Fiziğin Elektroniğin Ve Bilumum Ilimlerin Er Meydanı

Konuşma/yazma üslubunuzdaki kendini yükseğe konumlandırma ihtiyacı ve kabalık herhalde çok ilim sahibi olmanıza dayanıyor. Bunları yazarken karşınızda ülkenin %80'ini, Adnan Oktar'ı ve daha kimbilir neleri görüyorsunuz, tebrikler vizörünüz çok keskin. Haddini bilen biri olduğunuz belli.
 
Son düzenleme:
Ne güzel söylemiş Fuzuli; "sussam gönül razı değil, konuşsam tesiri yok"
Aralarında nobellilerinde olduğu binlerce bilim adamına kafası karışık, aceleci vs.. diyen sen ama kendini yukarı konumlandıran ben boşa vakit harcadığıma üzüldüm hipotez kardeş, öyleyse iyi akşamlar dileyip kaçayım. Hadi eyvallah.
 
Bilimin dayandığ iki şey:
1-Deney
2-Gözlem
Evrim konusunda deney yapmak imkansız, zira binlerce yıl sürecek bir deney söz konusu olamaz. Ancak gözlemler yeter de artar bile. Vatikan bile pes etmişken, evrim karşıtlarını tek dayanağı hala deney sonuçlarının gösterilememesi. Gösterilemeyecek de. (Virüslerin gelşimini saymazsak)
Hadi diyelim ki evrim işi inanıp inanmamaya veya akla yatıp yatmamasına kaldı insanın. Ben DNA'yı keşfeden, organizma klonlayan, 3D yazıcı ile böbrek üreten, ilik ve organ nakli yapabilen bilim insanlarının dediğine inanırım. Evrim var. Evet aga var.
 
DNA 2 metredir ve bu iki metrelik DNA'da milyonlarca gen var. Her Gen'de 4000 hücre var. Vücudumuzdaki herhangi bir DNA'daki milyonlarca Gen'in içinde sadece 1 tanesi hatalı dizilirse sakat doğuyoruz. Eğer bilim insanları insan yaparsa ateist olcam.
 
Muhterem izzzyy;

İnsanın söyledikleri ne bildiğini gösterirse, üslubu da ne kadar bildiğini gösterir. Ne kadar bildiğimiz o kadar bilmediğimizdir. Bildiklerini içselleştirmek, daha bildikçe aslında bilmediğini görmek varken içte kaynayıp duran egonun hiç durmadan “ hadi bastır, o kadar biliyorsun susma, yola getir “ diye bağırışları zihni ele geçiriyorsa olmuyor demektir.

Hiç tanımadığınız biri size “siz” li yaklaşıyor ama o siz “sen” le cevap veriyorsa sebebi içindeki “ben” yaygarasındandır. Bu yaygara o denli kuvvetlidir ki tüm kişiliği ele geçirir. Onu yenmek yerine -ki yenemezsiniz- ona rağmen dengede olmak da ayrı zordur. Kolaydır da zordur. Ne kadar çelişkili değil mi ? Tutarlılık arayan bünyelerde ürperti yaratan bir şey, çelilşki ? Kolayken zor, varken yok….

Çocukluğumdan itibaren binlerce kitabın içinde büyüdüm. Dedemin babasından kalan kitaplarla beraber hepsi birarada apartmanda ayrı bir dairede tuttuğumuz kitapları artık başedemediğimiz zamana kadar sayıları 5 basamaklı hanelere çıkınca büyük kısmını bağışlamak zorunda kaldık. Ben o kitaplar sayesinde cehalet seviyesine kadar geldim. Gerçek manada bir cahil olmayı öğrendim, zaman aldı ama oldu. Onun için “ bilgili “ akademisyenler ve benzeri insanlar yerine köy kahvesinde, simit arabası başında, vapurda rastladığım bilgelerle sohbet ederim. Onlar da bozulmamış, dejenere edilmemiş birşey var.

Dünyada tek bir bilim, tıp, felsefe, edebiyat, din, folklor, sanat, kültür, medeniyet yoktu(r), hiç bir zaman olmadı da. Batı dünyasını içerden tanımaktan gayrı gözünüzü doğuya da çevirmek, batı tipi “ popüler aydınlanma “ komedisiyle değil gerçekten çevirmek faydalı olacaktır.

Din olgusunu ilmihal kitabından, sosyalizmi propaganda kitapçıklarından, tıbbı sadece medical ideolojinin kitaplarından öğrenmiş biri neyi ne kadar anlayacağını zaten baştan belirler. O sınırı kimse aşamaz kendi istemedikçe.

Ayrıca bilim, deney filan demeye başlamadan önce hiç olmazsa Feyerabend'i okuyunuz. Ayrıca “ evrim “ tartışmalarında karşınızdaki insanları “ dini önyargılarınız var “ gibi saçma sapan ne anlama geldiğini bilmediğiniz cümlelerle eleştirdiğinizi sanmayınız. Kaldı ki “ evrim karşıtı " gibi bir ucube etiketi sahiplenecek biri de değilim. Yıllarca yurtdışında kaldığınızı vurgulayıp, şimdi bu cahil memleketi adam etmeye and içtiğini belirtecek kıvamda ki paçalarından jakobenlikle faşizm karışımı birşeylerin aktığı cümlelerinizi içinizde tutunuz.
 
Son düzenleme:
Şimdi ben yaradılışçı da değilim, evrimci de değilim. Hani, önyargılar veya inançlar yüzünden değil bu. Nihayetinde, mesleğim ve mesleki eğitimim gereği her şeye bilimsel açıdan yaklaşmak zorundayım. Ama nedense evrimi bir türlü bilimsel bulmuyorum. Evrimle alakalı çok fazla malumatım yok aslında; ama başlangıcını düşündüğümde de incelemeye lüzum görmedim açıkçası :) Çünkü canlılığın suda "tesadüfen" başladığını bilimsel bulmuyorum bir türlü. Çünkü eğer böyle bir şey olmuşsa/mümkünse, laboratuvar ortamında (veya en basitinden, suda) bir canlı hücre meydana getirmek de mümkün olmalı. Mümkün mü? Örnekleri var mı? Gerçekten bilmediğimden soruyorum. Varsa amenna.

Canlılığın suda başladığını kabul etsem, bu sefer de karaya çıkış, adaptasyon doğrultusunda organların/uzuvların gelişmesi, farklı türlerin ortaya çıkması vs. konularda tıkanıyorum. Çünkü bunların birçoğu "kalıtsal modifikasyon" oluyor. Ama modifikasyonun kalıtsal olmadığı da tanımından belli.

Eğer ortam şartlarına uyum doğrultusunda bilmem kaç yüz bin yıl sonrasında gelişen veya körelen uzuvlar varsa, evrim rastgele değil programlı ilerliyor demektir. Çünkü aynı ortamda aynı şartlara maruz kalan tüm canlılar farklı evrimleşmiş. Demek ki ortada bir program var. Tamam, bu programın işleyişini saptamak belki mümkün değil; ama bu programa göre mesela göz hangi doğrultuda, nasıl ortaya çıkmış da farklı canlılarda farklı şekillerde gelişmiş? Bir canlı 2000 metre yüksekten "uçarken" bir fareyi görebiliyor da, bir diğeri kör kör ortalarda "sürünürken" dilini oraya buraya sallayarak ortamı tarayıp fareyi buluyor. O canlının da çok keskin gözleri olamaz mıymış mesela?

Bunları düşününce evrimin çok da olması muhtemel bir süreç olduğunu düşünmüyorum.
 
Muhterem izzzyy;

İnsanın söyledikleri ne bildiğini gösterirse, üslubu da ne kadar bildiğini gösterir. Ne kadar bildiğimiz o kadar bilmediğimizdir. Bildiklerini içselleştirmek, daha bildikçe aslında bilmediğini görmek varken içte kaynayıp duran egonun hiç durmadan “ hadi bastır, o kadar biliyorsun susma, yola getir “ diye bağırışları zihni ele geçiriyorsa olmuyor demektir.

Hiç tanımadığınız biri size “siz” li yaklaşıyor ama o siz “sen” le cevap veriyorsa sebebi içindeki “ben” yaygarasındandır. Bu yaygara o denli kuvvetlidir ki tüm kişiliği ele geçirir. Onu yenmek yerine -ki yenemezsiniz- ona rağmen dengede olmak da ayrı zordur. Kolaydır da zordur. Ne kadar çelişkili değil mi ? Tutarlılık arayan bünyelerde ürperti yaratan bir şey, çelilşki ? Kolayken zor, varken yok….

Çocukluğumdan itibaren binlerce kitabın içinde büyüdüm. Dedemin babasından kalan kitaplarla beraber hepsi birarada apartmanda ayrı bir dairede tuttuğumuz kitapları artık başedemediğimiz zamana kadar sayıları 5 basamaklı hanelere çıkınca büyük kısmını bağışlamak zorunda kaldık. Ben o kitaplar sayesinde cehalet seviyesine kadar geldim. Gerçek manada bir cahil olmayı öğrendim, zaman aldı ama oldu. Onun için “ bilgili “ akademisyenler ve benzeri insanlar yerine köy kahvesinde, simit arabası başında, vapurda rastladığım bilgelerle sohbet ederim. Onlar da bozulmamış, dejenere edilmemiş birşey var.

Dünyada tek bir bilim, tıp, felsefe, edebiyat, din, folklor, sanat, kültür, medeniyet yoktu(r), hiç bir zaman olmadı da. Batı dünyasını içerden tanımaktan gayrı gözünüzü doğuya da çevirmek, batı tipi “ popüler aydınlanma “ komedisiyle değil gerçekten çevirmek faydalı olacaktır.

Din olgusunu ilmihal kitabından, sosyalizmi propaganda kitapçıklarından, tıbbı sadece medical ideolojinin kitaplarından öğrenmiş biri neyi ne kadar anlayacağını zaten baştan belirler. O sınırı kimse aşamaz kendi istemedikçe.

Ayrıca bilim, deney filan demeye başlamadan önce hiç olmazsa Feyerabend'i okuyunuz. Ayrıca “ evrim “ tartışmalarında karşınızdaki insanları “ dini önyargılarınız var “ gibi saçma sapan ne anlama geldiğini bilmediğiniz cümlelerle eleştirdiğinizi sanmayınız. Kaldı ki “ evrim karşıtı " gibi bir ucube etiketi sahiplenecek biri de değilim. Yıllarca yurtdışında kaldığınızı vurgulayıp, şimdi bu cahil memleketi adam etmeye and içtiğini belirtecek kıvamda ki paçalarından jakobenlikle faşizm karışımı birşeylerin aktığı cümlelerinizi içinizde tutunuz.

Ne okuduğun, ne yaptığın, hayatını nasıl geçirdiğin beni yahut başkasını ilgilendirmez, çıkış noktamız olamaz, zira forum ortamlarında bilgi birikimin şuraya yazdıkların ile anlaşılır ve paylaşılır.
Diyaloğa başladığımızdan beri karakterden karaktere girdin, önce evrim hipotezdir gibi zır cahil laflar savurdun, iki üç evrim karşıtı video izlemiş herkesin verdiği Newton kanunu örneğini verdin.
Yanlış kaynaklara yönlendiğini düşündüğümden kaynak önerdim, bu çok sıkıcı gibi çocukça hallere büründün.
Şimdi ise karşımda bambaşka birisi var. Yaşadığını varsaydığın hayattan kesitler vererek kendine itibar devşirmeye çalışıyorsun.
Bildiğin 3-4 farklı kişiyle konuşmuş gibi hissediyorum, bu kişiler arasında ortak olan yalnızca tek nokta var; bilgi içermeyen içi boş sözlerini süslü terimler ile felsefi paketler ile sunmaya çalışıyorsun.
Sorun şu ki; bunlara gerek yok. Süslü cümlelerin değil, yalnızca içerdiği bilgileri önemsiyorum. Lakin ben kişisel mücadeleden ısrarla kaçınıp bilgi vermeye uğraşırken, sen olayı kişisel mücadeleye çevirmek peşindesin, şekilden şekile girmenin sebebi bu sanıyorum.
Burda tek olumlu gördüğüm şey kitap tavsiyesi ve bunun için teşekkür ediyorum, tüm kitaplarını okuyamadım pek kitap okuyan biri değilim lakin "Erkenntnis für freie menschen" ı kendi orjinal dilinde okudum. Mutlaka okumalısın dediğin başka kitabı varsa mutlaka göz atarım. Bende sana Immanuel Kant' ın "Kritik der reinen Vernunft" unu önereceğim müsadenle zira başından beri iletişimsizliğin sebebinin sentetik çıkarımlarından kaynaklı olduğunu düşünüyorum.
Sonuç olarak;
Demogoji konusunda yetenekli olduğunu belirtmeliyim, yalnız bu konu dışında senden herhangi bir bilgi alabileceğimi sanmıyorum. Bilgi alımına da kapalı olduğunu görüyorum. Niyetin sidik yarıştırmak, mücadele etmek ise ki öyle görünüyor, bunu da anlamsız buluyorum. Yani seninle paylaşabileceğim herhangi bir şey yok, iletişim kurma çabalarımda sonuçsuz kalıyor. Daha fazla vaktimi çalmaman dileği ile...
 
Şimdi ben yaradılışçı da değilim, evrimci de değilim. Hani, önyargılar veya inançlar yüzünden değil bu. Nihayetinde, mesleğim ve mesleki eğitimim gereği her şeye bilimsel açıdan yaklaşmak zorundayım. Ama nedense evrimi bir türlü bilimsel bulmuyorum. Evrimle alakalı çok fazla malumatım yok aslında; ama başlangıcını düşündüğümde de incelemeye lüzum görmedim açıkçası :) Çünkü canlılığın suda "tesadüfen" başladığını bilimsel bulmuyorum bir türlü. Çünkü eğer böyle bir şey olmuşsa/mümkünse, laboratuvar ortamında (veya en basitinden, suda) bir canlı hücre meydana getirmek de mümkün olmalı. Mümkün mü? Örnekleri var mı? Gerçekten bilmediğimden soruyorum. Varsa amenna.

Canlılığın suda başladığını kabul etsem, bu sefer de karaya çıkış, adaptasyon doğrultusunda organların/uzuvların gelişmesi, farklı türlerin ortaya çıkması vs. konularda tıkanıyorum. Çünkü bunların birçoğu "kalıtsal modifikasyon" oluyor. Ama modifikasyonun kalıtsal olmadığı da tanımından belli.

Eğer ortam şartlarına uyum doğrultusunda bilmem kaç yüz bin yıl sonrasında gelişen veya körelen uzuvlar varsa, evrim rastgele değil programlı ilerliyor demektir. Çünkü aynı ortamda aynı şartlara maruz kalan tüm canlılar farklı evrimleşmiş. Demek ki ortada bir program var. Tamam, bu programın işleyişini saptamak belki mümkün değil; ama bu programa göre mesela göz hangi doğrultuda, nasıl ortaya çıkmış da farklı canlılarda farklı şekillerde gelişmiş? Bir canlı 2000 metre yüksekten "uçarken" bir fareyi görebiliyor da, bir diğeri kör kör ortalarda "sürünürken" dilini oraya buraya sallayarak ortamı tarayıp fareyi buluyor. O canlının da çok keskin gözleri olamaz mıymış mesela?

Bunları düşününce evrimin çok da olması muhtemel bir süreç olduğunu düşünmüyorum.

Öncelikle elbette bu soruları bilim dünyası da soruyor ve hala eksik kısımlar olsada büyük bir bölümü cevaplanmış bir durumda. Canlılığın oluşmasının süreci konusunda birçok araştırma mevcut. Bugün DNA ları oluşturan proteinlerin kendi kendine yağlar içerisinde oluşabildiği deneysel olarak kanıtlanmış durumda. Bu proteinlerin genetik kodlar oluşturacak bir biçimde bir araya gelmesinin ise kristal yapılar sayesinde olduğu düşünülüyor.

Senin bu satırlarda bahsettiğin aslında Lamark' ın evrim teorisi ve bu teori dediğin gibi modifikasyonların kalıtsal olmadığının kanıtlanması ile zaten çürütüldü. Yalnız gerçekte evrimin mekanizması seçilim şeklinde gerçekleşiyor. Canlılar hayatta kalmak için belirli adaptasyonlar belirli seviyelere kadar geliştiriyor ama günümüzde gördüğümüz canlı özellikleri bunun eseri değil. Lamark' ın en meşhur iddiası Zürafaların yüksek ağaç dallarına erişebilmek için adaptasyon geçirdiği ve boyunlarının uzadığı teorisi idi. Lakin bunun mekanizması gerçekte şu şekilde; DNA bazı insanların iddiası gibi kendini eşlerken hata yapmaya çok müsait bu sebeple rastgele mutasyonlar oluşması alışılmadık bir durum değil. Bu mutasyonlar sonucunda oluşan canlılardan yaşadığı ortama uyumlu olanlar soyunu devam ettiriyor, uyumlu olmayanlar yok oluyor. Yani zürafa ihtiyacı olduğu için boynunu uzatamıyor, rastgele oluşmuş bir mutasyon sonucu uzun boyunlu bir zürafa oluşuyor ve elbette hayatta kalma şansı daha yüksek olduğu için onun soyu sürüyor.

Diğer soru bunlar nasıl şans eseri oluyor? Şöyleki bunlar hep olasılık ama yüksek olasılık. Yani bir zarı atsam 6 gelecek desem belki dersin, ama bu zarı 100 kez atsam 6 gelecek desem kesin dersin ama bu hala bir olasılıktır. Evrimde böyle mesela bir çekirgemiz var, mutasyon ile kırmızı,yeşil,mavi ve kahverengi çekirgelerin oluşma olasılığı süreç uzadıkça(ki burada milyonlarca yıldan bahsediyoruz) kesin diyebileceğimiz seviyeye ulaşır. Bunlardan ağaç dallarına toprağa gizlenebilenler kahverengi ve yapraklara gizlenebilen yeşil hayatta kalabiliyor. Burdaki yanılgı şu; yeşil yaprakta gizelenebilecek şekilde oluşmuş, ama aslında her renkte oluşmuş fakat yeşil yaprakta gizlenebilenler hayatta kalabildiği ve soyunu sürdürebildiği için sen sadece onu görebiliyorsun. Biliyorum yoğunsun ama vakit ayırabilirim diyorsan kaynak paylaşayım seninle, hatta çay ısmarlarsan uzun uzun anlatırımda. Bu vesile ile de bu aralar yine bir zirve yapalım deme fırsatı buldum :D
 
" Demagoji yapıyorsun" ne sihirli anahtar değil mi, her kapıyı açıyor ? " Süslü cümleler " , bu da dilde tükürmeye hazır başka bir kalıp.

Kendi kişiliğini ortaya yeterince döküp, ukelalık ediyorsun kaba saba akıl vermeye kalkıyorsun bir de bana bukelumun yakıştırması yapıyorsun. Dolu kap su alır mı ? Almaz ! Kendi üstünde çalışman gerek. Bunun için Tao'yu oku, saçma da gelse tekrar baştan al. Benim diyeceklerim bu kadar olabilir, nezaket sınırları dahilinde veya dilin de yazının da yettiği kadar.

Ayrıca kaynaklarla ilgili " sıkıcı " gibi birşey demedim, niye diyeyim canım, belki yanlış yazmış olabilirim belki dikkatli okunmadı. Neyse.
 
Son düzenleme:
Yazı çıkmamış; deney, gözlem bahsi geçtiği için aklıma geldi yine de eksik yazmışım şimdi farkettim Feyerabend - Yönteme Karşı olacaktı. Kitap tavsiyesi yapma yeri değil belki konuya uyuyor diye verdim.
 
DNA 2 metredir ve bu iki metrelik DNA'da milyonlarca gen var. Her Gen'de 4000 hücre var. Vücudumuzdaki herhangi bir DNA'daki milyonlarca Gen'in içinde sadece 1 tanesi hatalı dizilirse sakat doğuyoruz. Eğer bilim insanları insan yaparsa ateist olcam.

Bu doğru bir bilgi değil. Hücrelerimizdeki DNA'larımızda yüzlerce hatta binlerce hatalı kopya bulunabilir ancak bunların büyük çoğunluğu diğer ebeveynimizden gelen doğru kopya varken çekinik kalır (deaktiftir). DNA'da bir bozunma olması çoğulukla o DNA'nın bir parçası olduğu genin işlevinde herhangi bir bozukluk yaratmaz. Ayrıca DNA'da sürekli bozulmalar olur ancak bunlar DNA tamir mekanizmaları ile büyük oranda tamir edilir. İnsan da DNA da kusursuz değildir yani. Ama insan vücudu her zaman sonuca bakar; insan vücudu da diğer canlılar gibi tümüyle anlık hayatta kalma ilkesi ile çalışır. Yani vücut bir sorunla karşılaşınca alacağı tedbiri uzun dönem sağlığı düşünerek almaz ya da ileri dönemdeki olası zararları düşünmez.

İnsanlar kendilerini istedikleri kadar komünist / milliyetçi / elit / burjuva / ırkçı / romantik / alim / güzel / seksi vs olarak tanımlasın, hepsinin içlerinde evrimsel olarak kazanılmış ya da körelmiş mekanizmaların oluşturduğu canlı ortamı vardır. Örneğin, vücudumuzu dış dünyanın istilacıları olan mikroplardan ve içimizdeki üretim hatası hücrelerin zararından korumak için milyarlarca yılın kazanımı olan bağışıklık sistemimiz cidden o an gereken tepkiyi verir ama aslına bakarsanız evrimsel mekanizma aslında pek de süper olmadığından (çünkü bir yaratıcı tarafından tasarlanmadığından) hatalı çalışmalarıyla ünlüdür ve yüzlerce farklı hastalığa yakalanmamıza neden olur ki bunların bazıları ölümcüldür. Hatta bazen bizi öldürmeyecek bir virüs enfeksiyonuna karşı koymak için bizi öldürebilecek kadar abartılı tepki verebilir (bkz hepatit enfeksiyonları). Bazen ise istilacılara karşı gereken ''güçlü'' yanıtı veremez (çünkü istilacı da evrimsel olarak doğal seçilim ile yeni donanımlar kazanmıştır) ve uzun sürede geçebilecek ya da tıbbi yardım olmazsa bizi öldürebilecek süreğen (kronik) enfeksiyon meydana gelir.

Rasyonel bilimle ve daha net konuşmak gerekirse biyoloji, tıp, genetik vs gibi bilim dallarıyla ciddiyetle ilgilenmemiş olanlar nedense evrim gibi güncel tartışma konularında (tamamen dinin bundan rahatsızlık duymasından, yoksa gündelik hayatta bilim konuşulmaz) ''mantık yürütme'' ve ''hissetme'' yollarına çokça başvuruyorlar ama bu tümüyle SAÇMALIK. Yetersiz bilgi ile kurduğunuz mantık yalnızca üç-beş lego parçasıyla ev yapmaya benzer. Ayrıca, bu kişiler kanıt istiyor, deney istiyor ve evrimle ilgili kanıtların ve deneylerin halihazırda zaten olduğunu zahmet edip araştırmıyorlar. Madalyonun diğer yüzünde ise tanrının varlığı ya da yaratılış konusunda tek bir kanıt ya da deney bulunamayışını pek önemsemiş görünmüyorlar. Diğer taraftan, mantık yürütme ve hissetme bu konuda ellerindeki yegane yöntem.

Eğer evrende bir bilinmeyen varsa bu henüz bilimsel olarak açıklanamadığı içindir. Tabi bir de bilinen ama vatandaş tarafından bi türlü kabul edilemeyen ya da kabul edilmek istenmeyen durumlar var evrim gibi :) . Bir bilinmeyen neden hakkında ''tanrı yarattı'' söyleminin hiçbir ciddiyeti yoktur. Bu bir cevap değildir çünkü bu iddianızı ispatlayamazsınız. Oysa dünya tarihi yüzbinlerce kez bilimin bu iddiayı çürüttüğüne şahit oldu. Bir karmaşıklık bir insan tarafından anlaşılamıyorsa bunun yüce bir gücün eseri olduğu iddiası çok ilkel bir yöntemdir. Açıkçası bir Airbus A380 bana inanılmaz karmaşık geliyor, nasıl uçtuğuna hayret ediyorum çünkü fizik bilgim lise düzeyinde, uçak ve makine mühendisliği konusunda bilgim hiç yok. Ama yapanlara tapma ihtiyacı hissetmedim hiç. 200 yıl önce bir Airbus A380'i havada gören insanların hemen hepsinin tapacağına eminim ama.

Bir de şu batının soğuk bilimsel suratsız tavrı / doğunun insancıl romantizmi bir bitsin artık yahu. Hangi doğuymuş bu? Hindistan mı? Kore mi? Japonya mı? İran mı? Pakistan Afganistan mı? Yoksa Nepal Buhutan filan mı Bir kere o doğu dediğiniz Hindistan'da Kore'de (Japonya'yı hiç söylemiyorum) birçok önemli bilimsel merkezde dünyaca saygın bilim adamları her yıl büyük başarılara imza atıyor ve üstelik hayret ki batının bilimini yapıyorlar. Doğuda da bilim yoga/şamanizm/budizm ekseninde değil, pozitif bilimlerle yapılıyor.

Olay doğu batı değil, GERÇEK ve ZIRVA arasındaki ayrım. Gerçek doğuda bulunuyorsa hepimiz doğudan öğreniriz gerçeği. Ama eğer gerçek batıda ise ve siz o gerçeği öğrenemiyor ya da öğrenmek istemiyorsanız bu vahim durumda bir de batıya b.k atmayınız.
 
Kısaca evrim teorisi derken aslında kastedilen, "Evrime sebep olan teoriler"dir.

Yani evrim değil evrime hangi olayların sebep olduğu ile ilgili teoriler tartışılıyor ve her gün geliştiriliyor. Günümüzde doğal seçilim teorisini yanlışlayan hiçbir bulguya rastlanmadı. Düşünün, bir teori geliştiriyorsunuz ve her çıkan bulgu sizin teorinizle örtüşüyor. Bu müthiş bir şey. Yer çekimi kanunu bile kanun olmasına rağmen böyle bir şerefe erişemedi.

Sonuç olarak biz ve bizim gibi ülkelerden başka evrim var mı yok mu'yu kimse tartışmıyor. Hatta avrupada evrim yoktur diyen adamı biyoloji bölümünün kapısından sokmazlar. Herifler çok başka boyutta tartışmalar içindeler. Benim canımı sıkan konu, avrupanın 50-100 gerisinde falan değiliz, adamlar başka bir boyutta, başka bir diyardalar.
 
O deney hatırladığım kadarıyla geçersiz. Yine de tekrar araştırayım.
Ben de merak ettim şimdi. Bir kaç sayfalık Google araştırmasında tek karşıt görüşü creation.com adlı bir sitede gördüm. Zaten isminden belli, çok dikkate almadım. Wikipedia'da (gerçi Wikipedia ansiklopedik bilgi kaynağı değildir) deneyin geçersizliğinden bahsedilmediği gibi ardından yapılan diğer deneylerin de başarılı sonuçlar verdiğinden ve 2007'de yapılan ikinci bir incelemede Miller'ın beyan ettiği sayıdan çok daha fazla organik bileşiğin sentezlendiğinden söz ediliyor.
 
Geri
Üst