Beynimizin Yalnızca %10'unu Kullandığımız Söylencesi

spdy: eğer dikkatli okursan ben kapasiteyle ilgili bir yorum yapmadım aslında.Anlatmak istediğim şuydu:Beynimizdeki tüm hücreleri kullanabiliriz ancak bazı arkadaşların söylemek istedikleri gibi bunların ne kadar çalışıp çalışmadığını şuan için bilemiyoruz.Yani dışarıdan çalışıyor görünen bilgisayar aslında hiç işlem yapmadan bekliyor da olabilir.
Crazysolo: abi teknoloji beynimizi kullanmamızı azaltacak kadar gelişmedi henüz.En azından hala şarkıları aklımızda tutuyoruz,dil öğreniyoruz,ufak hesaplamalar yapıyoruz,olayları aklımızda tutuyoruz ve benzeri birçok şey yapıyoruz hatta en önemlileri olarak düşünüyor ve hayal kuruyoruz.Bizim yerimize hayal kuran bir makine biliyormusun?
Ayrıca beyni sadece düşünme, yorum yapma vs.olarak da düşünmeyin.Duyularımız,kaslarımızın kontrolu,duygularımız vs. hepsi beyinde olan biten şeyler.
 
Tamam.Hayal ediyoruz,şarkıyı aklımızda tutuyoruz,trigonometrik hesaplamalar yapıyoruz ... fakat yapabileceğimiz sadece bunla sınırlı değil.National geographic in bi belgeselindeydi yanılmıyorsam.Bu bin yıllar önceki insanlar yağmurun geleceğini bilmem kaç gün önceden biliyorlarmış.Havaya meteoroloji uçağı yollamadan :D
 
Einstein yuzde kacını kullandı ki; sen yuzde onunu kullanasın?

Yuzde onunu kullanan insan toplulugu olsaydı;belki insan ısık hızında olabilir, hatta ucabilirdi.

Kacta kacını kullanıyor ,herkesin kullandıgı kendinedir diyorsanız o sizin bileceginiz is ,tabiki herkesin tuttugu fikirler kendine,yuzde onunu tutuyorsan yuzde onudur ... ole iste:)

Son kez olarak da;

Ama bana o yuzde on daha cok beyin degilde insanların daha cok tualet isleriyle mesgul olan guney kısmını kullanmakla gecirdikleri zamanıdır :D derseniz daha mantıklı.

Saygılar.
 
einstein beyninin şukadarını kullandı demekde yanlış olur. bence belli konularda belli yerlerini kullanıyoruz. sonuç olarak hepimiz beynimizin %100'ünü kullanıyoruz fakat hepimizin einstein olabilmesi için onun gibi verimli kullanmamız lazım. verimli kullanabilseydik einstein olurduk.

peşin söyliyim kimse bana yobaz demesin maksimum %10'unu veya %5'ini kullanacak olsaydık allah bize gerisini vermezdi. fazlalığa ne gerek var. düz mantık kurdum sadece. insanı bi araba gibi düşüdüm (otomotivci olmak böyle pis bişey işte) işe yaramayacak bişey koyarsan fazladan ağırlık yapar, onada gerek olmaz aracı zorlamış oluruz : P


(biterken ahmet kaya süryani çalıyordu)
 
Ben de benzer şekilde şunu diyim. Eğer beynimizin yüzde onunu kullansak -ki bu söylenti iki, üç, yedi değişmektedir- beynimiz şu an gelişmezdi. Yani ihtiyaç duyduğumuz organlar gelişir. Yoksa niye gelişsin. Ya da çok zekiydik, şu anda köreliyor..
 
Bu konuyla ilgili bilimsel bir araştırması olan yok mu arkadaşlar..
Nerden çıkmış bu yüzde on..neye dayanarak söylüyorlar...
Bir iyilik yapın yahu..bilimsel bir yazı falan..ben baktım bulamadım.
 
Distopya demiş ki:
Kullanılmayan organın atılması sanırım.

İnsan evriminde kafatası büyüyor muydu küçülüyor muydu şu an hatırlamıyorum ama geleceğin insan modeli için kafatası daha büyük insan modeli çıakrtıyorlardı.

Beyin her hangi bir işte tamamı kullanılan bir organ değil.

Yüzle ilgili sinirler sol ön olsa mesela, eliyle ilgili sinirler sol üstte, vs.. Her olgu için ayrı bölümü var. Hepsini aynı anda kullanmak ise %100 ü kullanmak ne yapmak gerekiyor anlamadım, amuda kalkmışken burnunu yalayıp 68 x 243 işlemini çözmeye çalışırsak %100 e yaklaşır mıyız?
muhtemelen beyin hacmimizin sınırlarına ulaştık çünkü insan kafatası büyüklüğü kadın kalça kemiğinin genişliğiyle sınırlanmıştır(tabi gelişme olur doğumdan sonra ama onun da bir katsayısı var).

tabi bu şimdiki bilim adamlarının düşüncesi ileride başka bir yol bulur mu evrim bilinmez.
 
Beynimizin Yüzde 10'unu Kullanıyoruz Efsanesi


Genel kitle arasında neredeyse kutsal bir inanış haline gelen ve telepati-telekinezi gibi sözde bilimsel olaylara meraklı olanların dillerinden düşürmedikleri bir "masal"a bilimsel açıdan aydınlık getirmek istedim. Konu hakkında, internette bilimsel bakışla etraflıca yazılmış açıklamalar var, fakat Scientific American'da yayımlanmış başarılı bir makaleyi çevirme gereği duydum. "Ay şekerim biliyo musun, Aynşıtayn bile beyninin % 8'ini kullabiliyomuş, biz % 10'unu kullansak kim bilir neler olur" diye umutlananların hayallerini belki yıkacak, ama gerçekler, maalesef bunun bir "palavra" olduğunu söylüyor. Siz yüzde 10 kullanmakta ısrarcıysanız öyle kalın, beyinlerinin yüzde 100'ünü kullananlara, dokunmayın yeter!

İnsan beyninin oldukça karmaşık olduğunu biliyoruz. Beyin, milyonlarca sıradan işi yerine getirerek, konçertolar besteliyor, bildirimler yolluyor, ve denklemlere zarif çözümler buluyor. Beyin, hafıza ve bilincin deposu olduğu kadar, bütün insan hislerinin, davranışlarının, deneyimlerinin de kaynağı. Dolayısıyla beynin kendisinin bir gizem olduğunu düşünmek hiç şaşırtıcı değil.

Bu gizeme bir de insanların, beyinlerinin yalnızca yüzde 10'unu kullandıkları iddiası ekleniyor. Bu sava göre, sıradan insanlar kalan yüzde 90'ı kullanabilselerdi şayet, pi (π) sayısını 20 bininci ondalık basamağa kadar hatırlayacak seviyeye gelebilir veya telekinetik güçlere sahip olabilirlerdi.

Her ne kadar cezbedici bir iddia olsa da, Baltimore'daki Johns Hopkins Tıp Okulundan, Nörolog Barry Gordon "yüzde 10 efsanesi"ni oldukça hatalı ve bir o kadar da gülünç buluyor.

Bu efsaneyi ortaya atan kişinin kim olduğu kesin olarak bilinmese de bu fikir daha çok, The Energies of Men (İnsan Enerjileri) adlı kitabında bu konuyu savlayan Amerikalı psikiyatrist ve yazar William James'in "Bizler, zihinsel ve fiziksel kaynaklarımızın yalnızca küçük bir kısmını kullanıyoruz." sözleriyle ilişkilendirilmekte. Bu iddia aynı zamanda Albert Einstein'ın muazzam zekâsını açıklamak için de kullanılıyor.

"Bu efsanenin zamana karşı dayanıklılığı, insanların kendi beyinleri hakkındaki anlayıştan kaynaklanıyor. Kendi eksikliklerini, kullanılmayan gri maddenin varlığının kanıtı olarak görüyorlar. Bu hatalı bir varsayım. Doğru olan ise, günlük yaşantımızın belli anlarında, örneğin dinlenirken ya da düşünürken, beynimizin yalnızca yüzde 10'unu kullanıyor olabileceğimizdir" diyen Nörolog Barry Gordon, şöyle devam ediyor: "Öyle olsa bile, esasında beynin her parçasını kullanıyoruz ve beyin neredeyse tüm zamanlarda aktif halde oluyor. Şu şekilde açıklayalım: beyin vücut ağırlığının yüzde 3'ünü temsil ediyor ve vücut enerjisinin yüzde 20'sini kullanıyor."

Sıradan bir insanın beyin ağırlığı ortalama 1300 g. ve beyin, tüm bilişsel fonksiyonları gerçekleştiren ve en büyük parçası olan serebrum, denge ve hareket koordinasyonu gibi kas hareketlerinden sorumlu beyincik ve nefes almak gibi istem dışı eylemlerden sorumlu beyin sapından oluşuyor. Ve enerjinin büyük kısmı, birbirleriyle süratli iletişim içinde olan nöronların ateşlenme faaliyetleri için harcanıyor. Bilim insanları, bu tür sinirsel faaliyetlerin ve bağlantıların daha yüksek beyin fonksiyonlarına mahal verdiğini düşünüyorlar. Enerjinin geri kalanı ise bilinçli (araba kullanmak vs.) ve bilinçsiz (kalp atımı vs.) diğer aktiviteler için kullanılıyor.

Beyin bölgelerinin aynı anda ateşlenmediği doğru olsa da, görüntüleme teknolojisi kullanarak beyin üzerinde inceleme yapan araştırmacılar, beyne ait bölgelerin, vücut kaslarında olduğu gibi, 24 saat boyunca aktif kalmaya devam ettiklerini gösterdiler.

Rochester'daki Mayo Clinic'ten nörolog John Henley, "Kanıtlar, gün boyunca beyninizin yüzde 100'ünü kullandığınızı gösteriyor." diyor. Uyku esnasında bile, bilinci ve daha yüksek seviyedeki düşünceleri kontrol eden frontal korteks gibi bölgeler, ya da çevreyi algılamaya yarayan bedensel-duyusal bölgeler, aktif konumdadır.

Sabah kahve içmek gibi basit bir eylemi ele alın. Cezveye doğru ilerler, ona uzanır, kahveyi kupaya döker, ve hatta krema için bir miktar pay bırakırken, arka ve yan loblar, motor-duyusal korteks, bazal gangliyon, beyincik ve ön lobların tümü aktiftir. Birkaç saniyelik bir zaman zarfında, hemen hemen tüm beyinde, şimşek hızında sinirsel faaliyetler meydana gelir.

Kaynak: http://www.scientificamerican.com/article.cfm?id=people-only-use-10-percent-of-brain


Kaynak: http://garajimdakiejder.blogspot.com/2010/08/beynimizin-yuzde-10unu-kullaniyoruz.html#.Ue8zUtKpXHR
 
Beynimizin Yüzde 10'unu Mu Kullanıyoruz?

Merhaba arkadaşlar,

Son zamanlarda yine sosyal paylaşım siteleri ve çarpık medyanın saçma haberleri içerisinde hortlayan bir bilgiye dair bilimsel bir açıklama yapmak istedik. Ayrıca sayfamız okurlarından Sn. Seray Eren'in de bir ricası bize bu notu hazırlamaya sevketti. Kendisine teşekkür ediyoruz. Hemen konuya girelim:

Bildiğiniz gibi insanlar arasında çok yaygın bir inanç/mem vardır: "İnsanlar beyinlerinin %3'ünü (%5'ini, %10'unu, vs.) kullanıyormuş. Einstein bile %5'ini kullanıyormuş. Kimi insanlar ömürleri boyunca çalışıp %4'e ancak çıkarabiliyorlarmış. Demek ki %100'ünü kullansak kim bilir neler yapacağız!"

Bu iddia, bilimsel olarak ciddi bir hata ve saçmalıktır. Ne yazık ki, sadece Türkiye insanının değil, genel olarak bilimden uzak yaşayan insanların bu tip mitlere ve efsanelere ne kadar kolay kanıp, ne kadar hızlı ve etkili bir biçimde yanlış bilgiyi geniş kitlelere yayabileceklerinin de güzel bir örneğidir. Ancak bilimsel tabanda olan bir insan, elbette bunun nedenini sormalı ve incelemelidir. Bu inceleme yapıldığında, bu iddianın ne kadar asılsız, ne kadar yanlış, ne kadar bilim ve mantık dışı olduğu anlaşılacaktır.

Bu iddianın kökenleri, 1890 yılında Harvard Üniversitesi Psikoloji Bölümü'nde araştırma yapmakta olan bilim insanları olan William James ve Boris Sidis'in "rezerve enerji teorisi"ne dayanmaktadır. Bu teoriye göre insanların, günümüz beyin kapasitesi (kranyal hacim) sayesinde ulaşabilecekleri en yüksek IQ 250-300 arası olarak tahmin edilmektedir. Ancak James ve Sidis, insanların sadece belli bir yüzdesinin bu IQ sınırına düşebildiğini iddia etmişlerdir. Araştırmalarının sonucunda, şimdiye kadar yaşamış insanlar arasında %3-10'luk bir dilimin ancak 250 IQ'ya ve üzerine çıkabildiğini ileri sürmüşlerdir. Bu araştırmanın hatalı yorumlanması, hızlıca felakete dönüşmüştür ve günümüzde insanların zekalarının %3-10 arasını kullandığı şeklinde değerlendirilmiştir. Halbuki görüldüğü gibi araştırma bununla tamamen alakasızdır.

Daha sonradan bu mit, 1998 yılında Dr. James Kalat'ın yaptığı bir diğer araştırma üzerine yeniden hortlamıştır. Bu araştırma, bilim insanlarının beynin derinliklerini keşfetmeye devam ettikleri sürece gördükleri ilginç bölgelerin farklı yorumlarının değerlendirilmesi amacıyla yapılmıştır. Bilim insanları, beynin bazı bölgelerinin gün içerisinde pek az aktif olduğunu gözlemlemiştir. Ayrıca beyin içerisinde bulunan bazı gangliyonların (sinir düğümleri) yine gün içerisinde her zaman aktif olmadığını görmüşlerdir. Kalat, makalesinde "1930 yılı dolaylarında bilim insanları beynin sadece %10'unun kullanıldığını düşünmüşlerdir." şeklinde bir ibare geçmektedir. Bu ibareden yola çıkan insanlar, bilim insanlarının genelinin hala böyle bir düşünceye sahip olduğunu sanarak, medyanın da olayların üzerine körükle gitme merakından ötürü miti yaymaya devam etmişlerdir. Halbuki Biological Psychology dergisinde yayınlanan makalede Kalat, beynin tamamının kullanıldığını ve beynin bazı bölgelerinin gün içerisinde aktif olmamalarının, o bölgelerin kullanılmadığı anlamına gelmediğini açıklamaktadır. İşte bu durum, bizim nasıl istediklerimizi duyup, gerçekleri reddettiğimizi göstermektedir.

303618_219299111461505_125480366_n.jpg


Sonunda, 7 Şubat 2008 tarihinde Scientific American dergisinde yayınlanan makalesinde Baltimore'da bulunan Dünya'nın en prestijli tıp fakültesi olan Johns Hopkins Tıp Fakültesi'nden Prof. Dr. Berry Gordon bu tartışmalara son noktayı koymuştur. Kendisi, beynimizin yüzde 10'unu kullandığımız mitinin "gülünç derecede saçma" olduğunu açıkça belirtmektedir ve araştırmasının sonuçlarını şu şekilde ortaya koymaktadır:

İlk olarak, eğer iddia edildiği gibi beynimizin %10'u çalışıyor, %90'ı çalışmıyor olsaydı, beyinde meydana gelen hasarların çok büyük bir kısmı etkisiz olacaktı. Çünkü 10'da 9'luk bir olasılıkla hasar beynin güya "çalışmayan" bir bölgesine denk gelecek ve etkisiz kalacaktı. Ancak şimdiye kadar yapılan araştırmalar göstermiştir ki, beynin herhangi bir bölgesinin aldığı hasar, vücudun herhangi bir noktasındaki herhangi bir işleyişi neredeyse her zaman, istisnasız bozmaktadır. Beynin aldığı en ufak hasarlar bile, çok ciddi problemlere ve hastalıklara sebep olabilmektedir. Örneğin beyin tomografinizde, beynin bir bölgesinde bulunan bir kıvrımın açısının 1-2 derece farklı olarak çıkması, sizin psikolojik durumunuzun değişiminin sebebi ve hatta ölümcül bir hastalık belirtisi olabilmektedir. Yani beynin herhangi bir kısmının işlevsiz olduğu iddiası geçersizdir.

İkinci olarak, Evrimsel Biyoloji'nin gelişimi de, bu iddiaların geçersizliğini açığa çıkarmaktadır. Bilindiği üzere doğada trade-off denen bir ilke vardır ve bu ilke dahilinde, eğer bir organ artık işe yaramıyorsa, körelecektir. Bunun bir diğer adı "Evrim Ekonomisi"dir. Beynin bırakın %90'lık kısmının, %10'luk kısmının bile "kullanılmadığını" iddia etmek, bir doğa yasası olan Evrim ile çelişecektir. Çünkü eğer bu kada büyük bir alan, bir anda işlevini yitirseydi ve o şekilde kalsaydı, canlıların sabit bir denge içerisinde kalması mümkün olmazdı. Beyin elbette körelebilir; ancak bu %1 ve altı oranlarda, milyonlarca yıla yayılarak meydana gelir. Beynimizin %90'ının "işlevsiz" olduğu iddiası bu yüzden Evrimsel Biyoloji'nin açıklayıcı gücü sayesinde çürümektedir.

Üçüncü açıklama ise gelişen görüntüleme tekniklerinden gelmektedir. Pozitron Emisyonlu Tomografi (PET) ve Fonksiyonel Manyetik Rezonans İmgeleme (fMRI)teknolojilerindeki gelişmeler sayesinde, beynin renkli ve renksiz, ayrıntılı fotoğrafları an be an çekilebilmektedir. Bu teknolojiler sayesinde günümüzde biliyoruz ki, beynin en sakin olmasını umduğumuz uyku halinde bile, beynin eksiksiz olarak her bölgesinde belli bir miktar aktivite gerçekleşmektedir.

Dördüncü bir açıklama, yine tıp alanından gelmektedir. Günümüzde, nöroloji bilimi sayesinde artık biliyoruz ki, beynin tamamen "sustuğu" tek durum, ciddi sinirsel hastalıklar ve beyin hasarları durumunda gerçekleşmektedir. Yani beyin, yukarıda açıkladığımız gibi uyku halinde bile tamamen durmamakta, tam tersine beynin her alanından az ya da çok sinyal alınabilmektedir.

Beşinci bir açıklama anatomiden gelmektedir: beyin tek bir bütün olarak çalışmaz; onlarca, hatta yüzlerce alt birimi vardır. Daha bilimsel bir açıklamayla, beyin "ileri derecede özelleşmiş bir organ"dır. Bu sebeple, parçaların çalışmaması gibi bir durum söz konusu olamaz; çünkü bu beynin kendisinin çalışmaması demektir. Beynin parçalara ayrılması sayesinde beynin her bölgesinin tam olarak çalıştığı kesinlikle bilinmektedir. 1800'lü yılların sonlarında atılan iddia, beynin bir bütün olarak çalıştığını düşünmekten kaynaklanmaktadır. Günümüz insanları ise 200 yıl öncesinin bilgisini ısrarla yaymaya devam etmektedirler.

Altıncı bir açıklama, hücrelerin dünyasına daha derin bir şekilde dalabilmemizden gelmektedir. Beyinde bulunan sinir hücreleri ve doku hücreleri üzerinde yapılan mikroskobik çalışmalar, beynin her bir hücresini inceleyebilmemizi sağlamaktadır. Tekil-Birim Kaydı (Single-Unit Recording) ismi verilen bu teknoloji sayesinde beyne yerleştirilen elektrotlarla, beyindeki her bir hücrenin anlık aktivitesi gözlenebilmektedir. Onlarca yıldır süren ve beynin her alanına yayılmış araştırmalarda, çalışmayan tek bir hücreye bile rastlanmamıştır.

Yedinci bir açıklama, metabolik çalışmalardan gelmektedir. Bu alandaki yapılan araştırmalarda beyne radyoaktif olarak işaretlenmiş 2-deoksiglukoz molekülleri enjekte edilir. Daha sonra radyograf aracılığıyla hangi hücrelerin aktif olduğu parlak bir şekilde gözlenebilir. Eğer iddia edildiği gibi beynin %90'ı çalışmıyor olsaydı, radyografta beynin %90'ı karanlık olarak çıkması gerekirdi. Ancak yapılan araştırmalar, beynin her bir noktasının çalıştığını göstermektedir.

Son bir açıklama da fizyolojiden gelmektedir. Normalde, bir hücre eğer özelleştiği işi yapmıyorsa, dejenere olacak ve bozulacaktır. Örneğin kaslarınızı yeterince çalıştırmazsanız veya kırık kolunuz alçıya alınırsa "kas erimesi" denen ve kas hücrelerinin uzun süreler çalışmadıkları için körelmeleri sonucu oluşan bir sorunla karşılaşırsınız. Eğer beynin %90'ı çalışmıyor olsaydı, otopsilerde bu tip çürümeler gözlenmesi gerekirdi. Ancak beynin hiçbir bölgesinde böyle bir bozulmaya rastlanmamaktadır.

Bu kadar farklı açılardan gelen açıklamalar, iddianın geçersizliğini net olarak göstermektedir. Canlıların çoğu, spesifik olarak köreldiği belirlenen organları haricinde, tüm organlarını kullanabileceği en üst kapasitede kullanmaktadır. Eğer bunu başaramıyorsa, ya çevre şartları izin vermiyordur ya da soyu tükenecektir. Beyin, kesinlikle körelen bir organ değildir (en azından insanlarda).

Bu tip "gizemli" bir mit, tabii ki popüler kültürün de ilgisini çekmiş, yalanın yayılmasını kolaylaştırmıştır. Konu hakkında pek çok kitap yazılmış ve film çekilmiştir. Ancak tabii ki bir iddianın basında ya da popüler kültürde yer alması, o iddianın doğru olduğu anlamına gelmez. Bu tip argümanlar için "Bilimsel Tartışma" yazı dizimize göz atabilirsiniz.

Sonuç şudur: İnsanlar (ve muhtemelen beyni olan hayvanların tümü), beyinlerinin %100'üne yakınını kullanmaktadırlar. Beynimizin kullanılmayan hiçbir noktası yoktur. Kimi koşulda, bazı bölgeler daha fazla, bazı bölgeler daha az çalışıyor olabilir. Ancak bu "kullanılmadığı" anlamına gelmemektedir.

Bu noktada, bir ayrıma gitmekte fayda görüyoruz: "Beyin Kullanımı/Kapasitesi" ile "Zeka Kullanımı/Kapasitesi". Beyin kapasitesi, genetik faktörlerle belirlenir ve sınırlanır. Basit olarak, bir canlının beynindeki nöron ve sinaps (nöron bağı) sayısı ile orantılıdır. Bu kapasite, yukarıda açıklanan kapasite ile aynıdır ve belirli hastalıklara sahip olmayan her canlıda%100 kullanılır. Daha önce de belirtildiği gibi, elbette kimi zaman bazı bölgeler daha aktif, bazı bölgeler daha az aktif çalışabilecektir. Bunun beyni kullanmakla bir ilgisi yoktur; zira her nöronun aynı anda çalışması, beynin daha "iyi" çalıştığı anlamına gelmez. Beynin her bölgesi belirli konularda özelleşmiştir ve gerektikleri zaman çalışmaları gerekir. Unutulmaması gereken önemli bir nokta beyin kapasitesinin, aynı zamanda zekanın da üst sınırını belirlediğidir.

Zeka kapasitesi ise, bir canlının genetik unsurlarla sınırlandırılmış beyin kapasitesi tarafından belirlenir. Zeka kullanımı, bu kapasitenin ne kadarının kullanılabildiği ile ilgilidir. Bu noktada, zekamızı bir kas yapısına benzetebiliriz. Ulaşabileceği en üst nokta, genetik unsurlarla belirlenmiştir; ancak biri çok çalışırsa kaslarını bu en üst kapasiteye kadar (ama daha fazlasına değil) çıkarabilir. Çalışmayan biri ise ortalama bir güçte kaslara sahip olacaktır. Zeka da bunun gibidir. Tek farkı, yeni kas hücreleri üretmek düzgün bir çalışmayla oldukça kolayken, yeni sinir hücrelerini üretmenin imkansıza yakın olmasıdır; dolayısıyla pratik, var olan nöronların daha aktif kullanılmasını sağlar, yeni nöronlar üretilmesini değil. Zihin antremanları sayesinde zekamızın normalde, antremansızken kullanığımızdan fazlasını kullanabiliriz; ancak bunun üst sınırı, beyin kapasitemiz ile aynıdır ve %100'ü geçemez. Normal bir insan, zekasının %80-90'ını kullanmaktadır (asla %3-10'u kullanılmaz; çok ciddi hastalıklara sahip olanlarda bile bu kadar düşük oranlar görülmez, bu oranlar ciddi bir uydurmadır). Düzgün yapılan ve genelde yıllarca süren pratikle bu kapasite %100'e yaklaştırılabilir.

Ancak unutulmaması gereken nokta, bu kapasitenin %100'ün üzerine çıkamayacak olmasıdır. Çünkü bu üst sınır, nöronlarla belirlenir ve artması için nöron sayısının da artması; yani yeni nöronlar üretilmesi gerekir. Bu olaya nörogenez denir. Ancak nörogenez, nöronların büyük oranda bölünme kabiliyetlerini yitirmiş hücreler olmalarından ötürü çok kısıtlı miktarda olmaktadır ve zekayı önemsenmeyecek kadar az etkilemektedir. Tabii gelecekte bu hücrelerin kök hücrelerden üretilebilmesiyle zekanın arttırılması mümkün olabilir.

Dolayısıyla lütfen bir iddiayı kabullenip yaymadan önce, bilimsel açıklamasını inceleyin ve varsa makalesini okuyun. Yoksa da ciddi bir şüpheyle yaklaşıp, hemen kabul etmeyin.

Umarız faydalı olmuştur.

Sevgilerimizle.
ÇMB (Evrim Ağacı)

Kaynak: https://www.facebook.com/notes/evrim-ağacı/beynimizin-yüzde-10unu-mu-kullanıyoruz/219284481462968
 
Tübitak: Beynimizin Tamamını Kullanıyoruz


İnsanın, beyninin ancak %10'unu kullandığı iddiası, araştırmacıların gözünde artık nereden kaynaklanmış olabileceği merak edilen bir söylenceden öte birşey değil. Gelinen nokta, özetle, beynimizin tümünü kullandığımız, ama işleyişi ya da ayrıntıları hakkında daha fazla bilgi sahibi olduğumuz kesiminin, görece azlığı. Beyindeki sinir hücrelerinin sayısının 100 milyardan fazla, toplam sinapsların sayısının da 100 trilyondan fazla olduğu düşünülürse (yaklaşık 240 trilyon olduğunu söyleyen kaynaklar da var), beynin yalnızca yüzde 'şu kadarını kullandığımızı' söylemek, gerçekten de büyük bir iddia gibi görünüyor.

Dünyanın en zeki insanının Einstein olduğunu söylememizi bekliyorsanız, bu da mümkün değil. Çünkü zekanın da yalnızca IQ testleriyle ölçülebilen bir değişken olmadığı artık kuşku götürmüyor. Dahası, birçok farklı zeka türünden sözediliyor. Bu konuda daha kapsamlı bir açıklamayı "http://www.psikolog.org.tr/bulten/12/12_zeka.htm" adresinden bulabilirsiniz.

Bellekle konusuna gelince; uzmanlar, belleği güçlendirmenin tek bir formülü olmadığını söylüyorlar. Bu konuda mucizevi etkileri olduğu söylenen bazı bitkilerdeyse, bu tür etkinin varlığı kanıtlanmış değil. Normal bellek işlevleri, zihnin 'diriliğine' , bu da zihinsel ve bedensel etkinliklerin yeterliliği ve düzenine bağlı. Uzmanlar, belleği güçlendirmenin en önemli koşullarından birinin yeterli uyku, bir diğerinin de stresin denetlenmesi olduğunu söylüyorlar. Sebze, meyve ve lifli gıdaların da yüksek bellek kapasitesiyle ilişkili olduğu bulunmuş. Bellekle ilgili bazı yetersizliklerinse B1, B12 vitaminleri ve folik asit eksikliğiyle ilişkili olabileceği söyleniyor. Bilgiyi depolama ve istediğimizde 'geri çağırabilme' kapasitesi, araştırmacılara göre, bir zamanlar düşünüldüğü gibi yaşla eriyip giden bir özellik olmak zorunda değil. Yeni araştırmalara göre kişi hangi yaşta olursa olsun, doğru uyarılar beynin ilgili bağlantı ve yollarını harekete geçirebilir.

Zeynep Tozar

Kaynak: http://www.biltek.tubitak.gov.tr/merak_ettikleriniz/index.php?kategori_id=6&soru_id=1515
 
An itibarı ile mühim olan kullanım yüzdesi değil, kullanım verimliliği bence. Kimi beyin sahipleri evrenin sırlarının peşinde koşarken, kimi beyin sahibi de (adlarının önünde prof. var bir de haa!) "Gece ve gündüz dünyanın dönmesi veya güneş ile değil, gün ve gece adındaki ruhani varlıklar ile ilgilidir" diyor mesela. Buyurun buradan yakın :)
 
Geri
Üst