Kültür Dayatması

Çocukların kültürü nasıl oluşmalıdır ?

  • Aile tarafindan küçük yaşta öğretilmelidir

    Oylar: 12 52.2%
  • Büyüdüğünde kendisi karar vermelidir

    Oylar: 11 47.8%

  • Toplam oy veren
    23
O ıslamiyet ve Türklük olayı uzun süre hilafeti üstlenmiş osmanlidan kalma bir olay kolay kolay sökülüp atılamaz ki. Bu topraklarda yaşayanların çoğu bu kafada yaşıyor kizmamak lazım.
 
Kültürün temeliyle alakalı bir sorundan bahsetmiyorum, sahip olunan kültürün çocuğa dayatılmasının mı yoksa çocuğun serbest bırakılmasının mı gerektiğini soruyorum :D Örnekleyeyim daha açık olsun, diyelim ki bir çocuğumuz var 5-6 yaşlarında siz de islami bir ailesiniz, bunu (din namaz oruç vs) çocuğa dayatarak (mesela ceza vererek yada zorla kuran kursuna göndererek) öğrenmek zorunda mı bırakırsınız yoksa çocuğu serbest mi bırakırsınız ? Büyüdüğünde bir şeye karar verecektir sonuçta :D Yada Atatürkçü bir aile için küçücük çocuğun eline Atatürk resmi iliştirip ille de Atatürk Atatürkçülük mü dersiniz ? (Bu kısmı islami arkadaşlar çıkıp başka örnek bulamadın da mı islamdan örnek verdin kafir demesinler diye ekliyorum :D ).
Çok kesin çizgi çekmişsin ama bunun da her zaman ortası olacaktır, ya da zorla bir şeyler benimsetilmeye çalışılan bir çocukta da bir şeyler ters tepecektir,böyle de bir durum var :) İnsan çocuğuna iyi bir insan olmanın gerekliliğini benimsetmelidir ,şu dindekiler ya da şu mezheptekiler kötü , bak bunlar da iyi dememek gerekir.Kısacası sen çocuğa önyargıları silebileceği bir mantalite verirsen ve de popüler kültürden uzak tutup,kitap okumaya, müzik dinlemeye, müzik yapmaya ,hobi edindirmeye çalışıp bilim ile uğraşmasını sağlarsan o çocuk zaten toplum içerisinde sıkıntısı olmayan.Kendi yolunu saçmalamadan çizebilen birisi olur.Yukarıda AykanK nın da dediği gibi ilk önce ebeveynin kültürel alt yapısı olmalıdır.Kötü manada demiyorum ama cahil olan birisi istemeden de olsa çocuğuna cahilliği aşılar, o kimse kültür yozlaşmasına maruz kalır,öğrettiğin de bir işe yaramaz.
 
Çok kesin çizgi çekmişsin ama bunun da her zaman ortası olacaktır, ya da zorla bir şeyler benimsetilmeye çalışılan bir çocukta da bir şeyler ters tepecektir,böyle de bir durum var :) İnsan çocuğuna iyi bir insan olmanın gerekliliğini benimsetmelidir ,şu dindekiler ya da şu mezheptekiler kötü , bak bunlar da iyi dememek gerekir.Kısacası sen çocuğa önyargıları silebileceği bir mantalite verirsen ve de popüler kültürden uzak tutup,kitap okumaya, müzik dinlemeye, müzik yapmaya ,hobi edindirmeye çalışıp bilim ile uğraşmasını sağlarsan o çocuk zaten toplum içerisinde sıkıntısı olmayan.Kendi yolunu saçmalamadan çizebilen birisi olur.Yukarıda AykanK nın da dediği gibi ilk önce ebeveynin kültürel alt yapısı olmalıdır.Kötü manada demiyorum ama cahil olan birisi istemeden de olsa çocuğuna cahilliği aşılar, o kimse kültür yozlaşmasına maruz kalır,öğrettiğin de bir işe yaramaz.

Sizin bahsini ettiğiniz durum insani bir temelin, insanliğin öğretilmesi ki benim savunduğum durum da budur zaten, barios'un örneklediği duruma engel olacak temel budur bence :) Bu başlikta tam olarak söylemek istediğim şu : Çocuk ailenin kültürel yapisini taşimak zorunda değildir, bu seçimi kendisi yapmalidir. Mesela aile islamci diye çocuk da illa ki islamci olmamalidir yada aile daha modern daha batili tarzda bir kültüre sahip diye çocuk da illa bu şekilde olmamalidir, isterse daha kapali bir kültürü benimseyebilmelidir. Ama malesef ki bu durum ülkemizde bu şekilde ilerlemiyor, aileler "çocuğum elden gidiyor" mantiği ile kendi kültürlerini çocuklarina dayatiyorlar, çocuklari buna mecbur birakiyorlar. Bu durum bazen çocuğa bunu kabullendiriyor, bazen de diyalektiğin de temelinde söz ettiği gibi tamamen zittini doğuruyor (imam hatip okuyan ateistler buna õrnektir). Ancak çocuk bu dayatmayi kabullense de kabullenmese de bu dayatma durumu çocukta derin psikolojik yaralar birakiyor ve gelecekteki hayatinda sorunlu bir yapisi olmasina sebep oluyor. Tüm bunlar düşünüldügünde bu mesajin en basinda da söz ettiğim gibi çocuğa, ailelerin yaptiği bu kültürel dayatmalar yerine, temel insani değerlerin öğretilip, kültürel seçimlerin kendisine birakilmasi gerektiği mantiği ortaya çikiyor.
 
Kulturun tanimi bile 17.yy'den beri boyunca bu kadar degisiklik gostermisken, Turk kulturu veya Alman kulturu gibi olgulari net cizgiler ile ayirmak cok zordur. Dunya uzerinde komsu topluluklar mutlaka karismis ve etkilesmislerdir. Son derece esnek ve birbirine girmis haldedir. Boyle gaz gibidir hatta sevgili forum, birksan ucar gider karisir. Ha bunlar yetmedigi gibi, duragan da degildir. Dinamiktir. Surekli eklenti kabul eder, kayiplar verir.
Bilgisayar ve iletisim caginda oldugumuz hede hede diye bir klise cumleye de girsem tam olur ha!
 
Osmanlının çok ta ipinde değildi ki hilafet. Son asırına dek hilafet silahını kullanmadı bile. Bu da tarihi realite. Ha, öğretilmiyor o başka.
Zaten en başta almadı ki halifeligi sultanın olayı başka ama şeriat ile yönetilmiş bir toplum var ortada her ne kadar ortadoğu kadar gaddar olmasa da. Atatürk alfabe devrimi ile binlerce alimi bir günde cahil yaptı diyenler var bu ülkede. Çok karışık yer burası çoook. Tartismamak en iyisi bence.
 
Zaten en başta almadı ki halifeligi sultanın olayı başka ama şeriat ile yönetilmiş bir toplum var ortada her ne kadar ortadoğu kadar gaddar olmasa da. Atatürk alfabe devrimi ile binlerce alimi bir günde cahil yaptı diyenler var bu ülkede. Çok karışık yer burası çoook. Tartismamak en iyisi bence.

E ben en başta aldı demedim ki. Sadece son asrına dek pek de umursamadı, avantaj olarak kullanmadı dedim.
İkinci dediğinde haklısın. Sanki Harf Devrimi öncesinde okur yazar oranı %90'larda idi. Hatta memleket üniversiteden, alimden, laboratuvardan geçilmiyordu gibi bir hava var bazı aklı evvellerde. Tartışmamak bazıları ile evet. Adama belge, bilgi sunuyorsun, işittiğin ana, bacı, eşik, beşik hakaret ve ölüm tehditleri.
 
Son düzenleme:
E ben en başta aldı demedim ki. Sadece son asrına dek pek de umursamadı, avantaj olarak kullanması dedim.
İkinci dediğinde haklısın. Sanki Harf Devrimi öncesinde okur yazar oranı %90'larda idi. Hatta memleket üniversiteden, alimden, laboratuvardan geçilmiyordu gibi bir hava var bazı aklı evvellerde. Tartışmamak bazıları ile evet. Adama belge, bilgi sunuyorsun, işittiğin ana, bacı, eşik, beşik hakaret ve ölüm tehditleri.
İşte buna hoşgörü diyorlar bu topraklarda :D
 
O ıslamiyet ve Türklük olayı uzun süre hilafeti üstlenmiş osmanlidan kalma bir olay kolay kolay sökülüp atılamaz ki. Bu topraklarda yaşayanların çoğu bu kafada yaşıyor kizmamak lazım.
@hackeiommi haklı, Hilafetin Osmanlı'ya hangi gün geçtiğini daha doğrusu geçip geçmediğini bile bilmiyoruz. Yavuz Selim'in Mısır seferinden sonra ne bir tören var ne de buna dair bir belge. Osmanlı hilafet iddiasını ilk defa Rusya'dan sopa yememizin akabinde, 1774'de Küçük Kaynarca antlaşmasında kullanmış yoksa günlük hayatı çekip çeviren bir kurum değil. Hilmi Yavuz'a gore Kanuni Esasi'den once yani 1876 yılından once anayasal bir kurum olarak ismi dahi geçmiyor, yani resmiyet bile kazanmamış. Durum böyle iken 1924'de ilga edilen şey öyle ahım şahım birşey değil. Kaldı ki Hilafet Osmanlı'dan once fetret devrine girmiş bir kurum Fatımi'de ayrı bir adam var, Emevi'de ayrı var, Abbasi'de ayrı var. Bölünmemesi icap eden şey daha 10. yüzyılda tarumar olmuş. Yani diyorum ki "bu kafa" dediğimiz şey her ne ise onu yoğuran şey hilafet falan değil. Önce okumayı aşılayın çocuğa kalan aşıları o kendine yapar diyorum ben.
 
Son düzenleme:
Çocukların yüzde 99'u ailelerinin değil kendi yaş gruplarına yakın çevrenin kültürünü benimser. Böyle olması doğal çünkü ebeveynler yaşlanıp devre dışı kaldığında ve çocukları yetişkin olduğunda işlerini o yaş gurubu ile görecekler. Çocukların ailelerinin kültürünü benimsemeleri ancak kişiliklerinin kırılması, 'ben' algılarının bozulması ile mümkün. Bu da ya ebeveynlerin psikolojik rahatsızlığı veya çocukların özel bir yetersizliği durumunda söz konusu olabilir. Başka bir ifade ile o çocuklar hiç bir zaman büyüyemez. Yaşam boyu çevreye uyum sorunu yaşarlar.

Kültür nesilden nesle olduğu gibi aktarılan değil nesilden nesle değişen bir şey. Neye göre değişeceği genel olarak insanların nasıl geçindiği ile ilgili. Ekonomik refahın arttığı dönemde daha bireyci, azaldığında daha cemaatçi olunması gibi. Tabi kullanılan dil ve simgeler her nesilde yeniden yaratılamayacağı için bunların anlamları kaydırılıyor. Ebeveynlerin en sinir olduğu şeyin o olduğu tahmin edilebilir. Bireysel özgürlüklere en aykırı şeyin yapılmasının 'özgürlük' olarak adlandırılması, bir marifet sayılması gibi. Böyle bir durumda ebeveyn 'teknik olarak' haklı oluyor. Gerçekten 'özgürlükten vazgeçme özgürlüğü' diye bir salaklık olmaması gerekiyor. Ancak sorun o özgürlüğün kullanılabilmesine yetecek ekonomik kaynağın yokluğu olduğunda, yeni neslin kültürü de ona göre şekilleniyor.

Nihayet bir de 'resmi kültür' var. Politik olarak uygun olan değerler filân. Onlar geçinmeyi sağladığı kadar geçerli oluyor. Diyelim bir ülkede çay yetişiyor, kahve ithâl ediliyor. Paralar kaçmasın diye hemen okul kitabına o ülkenin çayının ne kadar dünyaca meşhur, çay içmenin ne kadar sağlıklı, buna karşın kahvenin şuna buna zararlı olduğu yazılıyor. Bunlar o ülkenin basınında da aynen 'kanıtlanması gerekmeyen gerçekler' sınıfından yerini alıyor. Böyle şeyleri sonuçta bir şey fark etmediği sürece pek kimse umursamıyor. Ama eğer birinin kahve satıp zengin olduğu görülürse o ülkede 'çay kültürünün' sonu çabuk geliyor.
 
Çocukların yüzde 99'u ailelerinin değil kendi yaş gruplarına yakın çevrenin kültürünü benimser. Böyle olması doğal çünkü ebeveynler yaşlanıp devre dışı kaldığında ve çocukları yetişkin olduğunda işlerini o yaş gurubu ile görecekler. Çocukların ailelerinin kültürünü benimsemeleri ancak kişiliklerinin kırılması, 'ben' algılarının bozulması ile mümkün. Bu da ya ebeveynlerin psikolojik rahatsızlığı veya çocukların özel bir yetersizliği durumunda söz konusu olabilir. Başka bir ifade ile o çocuklar hiç bir zaman büyüyemez. Yaşam boyu çevreye uyum sorunu yaşarlar.

Bahsettiğiniz sorunun Türkiye gibi ülkelerde çok yaygın olduğunu düşünüyorum. Türkiye'de insanlar büyür, ama kolay kolay olgunlaşmaz. Ortada bir anormallik var elbette, ama bence bu o kadar da nadir ya da istisnai bir şey değil ne yazık ki. Doğan Cüceloğlu'na göre dünyada da yaygın, ama o da bu konuda spesifik olarak Türkiye bağlamında bir kitap yazdığına göre ("Yetişkin Çocuklar") özellikle buralarda ciddi bir sorun olduğunu düşünüyor olsa gerek. Erişkin bedeninde yaşayan, ama en fazla ergen düzeyinde karakter gelişimi olan insanlar çok fazla etrafta. Cüceloğlu'nun kitabını okuduktan sonra bunun ne kadar ciddi bir sorun olduğunu daha da iyi anladım. Bu sorunun da refleksiyona dayalı olmayan, bireyin konumunu güçlendirmeye değil, aksine bireyleri ezmeye ve aynılaştırmaya yönelik klişeci/ezberci/dogmacı eğitim felsefemiz ile yakından bağlantılı olduğunu sanıyorum.
Farklılıklara tahammül edemeyen, kendisi de farkını ortaya koyamayan ve ancak sürünün parçası olmayı başarabilen insanlar da bu eğitim anlayışının meyveleri oluyor. "Bu kadar cehalet ancak eğitimle olur" sözü de bunu anlatıyor sanırım.

Vaktiyle katıldığım ve tıp fakültesinde etik eğitimi ile ilişkili uluslararası bir toplantıda söz alan bir konuşmacı, iyi eğitimi insanlara "ne düşünmesi gerektiğini değil, nasıl düşünmesi gerektiğini" gösteren bir süreç olarak tanımlamıştı. Ama "Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı"nın eğitimi şekillendirdiği bir ülkede bunun olması mümkün değil tabii. Aile, okul vs... bu kurumların tümü büyük ölçüde aynı sorunu tekrar tekrar üretiyor Türkiye'de...
 
Son düzenleme:
Bahsettiğiniz sorunun Türkiye gibi ülkelerde çok yaygın olduğunu düşünüyorum. Türkiye'de insanlar büyür, ama kolay kolay olgunlaşmaz. Ortada bir anormallik var elbette, ama bence bu o kadar da nadir ya da istisnai bir şey değil ne yazık ki. Doğan Cüceloğlu'na göre dünyada da yaygın, ama o da bu konuda spesifik olarak Türkiye bağlamında bir kitap yazdığına göre ("Yetişkin Çocuklar") özellikle buralarda ciddi bir sorun olduğunu düşünüyor olsa gerek. Erişkin bedeninde yaşayan, ama en fazla ergen düzeyinde karakter gelişimi olan insanlar çok fazla etrafta. Cüceloğlu'nun kitabını okuduktan sonra bunun ne kadar ciddi bir sorun olduğunu daha da iyi anladım. Bu sorunun da refleksiyona dayalı olmayan, bireyin konumunu güçlendirmeye değil, aksine bireyleri ezmeye ve aynılaştırmaya yönelik klişeci/ezberci/dogmacı eğitim felsefemiz ile yakından bağlantılı olduğunu sanıyorum.
Farklılıklara tahammül edemeyen, kendisi de farkını ortaya koyamayan ve ancak sürünün parçası olmayı başarabilen insanlar da bu eğitim anlayışının meyveleri oluyor. "Bu kadar cehalet ancak eğitimle olur" sözü de bunu anlatıyor sanırım.

Vaktiyle katıldığım ve tıp fakültesinde etik eğitimi ile ilişkili uluslararası bir toplantıda söz alan bir konuşmacı, iyi eğitimi insanlara "ne düşünmesi gerektiğini değil, nasıl düşünmesi gerektiğini" gösteren bir süreç olarak tanımlamıştı. Ama "Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı"nın eğitimi şekillendirdiği bir ülkede bunun olması mümkün değil tabii. Aile, okul vs... bu kurumların tümü büyük ölçüde aynı sorunu tekrar tekrar üretiyor Türkiye'de...

Çocukların büyüyünce çevrelerinde ne bulup neye uyum sağladığı başka bir sorun. Doğan Cüceloğlu'nun kitabını okumadım. Tahminle o yönde bir şey söylemek istemem. Olgunlaşmak ile erdem, hoşgörü, hak ve sorumlulukların dengesi, birlikte bir iş görebilmek gibi şeyler anlayacak isek o zaten ailede neden olmadı ise çocukta da o nedenle olmayacak denilebilir.

Burada oldukça 'makro' bir şeyden bahsediyoruz.

Zamanında Hollanda'da kraliyet ailesine ait Philips şirketi elektrik lambasını patent ödemeden satıp Avrupa pazarında büyük para kazanıyordu. Oysa lambayı icad eden bilindiği gibi Edison idi ve icat patent koruması altındaydı. Bu sorun 'diplomatik yoldan' çözüldüğünde Hollanda'da telif haklarının korunması yerleşmiş oldu. Bundan da en çok Hollanda yararlandı. Bugün hemen herkesin evinde bir Philips ürünü var.

Peki yararı bu kadar açık bir şey neden Doğu Avrupa'da, Rusya'da gerçekleşemiyor?

Osmanlı neden yıkıldı ise o yüzden.

Hollanda o dönemde sömürgelerden gelen para ile zenginleşiyordu. Böylece yeni icat katma değer anlamına geliyordu. Osmanlı aynı yıllarda yıkılmak üzere idi. Çünkü dışarıdan gelir sağlayamıyor, sürekli fakirleşiyordu. Bu durumda eğer patent koruması kurar ve yeni icatların yolunu açarsanız mevcut zenginlerin yerini yeni zenginler alır. Başka bir ifade ile, ekonomik iktidar değişir. Onunla birlikte her şey değişir. Oysa eğer bir yerden para sürekli geliyorsa zenginler zengin kalır, yeni icatlarla yeni zenginler ortaya çıkar. Herkesin işi görülünce herkes mutlu olur. Yani, para varsa, erdemli olmak kolaydır.

Sözün kısası, çocukların neye uyum gösterdiği ile uyum gösterip göstermediği farklı şeyler bence.
 
İnsanı olduğu yerde kültürde söz konusudur. Kültürün söz konusu olduğu yerde mutlak bir değişim de... Evet,kültürün kaderi değişmektir.Değişme,eskiyi atıp yeniyi almak mıdır? Yoksa bir başkalaşım geçirme mi? Yahut mecburiyet midir? Kültür değişimi milletlerde,toplumlarda,belkide bu saydıklarımızın tümünü içermektedir.Eskiyi atıp,yeniyi almayı hepimiz her gün yaparız. Toplumun bazı kesimlerinde sosyal tabakalaşma sonucu modaya dayalı değişimler olur.Kayıp ve kazanımları da vardır.Değişim sonuçta acaba bir mecburiyet mi? Kültür değişmelerinin tamamı için doğrudur denemese de,teknoloji yoluyla gelen değişimlerin bir mecburiyet olduğu,kayıp ve kazanımlarının da çoğu kez sarsıcı olduğu kanaatindeyim.
 
Kültür kişisel değildir, kişisel olan Genel Kültür dür. Kültür toplumlara aittir ve bence çocuklarımıza da öğretilmelidir, bu bir dayatma değildir. O zaman okullarda öğretilen her ders te (matematikten, ingilizce derslerine kadar ) bir dayatmadır.

Çocuğa zorla İngilizce öğretmeye çalışıyorlar, öğrenmezse kırık notla cezalandırıyorlar, belki öğrenmek istemiyor. Bu mantık ne kadar yanlışsa kültürün kuşaktan kuşağa aktarılmasına dayatma demekte o kadar yanlış.

Ayrıca gerçekçi düşünelim bırakalım teoride idealist yaklaşımları. Sen ne yaparsan yap Türksün kültüründe bu, bundada seçim hakkın yok. Bu dini inanış değilki senin seçimine kalsın. Seçebileceklerin ve seçemeyeceklerin belli, yani sen Türk doğup ben Amerikan kültürünü (böyle bir kültür varsa) benimsiyorum diyemezsin , komik bir görüntü çıkar ortaya. Aslını inkar etmeye kadar bu konu o yüzden daha fazla uzatmaya gerek yok.
 
Önceki mesajları okumadan yazıyorum. Bence küçüklükten itibaren ailenin Türk kültürünü çocuğa aşılaması lazım. Özümüzü bilmeliyiz. Biz nasıl bir milletiz? Nasıl bir kültürümüz var? vs sorulması gereken bir sürü soru var . Türk tarihini de öğrenmemizi ve çocuklarımıza öğretmemiz gerektiğini düşünüyorum.
 
Yahu müzikte bile herkese, kendin ol taklit yapma tarzını bul diyen insanlarız. Burada kendimizden uzaklaşıp başka kültürleri kabul edelimmi den bahsetmek çok saçma geliyor bana.
 
Şu dayatma lafı da iyi yapıştı ağızlara. Çocuğa kültür dayatmak nedir? Ne yapalım yemeğini suyunu verip kendi haline mi bırakalım? O çocuğa bu dünya hayatını dayatmışsın sen bir kere, üstüne Türk kültürü göz çıkarmaz.
 
Kültüre belli yaştan sonra kendisi karar vermek ne ya :D
Mesela Ayşe 13 yaşında olsun, Kars'ın Ani köyünde yaşasın. Aile meclisi onu 50 yaşındaki dayı oğlu ile evlendirmek istesin. Ayşe bu evliliği istemesin . Gel gör ki ablası da töre cinayetine kurban gitmiş olsun. Bu yüzden ailesine karşı çıkamasın. Çareyi kaçmakta bulsun. Bir metropole gelsin. Sığınma evine sığınsın. Okula başlasın, adını değiştirsin, diploma ve iş sahibi olsun. Kendi ailesini kursun. Çocuklarını daha çağdaş yetiştirsin. Eskiden mensubu olduğu kültür ile hiç bir bağı kalmasın. Çocuklarını da batı kültürüne uygun yetiştirmeyi tercih etsin.
İşte bir yaştan sonra kültürünü değiştirmiş oluyor böylece.

Veya Amerikalı bir folk şarkıcısı olsun. Adı Cat Stevens olsun. 40 küsur yaşından sonra İslam'ı seçsin. Adını Yusuf İslam yapsın. Kuran kursu açsın. Şeriatı savunsun. Giyim kuşam ve hayatını İslam dininin emrettiği yönde değiştirsin.
Bu da bir yaştan sonra kültürünü seçmek demektir.
 
Geri
Üst