Ölüm

Eric Fromm , "Sevgi ve Şiddetin Kaynağı" kitabında ,"ölümsever" ve "yaşamsever" insan tiplerinden bahseder.Daha önceki topiklerde(Türkçe ezan ve Hocalı Katliamı) de bahsettiğimiz gibi ırkçılığın ve nefretin oluşmasında etkili olan üç önemli kişilik tipi vardır.
1- Ölümsever kişilik
2- Narsisizm(Özseverlik)
3- Kandaşla cinsel ilişki

Nefreti ve şiddeti oluşturan bu üç kişilik yapısından ölümseverliğin önemi hakkında bir alıntı sunmak istiyorum.

----

Sevgi ve Şiddet Üzerine

Ahmet Tirakioğulları



Bir toplumun başına gelebilecek en kötü şey nedir? Ekonomik kriz mi? Deprem yangın sel heyelan… Salgın hastalık? Ambargo? İşgal? Darbe mi? Kanaatimce saydıklarımın toplamından daha vahim bir felaket toplumun kendine yabancılaşması ve yaşama kayıtsız kalmasıdır.

Büyük toplumsal olayların temelinde küçük kişisel gelişmeler yatıyor. Günümüzün sıradan insanını yani kendimizi gözlemlediğimizde insanlığa onulmaz zararlar verenlerin olağanüstü insanlar olmadığını rahatlıkla görebiliriz.


Ruanda’da 1994’te aslında birbirinden farkı olmayan Hutuların Tutsilere yaptığı soykırımın elebaşısı General Bizimingu ve ya. Bosna’da 1995’te gerçekleşen Sebrenice katliamının sorumlusu BM barış gücü komutan Hollandalı General Thom Karremanes ve nicelerinin sorumluları olağanüstü vahşi insanlar değiller sadece ellerine olağanüstü imkânlar geçen olağan insanlardır. Aynı şekilde insanlığa olağanüstü hizmetlerde bulunan insanların da bizden farkı yok. Öldürmekle nam salan insanların aksine yaşatmakla ölümsüzleşen insanlar ne kadar az olsalar da onlar gökten inmiş değillerdir. Gandi olmak da mümkündür Stalin olmak da. Bütün mesele ben nereye gidiyorum biz nereye gidiyoruz diyebilmekte.

Şiddete kayıtsızlaştığımız şu günlerde mafyanın meşrulaştığı, derin devletin varlığının sıradanlaştığı, katillerin destekçi bulabildiği bir zamanda nasıl sakince oturabiliyoruz? Değişimi kendi hayatımızda başlatmanın ve sadece yaşamı güzelleştiren insanları sevmenin zamanı geldi artık. Erich FROMM yaşamı güzelleştiren azınlıktan biri olarak kendi hayatımızda uygulayabileceğimiz ve toplumda yaşadığımız çürümeyi durdurabilecek fikirleriyle hayatımızı zenginleştirmiştir. Onun “Sevgi ve Şiddetin Kaynağı” adlı eserinden hareketle okuyucuyla beraber bizi yaşama kayıtsızlıktan uzaklaştıracak bir iç-tartışma başlatmak istiyorum.

Kötülüğün özü olarak söylenebilecek yaşama karşıt 3 eğilim var: ölüm sevgisi (nekrofili), hastalıklı bencillik (narcism) ve hastalıklı bağlılık (sembiyotik saplantı) ve bunlara karşı: yaşam sevgisi (biofili), duygudaşlık ve özgürlük bu eğilimlerin karşıtları olarak karşımıza çıkıyor. Ölüm sevgisi, bencillik ve hastalıklı bağlılığın tamamı birden çürüme sendromunu yaratıyor. Bunlar arasında ölüm sevgisi farkında dahi olmadan bize en büyük zararı veriyor. Çürümenin çekirdeğini oluşturan bu eğilim insanda en üst düzeyde görüldüğünde kendini hepten ölüme adamış bir deli; hiç görülmediği durumda insanın ulaşabileceği en yüksek amaca ulaşmış bir bilge yaratır. Yaşam sevgisi, duygudaşlık ve özgürlük ise gelişme sendromunu yaratıyor. Ben burada vahametine en çok inandığım yaşam sevgisini ve ölüm sevilisini tartışmak istiyorum.

“Ölüm sever kişi, hep geçmişte yaşar, asla geleceğe yönelmez. Dün yaşadıkları (ya da yaşadıklarına inandıkları) duyguların anısını besler. Soğuk uzak, “yasa ve düzene” inanmışlardır. Değerleri normal yaşamla birleştirdiğimiz değerlerin tam tersidir: yaşamdan değil ölümden heyecan ve doyum alırlar.”

İntikam duygusu tanıma ne kadar uyuyor değil mi? Kin ve geçmişle yaşamak… Töre yasasına dayanılarak yapılan şiddet… Daha sıradan örnekler getirmek de mümkün: Bir işe yaramadığı açıkça anlaşılsa da ısrarla sürdürülen bürokratik kurallar… Sistemin kurallarının temellerini sorgulamamak… Bu hastalıklı duygu en çok da geçmişi takıntı yapmakla günlük hayatımızda zuhur ediyor.

“Ölümseler güce hayrandır. Güçten anladığı ise bir insanı cesede çevirme yetisidir. Yaşam severde temel kutuplaşmayı yaratan çekim erkek-kadın arasında olması gibi ölümseler için de öldürme gücü olanlarla bundan yoksun olanlar arasında bir çekim mevcuttur”

Discovery Kanal’da Amerikan ordusunun silahlarını anlatan programlar bütün dünyada ölüm severlerin ilgisine sunuluyor. Kurtlar Vadisinin sempatik mafya liderleri ve Polat Alemdar neden bu kadar çok sevildi? Hapishanelerde ağa olmak için en az 7 leşiniz olması gerekiyor ki saygınlığınız olsun.

“Yaşamdan uzak veya yaşam karşıtı her şey ölüm severi çeker. O anne karnının karanlığına, cansız veya hayvansal varoluşun geçmişine dönmek ister. Temelde nefret edip korktuğu geleceğe değil geçmişe yönelir. Bununla ilgili bir şey eminlik özlemidir. Ama yaşam hiçbir zaman kesin, tahmin edilebilir, kontrol edilebilir değildir; yaşamı kontrol edilebilir kılmak için ölüme dönüştürülmesi gerekir; gerçektende yaşamdaki tek eminlik ölümdür”

Yeni insanlarla tanışmaya ne kadar isteklisiniz? Yeni yerler görmeyi ne kadar istiyorsunuz? Eminlik takıntımız ne kadar azsa o kadar güçlü bir EVET diyebiliriz bu soruya. Yeni bir insan anlaşamayacağınız biri olabilir, gittiğiniz yer durduğunuz yerden güzel olmayabilir. Bu riski göze almadan ne hayat yolunda bir yerden bir yere gidebilmek mümkün ne de yaşadığına şahit olacak insanlarla tanışmak. Risk almadan ne sevmek mümkün ne yaşamak…

“Düzenlidir, saplantılıdır, bilgiçlik taslayıcıdır. En yüksek değerleri boyun eğme ve örgütün düzgün işleyişidir. Kömür sevk eder gibi Yahudi sevk etmiştir. Onların da insan olduğu gerçeği onun görüş açısının dışındadır, dolayısıyla kurbanlarından nefret edip etmediği konusuna bile ilgisizdir ”

Freud ise kendi çözümlemesinde “anal karakter” olarak tanımladığı yaşamdan uzak insan tipini şöyle anlatıyor:

“Üç tipik özelliğin düzenli olarak birlikte görülmesinden ötürü şimdi tanımlayacağım insanlar dikkate değer. Bu insanlar tertipli, pinti ve inatçıdır. Tertiplilik küçük işleri yürütürken gösterilen gereksiz titizliği kapsar. Pintilik abartılı bir tamahkârlık olarak görülebilir ve inatçılık, kolayca intikam ve öfkeyle birleşen bir asiliğe dönüşebilir.”

Buradaki pintilik parayla, pislikle, mal mülkle ve kullanışsız şeylere sahip olmakla ilgilidir. Ne gariptir ki bize en çok bu özendiriliyor: Lüks arabaya sahip olmak, seksi sevgiliye sahip olmak, çok parası olmak, büyük evi olmak, büyük kolonlarla müzik dinleyebilmek, daha fazlasına sahip olmak daha fazlasını tüketmek. Kısaca pazarlama dünyasının yarattığı insan tipi tam ölüm sever bir hasta. Benden 7 yaş küçük kuzenimin aniden söylediği bir söz beni hayret içinde bırakmıştı: “Hayatta en büyük idealim Mercedes X5”. Hayat ve ideal Mercedes gibi cansız bir eşyayla nasıl bağdaşır.

“Yaşam severliğin tam anlamıyla serpilip gelişmesi üretken yönelimde görülebilir. Yaşamı tam olarak seven kişi, her alanda yaşam ve gelişim sürecini tercih eder. Tutmak (alıkoymak) yerine inşa etmeyi tercih eder. Merak etme yeteneğine sahiptir ve eskide doğrulama bulmanın güvenliği yerine, yeni bir şeyi görmeyi tercih eder. Eminlikten çok yaşama macerasını sever. Yaşama yaklaşımı mekanik olmaktan çok işlevseldir. Sadece parçayı değil bütünü, toplamları değil yapıyı görür. İnsanlara eşyaymış gibi emirler vererek bürokratik tarzda değil, kendi örneğiyle, sevgiyle ve mantıkla insanları etkilemek ister. Basit heyecan yerine, yaşamdan ve her türlü dışavurumdan zevk alır. ”

Ancak yaşamı, gelişimi çiçeklenmeyi besleyen bir şey iyidir. Yaşamı boğan, daraltan, parçalayan her şey kötüdür. Sevinç erdemdir, üzüntü günah. Yaşam sever kendinden tiksinme ve üzüntünün özellikleri olan pişmanlık ve suçluluğa gömülmez. Çabucak yaşama yönelir ve daha iyiyi yapmaya çalışır. Spinoza etik adlı eserinde şöyle diyor: “Özgür insanın en az düşündüğü şey ölümdür; o bilgeliği ölüm üzerine değil, yaşam üzerine yoğunlaşmakta yatar.” Sağlıklı insanın yaşam amacı canlı olan her şeyin çekimine kapılmak ve kendini ölü ve mekanik olan her şeyden koparmak olabilir.
 
ilk anda kapkaranlığı görür gözler
bilinç yoktur o an
sonra ruh çıkar
ve seyre dalar bedeni
tekrar girmek istiyormuşçasına bedene
çırpınır ama
nafile...
eğri görür, duyamaz, dokunamaz o an
düşünemez
sanki çığlıkların ortasında kalakalmıştır yapayalnız
kim bilir
ağlamaktadır belki de çürümekte olan cesedine
haykırırcasına zavallı diye..
 
Rahmetli Dedemin Bir Lafı Vardır :

'' İnsana En Yakın Olan Şey Ölümdür ''

Ölüm Acı Sondur.
En Çok Sevdiğinin Ölümü Acı Verir İnsana.
Ölümden Korkuyorum.Şöyle Korkuyorum ;
Ölüm Anı İnsana Çok Acı Verir.Bir Değim Vardır : '' İçi Dışına Çıkmak ''
Babanem Vefat Ettiği Zaman Çok Ağır Kasılmalar Geçirmiş.Ayrıca 8. Sınıftaki Din Öğretmenimde :
Babam Öldüğü Zaman Resmen Havuzun İçinden Çıkmış Gibiydi , Teri Resmen Kanepeyi Kaplamıştı '' Demişti.İşte Bazı Olaylardan Beri Ölümden Çok Korkarım.Kaldıki Kaç Defa Boğulma Tehlikesi Yaşadım , Kaç Defa Yaralandım , Kaç Defa Trafik Kazası Geçirdim.Allah'ıma Bin Şükür Çok Ağır Birşey Olmadı.İşte İnsan Yaşamının Kıymetini Bilmeli.Hazır Faniyiz. :D
Allah Verdi , Allah Aldı Diyorum Son Olarak.
 
İnternette bir e-posta dolaşmıştı;"10 dakika; ezan (doğumdan sonra kulağa okunan) ve namaz (cenaze namazı) arası" diye. Açıkçası bana çok çarpıcı gelmişti. Bu örneğe istediğim gibi bir yanıt bulabilmiş değilim; ama çok da önemli değilmiş gibi geliyor. Sonuç olarak bazı şeyleri fizik bedende deneyimliyoruz ve gerçeği (sevgiyi) anlamaya, çözümlemeye çalışıyoruz. Ölümle birlikte biçim değiştirerek bu çabamıza devam edeceğiz.
 
Geri
Üst