Analog Ve Dijital Kayıt

plağın CD den ses kalitesi açısından daha iyi olduğu ile ilgili kesin bir araştırma ve sonuç varsa paylaşırmısınız.
her ikisinden de doyurucu bir keyif alabilmek için ciddi bir yatırıma ve kaliteli ekipmalara, monitörlere ihtiyacınız var.
İşin içine burada extra ses ekipmanlarını katmıyorum. Bu işin sonu yok zaten. Sadece CD ve plak formatları adına konuşuyorum. Her plak iyidir diye bir kaide de yok zaten. Ama işin fiziği olarak CDye kaydedebileceğiniz ses dalgasının belirli bir limiti vardır. CDnin analog sese göre kaybı çoktur. tabi bunun ne kadarını algılayabiliriz o da önemli. Kullanılan enstrümanların kaydedilirken kullanılan bas-tiz tarzları da önemli bence.

Is the sound on vinyl records better than on CDs or DVDs?

Burada kısaca bahsetmektedir analog ses ve CD formatından.
 
Artık günümüzde dijital sesin analogdan farkı kalmamıştır ya da şöyle diyelim insan kulağı bu farkı ayırt edemez AMA, burada büyük bir ama olmasının nedeni bahsedeceğim dijital sesin henüz yaygınlaşmamış olmasıdır, konuyu kısaca anlatmaya çalışayım.
Djital kayıt teknolojileri, mesela bir CD kaydı, PCM denilen Pulse Code Modulation tekniği ile alınıp kayıt edilir, bu elimizdeki orjinal analog sesin kopyalanması işleminde forumdaki arkadaşların da anlattığı gibi kayıplar olur.

Yani ses dalgası şu resimdeki gibi, (kırmızı renkteki) bir dalga şeklinde olup, dijital ses ise orada görmüş olduğunuz üzere, köşeli ve orjinal sesi taklit eden ve bu taklit sonucu bir çok kayba uğramış yapıdaki gibidir, yani bu bize CD olarak gelen kaynaktır. 16 bit ve 44.1 kHZ dediğimiz olay yani.
ses%201Ekran%20Alnts_zpshgbzf4lf.jpg


Şimdi de dijitalin analogdan artık farkı kalmamıştır ya da insan kulağı artık bunu ayırt edemeyecek noktadadır dediğim kısma gelelim.
Patentini Sony ve Philips'in birlikte ellerinde tuttukları sistem DSD yani Direct Stream Digital yöntemi, artık PCM sistemdeki kayıplar yoktur. Sample rate oranı mHz seviyesine çıkmıştır.
ses3Ekran%20Alnts_zpsuiennz18.jpg

Artık DSD ve SACD (Super Audio CD) kayıtlarında 44.1 khz yerine fotoda da gördüğünüz gibi mHz oranında sample rate'e (örnekleme) ulaşılmıştır. 120 desibele varan dynamic range ve 100 kHz'ye varan frekans aralığı da elde edilebilmekte.

Zurnanın zırt dediği yere geldik o da şu, aslında analog sesin o kadar iyi olması ya da DSD teknolojisinin analog frekansları bu kadar iyi ve yüksek değerlerde neredeyse birebir vermesi pratikte bir işe yaramamaktadır(20kHz üzeri için), çünkü insan kulağının kapasitesi belli ve sadece o belirli frekans aralığındaki sesleri algılayabiliriz (20Hz ve 20 kHz.)yalnız CD'den daha iyi olduğunu kesinlikle anlarız, enstrümanlar konusunda da sıkıntı yok her ayrıntıyı, her enstrümanı, elimizdeki sistem uygun ve kulaklarımız da sağlıklı ise anlarız, duyarız. (frekans dahilinde)

DSD teknolojisinde ne olabiliyor, o analogdan aldığımız sıcaklık, alan genişliği, sahneyi görme tabir ettiğimiz, enstrümanları ayrı ayrı yerinde duyabilmek vs. tabi işin içinde iyi bir mix ve mastering'i yapılmış olan eser olduğunu da varsayıyorum, yoksa günümüzde bile normal CD olarak kayıtları çok iyi yapılmış eserler dolu, aksi yönde ise analog olmasına rağmen plakdan da ve iyi bir hi-fi sistemden de dinleseniz kötü olan analog kayıtlar da var.

Şimdi olayın bir de şu boyutu var, SACD'ler yaygın değil, hâlâ klasik PCM teknolojisi ile kayıtlar alınıyor, sistem tüm ulaşılabilir eserlere uygulanabilir durumda değil, ama bir Super Audio CD çalar alırsınız, zor bir şey değil ya da kaliteli bir Hi-Fi set alırsınız, hani şu tek kolonunun giriş seviyesi fiyatı 2000 liradan başlayanlardan(o da dolar yükselmeden önceydi sanırım), o zaman bu sesleri duyabilirsiniz.

Yalnız aslında buradaki vahim durum şudur, biz bu kadar analog dijital konuşurken, beğenmediğimiz dijital kayıtları bile, ki bu kayıtlar bile yurt dışında olanları, milyon dolarlık stüdyolarda kayıt ediliyor, 500-600.000 dolarlık mikserlardan geçiyor(daha pahalı olanları illaki var), bir çoğumuz bilgisayarımızda yer kaplamasın diye bu CD'leri alıp, milyonlar harcanıp, aylarca emek verilerek hazırlanmış eserleri mp3 denen çöplüğe çevirip dinliyoruz, burada çuvaldızı kendime batırıyorum, şimdi SACD'ler yaygın olsa ne olacak, tanesi en az 4,5 Gigabyte olan 8 şarkılık CD'lerden bahsediyorum, alıp FLAC'a çevirirsek ne âlâ.

Bu arada konuyu ben çok yüzeysel geçtim ve şu an sabah 07:32 dünden beri uyumadım, yanlış bir şeyler de yazdıysam şu an farkında değilim, ekleme ve düzeltme yapmak isteyen arkadaşlara açığım.

Sanırım şu grafikle noktalamak uygun olacak.
dsd-pcm-impulse-response_zpsyjrsiy73.gif
 
Son düzenleme:
Konu eski farkındayım ama birşeyler karalamadan yapamadım. Güzel tartışma olmuş.

Son 10 yıl içersisinde, daha duygusal daha iyi müzik bulma/dinleme çabalarımın son durağı 60 lar ve 70 ler oldu. Kararı onda kıldım. Bana daha duygusal geliyor. Kelimelere dökmekte zorlandığım bu farkı yeni yeni dile getirmeye ve üstünde düşünmeye başladım. Böyle başlıklar da bana yardımcı oluyor.

Tam tarih veremesem de , sanırım 90 lar sonrası müziğin kayıt aşamasında ve müziğin algılanışında , geri dönülemez bir kırılma yaşanmış. Müziğin, sesin hamurunda birşey değişmiş. Müzik sessizleşmiş, dijitalleşmiş. Artık müzik yapay bir sessizlik içinde. Müziğin duygusuzlaşması tam bu noktada start alıyor ve günümüze geliyor.

Müzikle birlikte insanlar da değişmiş. Duygularını daha az belli eden, sessiz, robot gibi hareket eden, soğuk birşeye doğru evrilmiş. Ve günümüze gelmiş. Geldiğimiz noktada bugün hem besteler hem vokal samimiyeti açısından, hem de kayıt tekniklerinin doğasındaki bir sebep yüzünden artık samimi olmayan bir müzik dinliyoruz.

Fakat bunun böyle olmasının sebebi var. İnsan buna ihtiyaç duymuş. Bu müzik tarzının alkolle ve uyuşturucuyla alakası da var. Bu maddeler psikolojinizde bir sanallaştırma yaratır. Farklı bir kafada yaşarsınız , sanallaştırır ve ertesi gün uyandığınızda bu etki gider. Nedense bu sanallaştırma insana cazip gelmiş ve onun peşinden gitmiş. Günümüzde elektronik müziğe ya da elektronik tabanlı müziğe bu derece önem verilmesinin sebebi bu bu sanırım.

Tekrar söylemek istiyorum 60lar 70ler hatta biraz da 80ler de insanlar hem daha samimiydi, hem de kayıt tekniği daha samimiydi. Yaşanan duygusuzlaşma bu ikisiyle aynı anda ilgilidir. Bu 2 faktör birbirini gazlamış ve yüksek bir noktaya çekmiştir.

Ben günümüz modern pop-rock-elektronik müziğini çok fazla dinledim, iyi müzik için çok çok fazla araştırma yaptım. Uyumadım hep aradım. Ve çok fazla zorlandım.

Artık 60 lar dinliyorum. Kayıtlarda gürültü var. Kayıtlarda günümüze kıyasla bir düzensizlik var ama olsun :) Duygu var. Kafam rahat.

Söylemeden edemeyceğim aslında benim bağlamak istediğim asıl konu şu: Müziğin 90 lar sonrası bu değişimiyle birlikte müzikte bir yarılma oldu. Müziğin duygusuz ama daha profosyonel olarak çalınması ve kayıt alınması birinci kol oldu,

ikinci kol ise daha duygusal çalınıp söylenmesi ama bu sefer de modernlik dediğimiz bir şey, enstruman zenginliğiyle akalalı birşey , sesin tınısının kalitesiyle alakalı bir şey eksik kaldı.

Yabancı ve daha çok amerikan bazlı müzik bahsettiğim duygusuz ama profosyonel 1. KOL dur.
Türkiye'de insanlarımızın hala daha ölmemiş samimi taraflarından mütevellit yapılan (yapılmaya çalışılan) müzik 2. KOL dur. Samimiyiz ama enstruman kullanımı zenginliği ve sound un modern liğiyle alakalı birşeyde bence hala yerimizde sayıyoruz. (tam tarif edemiyorum, ya da şöyle diyim, 1.Kol diye bahsettiğim müzik şeklinden öğreneceklerimiz var diyeyim)

Son olarak bu saydıklarımı olabilecek en genel şekilde aldım. Türkiye dışı samimi müzik yapan gruplar hatta çok sevdiğim gruplar var. Ama bunları keşfetmeniz için bir hayli çaba sarfetmeniz gerekmekte. Yine aynı şekilde Türkiye (hatta bize çok benzeyen Yunanistandan) çıkan son derece modern sound lu gruplar var, vardır.

Değinmek istediğim herşeye sanırım değindim, bıraksanız 1 ay aralıksız konuşabilirim konu hakkında.
Siz neler düşünüyorsunuz?
 
Güzel yazı. @dm01 Müziğin kırılma yaşadığı dönemler hep teklonoji ile ilgilidir aslında.
Jazz müzik LP lerin icadı ile uzun doğaçlamalar içermeye başlamış, bir çokları için ve ÖnderFOCAN ın tabiri ile; özünü ve doğallığını kaybetmiştir. Çünkü ilk başta plaklara 2,5-3,5 dk dan fazla kayıt yapılamıyordu.
80 lerde ise Yamaha DX7 nin piyasaya sürülmesi ile birlikte Programlanabilir Syntlar müziğe çok fazla girdiler. Canlı orkestra kaydı yapmak yerine maliyetsiz daha kolay ve zahmetsizdi. Bu trend, kool the gang ler, Duran duran lar, MC hammer lar, New kids on the block lar, Run DMC ler ..... ve elektronik müzik kültürünü yarattı. Duygusallığı , samimiyeti kaybetme meselesi burdan itibaren başlıyor bence, çünkü müzik günümüze doğru gelen süreçte ortaklaşa yapılan bir şey olmaktan çıktı.
90 lar ise nasıl toparlanırız derdine düştü, fakat onu da daha güçlü syntlar ve computer teknolojileri ile yapmaya çalıştılar.
 
Son düzenleme:
Konumun üzerinden oldukça zaman geçmiş ancak bende üç beş cümle yazmak istiyorum. Günümüzde dijitalin hakkını hem biz dinleyiciler hemde sanatçılar veremiyor. Eskiden kayıt maliyetli bir şeydi emek ve uğraş vardı. Günümüzde ise imkanlar kolaylaştı. Emek azaldı. Önüne gelen stüdyo kurdu. Ve daha sibilans sorununu aşamayacak kadar dandik ve modern(!) sanatçılara yerini bıraktı. Tabi bu durum Türkiye için geçerli yurt dışında bunun tam tersi bir durum mevcut ancak kayıt kalitesi yüksek olan yabancı şarkılarda ise devreden sanatçı etkeni çıktı ve devreye dinleyici etkeni girdi. Özellikle 3 5 dolarlık dac çipleri kullanarak ve sıkıştırılmış müzik dinleyerek dijitalin bize sağladığı imknaları suistimal ediyoruz. Allah aşkına günümüzde kaçınız gerçekten kaliteli müzik dinlemek için para harcadı. Çok iyi hatırlıyorum bundan 15 sene önce bilmem kaç yüz dolarlık müzik seti almıştım. Belki günümüz parası ile 3000tl harcama yapmıştım. Hayır yani 15 sene önce hangimizin evinde düzgün bir müzik seti yoktu ki! Acaba günümüzde kaçımız mp3 kalitesinin bile üzerine çıkamayan spotify'a kaliteli müzik için para harcadı. Eskiden en az ayda bir kaset alırdık. Şimdi iste tidal gibi dsd kayıt sunan servislere verilen parayı çok buluyoruz kaçak müzik dinliyoruz. 10 yıl ònce dinlediğimiz ses sistemlerinde en sağlamından amfiler mevcuttu. Ancak günümüzde insanlar amfiyi sadece ses yükselten gereksiz bir alet olarak görmeye başladı. Halbukisi amfi sese o dolgunluğunu veren sahneye derinlik kazandırıp genişleten o telefondan dinleyipte analogda bulamadıkları şeyi sağlayan donanım olduğunu unuttular ve buralar sağlam ekipmanla dijital kayıt dinlemeyen ancak geçmişte farkında olmadan hayal dahi edemiyecekleri kadar sağlam ekipmanla müzik dinleyen insanlarla doldu...
 
Bende biraz birşeyler yazmak istiyorum.

Etrafımda insanlar yada gruplar arasında konuşulan, yada çeşitli program ve röpörtajlarda duyduğum, düşünülen, söylenen bir takım tarifler, tanımlar ve kurulmuş bir takım cümleler var. Bunların bir çoğu ezberlenmiş ve yanlış algılanmış bir takım bakış açıları olduğunu düşünüyor ve sizlere bu durumu bu yüzden biraz açıklamak istiyorum. Bu fikirler sadece şahsıma ait değildir. Yada “bana şöyle gibi geliyor” şeklinde öngörüler değildir. Bilimsel araştırmaların, kitapların, profesörlerin ve kendi adımada yaptığım audio testlerinin ve kardeşim Efe ile elektrikle ilgili yaptığımız testlerin, deneyimlerin bir sonucu vardığım fikirlerdir.

Bazı duyduğum söylemler şu şekilde:
  • Analog kayıt yaptık, yada magnetic tape’e kayıt yaptık. Sound gerçekten dijitale göre çok daha sıcak. Tape’e kayıt yapmak bilgisayara yapmaktan daha iyi, çok daha kaliteli
  • Analog herşey dijitalden daha iyi, yada analog herzaman daha büyük duyuluyor(magnetic tape, vinyl, synth , compressor) (tabiki nerede? Ne zaman? Neye göre?)
  • Analog daha kaliteli. (neye göre?)
  • Plak cd’den daha kaliteli yada plak çok daha organik duyuluyor. Plakta çözünürlük diye birşey yok. Çünkü plak analogtur gibi...
  • Elektronik müzik sentetik ama akustik müzik organik, yada plug-in’ler sentetik, analog synth’ler, compressor’ler organik duyuluyor
gibi gibi….. Sonucta senelerdim bir sürü analog alet kullandım ve halada kullanmaya devam ediyorum. Vinyl’de dinliyorum. Wave file yada CD’de dinliyorum. Plug-inleri yada bilgisayarda çalışmayıda seviyorum. Bunları tercih etmemin evet bir sebebi var ama sebeplerim yukarıda madde madde saydıklarım değil. Tam bu noktada şu soruları sormak lazım. Fizik nedir? Dünya nasıl bir gezegendir? Bu gezengendeki fizik kuralları nelerdir? İnsan nedir? Nasıl duyar? Nasıl konuşur? Nasıl düşünür? Beynimiz nasıl çalışır? Sizce analog gerçekten mükemmel ve kusursuz ve en iyisi mi midir? Yoksa dijital tam tersi çok kusursuz olduğu için mi çiğ ve yapay geliyor? Analog pis olduğu için mi daha organik geliyor? Peki dijital hangi durumlarda neye göre ve ne kadar mükemmel sizce? Dijital dinlediğiniz bir müzikte ses ver sinus’un eğirisi merdiven merdiven bir şekilde piksel piksel karelerden oluşan bir yapıya mı sahiptir? Biz dijitalden dinlediğimizde bu şekilde mi duyuyoruz?

Bu soruların hepsi ile ilgili insanlarda kafalarına oturttukları yanlış bir algı ve düşünceler mevcut. Duygularımızla hisediyorsak doğrudur diye birşey yoktur.

Burada konunun temelinde elektrik yatar. Aslında evrenin en temel yapı taşlarından biridir elektrik dediğimiz şey. Atom altı dünya tamamen bunun üzerine kuruludur. Aslında bir nesneye dokunduğumuzda tam olarak o nesneyi tutmuş olmayız. Düşündüğümüz hayal ettiğimiz gibi değildir tam olarak. Burada olan şey nesle ile bizim duyu organlarımız arasındaki elektriksel etkileşimden ibarettir. Sesler kulağımıza ulaştığında kulak zarımız beynimize elektriksel sinyaller gönderir. Bu sinyaller milivolt cinsinden çok çok daha ufak sinyallerde olsa kabloda gezen 220v elektrikten hiç bir farkı yoktur. Aslında gökyüzünde bir yıldırım görmek her ne kadar doğal organik ve gerçek birşey ise elektrikli herşeyde bir o kadar doğal ve organiktir.

Günümüzde organik kelimesi yiyeceklerde, giyim ile ilgili ürünlerdede sıklıkla ama anlamını yitirmiş bir şekilde kullanılmaktadır. Günümüzde organik tarım kavramı bile tam olarak doğru değildir. Aldığınız ürünlerin %100’u organiktir diye birşey zaten kalmamış durumdadır. Aynı şekilde müzikte de kullandığımız organik tanımıda bana biraz garip geliyor.

Şimdi soruyorum elektrik organik ve doğada var olan doğal bir şey değil midir? Dinediğiniz sevdiğiniz akustik müziği nekadar akustik doğal bir şekilde arada elektrik olmadan dinliyorsunuz? Devamlı olarak klasik müzik konserine mi gidiyorsunuz? Orada bile çoğu konseri bir sistem ile enstrumanlar azda olsa mikrofonlanıp %50’si akustik %50’sinide bir ses sisteminden dinliyorsunuz. Diğer neredeyse bütün konserlerde elektrikli aletler üzerinden duyduğunuz seslerden başka birşey değil. Konserde kullanılan mikser analog mu dijital bir mikser mi, ses nereden geçip hoparlöre gidiyor onuda tam olarak bilmiyoruz. Tüm bu olasılıkların üzerine birde akustik müzik çok daha organiktir sıcaktır şeklinde bir değerlendirme yapıyoruz.

Peki plak dinleyince yine elektrik yok mu arada? Yada bir amfi? Kablo? Plak’ta AAA yani analog analog analog yada DAA dijital analog analog mu yada DDA mı diye sorup araştırıyor muyuz? Çoğunun cevabı hayır. Peki kulak duyduğunda yine hatırlatıyorum beyin bu sesleri nasıl algılayıp yorumluyor? Tabiki yine elektrik ile (kablodan geçen elektrikle birebir aynı şekilde olduğu gibi)

Analog kayıt yapınca daha kaliteli, ses daha büyük geliyor diye de birşey yok. Tape’e kayıt yapılınca evet çözünürlük diye birşey yok ama hiç ses kayıbıda yok mu? Hiç dijital ve analog kayıt sistemlerinin dezavantajlarını okuyup araştırdınız mı? Evet sesin oluşumu sırasında ve sinyal yolu boyunca elektriğin geçtiği yolda ve sinyalin içinden geçtiği her devre elemanının kattığı bir renk ve bir karakter vardır. Plak ve magnetic tape yada kaset olmak üzere tüm bu yöntemlerde en başta bir kere size inanılmaz düşük bir headroom sağlar ve müziğinize ciddi derecede bir noise katmış olursunuz. Her dinlemede bozulan değişen bir sistem nekadar stabil nekadar kayıpsız ve ne kadar kaliteli sizce? Belki AAA bir albüm kaydedip dinliyor olsak evet bir hissiyatı bir kafası vardı gibi düşünebiliriz. (Çokta keyifli olurdu) ama kaçtane dinlediğiniz yada yaptığınız albüm bu şekilde yapılmış? Kaç grup tek take te editsiz bu sesi çıkarabiliyor? Böyle albüm yapabiliyor? Yada her müziği bu şekilde yapabilir miyiz? Tabikide hayır.

Her zaman bilgisayardan yada cd’den, bir DA converter dan dinlediğimiz müziğin pikselli pikselli, sinus wave’in merdivenli bir yapıda olduğu düşünülüyor. Aynı bilgisayara kaydedilmiş olan waveform görüntüsü gibi. Hatta kaşılaştırma yapıldığında plak’ta çözünürlük yok gibi bir ifade kullanılıyor. Dijitalde sample rate dediğimiz şeyin evet bir götürüleri vardır ama peki siz hangi çözünürlükleri tercih ediyorsunuz. Bu hataya çok insan ve hatta profesyoneller bile kapılıveriyor. Gerçek şu ki analog bir osiloskop ekranında bu gözlemlemeyi bizzat kedinizin yapması ve sonucu görmesini isterdim. Youtube’ta böyle testler de mevcut. Aslında dijital dünyada en doğru ve pürüzsüz analog a en yakın birebir şekilde oluşturulabilinen şeylerden biri en başta sinus wave’idir. Tam tersi square wave de converterlarda belirli bir band aralığı belirlendiği ve sadece o frekans aralığını kaydedecek şekilde tasarlandığı için kare dalgayı tam olarak olması gerektiği şekilde osiliskop ekranında doğru bir şekilde göremeyiz. Bunun çıkışlara eklenen kapasitörlerlede bir ilişkisi var. Ama bu da bir problem değil yada problem burada değil. Sonuçta osiloskop daha düşük yada yüksek frekanslarıda ölçebiliyor ama zaten kulağımız 20.000hz ten sonrasını duymuyor. Dijital square wave’de osiloskop ekranında gördüğümüz seyde bu. 20.000hz üstü olmayan bir square wave. Analog square wave’in harmonikleri ise duyabildiğimiz sınırların çok çok daha fazla üstündedir. Aradaki görsel farkın sebebi budur. 22.5khz ve 8bit bir çözünürlük sinus ‘ü duyulabilir frekans aralığında doğru bir şekilde görebilmeniz ve duyabilmemiz için yeterlidir. Tabiki çalışmak için en iyi çözünürlük 22.5khz de olur demiyorum. :)
Burdaki en büyük karışıklık elimizle tutamadığımız yada gözümüzle tam olarak göremediğimiz ses ve elektrik sinyallerini bildiğimiz elle tutulan görebildiğimiz diğer neslelerle karşılaştırmak, onlara benzetmek ve kendi algılıyabildiğimiz gerçeklik içinde yorumlamaya çalışmaktan kaynaklanıyor. Böyle gündelik bir takım olaylara benzetmek aslında yanlış birşeyde değil ama sonuç kafamıza oturttuğumuz bir takım yanlış ifadeler düşünler de bu şekilde oluşuyor. Ya bu konuları gerçekten sonuna kadar bütününü araştırmak lazım, yada hepsini tamamen boşverin ama o zaman önyargılarınızıda bir kenara bırakın ve sadece müzik yapın, müzik dinleyin. Belki en hızlı en rahat şekilde üretim yapmak ve sihirli bir müzik ve take yakalamak hepsinden daha da önemlide olabilir. Aslında müziği nereden dinlediğinizin o kadar da bir önemi olmayabilir.

Zanlediyor musunuz ki bir plak 70’ler den bir Pink Floyd plak’ını ve albümünü hala bugun bu devirde 100tl-200tl verince orjinal o 70’lerde kayıt yapılmış mikslenmiş magnetic tape’ten plak’a aktarılmış ve kesilmiş versiyona ulaşıyorsunuz ve sizde o versiyonu satın alıyorsunuz. Bu 2021 yılında bu paralar mümkün değil ve hatta belki bazı albümlere isteseniz bile o tape’lere yani orjinal basım dediğimiz basıma ve sese ulaşamayacaksınız. Artık o yıllardan kalan ve her dinlemede ve aktarmada cutting işleminde vs biraz daha bozulan bu tape’lerin kopyalarının kopyalarını satın alıyoruz. Büyük ihtimallede 200tl ye ancak eski bir albümün dijitalden aktarılmış bir plak basımını alıyoruz aslında. Her şey her müzik döneminde güzel bence. Aslında durum bu. Yeni masteringlerin de çok kötü olduğu anlamına gelmiyor. Yada yeni basımların… Aradaki farkları duyabilmek için sadece çok araştırıp ve bu versiyonları düzgün bir sistemde yan yana koyup karşılarştırmak gerektiriyor.

Bu yazıyı yazarken ki tek amacım da biraz bu konular üstünde düşünmenizi ve araştırma yapmanızı sağlamaktı. Amacım bir tarafı tutmak ve analog yada dijital olsun, ötekileştirmek değildi. Hatta bence analog dijital diye bir tarafta yok karşı tarafta yok benim için. Hepsi ile müzik yapmak yada üretmek yeterince keyifli ve yeterli. Hepsinin bir yeri var. Hepsinin bir dönemi var. Bence eski daha iyidi yeni teklonoji söyle iyi böyle kotü yerine bence bu kadar mühendis ve tasarım varken ve birileri sizin için birşeyler düşünüp tasarlamışken bence yaşadığınız dönemin keyfini çıkarın.

Bu yazıda tabiki bütün konuları uzun uzun sebeplerini açıklayamadım. Bu durum böyle olsaydı günlerce yazmak gerekirdi ve sayfalarca sürerdi. Hatta bazı konuları yanımda bir takım uzmanlar profesörler olmadan bende sonuna kadar bütün ayrıntılarıyla açıklayamazdım. İşin sonunda siz belki bu yazıdan yola çıkarak bazı şeyleri araştırmak, okumak, görmek, duymak, anlamak istersiniz diye ümit ediyorum.
 
Geri
Üst