İktisadi Teoriler

Arkadaşlar elbette hepimizin tüm iktisadi teorileri tam olarak ve eksizsiz bilmemiz gibi bir durum yok.. Bu başlıkta bugüne kadar kabul edilen iktisadi teorileri bildiğimiz kısımlarıyla tartışmak, fikir alışverişi yapmak istedim..
Mesela konuya ilkçağdaki ekonomik ilişkilerden başlayabiliriz...
Bir konuda da rica ediyorum. Tartışmaları saçma sapan yerlere çekmeye çalışan arkadaşlar lütfen girip, saçma sapan bir şekilde tartışmaları dağıtıp, konuyu saptırmasın...
Herkese slmm....
 
Sanırım eskiden bugüne değişmeyen ve belki de değişmeyecek bir kural varsa o da arz-talep ikilisidir.Ama tabi herşey bu kadar kolay değil iktisat konusunda.İktisadın özüdür arz talep.
 
"Sanırım eskiden bugüne değişmeyen ve belki de değişmeyecek bir kural varsa o da arz-talep ikilisidir.Ama tabi herşey bu kadar kolay değil iktisat konusunda.İktisadın özüdür arz talep."

Neyse ki sanırım demiş arkadaş. Çünkü yukarıdaki görüşü yanlışlayan nbvma5'nın sorusuna cevap veren kapsamlı bir çalışma halihazırda mevcut "Karl Polanyi-Büyük Dönüşüm".
Araştırmalarını bu malinowski vs. antropologların araştırmalarına dayandırıyor ve kabaca şunu söylüyor: piyasalar (arz/talep ilişkisinin gerçekleştiği alan) ilk kurumlar değildir. İlk değiş tokuşlarda armağan ilişkisi ya da dinsel nedenler var idi. Yani klasik iktisatçıların iddia ettiği gibi insan doğası gereği iktisadi bir varlık falan değil.
Kapitalizmin nasıl doğup geliştiğini anlamak için Jacques Adda-Ekonominin Küreselleşmesi(iletişim yayınları) adlı eseri okunabilir. Bu süpsüper bi kitap. Polanyi'nin tezlerini en başta bi özetle anlatarak başlayıp günümüze kadar geliyor ve bence iktisadi analiz üzerinden sizin dünya siyasetini de anlayabilmenizi sağlıyor. Bu adamın kapitalizmin ortaya çıkışı için ortaya attığı görüş ortaçağ avrupasının parçalı idari yapısının bir tüccar sınıfın serpilmesine olanak tanıdığı yönünde. Çin de tüccardı da neden kapitalizm orada gelişmedi sorusunun yanıtı olarak ortaya atıyor bunu.
 
Tabi yazmamak ayıp oldu ama ekonomipolitik analiz için tabi ki
F. Engels-"Devletin, Özel Mülkiyetin, Ailenin Kökeni" (sol yayınları)
Kült eser!! Herkes biliyor diye yazmaya gerek duymadım.
 
bütün iktisadi teorilerin temeli belirli bir amacı en az gayretle yapmaya dayanır..yada başka deyişle belirli bir gayret,emek sonunda amaclananda en iyi sonuçları elde etmekte diyebiliriz..
 
bizde herşey tek bir temel üstüne kuruludur.amaç her zaman para maksimizasyonudur.adamların demek istediği şu;önce paranı kazan adam(kadın) ol ondan sonrası kendiliğinden gelir.pek duygusal bir bölüm olmasada maslow abi zamanında hiyerarşi ile belirlemiş olabilecekleri ya da olacakları.
 
Vural Fuat Savaş'ın - Piyasa EKonomisi ve Devlet kitabında Piyasa ekonomisine oldukça eleştiri mevcut. Ve eleştiriler çok güzel açıklanmış. Özellikle Piyasa Ekonomisinin temeli olan rasyonelizm ve faydacı düşüncenin kendi içinde boğulduğunu çok güzel örnekler vererek anlatmış...

Görünmeyen el mekanizmasına da Dışsallıkları (bir ferdin diğer bir ferdi etkilemesi sonucu gelişen durum) ifade ederek güzel eleştirilerde bulunulmuş. Zaten görünmeyen el hiçbir zaman işlemedi. Serbest Piyasa tam koşulları da hiçbir zaman oluşmadı. Zaten bu durum, ürün geliştirmenin doğasına aykırı.. Yeni çıkan bir ürün mutlaka olgunlaşma ve gelişme evresinde tekelci bir piyasaya mahkumdur. İlk ürünü çıkaran tekelini kuracaktır. Malı (hizmeti) ilk üreten ve gerçekleştiren firma pazarın belli bir kaymağını alacaktır. Bu dönemde rakipler ürünü taklit etmeye çalışacaktır. Ama belli bir dönem tekelleşme mutlaka olacaktır. Hatta firma sırlarını koruduğu sürece teknoloji ürünlerinde bu taklit etme süreci epey bir zaman alacaktır. Bir de firma dağıtım kanallarını ele geçirince artık Tekelini koruma çabasındadır ve başarıya doğru gidiyordur diyebiliriz. (microsoft) (bunlara önlem (piyasa ekonomisin yamaları) rekabet kanunları(microsoft davası),vs..ne kadar etkiliyse....)

Tüm bunları düşündüğümüzde zaten Adam Smith in öne sürdüğü temel noktalardan bir çoğu yetersizliğini ve mantıklılığını kaybetmiştir diyebiliriz.

Bireysel ferahın toplumsal refahtan geçtiğini unutmamak gerekli... Rasyonelizme dayalı teoriler bir gün çökecektir. Bunu günümüz dünyası huzursuzluğuyla göstermekte zaten... Dünya yeni ekonomik teoriler üzerine düşünmeli...

İyi geceler... (konuyu biraz dağıttıysam kusura bakmayın)
 
ya sadece emlak sektöründe yaşananlara baksana. Birileri kullanım değil rant amaçlı konut satın alıyor ileride satarım diye, ihtiyacı olan adam alamıyor, çünkü fiyatlar fırlıyor. Tkp bunları insanlara anlatacağına salak sapan sloganlarla, nazım hikmet kampanyalarıyla uğraşıyor. Boyacı çocuk natoyu protesto ediyor falan :D
Bu durumda konut sektörünü kamulaştırmanın meşruiyet zemini ne olabilir? Kamu yararı. Ama burada da şöyle sakat bir durum var: kamu yararı ne? Çok rölatif kavram. Liberaller de bunu eleştiriyolar haliyle. Ekonomiyi bir kamu yararı çerçevesinde merkezden yöneteyim dediğin zaman hem verimsizliğe neden oluyorsun, hem de insanlar adına bir kamu yararı biçen otoriteryen bir anlayışı hakim kılıyorsun. Yani çok tartışmalı konular bunlar. + liberal ekonomi değerlendirebilen adama çok iyi fırsatlar sunuyor. İşte bu noktada da liberaller felsefi anlamda "idealist" bir düşünceyi öne sürüyorlar ve şu kavramın ardına sığınıyorlar: bireysel sorumluluk/seçiş. Hani Tayyip dedi yaaa tekstilcilere "o senin beceriksizliğin diye". Haklılık payı yok ta deil hani. Madem ölen bir sektördesin, zamanında sektörünü kaydırsaydın. Düşün bir adam şimdi gidiyor sermayesiyle kasetçi dükkanı açıyor :) Kendin ettin kendin buldun dersin öyle adama :) Saf anlamda materyalist bir bakış ise bu "iradeye" (ne demekse) atfedilen bu "seçiş" görevine kuşku ile bakar. Yani felsefeyle de çok yakından bağlantılı konular.
...
Hep şöyle bi fantezi vardı kafamda: ben bir fabrika açiim mesela piliç üreteyim. Sadece maliyetimi çıkaracak fiyatla satayım herkes yesin. :D Burjuva devlet ne güne durur acaba? :D :D Ne kadar çocukça ve iyi niyetli bir fikir bu... Bir uçak şirketi 9YTLye bilet sattı die "haksız rekabet" tartışmaları devletin üst kademelinde gündeme gelmedi mi? Sonra yine oradan bir açıklama geldi "bu bir pazarlama stratejisi olduğundan haksız rekabet yok". Yani demek istiyor ki, "o şirket piyasa rasyonalitesine aykırı davranmıyor, o yüzden yasaya aykırı durum yok" :) Demek ki ben o piliç projesini hayata geçirsem üzerime çökecek kapitalistler ve onların can dostu devlet... Yasalar yetmezse kontgerillaları ülkücüleri mafyaları örgütlerler saldırtırlar :)
...
Ahhhh ahh. Bugün 3-4 saat çalışıp fıstık gibi yaşayamıyorsak, mal-para fetişizmi yüzünden. Sevgisizlik yzünden. Birileri daha çok kazanmalı, daha çok güçlü olmalı ve kendini daha güvende hissetmeli. Kaynakları toplumsal yarar için kullanmak yerine ferrariler için kullanmalı ki, aseksüel olmayan güzel (ve ultra salak cahil) kızlar onunla birlikte olsunlar dimi? Yani olayın psikolojik yönü de var, belki de temel burada! Günde 3-4 saat çalışarak geçinip, kalan zamanı sevişmeye ve sanata ayıracak geleceğin gençlerine özeniyorum, onları kıskanıyorum. Bi ara gaza geliyorum anarşist duygularım kabarıyor. "Kaos" diyorum "kendini devir geçmişi kurtar" diyorum "neden bugünden olmasın" diyorum. Ama aptallarla ne yapabilirsin? Hadi azıcık marksistleşerek noktalayalım
...
Bugün hala kar maksimizasyonuna elverişli bir ortam var. Bu ortam tükenmeye başlarsa, ferrarisini satan bilgeler artmaya başlar. Çünkü en fazla kar mücadelesine girebileceğin bir ortam yok, ya değişeceksin ya öleceksin ya bunalım geçireceksin. Peki ya kapitalizm maliyetleri düşürebilirse ve yeniden karını ençoklaştırabilirse? Ziyanı yok yine insanlık kazanır bir bakıma. Şu internet biz konuşalım diye yapılmadı ama bak ne güzel istifade ediyoruz dimi? :)
Bakim baya bişi yazdım ........ iyi yazmışım yaaa. Ama şunu söyliiim, mal-para fetişizmine karşıtı blok, sermaye birikimini küçümsememeli, bilakis bu mücadelenin içinde yer almalı. "sevişme savaş" diye haykırmalı! Sadece güçlüler bir şeyleri köklü bir biçimde dönüştirebilir. Öyleyse ferrarili zibidilerin elinde birikmesine izin vermeyelim toplumsal kaynakların! Zengin olalım. Ama motivasyonumuz insan olsun...
 
Hocam biz yırtınsak da ferralili zibidilerin elinde birikecek bu para. Sebep: dediğin gibi sermaye birikimini küçümsememeli...
Bizim gibi ülkelere uygulanan en tipik yaptırımlar zaten bu rekabet konusunda... Biz daha reel yatırımcıya (üretime yönelik) teşvik bile veremiyoruz.. Verdiğimiz teşvikler daha çok vergi indirimi, arazi tahsisi, en çok üretim maliyetlerine ufacık katkılar mesela elektriği ucuzlatmak gibi... Eğer üretime yönelik direk teşvik (hazır para) verirsek bu sefer devlet dış dünyaya karşı haksız rekabet ve sektörleri desteklemekten yargılanabilir ki bunun ihtimali % 100... Bu acaip bir gerçek....Yani serbest piyasa uygulamalarını hiçe saymakla eş değer ki bunun cezası büyük...
Burada Çin örneği var.. Çin yatırımcısına (reel sektör) sürekli destek veriyor. Bizzat para desteği... Hatta paralarının değerini bilinçli olarak düşük tutuyorlar. Sebep ihracatı teşvik.. Boşuna ülkemizde bile çin malları krizi yaşanmadı... :D. Dolar olayında da müdahallede rahatlar.. Bandları var ona göre piyasayı işletiyorlar.. Dolar değersizleşti mi hemen müdahale ve dolar alımı... Amaç: paralarının değerini düşük tutmak ve ihracatı destek (önce de dediğim gibi). Büyüme rakamları %9 sanırım. Ve büyümede en iyi rakamlar arasındalar...
Hocam burada nereye entegre olduğumuzla ilgili acaip bir şüpe var içimde.. Biz kafamızı avrupaya çevirdik... Yasaları, kuralları bizi bağlar oldu... Bu arada AB ye girişe karşı fln değilim yanlış anlaşılmasın ama bazı eksiklerimizi vurgulamak istiyorum. Biz AB deki ülkeler gibi sermaye birikimi sağlayabilmiş bir ülke değiliz. Ki borçlarımız var.. Cari açığımız var.. Yani ürettiğimizden çok tüketiyoruz.. Çözüm reel sektörü teşvikde... İşte burada bu yüzümüzü çevirdiğimiz dünyanın kuralları karşımıza çıkıyor... Ve yaparsan bizi kaybedersin diyor..
Şimdi buna da bir örnek vereyim. Bu bilgiye kaynak sunamam ama sanırım ABD petrolünün % 25 ini Venezüella dan karşılıyor.. Venezüella da bir anlaşma yaptı ve ABD nin petrol sattığı bazı ada ülkeleriyle petrol anlaşması imzaladı.. Daha ucuza bu ülkelere petrol satmaya koyuldu... ABD hem pazar kaybetti hem de Venezüella kafasına göre takıldı ve Latin Amerika'da adını koydu ortama... Burada uluslararsı kurallar fln işleyemedi...
Yapılması gereken elindeki gücü, fırsatı doğru kullanmak bence... Türkiye bu tarz Latin Amerika ülkelerine göre çok çok daha avantajlı... Bir üretim sektörümüz var.. Otomobilden, beyaz eşyaya bize gereken birçok şeyi zaten üretiyoruz.. Bir tarımımız vardı... Ama o da bu işte AB kurallarıyla iice göçtü hatta bi de ortak tarım politikasını kabul edersek iice göçecek... Ama potansiyel olarak var... Borumuz var ki geleceğin kaynağı.. İnsan kaynağımız deli gibi... Genç nüfus dolu (ama boş işte, doldurmak gerekli.. ). Nükleer hammaddemiz var. Toryum (bursa) ki deli gibi ve en az atık veren nükleer kaynak... Yani daha neyi bekliyoruz ben anlamadım... Kaynağımız yeterli, insan gücümüz yeterli, ayakta kalacak kadar sanayimiz gelişmiş, yok yok bence... Tek eksik sermaye birikimi... İşte artık buna başlamak gerekli... Kaynaklarımızı doğru yönlendirmek..
Burada da çıkış dış dünyanın dayatmaları değil. Kendi potansiyelimizi nasıl en verimli kullanacağımız.. Uyanlara tmmm, uymayan kurallara olmaz demek.. Bu iş bu kadar mı güç? .. Bir AB ye girememek bu kadar problem.. Evet şimdi karşımıza ambargo sorumları çıkacak.. Eğer bardağı taşırırsak bu sefer AB ambargo tehditlerii başlar.. AB dünya ticaretinin 1/3 üne sahip, ithalat ihracat.. Böyle bir gücün tehditleri (ekonomik ki askeri olrak bence sönükler) bize zincir vuran etmenler.. Ama unutmamak gerek biz ekonomik olarak onlara ne kadar muhtaçsak onlar da 3. dünyaya o kadar muhtaç.. Kaynaklar 3. dünyada .. Teknoloji onlarda.. Ama kaynaklar daha önemli.. Rusya ukrayna nın doğal gazını kesince Ukrayna tıpış tıpış yola geldi.. Neden : gayet açık... İran veriyor ültimatomu keserim petrolü doğal gazı... Tırsmıyorlar mı? Tırsıyorlar.. Babaları ABd bile tırsıyor.. Ama tek çözümü var ABd nin İran a girmek.. Tırsıp pısarsa artık dünya dengeleri değişecek demektir. Dünyada söz sahiplerinin ağırlıkları değişecek demektir..
Çok girdim gene mevzulara... Demek istedim ki her zaman kurallar doğru sonuçlara götürmez. Bizim birikmemizle dış dünyanın birikmesi bir değil..O sebepten akıllı bir şekilde kaynakları kullanmak ve kuvvetlenmek gerek. Ama bu politik anlayış ve yönetimle bu mümkün değil... Birşeyler yıkılmalı... Yeni bir bakış Türkiye'ye hakim olmalı...
Herkese iyi geceler...
 
Ben elimden geldiğince felsefi bir zeminde konuyu tartışmaya çalıştıysam da iş tarihe, siyasete mutlaka geliyor. Gelişmiş ülkelerin 3.dünyaya muhtaçlığı tartışılır. Zaten verdiğin örneklere bakıyorum biri Çin, diğeri petrol üreten ülkeler. Ha dersen Küba var, evet ama o da yalıtılmış durumda, şu haliyle gelişmeye kapalı. İnsanlar mutlu mesut yaşarlar o ayrı mesele. Kabileler sanayi toplumundan daha müreffeh ona bakarsak. Dersen Çin'e neden sökmüyor DTÖ MTÖ, Çin deli gibi üretiyor ve küresel enflasyou düşürüyor (petrol, demir-çelik hariç)- bu da allahın hırbosu patronların izafi artık değeri artırmalarını sağlar. + Batıdaki firmalar da gidip orada ucuza üretiyorlar. Sen bu ülkeye kolay kolay yaptırım uygulayamazsın.
Yani, biz ekonomimizi küresel sermayeye açmak yerine, ulusal stratejilerle kendi sermaye birikimimizi sağlayalım fikrini pek tutmuyorum artık. Kaldı ki bunu denedik, Anadol seviyesinde kaldık. Latin Amerika ile Türkiye'yi kıyaslıyorsun ve şu sonuca varıyorsun: Venezüella kafa tutarsa biz haydi haydi tutarız çünkü sanayimiz var. Venezüella'nın petrolü senin sanayini alt eder (İran kıyaslaması için de aynısı geçerli). (zaten sen demişsin kaynaklar daha önemli diye)+ Bir Brezilya senden çok daha fazla üretiyor. Ve cari fazla veriyor.
AB'ye girmek bu kadar mı gerekli? Bu AB geyiği olmasaydı Türkiye'ye ye bu kadar sermaye girişi olmazdı. Yani AB lazım. Toplumsal dönüşüm ve gelişim açısından da çok lazım.
Kaynakları daha akıllı kullanabilmek için önce kamu maliyesini düzeltmek lazım. Son 4 senede bu büyük ölçüde gerçekleştirilmedi mi? Müthiş bir potansiyelden bahsediyorsun (işgücü olarak). Ama içinin doldurulması lazım diyorsun. Bunu yapabilmen için de öncelikli olarak eğitim harcamasını artırabilmen-yani maliyeni düzeltmen lazım. Bu açıdan birşeyler iyiye gidiyor gibi geliyor bana.
 
Benim maksadım ulusal kalkınma stratejilerini, entegrasyon ve küreselleşme tartışmalarını aşan komünist bir perspektif sunabilmek. Otomobilci üretebildiği kadar üretip satsa, tavukçu üretebildiği kadar, bilgisayarcı üretebildiği kadar, elbiseci üretebildiği kadar,... Böylece herkes mutluca ve bolluk içinde yaşasa... Neden olmasın?

"Gerekçe kabaca şu: O insanları daha çok üretmeye iten temel güdü daha çok kar ve daha çok güç sahibi olma güdüsü. İnsanlara hizmet etme güdüsü değil. Dolayısıyla kapitalizmin işleyişini tahrip edecek her türlü eylem, etkinliği düşürecektir. Vs..."

İşte ben bu noktada iktisadi bir determinizmin de gerisine cinsel ve psikolojik determinizmi koymayı uygun buluyorum. Çünkü bir insan neden iktidar mücadelesi ile hayatını geçirsin? Neden hırs? Neden daha çok kazanma tutkusu? Neden BİRİKİM? :) Nasıl cevap verirsen ver, insan psikolojisinden bahsetmek zorundasın.

Aynı mantığa bir de diyalektik bakışı ekliyorum. Tarihe diyalektik bakmaya çalışıyorum ve şöyle bir iddia ortaya atıyorum: sevişebilen bir toplum yaratılabilirse, insanları bu iktidar mücadelesine ve hırsa sürükleyen altyapı da ortadan kalkar. Böylece her türlü bağnazlık ve fanatizmin temeli ortadan kalkabileceği gibi (yasaklanan cinsel sevgi ve tutkunun, fetişizm nesnelerine tutku haline dönüştüğünü düşünüyorum), birikime yönelik hırsı da büyük ölçüde ortadan kaldıracağını düşünüyorum. Üretimde mekanizasyon ve küreselleşmenin ise sevişen topluma doğru ilerleme yolunda en önemli dinamikler olduğunu düşünüyorum. Tabi insanların paranın gücüne sığınmalarında özgüvensizlik, itibar görme ihtiyacı gibi pek çok faktör de etkili olabilir. Ama neticede ben "en belirleyici" olanı, cinsel pazarda aramaya meyilliyim.

Bu yazdıklarımın üzerine, tezat oluşturmaya çalışırcasına diyorum ki "gelin biz para biriktirelim, imece usulü büyük bir sermaye oluşturalım ve onu piyasa rasyonalitesinden farklı bir mantıkla yönetelim. Yıllarca sermaye birikimi için mücadele verip, en sonunda sermayemizi insanlara hediye edelim."
Ama etrafıma şöyle bir bakıyorum. Sanırım böyle bir motivasyonla birikim yapacak insan yok. Öyle ise komünist bir dünya için o insanları daha çok bekleyeceğiz demektir.
 
Hocam kesinlikle öncelikle kamu maliyesi düzelmeli.. İl önce devletin temel gelir kaynağı olan vergilerin adam gibi toplanması gerekli. İşe burdan başlarsak zaten vergi sistemimizde bi adaletsizlik var. Kayıt dışılık en büyük sorunlar arasında..
Benim bahsetmek istediğim ülke olarak içteki saklı gücün farkına varılmaması. Venezuela da petrol var demişsin. Ülkemizdeki bor da dünyanın % 66 kaynağı.. Bence öz; kaynaklar ve bu kaynakları doğru şekilde yönetebilmek. Verimliliğin nasıl artacağı ve reel sektörün nasıl gelişeceği, markaları nasıl yaratacağımız. Bu alana kadar tabiki bakış açısı kapitalist iktisadi teori içinde..
AB ye girmeye karşı olmadığımı, hatta ben de istediğimi sölemiştim. Ama bazı kıyaslamaları göz önüne almak gerekli. Şöle varsayalım, AB yerine başka bir birlik var. Başını Türkiye, Yunanistan, Rusya gibi ülkeler çekiyor. Ekonomileri çok kuvvetli. Hukuksal olarak, özgürlükler olarak çok gelişmiş. Suriye'de aynı Suriye ve birliğe girmek istiyor. Acaba bizim burada bakış açımız nasıl olurdu. Gerçekten bu ülke insanlarına sınırlarımızı açarmıydık, serbest dolaşım verirmiydik. Suriye nin nüfusunun da çok olduğunu düşünelim. Bu büyük nüfusu birliğe dahil edip, bunun maliyetlerini kabul edermiydik? Bence AB nin Türkiye'ye bakış açısı bu şekilde.. Ve önümüzde çok kritik noktalar var. Kıbrıs meselesi, Yunanistan ile karasuları meselesi, artık bir de kürt meselesi var. Yani İşler çok karmaşık iki kazanalım derken beş kaybediyoruz. Bu açıdan diğer bakış açısını da ele almak gerekli diye düşünüyorum.
AB sürecinin yabancı sermayeyi çektiğini söylemişsin. Bu olay bir bakıma doğru (bizim ilişkilerimiz AB ve Dünya ile), bir bakıma başka sebepleri de var. Faiz oranlarımız yüksek (dünya geneline oranla) ki bu da zaten yatırımcıyı (reel yatırımcı değil, uluslarası fonlar) çeken önemli sebeplerden biri. Eğer işe bu şekilde portföy yatırımlarından bakarsak, zaten sermaye piyasalarımızın % 70 ine yakını yabancıların elinde.. Onlar kendi aralarında değiş tokuş yapıyorlar. Bu arada ülkeye faydası ne dersek, dolar girişi, bu doların da cari açığı finanse etmesi.. Ama bu arada da doların bolluğunun doların değerini düşürmesi ve bunun da ithalatı artırıcı etki yapması ve sonucunda bir yandan da cari açığı arttırması.. Yani bu portföy yatırımı girişleri iki yönlü bir yandan cari açığı finanse ediyor, bir yandan da cari açığı büyütüyor..
Reel yatırımlara gelirsek , bir değişme yok.. Hafif arap girişleri var..Hatta son dönemlerde kendini kur farklarına bağlamış ve bu şekilde kar elde edebilen ihracatçılar isyanda (doların değersiz oluşu sebebiyle)... Tekstilde rekabet gücümüz zayıflıyor.. Vs...
Önemli olan ise bence reel sektörün canlandırılabilmesi.. Çünkü ancak bu şekilde istihdam arttırılabilir. İstihdamın atması ile insanların tüketime yönlenmesi, ya da tasarruf yaparak bunları yeniden yatırıma dönüştürmesi mümkün olabilir. Her iki sonuçta da ekonomide canlanma yaşanacaktır.
Kafa tutma derken de millete rest çekelim demiyorum :D. Ki bunun sonuçlarından bahsettim. En iyi haliyle dış ticaret yasaklarına maruz kalırız ki bunun da en çok ticaret yaptığımız AB den gelmesi bizi oldukça apıştırır.. Benim bahsetmek istediğim, bir potansiyel olduğu ve bunu doğru noktalara yönlendirmek gerektiğidir. Mesela Hindistan örneği, Çin örneği... Bu ülkeleri ısrarla örnek göstermemin sebebi yaptıkları sıçramadır. Bu ülkeler potansiyellerini araştırdı ve en üstün yönlerini tespit etti ve buna göre kaynaklarını değerlendirdi. Şimdi dediğin gibi kimse bu ülkelere yaptırım uygulayamıyor.. İşletme analizleri içindeki swot analizi uygulamaya benziyor..
Sermaye birikimi denen olay da aslında bahsettiğin gibi kolay değil. Avrupa ve ABD nin bunu nasıl gerçekleştirdiğinden daha önce de çok defa bahsetmiştim. Bu süreç kapitalizmin doğuşu ile başladı sömürgeleşmelerle devam etti ve hala daha devam ediyor. Sermayenin birikmesi için katma değeri yüksek mallar üretmek, ve bu malları satabilecek pazarları yaratmak (ya da ele geçirmek bence bu iş böle yürüyor yıllardır böle oldu) gerekli. Türkiye' nin ise yapabileceği maliyetleri kısarak daha ucuza üretmeyi başarmak, böylece rekabet gücü sağlamak ki bu da Çin in küresel pazara girmesi ile artık zor gibi, ya da bahsettiğim gibi üstün yönlerimizi belirlemek, elimizdeki kaynakları bu noktalara aktarmak ve o alanda devleşmek..
Tüm bunlar tabiki gerçekten işleyen ve devam eden bir piyasa ekonomisinin varlığında olabilcek uygulamalar..
Öncelikle yapılması gerçekten işleyen ve piyasa koşullarının tam olmasa da (ki ütopiktir) kabul edilebilecek bir şekilde işeleyip işlemediğini tartışmak..
Tümö bunların haricinde kayıtların dışında olan ama dünyada çok büyük bir ekonomik paya sahip kadın ticareti, uyuşturucu ticareti, silah ticareti gibi konuların varlığını ve bu konuların aslında küresel gücü elinde tutan kapitalist katillerin asıl silahı olduğunu anlamak...
Serbest piyasayı uygulamayı kabul etmeyen ülkelere her türlü yaptırımı uygulamaktan çekinmemeleri, dünyayı ticaretin dışında medya ile gündemleri belirleyerek, uluslarası casusluk, hükümet darbeleri le bir noktaya kanalize edebilmeleri..
Ve tüm bunlar yapılırken bu olayları belirleyebilme güçlerini ellerinde tutarak bu işlerden bir de para kazanmaları.. Yani hem dünayayı bir noktaya yönlendirerek hem de bu yönlendirmeleri bir fırsat olarak kullanarak bu işten çifte kazanç sağlıyorlar...
Bunlar istisadi teorileri de kapsayan daha çok ideolojiler içinde tartışılması gereken konular.
O yüzden biz konumuza geri dönelim (daha doğrusu ben geri döneyim) .
Herkese iyi geceler..
 
Ok. Kapitalist iktisadi teori içinde yolculuğumuzu sürdürelim :D
Yazdıklarına katılıyorum ama bir iki küçük nokta hariç. Türkiye'nin sanayide büyümesi %9 civarındaydı en son bildiğim. Yani AB sadece türkiyenin portföy yatırımlarını çekmiyor bence. Kaldı ki portföy yatırımlarının gelmesi de oldukça olumlu. Hele merkez bankasındaki 55 milyar dolarlık rezervi de göz önünde bulundurursan. Seçim öncesi IMFyi sepetleyip, dış borcu da iyice azaltıp, kurla oynamak belki mümkün olabilir. Ama şu aşamada borç denklemini tek değişkenli haline getirmeye çabalamak lazım bence. Çünkü başka türlü olmuyor, sanayicini destekleyecem derken dış borçları da şişirebilirsin (kur nedeniyle). Ama neyse ki artık daha uzun vadeli borçlanıyor türkiye. Üstelik borçlarının GSMHye oranı da oldukça düştü. Bütçe açığı bu sene tarihinin en düşük seviyesine inecek. Deniyor cari açık büyük tehlike. Ben de diyorum ki son beş yılda GSMH artış oranlarıyla vari açığın artış oranlarını kıyaslayalım da öyle konuşalım. Yani birşeyler düzeliyor. Bundan eminim.
Bunca parametrenin ardından son olarak, "İnsan" ın iktisadın konusu haline gelmesi dileğiyle (son yazdıklarına tepkisel niteliktedir :) )...
 
Hocam bazı düzeltmeleri ısrarla yapmak istiyorum. %9 büyüme oranı geçen yıla aitti ve bu GSMH büyümesiydi. Ve çoğunlukla ihracatımızın artışından kaynaklanıyordu.. Geçen yılki en büyük ihracat artışını gerçekleştiren Çinden sonra Türkiye idi. Ve bu durum GSMH büyümelerine yansıdı ve en çok büyüyen iki ülke Çin ve Türkiye oldu.
Portföy yatırımlarının gelmesi elbette olumlu dolar girişi yaratıyor bunu kimse reddedemez. Zaten bu kuru düşürüyor ve merkez bankasının elindeki rezervin ana sebebi..
Yabancılar 2001 den beri ülkemizde (portföy yatırımları). Ve şu anda 2001 den itibaren maliyet yapıp finansal piyasalara girmiş yabancılar çok büyük karlardalar. Sebep dolar yüksekken Türkiye ye geldiler ve paralarını TL ye çevirip piyasalara (borsaya) girdiler. Kazançları 1) piyasalarda artışlar oldu, özellikle borsa çok yükseldi. 2) dolar pahalıyken TL aldılar yani aldıkları TL, şu an almaya kalksalar alacakları TL den daha fazlaydı (daha çok tl alabildiler). Şimdi bi de dolar ucuz olunca, eğer paralarını dolara çevirmek isteseler o zamanki kura göre, şu an düşük olduğu için daha fazla dolar alabilecekler. Yani kur farkından avantajlılar.
Merkez bankası da rezervlerini şu anki kurun düşük olması sebebiyle arttırdı. İşte doların daha fazla düşmemesi bahanesi ile alım yapıp kuru dengelemek istediğini açıklıyor , bunun bahanesiyle de rezervlerini arttırıyor. Ama unutmamak gereken birşey var bu rezervler boşalabilir. 2001 krizinde aşırı artan dolar talebi ile rezervlerin boşalmasını unutmayalım.
Eğer günümüzde de yaşanacak bir politik kriz, ya da uluslararası piyasalardan kaynaklanan bir kriz yaşanırsa aynı şekilde portföy yatırımcıları istikrarsızlıktan dolayı yavaş yavaş çekilmeye başlayacaklardır. Bu da döviz talebini tetikleyecek, arttıracak ve kuru yükseltecektir. Yani bu iş bir anda olmaz elbette ama yavaş yavaş çıkış başlayacaktır. Yabancılar böle bir durumda neden çıksın diyeceksin. Zaten 2001 den beri karları oldukça yüksek, kur yükselirken (ki kendileri yükseltecek, ilk çıkanlardan sonra her çıkışta azar azar kur yükselecek, bu da son çıkanlara doğru dezavantaj olacak) dezavantajlarına da olsa çıkmayı tercih ederler. Ama bunun gerçekleşme olasılığı düşük. Yabancıların borsada payı % 65 civarı yani çıkmak isteseler de satacak adam bulamadıkları için çıkmaları uzun sürer hatta birkaç yıl alır.. Ama dediğim gibi düşük bir ihtimalde olsa yavaş yavaş da olsa (arap fonları olayı) kuru yükselterek çıkabilirler.
Kurla oyanayamayız çünkü Merkez Bankası özerliği denen bir durum var. Bir düzeltmeyi de burda yapmak istiyorum. Dalgalı kur rejimi uyguluyoruz ve AB nin de istekleri doğrultusunda kur piyasalarda belirleniyor. Müdahele AB tarafından hiç hoş karşılanmaz. Serbest piyasaya da aykırı :D.
Cari açığın büyümesi ile GSMH büyümesini kıyaslamışsın. Bu konuda söylediklerine günümüz koşullarında katılıyorum. Ama daha geniş bir zaman sürecinden bakınca, görmemiz gereken başka bir durum daha var. Ekonomi Türkiye de bir büyür bir küçülür. Türkiye kendi dinamikleriyle ekonomik olarak ayakta duran bir ülke değil malesef. Ekonomi büyür sonra bir kriz patlar, küçülür. Kepenkler kapanır, işçiler işten çıkarılır. Kamu harcamaları kısılır, memurdan kısılır, işçiden kısılır, vergiler artar, fln bi şekilde raya oturtulur. Bu iş yıllardır böle.. Cari açığın ihracata yönelik üretim mallarına yapılan ithalattan kaynaklandığı söyleniyor. İşallah böyledir. Zaten böyleyse önümüzdeki yıllarda bunu hissederiz. Yıllardır ihracat - ithalat açığımız da borçlanmamızın artmasının bir sebebi.. Yani borcu da doğru kullanmak gerekli diyebiliriz. Üretime yönelik. Katma değer yaratmak amaçlı..
İşte bu petrol fiyatlarının artması işleri bozuyor.. Yeni bir petrol krizi yaşanırsa işler kötüye gider..Bir de bunlara politik bir istikrarsızlık dönemi eklenirse.
Ama bu olayların gerçekleşmeyeceğini düşünürsek, günümüzdeki görünüm ve gidişat bana da olumlu görünüyor. Tüm bunlara rağmen bu ülkede her an herşey olabilir diyorum. :D.
Kendine iyi bak iyi geceler...
 
Tabi ki kurla oynayamaz ama piyasadaki dövizi çekerek dolaylı olarak kura etki yapabilir. 5milyar dolar almaz da abartır iyice 10milyar dolar alır :)
Bu petrol olayı da çok ilginç abi hani diyolar araplar zengin oluyor. Bunlar da 11eylül sonrası abd ve avrupada yatırım yapmak istemiyorlar hede hödö. Ama bakıyorsun bunların türkiyedeki yatırım payı çok düşük. Belki uzun vadede faydası bile olur bu petroldeki artışın. Tabi o teknik konu hesap kitap lazım orası ayrı
 
Hocam, petroldeki 1 dolarlık artışın cari açığa etkisi 300.000.000 dolar oluyor. Yani ister 1 ayda gerçekleşsin ister 1 yılda.. Cari açık artışı da zaten buna bağlanıyor hükümet kanatları tarafından.

Okuduğum bir yazıdan hükümetin başarıları :);
1 - Son verilere göre işsizlik yüzde 11.2 oldu: 1999-2002 arasına baktığımızda yüzde 6 civarında seyreden işsizlik, 2002 sonrası ilk etapta yüzde 10'a sonrasında yüzde 11.2'ye yükseldi. Biz cahilliğimizden veriyi yanlış yorumladık. Halbuki 10 ve 11.2 gibi veriler 6'dan büyük. Rakamlar büyüyor biz de eşeklik edip, olumsuz algılıyoruz. Çok doğru; hükümet veriyi büyüterek çok başarılı bir tablo ortaya çıkardı...
2 - Cari açık 20 milyar doların üstüne çıktı, 2006 sonunda 30 milyar doları da geçecek: Yorum katmadan önce verileri birlikte inceleyelim: 1999 ve 2000 yılında toplam 11 milyar dolar civarında olan cari açığımız, 2001 yılında cari fazlaya dönmüş. 2002 yılında 1,5 milyar dolar açık vermişiz ve 2002 sonrası veri inanılmaz bir yükselişe geçmiş. 2003-2005 arasında 8,15,22 (milyar dolar) serisi içinde büyüyen tablo 2006 sonunda 30 milyar dolara dayanacak. Bu noktada soralım: 8,15,22,30 (milyar dolar) gibi hükümetin dört yıllık icraatında ortaya çıkan veriler mi daha büyük, yoksa 1,2,3 (milyar dolar) gibi önceki veriler mi? Doğru söylediniz, son rakamlar daha büyük. Demek ki, hükümet bu konuda da oldukça başarılı...
3 - Toplam borç stoklarımızda da hükümete haksızlık etmişiz: İnanmıyorsanız, gelin birlikte bakalım. 2000 ile 2002 arasında dolar bazında 47 ile 89 milyar dolar arasında değişen iç borç stokumuz, hükümetin göreve gelmesinden sonra diğer alanlarda gördüğümüz istikrarlı büyümeyi yakalamış. 2003 yılında 130 milyar doların üstüne, 2005 sonunda 180 milyar doların üstüne çıkmış. Şu büyümeye bir bakın, göreve gelindiğinde ortalama 60 milyar dolarlardan 180 milyar doların üstüne. Sorarım size, 60 mı büyük, 180 mi? 180 olduğuna göre bu hükümetin neresi başarısız?
4 - Aynı başarı iç borç kadar olmasa bile dış borçlarımız için de geçerli: 2002 yılında 115 milyar dolarlarda olan borç, son dört yılda 165 milyar doları aşmış. Hangisi büyük? 165 mi 110 mu?
5 - Sıcak paranın kazandığı rant konusunu da unutmamak gerekiyor: Sıcak paraya sağlanan rant açısından bakınca Cumhuriyet tarihinin rekoru kırıldı.
Aynı anda düşen nominal faiz ve dolar kuru, sıcak para yatırımcılarına çifte kazanç sağlarken 2002-2006 döneminde dolar bazında yüzde 100 ila yüzde 6 bin 500 oranında paralar kazanıldı. Soralım: Sıcak paraya bu kadar büyük rant sağlayan bir hükümet oldu mu?
6 - Yukarıda saydığım ekonomik mucizeler tek başına olmadı: Bu yapıyı desteklemek için örneğin cari açığı kırmadan büyütmek için, dönen çarkın içine milli varlıklarımız da katıldı. Tüpraş, Ereğli, Türk Telekom gibi Cumhuriyet'in birikimleri satılarak, bu şirketlerin yükü Türk halkının sırtından alındı. Bu noktada da 'varlıklarımızı satarak, bizi sahip olma' derdinden kurtaran hükümete yine büyük borcumuz var.
7 - Ekonomik başarı yalnız gelmedi. Siyasi başarılar da ekonomiyi destekledi: Örneğin, Türkiye'nin, 2002-2006 arasında daha doğrusu TSK 'Artık yeter' diyerek Irak sınırına yürüyene kadar, 'kırmızı çizgi' derdi kalmamıştı. Hükümet, bizleri kırmızı çizgilerimizi 1000 km. dışarıdan savunma derdinden kurtarmış ve dış politikayı askıya almıştı.
8 - Dış politikada 30 yıldır atılmayan imzalar atıldı: Örneğin AB katılım anlaşması 'Papa' heykelinin ayaklarının hemen yanında 29 Ekim tarihinde imzalandı ve Türkiye yine bu hükümetin başarıları sayesinde 'dik durma' derdinden kurtuldu. Kıbrıs'ta Rum tarafını 'Kıbrıs Cumhuriyeti' olarak tescil eden imza atıldı. Türk devletinin kurduğu KKTC, hükümet eliyle 'yok' sayıldı...

Yazan kişi cnnde de program yapıyor... radikal ve referansda yazıyor... (isim vermek istemedim)..Açıklamalar gerçeği ortaya koyan ve güzel eleştiren açıklamalar...
Herkese iyi geceler...
 
Geri
Üst