını ve hareketini tespit etmekle görevli kıllarla kaplıdır.

El sırtında deri altı yağ dokusu, daha altındaki derin fasya ile bağlantısızdır. Bu sayede el sırtındaki deri hareketlidir ve böylece el hareketleri sırasındaki uzama ve gerilmelere uyum sağlar. Oysa avuçiçinde palmaris longus kasının ( avuçiçi kası ) kirişi, bu iki tabakayı makaslama kuvvetlerine karşı birbirine bağlar ve sabit ve sağlam bir aponevroz teşkil eder.

Avuçiçinde mekanik kuvvetlere karşı dayanıklılığı artırmak için korneum ve derialtı yağ dokusu daha kalın yapıdadır. Bu bölgede gördüğümüz çizgilenmeler ve kabarıklıklar, cisimlerin kaymamasını ve daha rahat kavranmasını temin eder. Yine el hareketlerinde herhangi bir görevi olmayan palmaris brevis kası hipotenar kabartıyı belirginleştirerek elin kavrama yeteneğini artırır.

Parmak eklemleri üzerindeki derinin hem palmar hem de dorsal yüzünde gördüğümüz enine çizgilenmeler, parmakların bükülme ve gerilme hareketlerinde derinin uzamasına olanak tanır. Parmak uçlarını koruyan tırnaklar, aynı zamanda cismin oluşturduğu basınç hissini artırarak, parmak uçlarını daha hassas hale getirir.

Kıllar, tırnaklar, çizgiler ve benzeri deri yapıları önemsiz ayrıntılar olarak görülmemelidir.

(1)İ.Veli Odar, Anatomi Ders Kitabı, 12.Baskı, 1.Cilt, Sayfa:513
(2)K. Arıncı-A. Elhan, Anatomi, 2.Baskı, 2.Cilt, Sayfa:460
(3)A.Guyton-J.Hall, Tıbbi Fizyoloji, 10.Baskı, Sayfa:541
[/b]
 
HalukOzgur demiş ki:
Ya şimdi bi soru soracam gerçekten uzun yıllardır kafamı kurcalıyor.
Eğer evrim varsa gerçekten yani yıllar içinde balinaların burunlarının yer değiştirdiği, insanların maymundan evrimleştiği. Bu mendelin teorisiyle çelişmezmi yani parmağın kesilirse senin çocuğunda parmaksız doğmaz öyle değilmi?
hiç bir kitap insan maymundan evrimleşti demez.bunu ortaya çıkaranlar evrim gerçeğine çamur atmak isteyenlerdir.

darwin'in türlerin kökeni adlı eseri de buna dahil.
 
Neden evrimleşti peki? Maymun diyip geçtiğimiz hayvanında birçok türü var. İnsanlarda bu kollardan birinden ayrılmış. Gerçi daha geri gidince fareye, şartları zorlarsak süngere kadar gidebiliriz :)
 
kosovian demiş ki:
HalukOzgur demiş ki:
Ya şimdi bi soru soracam gerçekten uzun yıllardır kafamı kurcalıyor.
Eğer evrim varsa gerçekten yani yıllar içinde balinaların burunlarının yer değiştirdiği, insanların maymundan evrimleştiği. Bu mendelin teorisiyle çelişmezmi yani parmağın kesilirse senin çocuğunda parmaksız doğmaz öyle değilmi?
hiç bir kitap insan maymundan evrimleşti demez.bunu ortaya çıkaranlar evrim gerçeğine çamur atmak isteyenlerdir.

darwin'in türlerin kökeni adlı eseri de buna dahil.
Haklısın kosovian.Bazı insanlar Darwin'in böyle birşey söylediğini iddia ediyor;ancak Darwin,hiçbir şekilde maymunun,evrim geçirerek şu anki insan haline geldiği konusunda birşey söylememiştir.
 
Haklısın HalukOzgur. İnsanlar doğruyu bulup ona inanmak yerine inandıklarının doğru olduğu ön kabulüyle hareket ediyorlar. Ve ortaya böyle saçmalamalar çıkıyor işte. Edeplice ve gayet mütevazi bir şekilde bir soru sordun. Ona bile tahammül edemediler. Oysa Peygamberimiz "İlmin yarısı soru sormaktır" diyor. Keşke herşeyi bildiklerini sanan ve her konuda ahkam kesen bu insanlar da soru sorup sorgulasalardı...
 
Sayın fth, siz çok dokunaklı bir "ELVEDA" yazısı yazıp siteden gitmemişmiydiniz??? Hayrola, nooldu da döndünüz???

Her zaman tekrar edeceğim, bilgilisiniz belli, fakat niyetiniz çok açık. Ortalığı karıştırıp ondan sonra mantıklı argümanlara cevap vermiyor, yoksayıyorsunuz. İşinize gelenlere işinize geldiği şekilde cevap veriyorsunuz. Sorgulayan insanlara "akılsız" diyen siz değil misiniz? Sadece süslü ve kibar kelimelerle yazı yazarak adam olunacağını mı zannediyorsunuz?

Halukozgur ile geçen diyaloglara gelirsek, sorduğu soruya "Perfectionist" in verdiği cevapta ne gibi bir saygısızlık ve tahammülsüzlük vardı ki, arkadaş "Primata sorsam, senden daha fazla bilgi öğrenirdim" gibi bir cevap verdi? Bu mudur edep?

Bu sorularıma cevap verebilecek misiniz, yoksa her zamanki sinsi misyoner tavrınızı sürdürecek misiniz?
 
Sanırım o mesajda biraz fazla tepki verdim, bunu kabul ediyorum, daha sonra değiştirecekken birinin yorum yazdığını farkettim ve bunun üzerine vazgeçtim. Ama bahsi geçen mesajda bir aşağılama boyutu gördüğümü belirteyim.
Lakin arkadaş t.şaklarıma radyasyon vermem gerektiğini söylemiş.
Bu tarz polemiklere girmek istemiyorum. O mesajı attım ama atmamış olmayı tercih ederdim, insan sinirlenince ne yaptığını algılıyamıyor.Belki arkadaşta o niyetle yazmamıştır belkide o niyetle yazmıştır. Bilmiyorum...
 
Birisi ALLAH olduğunu falan sanıyo galiba.Ondan daha iyi biliyo baksanıza.İnanç işi bu, ben müslümanım, daha az zevk alcam diye sünnet mi olmuyum,hem bi senden duydum bunları, tıbben kanıtlı değil mi sünnetin faydaları! Hem ben inanan kesimden olduğum için, sana değil de ALLAH'a uydum.Özür Dilerim...
 
serçeparmaklar yada apandisit konusunda bi fikrim yok ama yakında beyne gerek kalmayacak diye düşünüyorum.günümüzde insanların en az ihtiyaç duyduğu şey beyin.....
 
noSurprises demiş ki:
şu aylık kadın magazin dergilerinden biri işlemişti konuyu :kadınların regl olması aslınsa çok gereksiz diye..
rahim-yumurtalık döngüsünün tek amacının çocuk doğurmak olduğunun,regl'in vücuttaki pis kanın atılması anlamına gelmediğinin altını çizmişti..
insanın vucudünda her ay bir yumurta kırılır ve regl olarak gelir,aslında bu rahimin "eğer çocuk yoksa ben de boşalıp,yumurtayı düşüreyim" demesiymiş..
çocuk gibi bi ihtimal yoksa,yumurta öyle heba oluyormuş..
amerikada kadınların doğum kotrol haplarını regl dönemlerinde de aldıklarından,ve hala regl olamamak için yapılan araştırmalardan bahsedilmiş..yani gereksizmiş..kanıtlanan tek kısmı bu...
bana sorarsanız,işin bi de psikolojk kısmı var,kaç yıl olmuş,alışmışız,çok sancılı veya sancısız da olsa regl olmak rahatlatıyor insanı..alıştığımız döngü bu..sancımızı hafifletecek sağlam birşeyler yapsınlar,daha mutlu olucaz böylelikle..
bunun işlevsiz olduğu yanlış.rahim içi kistler vs.bu yolla tedavi ediliyor.biliyormuydun?
 
Perfectionist demiş ki:
gaem demiş ki:
ne biliyim yaa.vardı öyle bişey ama!

Şöyle diyim basitçe, pankreasın olmazsa sindirim yapamazsın tam olarak...

Yanlış bir cümle olmuş. Pankreasın sindirime yardımı salgı bezlerinden kaynaklanmaktadır. Yani pankreas insülin salgılar. Ama sindirim yapılamaz diye bir şey yoktur. Pankreasın salgıları insülin ve glikoz düzeyiyle ilgilidir, şeker metabolizmasında önemlidir.

Bazı kişilerde 40-45 yaşlarından sonra pankreas tembelliği baş gösterir. Bazılarında ise pankreas hiç işlevini görmez yani ölü organ gibidir. Bunun için de insülin iğneleri kullanılır. Yapay pankreas buluşunun sebebi budur. Pankreas tamamen alınıp, vücudun karın kısmına rahatsız edici bir alet takılıyor ve normal bünyelerdeki gibi bu alet de kişiye düzenli olarak insülin veriyor.

Şu anda yapay pankreas çok pahalı bir operasyon olmasından dolayı pek tercih edilmiyor. İşin uzmanları da biraz daha kolay yaşanılabilir bir forma sokuluncaya kadar bekleme taraftarları. Ben yapay pankreaslı biriyle tanıştım pek rahat değildi. Benim de pankreasım ölü mesela ;) Aldırıp aldırmamaya ya da yapay cihazı takıp takmamaya ileriki yaşlarda karar verebilirim. Ama vücudumda işlevsiz olduğu kesin ;)
 
Geri
Üst