Teoman

dün akşam biri bağlandı ve teomana gittikçe pop a yöneliyorsunuz gibisinden bişiler söyledi ve teoman cevap bile veremedi o kiiye helal olsun valla çok iyi söyledi :D
 
ThE_MaFFicK demiş ki:
dün akşam biri bağlandı ve teomana gittikçe pop a yöneliyorsunuz gibisinden bişiler söyledi ve teoman cevap bile veremedi o kiiye helal olsun valla çok iyi söyledi :D
hadi beee okan orda yanıtı werdi teonun butun muziklerini dinleterek teonun cwp wermeme nedeni sorunun cok komik olmasıdır
 
kaçak yayın'da teoman yazıları

1-Kaçak Yayın kasım 2006 / Lady Lazarus’un Striptizi

ERKEK: On yıl oluyor sen öleli.Yalnızca bir hikâye bu. Senin hikâyen. Benim hikâyem. KADIN: Ölmek Bir Sanattır herşey gibi eşsiz bir ustalıkla yapıyorum bu işi Öyle ustaca ki insana korkunç geliyor Öyle ustaca ki insana gerçeklik duygusu veriyor. Bu konuda iddialıyım sanırım. ERKEK: kendini bulurdun kırmızıda Bense acısını duyardım-kabuk bağlamaya başlayan Bir yaranın üzerinde sargı bezinin keskin kenarı gibi İçindeki damara dokunabilirdim, o kabuklu pırıltıya.
KADIN: Yaralarıma bakmanın bir ücreti var
Nabzımı yoklamanın
Gerçekten atıyor kalbim.
Kararlıydım ikincisinde sonunu getirmeye ve geri dönmemeye
Bir deniz kabuğu gibi
Bu üçüncü şimdilik
Ne aşağılık iş
Yok etmek her on yılı
ERKEK: Birdenbire okuyorum bütün bunları
Senin kendi sözcüklerini, yükselip
Boğazınla dilinden sayfalara geçen
Tıpkı yıllar önce kızının
Sessiz evde
Yalnız başıma çalıştığım odaya
Havada yürürcesine girip yüzüme bakarak
Şaşkınlık içinde
“Baba, annem nerede?” diye sorması gibi.
KADIN: Kapar açık kalmışsa gözlerin
Ve eriyip gider kederinden
Yeni bir parti çıkarmak üzereyiz tuzdan
Bakıyorum çırılçıplaksın
Bu elbiseye ne dersin?
ERKEK: Beyninin haritasında hâlâ kara lekeler.
Geri çekilirken düşmana bırakmamak için
Yaktığın yerleri gösteren.Ve sözcüklerin
Yüzlerini ışıktan kaçıran
Parmaklarıyla bastırarak fırlamış barsaklarını.
KADIN: Bak gene yaptım işte
Her on yılda bir
Nasılsa buluyorum bir yolunu.
Ve ben gülümseyen Kadın
Daha otuzunun baharında
Kedi gibi dokuz canlı.
TED: Gemi azıya alıp bir engelin üstünden atladığımda sıktın boğazımı
Baş döndürücü bir biçimde bir an, sonra düştün.
Ayaklarıma fırlattın kendini beni düşürmek için
Düşürdün ve ölüp kaldın. Bir an içinde oldu herşey.
SYLVIA: İşte büyük striptiz
Baylar, bayanlar.


2-Kaçak Yayın Aralık 2006 / YETENEKLi BAY KAUFMAN

“Erekte penisimi kalabalık önünde gösteriyormuşum gibi hissederim, iyi bir öğrenci olarak kalırsam” der Reich’in mazohist hastası. Çünkü mazohist kişilik övülmeye dayanamaz ve kendini kötüleme eğilimi içindedir. Büyük yeteneğine karşın hastamız sınıfının doruğuna yakın olmaktan nefret eder.
Başka bir yerden yine başlayalım. Bergman, “Güz Sonatı” filmini yaptıktan sonra, bir eleştiri ile birlikte bir şeylerin farkına varır.Bergman, Bergman filmleri yapmaya başlamıştır. Yani kendini tekrarın Bergman’cası…
Hayranlık duyduğu Tarkovski’nin Tarkovski, Fellini’nin Fellini filmleri yapmasından duyduğu sıkıntıya kendi de eklenmiştir. Kurosawa’ya özenir ve der ki: “Kurosawa hiçbir zaman Kurosawa filmi yapmamıştır.”
Küskünlüğünü şöyle dile getirir:
“Deliği açıyorum, ama ya matkap kırılıyor ya da ben yeterince derine inmek yürekliliğini gösteremiyorum.Ya gücüm yok ya da deliği daha derinleştirmem gerektirdiğini anlayamıyorum: Matkabı çekiyorum ve fazladan başdöndürücü bir adım atmıyorum. Matkabı çekiyorum ve hoşnut olduğumu belirtiyorum.
Bu, yaratıcılık yorgunluğunun kesin bir belirtisi ve aşırı tehlikeli, çünkü CANI ACITMIYOR.”
Andy Kaufman sürekli kendinin, seyircinin, program yapımcılarının, menajerinin canını acıtıyor. Kendi mazohizmin de sadist de kendisi, ama bu “can acıtma” dalga dalga yayılıyor, “sıkılma, anlamama, aldatılma, aptal yerine konma” gibi şekillerde bulaşıcı bir şekilde genişliyor seyirci yönünde.
Kendine karşı bir fetih söz konusu bu CAN ACITMA işinde. Belki seyirciye karşı da, ama Kaufman asıl kendi kendinin kurdu.
Artistlik şizofreni, insan başlı başına bir şakaysa, bitmeyen bir türevse, büyüyen ve kesinleşen bir karikatürse, “Can ACITMAYI” daha da sürdürüyor. “Şaka nerede başlıyor, karşımdaki kim, ben eğlencenin neresindeyim, biri beni kullanıyor mu yoksa” soruları seyirciyi de sarıyor, sıkıyor.
Kaufman Tony Clifton mı? Kaufman güreşçi mi? Kaufman bu oyunu ne zaman bitirecek? Kaufman Kaufman mı?
Can acıtmanın, artistlik şizofreninin güzel bir örneği var Emile Ajar’ın “Pseudo” romanında. Kahraman bir gün şöyle haykırıyor; “Ben İran şahı değilim! Belki deliyim, ama hiç değilse İran şahı değilim.”
Söylediklerime inanıp, kimliğimi gizlememe duydukları saygıdan ayaklarının ucuna basa basa yanımdan ayrıldılar. Ben bir süre daha uyumaya devam ettim; İran şahı olmadığıma kendimi inandırmam gerekiyordu.
İnandıramadım. İran şahı biraz da benim.
Diyeceğimiz, kendi canını acıtsan da ya da kendine acısan da sonuç hep aynı.
Bergman diyor ki; “Deliği açıyorum, ama ya matkap kırılıyor ya da ben yeterince derine inmek yürekliliğini gösteremiyorum.”
Bu yürekliliği gösterenlerde de fark ortaya çıkamıyor işte; Bergman Bergman filmi yapmasa da, Kaufman kendini bir şakaya dönüştürse veya başka kişilik havuzlarında yokolsa da...
Gerçi Kafman uç ve zor bir örnek. Tony Clifton da, şaka da, seyirci de, gösteri de ve tabii ki maktap da Kaufman’ın kendisi. Güçlük de tam burada başlıyor zaten. Çünkü galiba matkap her halükârda kırılıyor.



3-Kaçak Yayın Şubat 2007 / kıskançlık
\"Henry Brulard’ın Yaşamı\"nda bir kadına aşık olduğun zaman kendine, “onunla ne yapmak istiyorum” sorusunu sormalısın, diye yazmış Stendhal. Peki, bildik şeylerin yanında, bir kadınla ne yapılır? Yani kadın erkeğin hangi işine yarar? Bir erkeklik yarışının sorusu mu, yanıtı mı, ödülü müdür kadın? Carlos Fauentes, Jean Seberg’le iki ay çok yoğun olarak süren ilişkisini didiklerken birkaç itirafta bulunuyor. “Binlerce erkeğin kıskanç soluklarını ensemde hissediyordum onunla sevişirken” diyor, kendisinin aynı kıskanç soluğu bir başka erkeğin ensesinde olacakken bir-iki ay sonra.
KISKANÇLIK

"Henry Brulard’ın Yaşamı"nda bir kadına aşık olduğun zaman kendine, “onunla ne yapmak istiyorum” sorusunu sormalısın, diye yazmış Stendhal.

Peki, bildik şeylerin yanında, bir kadınla ne yapılır? Yani kadın erkeğin hangi işine yarar? Bir erkeklik yarışının sorusu mu, yanıtı mı, ödülü müdür kadın?

Carlos Fauentes, Jean Seberg’le iki ay çok yoğun olarak süren ilişkisini didiklerken birkaç itirafta bulunuyor. “Binlerce erkeğin kıskanç soluklarını ensemde hissediyordum onunla sevişirken” diyor, kendisinin aynı kıskanç soluğu bir başka erkeğin ensesinde olacakken bir-iki ay sonra.

Fuentes

Kendinden nefret edeceği şeyleri yapıyor; kadının özel eşyalarını, ceplerini, defterlerini karıştırıyor. Kıskançlığının ürünlerini toplamak için, telefonlarını dinliyor Seberg’in.

“Gülünesi Aşklar” da Milan Kundera bir öykü kahramanının ağzından yine bir tür denemeye girişiyor. Bir çeşit seçmeye dönüşen, erkekler-arası sorular soruyor. “Diyelim ki,” diyor çok güzel bir kadın var, önünüz de iki ihtimal; ya onunla insanlar içinde kol kola gezip birlikte olacak, fakat yatmayacaksınız. Ya da yatacak ama kimseye söylemeyeceksiniz .Kahramanımız, “emin olun ki” der, “her erkek birinci şıkkı tercih eder”. Ona göre, kimseye anlatamayacağı, gösteremeyeceği bir aşk macerası erkeğin ilgisini de çekmez. Beraber olduğunuzu düşündüren bir yalan-gösteri, işin gerçeğinden çok daha çekicidir erkek için.

Konumuz kıskançlık olduğuna göre, yukarıdaki seçmeyi ona göre bir ayarlayalım. Diyelim ki bir sevgiliniz var, önünüzde de iki seçenek. Sevgiliniz ya biriyle beraber gözükecek ve birlikte olduğu izlenimi verecek ama onunla yatmayacak. Ya da biriyle yatacak ama kimse bilmeyecek. Hangisini tercih ederdiniz?

Cevap bir evvelki sorudaki kadar kolay değil burada. Çünkü ikisinde de kıskançlığın farklı boyutları var. Farklı kıskançlık, farklı gurur mekanizmalarının sosyal ya da kişisel olanları... İnsanlar arasında - gerçekte öyle olmadığı halde - yaralanmış bir gurur, gerçek bir iç yarasına karşı.Hangisinin daha görünür olduğu ise kişiliğe bağlı.

Peki bir erkekle ne yapılır? Bir erkek, kadının hangi işine yarar? O da bir kadınlık yarışının soru, cevap veya ödülü müdür? Mekân aşk, konu da kadın olduğundan kıskançlığın yukarıdaki boyutları nerelere doğru evrilir?

Bunlar başka bir yazının konusu ama, en azından doğru bir his oluşturmak için klasik soru, her cins için geçerli olmalı. “Onunla ne yapmak istiyorum?” sorusu...
 
kaçak yayın'da teoman yazıları

1-Kaçak Yayın kasım 2006 / Lady Lazarus’un Striptizi

ERKEK: On yıl oluyor sen öleli.Yalnızca bir hikâye bu. Senin hikâyen. Benim hikâyem. KADIN: Ölmek Bir Sanattır herşey gibi eşsiz bir ustalıkla yapıyorum bu işi Öyle ustaca ki insana korkunç geliyor Öyle ustaca ki insana gerçeklik duygusu veriyor. Bu konuda iddialıyım sanırım. ERKEK: kendini bulurdun kırmızıda Bense acısını duyardım-kabuk bağlamaya başlayan Bir yaranın üzerinde sargı bezinin keskin kenarı gibi İçindeki damara dokunabilirdim, o kabuklu pırıltıya.
KADIN: Yaralarıma bakmanın bir ücreti var
Nabzımı yoklamanın
Gerçekten atıyor kalbim.
Kararlıydım ikincisinde sonunu getirmeye ve geri dönmemeye
Bir deniz kabuğu gibi
Bu üçüncü şimdilik
Ne aşağılık iş
Yok etmek her on yılı
ERKEK: Birdenbire okuyorum bütün bunları
Senin kendi sözcüklerini, yükselip
Boğazınla dilinden sayfalara geçen
Tıpkı yıllar önce kızının
Sessiz evde
Yalnız başıma çalıştığım odaya
Havada yürürcesine girip yüzüme bakarak
Şaşkınlık içinde
“Baba, annem nerede?” diye sorması gibi.
KADIN: Kapar açık kalmışsa gözlerin
Ve eriyip gider kederinden
Yeni bir parti çıkarmak üzereyiz tuzdan
Bakıyorum çırılçıplaksın
Bu elbiseye ne dersin?
ERKEK: Beyninin haritasında hâlâ kara lekeler.
Geri çekilirken düşmana bırakmamak için
Yaktığın yerleri gösteren.Ve sözcüklerin
Yüzlerini ışıktan kaçıran
Parmaklarıyla bastırarak fırlamış barsaklarını.
KADIN: Bak gene yaptım işte
Her on yılda bir
Nasılsa buluyorum bir yolunu.
Ve ben gülümseyen Kadın
Daha otuzunun baharında
Kedi gibi dokuz canlı.
TED: Gemi azıya alıp bir engelin üstünden atladığımda sıktın boğazımı
Baş döndürücü bir biçimde bir an, sonra düştün.
Ayaklarıma fırlattın kendini beni düşürmek için
Düşürdün ve ölüp kaldın. Bir an içinde oldu herşey.
SYLVIA: İşte büyük striptiz
Baylar, bayanlar.


2-Kaçak Yayın Aralık 2006 / YETENEKLi BAY KAUFMAN

“Erekte penisimi kalabalık önünde gösteriyormuşum gibi hissederim, iyi bir öğrenci olarak kalırsam” der Reich’in mazohist hastası. Çünkü mazohist kişilik övülmeye dayanamaz ve kendini kötüleme eğilimi içindedir. Büyük yeteneğine karşın hastamız sınıfının doruğuna yakın olmaktan nefret eder.
Başka bir yerden yine başlayalım. Bergman, “Güz Sonatı” filmini yaptıktan sonra, bir eleştiri ile birlikte bir şeylerin farkına varır.Bergman, Bergman filmleri yapmaya başlamıştır. Yani kendini tekrarın Bergman’cası…
Hayranlık duyduğu Tarkovski’nin Tarkovski, Fellini’nin Fellini filmleri yapmasından duyduğu sıkıntıya kendi de eklenmiştir. Kurosawa’ya özenir ve der ki: “Kurosawa hiçbir zaman Kurosawa filmi yapmamıştır.”
Küskünlüğünü şöyle dile getirir:
“Deliği açıyorum, ama ya matkap kırılıyor ya da ben yeterince derine inmek yürekliliğini gösteremiyorum.Ya gücüm yok ya da deliği daha derinleştirmem gerektirdiğini anlayamıyorum: Matkabı çekiyorum ve fazladan başdöndürücü bir adım atmıyorum. Matkabı çekiyorum ve hoşnut olduğumu belirtiyorum.
Bu, yaratıcılık yorgunluğunun kesin bir belirtisi ve aşırı tehlikeli, çünkü CANI ACITMIYOR.”
Andy Kaufman sürekli kendinin, seyircinin, program yapımcılarının, menajerinin canını acıtıyor. Kendi mazohizmin de sadist de kendisi, ama bu “can acıtma” dalga dalga yayılıyor, “sıkılma, anlamama, aldatılma, aptal yerine konma” gibi şekillerde bulaşıcı bir şekilde genişliyor seyirci yönünde.
Kendine karşı bir fetih söz konusu bu CAN ACITMA işinde. Belki seyirciye karşı da, ama Kaufman asıl kendi kendinin kurdu.
Artistlik şizofreni, insan başlı başına bir şakaysa, bitmeyen bir türevse, büyüyen ve kesinleşen bir karikatürse, “Can ACITMAYI” daha da sürdürüyor. “Şaka nerede başlıyor, karşımdaki kim, ben eğlencenin neresindeyim, biri beni kullanıyor mu yoksa” soruları seyirciyi de sarıyor, sıkıyor.
Kaufman Tony Clifton mı? Kaufman güreşçi mi? Kaufman bu oyunu ne zaman bitirecek? Kaufman Kaufman mı?
Can acıtmanın, artistlik şizofreninin güzel bir örneği var Emile Ajar’ın “Pseudo” romanında. Kahraman bir gün şöyle haykırıyor; “Ben İran şahı değilim! Belki deliyim, ama hiç değilse İran şahı değilim.”
Söylediklerime inanıp, kimliğimi gizlememe duydukları saygıdan ayaklarının ucuna basa basa yanımdan ayrıldılar. Ben bir süre daha uyumaya devam ettim; İran şahı olmadığıma kendimi inandırmam gerekiyordu.
İnandıramadım. İran şahı biraz da benim.
Diyeceğimiz, kendi canını acıtsan da ya da kendine acısan da sonuç hep aynı.
Bergman diyor ki; “Deliği açıyorum, ama ya matkap kırılıyor ya da ben yeterince derine inmek yürekliliğini gösteremiyorum.”
Bu yürekliliği gösterenlerde de fark ortaya çıkamıyor işte; Bergman Bergman filmi yapmasa da, Kaufman kendini bir şakaya dönüştürse veya başka kişilik havuzlarında yokolsa da...
Gerçi Kafman uç ve zor bir örnek. Tony Clifton da, şaka da, seyirci de, gösteri de ve tabii ki maktap da Kaufman’ın kendisi. Güçlük de tam burada başlıyor zaten. Çünkü galiba matkap her halükârda kırılıyor.



3-Kaçak Yayın Şubat 2007 / kıskançlık
\"Henry Brulard’ın Yaşamı\"nda bir kadına aşık olduğun zaman kendine, “onunla ne yapmak istiyorum” sorusunu sormalısın, diye yazmış Stendhal. Peki, bildik şeylerin yanında, bir kadınla ne yapılır? Yani kadın erkeğin hangi işine yarar? Bir erkeklik yarışının sorusu mu, yanıtı mı, ödülü müdür kadın? Carlos Fauentes, Jean Seberg’le iki ay çok yoğun olarak süren ilişkisini didiklerken birkaç itirafta bulunuyor. “Binlerce erkeğin kıskanç soluklarını ensemde hissediyordum onunla sevişirken” diyor, kendisinin aynı kıskanç soluğu bir başka erkeğin ensesinde olacakken bir-iki ay sonra.
KISKANÇLIK

"Henry Brulard’ın Yaşamı"nda bir kadına aşık olduğun zaman kendine, “onunla ne yapmak istiyorum” sorusunu sormalısın, diye yazmış Stendhal.

Peki, bildik şeylerin yanında, bir kadınla ne yapılır? Yani kadın erkeğin hangi işine yarar? Bir erkeklik yarışının sorusu mu, yanıtı mı, ödülü müdür kadın?

Carlos Fauentes, Jean Seberg’le iki ay çok yoğun olarak süren ilişkisini didiklerken birkaç itirafta bulunuyor. “Binlerce erkeğin kıskanç soluklarını ensemde hissediyordum onunla sevişirken” diyor, kendisinin aynı kıskanç soluğu bir başka erkeğin ensesinde olacakken bir-iki ay sonra.

Fuentes

Kendinden nefret edeceği şeyleri yapıyor; kadının özel eşyalarını, ceplerini, defterlerini karıştırıyor. Kıskançlığının ürünlerini toplamak için, telefonlarını dinliyor Seberg’in.

“Gülünesi Aşklar” da Milan Kundera bir öykü kahramanının ağzından yine bir tür denemeye girişiyor. Bir çeşit seçmeye dönüşen, erkekler-arası sorular soruyor. “Diyelim ki,” diyor çok güzel bir kadın var, önünüz de iki ihtimal; ya onunla insanlar içinde kol kola gezip birlikte olacak, fakat yatmayacaksınız. Ya da yatacak ama kimseye söylemeyeceksiniz .Kahramanımız, “emin olun ki” der, “her erkek birinci şıkkı tercih eder”. Ona göre, kimseye anlatamayacağı, gösteremeyeceği bir aşk macerası erkeğin ilgisini de çekmez. Beraber olduğunuzu düşündüren bir yalan-gösteri, işin gerçeğinden çok daha çekicidir erkek için.

Konumuz kıskançlık olduğuna göre, yukarıdaki seçmeyi ona göre bir ayarlayalım. Diyelim ki bir sevgiliniz var, önünüzde de iki seçenek. Sevgiliniz ya biriyle beraber gözükecek ve birlikte olduğu izlenimi verecek ama onunla yatmayacak. Ya da biriyle yatacak ama kimse bilmeyecek. Hangisini tercih ederdiniz?

Cevap bir evvelki sorudaki kadar kolay değil burada. Çünkü ikisinde de kıskançlığın farklı boyutları var. Farklı kıskançlık, farklı gurur mekanizmalarının sosyal ya da kişisel olanları... İnsanlar arasında - gerçekte öyle olmadığı halde - yaralanmış bir gurur, gerçek bir iç yarasına karşı.Hangisinin daha görünür olduğu ise kişiliğe bağlı.

Peki bir erkekle ne yapılır? Bir erkek, kadının hangi işine yarar? O da bir kadınlık yarışının soru, cevap veya ödülü müdür? Mekân aşk, konu da kadın olduğundan kıskançlığın yukarıdaki boyutları nerelere doğru evrilir?

Bunlar başka bir yazının konusu ama, en azından doğru bir his oluşturmak için klasik soru, her cins için geçerli olmalı. “Onunla ne yapmak istiyorum?” sorusu...
 
billboard dergisinde teoman yazıları

1-billboard dergisi kasım 2006 / Rock patlaması

Üniversiteye ilk başladığımda , başka başka yerlerden gelen insanlar olarak benzerlerimizi bulmaya da başladık. Müzisyen olma hayalleri olanlar müzik kulübünde, diğerleri farklı yerlerde öbekleştik.
Üniversiteye ilk başladığımda , başka başka yerlerden gelen insanlar olarak benzerlerimizi bulmaya da başladık. Müzisyen olma hayalleri olanlar müzik kulübünde, diğerleri farklı yerlerde öbekleştik.
Benim gibi müziğe küçük yaşta aşık olanlarla , yeni aşıklar farklı yollara doğru gittiler. Aynı şeylere özenmiyorduk. Daha bir yıl önce müziği “iron maiden” grubuyla keşfeden çocuklar, o sene daha saygın olduğunu düşündükleri “caz” a yöneldiler. Rock müzik daha eğlencelik, daha dünyeviyken onlar için, caz saygın bir sanattı. Rock müziği sevenler şu anda hala müzik yaparken, diğerleri hayatın diğer aşamalarında , o sıra ne saygınsa onu yapmayı seçtiler; Aile babası da oldular, genel müdür de. Allahtan aralarında caz müziği gerçekten sevenler de vardı da, bazı arkadaşlarımız hakikaten güzel yerlerdeler şimdi.
O yıllarda bir de, yapılan işler üzerine , o işlerden çok daha fazla zaman alan konuşmalar modaydı müzisyenler arasında. Benim gibi düşünenler katılmazdı o konuşmalara. Biz canının istediğini yapma, dinleme, çalma düşüncesindeydik. Geniş bir alternatif topluluğun herhangi bir üyesi olma peşinde de olmadığımızdan uzak durur, ama teker teker hepsini severdik, iyi çocuklardı.
Rock müzik içinde de ayrışmalar oldu tabi ki. Çok sert şeyler sevenler, melodi sevenler, virtüözite sevenler, “led zeppelin” den sonrasını dinlemem abi diyenler v.s. farklı yerlerde aktılar.
bu tip zorlama ayrımlar bana uzak olduğundan ve artık yeni müzik formları yeni müzikseverler kadar bildiğim bir alan olmadığından , şu ana dair örnekler veremiyorum sizlere . ama eminim ki dışarıda hala birileri kendi sevdiği müziğin , diğer müziklerden nasıl daha gerçek , daha samimi , daha kaliteli olduğuyla ilgili , bir başkasını ikna etmeye çalışmakla meşguldür.
Şu sıralar bir rock patlamasından bahsediliyor. Zannedersiniz ki, rock müziğin yükselişi şansa oldu, sanki halk birdenbire “ ben en iyisi içinde bolca gitar olan bir türe yöneleyim , pop’tan da biraz uzak olayım” dedi. Hayır, kimse bir türe yönelmedi, sadece o türün müzisyenleri hakikaten de insanları kalplerinden vuracak, çok güzel şarkılar yaptılar.
Bir kaç sene öncesini düşününce, duman grubu , “her şeyi yak”ın ardından bir sürü çok güzel şarkı sundu müzik piyasasına. Mor ve ötesi , hem çok güzel ve hem de ticari başarıyı yakalamış bir albüm yaptı, halihazırda varolan yerini sağlamlaştırdı.ogün sanlısoy, rashit, aylin aslım, hayko cepkin, yüksek sadakat –ilk aklıma gelenler bunlar, kimbilir daha kaç tane saymak gerekir?- hem çok iyi şarkılar yaptılar, hem de kendi dinleyicilerini oluşturdular. Ortak noktaları aslında bir tane ; gerçekten iyi şarkılar yaptılar.
İlk girişte anlattığım şeylerle bunları bağlayacak olursak , söylemek istediğim şey aslında kısaca şu; müzik tarzı dediğin , sen onu nasıl algılıyorsan o. Kimisi için bir saygınlık artışı ihtimali, kimisi için duygularını coşturan şey , bir başkası için de anlamını kendinin dolduracağı, kalbinde ve/veya beyninde yer alan gürültü topluluğu.
Ama dediğim gibi , olayı şarkı bitiriyor sonuçta ve patlama diye bahsedilen şey de şarkılar iyi diye var şu anda.
Yazımı ; dinlediği müzik türü eleştirilen, didiklenen , saygınlığı ölçülen insanlar için , mick jagger’ın bir sözüyle bitiriyorum.( “rock and roll” yerine istediğiniz müzik tarzını koyabilirsiniz )
“it’s only rock and roll , but i like it.”



2- billboard dergisi aralık 2006 / Şarkılar neye iyi gelir

Şarkılar nasıl yazılırlar, ne derler, siz nasıl anlarsınız? Hangileri yüreğinizden vurur? Şarkı ne zaman şarkıya, ne zaman hayata benzer? Bazıları niye sadece şarkı, bazıları yaşamın ta kendisidir? Hüzünlü şarkılar dağlayan bıçaklardır, biraz fazla kaçarlarsa pansuman niteliklerini kaybederler. En steril ve etkili olan yöntemlerinde alkol de yardım eder ve her şeyi anlatırlar, her şeyi hatırlatırlar. Hatta siz onları sevmeseniz bile. Sanki cevap üçmüş gibi gelir, şarkılar yön olarak kaça ayrılır diye düşündüğünüzde; “kendine, karşındakine, etrafa” doğru...
En az yaralayanı ve en az inanılanı üçüncü şıktır ve etrafa söylenir. En fazla inanılanı ise “ikinci şık”, karşındakine olanıdır ve bir monolog olarak söyleme-dinleme ilişkisini en özel alana kurar. Sanki yatakta ikizinizdir, sizin mecaliniz ve lafınız yoktur, o ise söyler, söyler. Aynı aşk sözleri gibidirler, siz hissetmiyorsanız duymazsınız da. Ve sizin için gerçek değillerdir, olamazlar. Şarkılar aynı sessizlikte kalır, monolog ise siz istediğinizde söylenmek üzere CD - kaset ya da plak formatında bekler. İnanacağınız zaman çalarsınız, sanki ilk kez dinlemiş gibi olursunuz. Bazen tam doğru yere dokunur. “Hah” dersiniz “tam orası, biraz daha yukarı çık, hah işte tam da orası”. “Kendine karşı” olan birinci şık ise, ikinci şık’a öykünür ve aşkın başka bir boyutuna benzer. “Ben bunları hep O’nun için yapıyorum, umarım O biliyordur, anlıyordur” durumları...Sanki yukarıdadır O ve hislerinizi, hareketlerinizi, duruşunuzu biliyor, görüyordur. İkinci tekil şahıs “Sen”e, birinci tekilde söylenir ama aslında “sen” ortada yoktur. “Sen gittin” şarkıları bunlardır. Giden miden yoktur, sadece olmayan vardır ve en acıklı şıkkımız da budur. Birinci şıkkın bir alt kolu, şarkıyı “gerçek ben”e söyler. Mesela “Bodrum Bodrum”da :
Bir zamanlar aşık olmuştum
Ama şimdi ismi neydi unuttum
Dediğinizde lafınız kendinizedir. Eskilerden bir şeyi hatırlar, tam çıkaramazsınız. Burada artık sanal bir “sen” veya “O” yoktur, şarkı “ben”e söylenir, tam bir kalp ve yarım bir ağızla...
Yarım ağızla dedik, çünkü şarkılar aslında hayatın metaforlarıdır ve çok da didiklemeye gelmez. Dinlersiniz, seversiniz, sıkılırsanız da değiştirirsiniz. Şarkının içinde söylendiği gibi.
“Başka bir şarkı söyleyelim çocuklar / Bu eskidi ve buruklaştı. / Tüm tırnaklarını görüyorum / Kırık / Tüm gemileri alev alev yanıyor
.........
Oraya bakın arkadaşlar
Hayatta kalan bir yolcu görünüyor.
..........
Başka bir şarkı söyleyelim
Bu eskidi ve buruklaştı.”




3 billboard dergisi ocak 2007 / Rock ve Yalvarma

Geçtiğimiz yıllarda Q dergisinde U2’dan Bono’nun arabasının bir resmi vardı, “Park Yapılmaz” levhasının tam altında, hem de şöyle bir ibareyle; “Very Very Rock and Roll”. Ve Roll dergisinde Marianne Faithful, Mick Jagger için şunları söylüyor; “Bulaşıkların dağ gibi olduğu o komünal evlerden hemen kaçardı temiz yuvasına...” Hiç de “Very Very Rock and Roll” değil, ama Rock’ı yaratanların herhalde sahte Rock Star klişelerine, kriterlerine uymaya ihtiyaçları yoktur.
Geçtiğimiz yıllarda Q dergisinde U2’dan Bono’nun arabasının bir resmi vardı, “Park Yapılmaz” levhasının tam altında, hem de şöyle bir ibareyle; “Very Very Rock and Roll”.

Ve Roll dergisinde Marianne Faithful, Mick Jagger için şunları söylüyor; “Bulaşıkların dağ gibi olduğu o komünal evlerden hemen kaçardı temiz yuvasına...”

Hiç de “Very Very Rock and Roll” değil, ama Rock’ı yaratanların herhalde sahte Rock Star klişelerine, kriterlerine uymaya ihtiyaçları yoktur.

Yine bir gazetede şunlar yazıyordu; “Rock şarkıcısı uzlaşmazlığı, kavgacılığı, huysuzluğu ile bizi rahatsız eder”miş. Bir şey yaptığını zannederken, tam tersini yaptığını anlayamamanın en iyi örneği. Başkaldırdığını sanırken bir türlü yalvarma “Lütfen beni farkedin ki, varolayım” dilenmesi...

Yalvarmanın yaygaraya dönüşmesine açıklayıcı bir örnek; Lennon ve Yoko Ono, dünya barışı için (!) iki gün boyunca New York’ta bir otel odasında yataktalar. Etrafta da gazeteciler ve TV kameraları vs. var. Siyaseten doğru ve Very Very Rock and Roll. Ama Mick Jagger’ın yapmayacağı bir şey bu.

Rock and Roll’un yalvarmayan kutbu. Görkemli bir aldırışsızlık, soylu bir ilgilenmeme... (Dünya barışına değil, “dışarıdan kendine bakıp beğenmeye çalışma” isteğine karşı.) Belki de Jerry Hall’un Jagger üzerindeki teskin edici etkisiyle, Yoko’ya katlanmanın dayanılmaz ağırlığı arasındaki fark bu... Hall ile sevişen, Yoko’yla niye iki günü yatakta geçirsin ki? Jagger kendine hiç tezahürat yapmıyor, Lennon ise yalvarıyor.

Ya da Sting... Karısının doğumunu gözleri sulanarak videoya çekiyor, bir kameraman da onun bu hareketini banda alıyor. Kendi kendine tezahürat, yalvarma ve yaygara; Very Very Rock and Roll. Ve bir başka ilişki biçimi yalvarma ve Rock Müzik arasında: Ne kadar çok yalvarma, o kadar az müzik. Sting ve Lennon’ın müzikal düşüşleri, yalvarmalarının dorukta olduğu zamanlara denk geliyor. Aslında Jim Morrison’ın adı olup, şarkısı olmaması da bu yüzden.

Rock şarkıcısının uzlaşmazlığı, kavgacılığı gibi palavralara karşı Rock müziğinin iyi derecesi başka bir şeyle ölçülüyor; yalvarmanın, kendine tezahüratın, dilenmenin azlığıyla... Ya da başka bir deyişle; arabalarını otoparkta bırakan Rock müzisyenlerinin bolluğuyla...





mart ayı bilboard dergisi-...YA DA OLMAMAK


...YA DA OLMAMAK
"ben sana demedim mi?"Marco'nun soluğu kulağımı yakıyordu.

"Pekala da iyi dans ediyorsun."Bir kitap için erken bi ölüm.sadece 110.sayfada kalmıştım.Gerçek final daha mı güzel sanki?

"Bütün gözler ve yüzler bana çevrildi.Knedimi onların rehberliğine bırakıp büyülü bir iple çekilircesine odaya girdim."

ya da büyük,güzel laflar...

mesele,bir kitabın,bir filmin,bir şiirin,bir hayatın nereden başladığının da,nasıl bittiğinin de öneminin olmadığı bir dünyayla "anlamlı bir ilişki kurmak"

okuma biçimleride,yaşamların paralelleri olarak aynı.

110.sayfadaki bir kıvrıkla bırakılan ya da sayfa atla******* bitirilen ya da hiç açılmayan bir kitap ile YAŞAM.

Rastgele seçilen birkaç kitap...
"otomatik portakal"sayfa olarak 76'da, "sırça fanus"251'de. "piyanoçalanalar"92'de "beyaz otel"45'te, "hocus pocus"43'te bitmişler benim için.Sadece dört kitabın sonuna gelmişim,ikisine başlayamamışım bile.

bittiğine kimin karar vereceğinin muğlak oluşu,belki de ufacık anlaşılmaz bir alan bırakabilir içimizde...

Zor bir soruya,kolayca kaçan bir cevap.biten biter....

en sevdiğim intihar notu bir adamdan köpeği Pepper'a...

Türkçeye çevirirsek şöyle birşey oluyor;
"hav hav,allahaısmarladık Pepper."

en sevmediğimseSilvia Plath'ın ki;"Lütfen Dr.Horder'ı arayın"diyor.Psikiyatrist ve doğası gereği ölülere yardım edemeyen Dr.Horder'ı...

Yani kendini öldürmeyi oyuna çevirmiş bir şairin inanmadan ve gerçekte istemeden yaptığı bir performans,yanlışlıkla bitiyor.

ve o yüzden de bu denli acıklı...
Buraya kadar gelebildiyseniz;hangisi güzel diye,bir gayret yazının başındaki alıntıları birer kez daha okuyun.Biri planlı,diğeri şansa olan...Gerçek ve alternatif finalleri..

Başarısız çabaların tüm sonuçları daha da acıklı kıldığında hemfikirsek iki tavırdan birini seçelim.

"ölüm,her şey gibi o da sanat ve ben onu en iyi yapanlardanım"
ya da
"hayırlısıyla bitsin şu hayat..."

Lady Lazarus,Yahya Kemal'e(?) karşı Batı'nın Doğu'ya,çabanın tevekküle yenildiği ender alanalrdan biri olan ölümde.

Sorulardan ve cevaplardan bahsediyorsak,Hamletin zor sorusuna şıklarla cevap vermek...

Bazen bir cesaret,ender olarak da korkaklık örneği olarak, "b şıkkı " demek...

...YADA OLMAMAK...
 
tabi canım türkiyede rock müziğin kralı teomandır. kramp,whisky,objektif,kesmeşeker,kurban
gibi gruplar ve şebnem ferah,haluk levent,demir demirkan gibi isimler ancak onun ardından gelebilir.allahım yarabbim ya
 
rock_and_rock demiş ki:
tabi canım türkiyede rock müziğin kralı teomandır. kramp,whisky,objektif,kesmeşeker,kurban
gibi gruplar ve şebnem ferah,haluk levent,demir demirkan gibi isimler ancak onun ardından gelebilir.allahım yarabbim ya

Önce bir kaç isim sayayım kimsenin gıkı çıkmasın sonra da kişisel zevklerimi mi sayayım dedin. Kıyaslama yapmak, kral ilan etmeler anlamsız ama saydığın her isimden, özellikle bireysel isimlerden çok daha başarılı bulurum Teomanı, daha çok dinlerim, bu isimleri örnek olarak sunmanın amacı nedir ki. Bunlar varken Teoman nereye mi. Ne farkı kalıyo senin yukarıdaki iddia yumaklarından. Ortaçgil den sonra da Feridun Düzağaçla beraber yaptıkları işte sanat kokusu bulduğum, (en azından söz sanatı) çok az sayıda kişiden biri Teoman. Ki bu anlamsız tartışmayı başlatan arkadaş sanki rakip takım taraftarları arasına sızmış sahaya takım ceza alsın diye madde atan biri gibi geldi bana, Teoman sevenden ziyade. Ve bu aptal konu nereye kadar uzayacak?
 
Geri
Üst