Libido

Bu konuyu seçtim konuşacak ve uzun olacak gibi her türlü karmaşıklık yaratıldığından dolayı bu kavramın üzerinde. O yüzden okumaktan sıkılanlar hiç başlamasın. Düşünürken, konuşurken veya yazarken karmaşık düşüncelerin zihnime geviş getirir gibi tekrar tekrar gelmesine engel olabildiğimden ve kestirip atıp etiket yapıştırarak ego mun aptalca savunma mekanizmasını devre dışı bırakabildiğimden konu uzayabiliyor o nedenle mazur görünüz. Ayrıca aşağıdaki bilgileri hiçbir kitapta ya da kütüphanede bulamazsınız tamamı benim araştırma, deney ve saptamalarımdır.

Konuya girmeden önce bu kavramın tanımını bir yapalım. Kavramı ortaya atan Freud bunun içgüdüsel enerji olduğunu söyler. Kısaca cinsel istek olarak dile getirilmiştir fakat bu dar çerçeve onun ne olduğunu değil, daha çok karalamak amacıyla ucuz espri konusu haline gelmesine neden olmuştur. Buna neden olan en büyük hatayı Freud un kendisi yapmıştır ortaya atıp deneysel olarak ortaya çıkardığı halde sonradan bu kavrama karşı döneklik etmesinden dolayı. Eh bir yaratıcının yarattığı şeye karşı yapabileceği en büyük azap ve kötülük de bu olmalıdır; çünkü olguların içinden çıkamayacak bir tanrı oluvermiştir bu son eylemiyle Sigmund Freud. Sonuç olarak da kendisine verilen bu otorite alaya alınarak geri alınmış ve halen unutturulmaya çalışılan boş bir kavrama dönüştürülmüştür libido kavramı. Tanrı yine ölmüş inananlar yeni tapınaklarının inşasına çoktan başlamıştır. Modern Psikolojinin yeni inancı, bir çeşit şehir dinidir. Kitabı da genetiğe dayalı gizemli işaretlerde kaybolmuştur. Tüm uygarlık hastadır ya da buna yatkındır görüşü reddedilmese de (Freud un cinsel güdülerin yüceltilmesi ve uygarlık ilişkisi arasında yaptığı saptaması)bu tez ileriye götürülmemiş tersine vaz geçilerek yozlaştırılmıştır. Artık ruhsal sorunların da nedeni ilk insandan bize aktarılan bozuk genlerle açıklanmıştır modern kadercilik anlayışına doğru geri evrim geçirerek. Oysa somut gerçekler bunların çok çok dışında ve sarsıcıdır ve yaşamı da istesek de istemesek te bu tür gerçekler yönlendirir.

İlk olarak Freud un psikoloji de devrim yaratan görüşlerine bir bakalım. Bazı garip hastalıkların ve deliliğin varlığı tarih öncesinden beridir bilinen bir olgudur. Bin yıllar boyu insanlar bunları kötü ruhlara cinlere bağlamış çözüm olarak da işkenceyle vazgeçirmeyi ya da diri diri yakmayı uygun görmüşlerdir. (Diri diri yakılanlar özgürlük isteyen kötü ruhlu deliler olarak kabul edildiği için kurtarılmışlardır böylece şeytanın hakimiyetinden) Bu noktayı aklımızda tutalım çünkü her şey birbiriyle bağlantılıdır. 1900 lü yıllara doğru oldukça gelişen ve pozitif deneylerle artık özerkliğini kazanmış olan diğer bilimler gibi tıp bilimi de bu konuda bazı önemli gerçeklere kavuşmuş durumdaydı. Artık mikrop denen bakteri veya virüsler bilinmekte hastalıkların sadece kötü yaşamaktan olmadığı anlaşılabiliyordu. Atatürk'ün doğduğu yıl tıp fakültesinden mezun olan Freud da artık bir şeyler değişmeli eksikler var insan zihinlerinde diyerek yoğun çalışmalarına başlamıştı bile. Devrim yaratan ilk deneyimi histerikli bir felç vakası olan tekerlekli sandalyeye bağımlı genç bir kadının Dr. Breuer tarafından yapılan hipnoz sırasında normal bir şekilde yürüyebilmesini görmesi olmuştu. Öyleyse zihni durumlar patolojik(dokusal-bedensel) hastalıklar yaratabiliyor demekti bu. Yani düşünce ve zihin sadece kavram değil somut etkide bulunan bir olgu olmalıydı. (Bugün bile modern tıp bunu reddedemese de üzerinde durmamakta işi salt kimya ile çözme uğraşındadır. Oysa giderek yaygınlaşan uzak doğunun alternatif tıp yöntemlerinin temeli bu bileşiklik üzerine kurulu olduğundan tedavisi imkansız denen bir çok vakayı iyileştirebilmektedir) Freud, bununla ilgili nöroloji çalışmaları sonrasında yaptığı birtakım deneyler ve o zamanlar pek tutulan psikolojik yaklaşımların desteği sayesinde kendi kuramlarını geliştirmeyi başardı. Bu yıllar Freud un ilerleme yıllarıydı ve dehası her sorunun üstesinden gelebilmesini sağladı. Hipnoz un sadece tanımı kolaylaştırmada işlevi olduğunu ancak tam bir iyileşme sağlamadığını görünce Breuer le görüş ayrılığına düştü ve yolları ayrıldı. Ancak bulguları akılları karıştıracak kadar etkili oldu bunun ardından. Freud insan zihninde saklı bir yanın bulunduğunu çalışmaları esnasında fark etmişti. Bir çeşit hafıza yitimi de yaratarak sarsıcı deneyimi unutmaya çalışan zihin, bu anıların baskısının aslında silinmeyip daha da yıkıcı biçimde etkide bulunması nedeniyle bedensel ve ruhsal rahatsızlıklar yaratıyordu. Bu bir belirtiydi. Freud bu nedenle serbest çağrışım yöntemini geliştirdi. Amacı aşama aşama ilerleyerek hastalık yaratıcı bastırılmış zihni işlevin hatırlatılmasını sağlamaktı. Ancak bu uygulayım çok fazla deney, tecrübe ve sabır gerektiren bir çalışmaydı. Birçok çalışma arkadaşı ile birlikte bakım evi deneyleri dönemini başlattı. Bu deneyler bilinçaltı dediği olgunun açıkça ortaya çıkmasını sağladı. Ancak felç e ve ölüme kadar ilerleyebilen bu tür ruhsal bozukluklar başka bir olguyu daha ortaya dökmüştü. Bu duyguların hepsi cinsel içerikli bastırma çabalarıydı. Deneyler, ruhsal bozuklukların bilinenin çok daha ötesinde ve yaygın olduklarını gösteriyordu; oysa bugüne dek bunun sadece aşırı biçimleri hastalık olarak adlandırılmıştı. Öz kardeşine karşı takıntılı cinsel arzu hisseden bireyler tüm cinsel duyumlarını bastırarak histeri krizlerine yakalanıyor fakat bu durumlarının ilk ortaya çıkış anını zihinlerinden silmiş oluyorlardı örneğin. Aslında bu tür anıları silme çabası sürekliydi ve hasta günlük enerjisinin çoğunu bunu unutmak ya da saklamak için harcadığından iradesi zayıflıyor,giderek ruhsal ve bedensel açıdan hastalığa yatkın hale geliyordu.Ya da ölme, öldürme arzusu hisseden aşırı mutsuz insanlar aslında ebeveyninin onu reddetmesinden dolayı sürekli olumsuz bir karakter geliştiriyor, uyumsuzluğu ile dikkati üzerine çekmeye çalışıyordu. Buradaki reddedilme cinsel arzuya dayalıydı ve varlığı anılardan da silinmiş çok derinlere gömülmüştü. Freud çağrışım metodu ile bu anıyı tekrar canlandırabildiği anda kişi birden büyük sarsıntıya uğruyor kaybolan anının ortaya çıkmasıyla birlikte hastalık etkeni de birden yok oluyordu. Bakım evi deneyleri bilinçaltı oluşumu ile kaslarda var olan kronik kasılmanın da paralel olduğunu gösteriyordu. Yani aslında kişi vücut duruşuyla 'ben böyle olmak zorundayım başka çarem yok' diyordu. Ancak Freud bu olgunun üzerinde pek durmadı daha çok libido kavramına yöneldi bunun yerine.(Bu olgu üzerinde Wilhelm Reich çalışmış ve vegetherapy yi yani bitkisel sağaltım ı geliştirmiştir. Bu yöntem binlerce yıldır doğu tıbbında da kullanılır ancak kökeni mistik inançlarla iç içe olduğundan modern tıbbın makineci yozlaşmışlığının karşısında, doğu tıbbının çilekeş mistik yozlaşmışlığı bulunur.) Freud a göre libido cinsel arzu olarak hissedilen yaşam enerjisiydi ve toplumun oluşabilmesi adına bastırılması zorunlu kılınmıştı. Kişi gerçek arzuları olan içgüdülerine göre yaşamak ile toplumun gerekleri olan yasalar ve inançlar arasından seçimler yapıyor bağdaştıramadığı noktalarda da toplumun etkisiyle giderek hastalanıyordu. İd, ego gibi kavramlar bunun üzerine ortaya atıldı. Bilinçaltı sürekli olarak hedefe yönelirken, ego onun düzenleyicisi ve yöneticisi olarak onu sürekli bastırıyordu. Freud uygarlığın oluşabilmesi için bunun şart olduğunu da öne sürmüş, bu tür arzuların yüceltilmesi sayesinde sanatsal yönelimlerin, ustalığın kısaca modern uygarlığın oluştuğunu söylemiştir. Örneğin acı çeken bir âşık bunu çok yoğun yaşarsa intihara gidebileceği gibi sanata da aşırı odaklanabilir. (Çocukluktan beri bu yeteneğe zaten sahipse bu durum bir dahi nin doğmasına da neden olabilir) Her ikisi de durdurulamayan birleşme arzusunun yerine koyduğu başka bir doyum mekanizmasıdır. Ancak denge bozulup gerçeklikten ayrılırsa bu hastalık biçimine dönüşmüş kronik bir çatışkı demektir ve kişi yaşamda tutunamaz sürekli yaşadığı çatışkılar dolayısıyla. Freud cinsel arzuların ergenlik döneminde birden ortaya çıktığı görüşünü de reddetmiş, libidonun doğumdan ölüme dek hazza ve tatmin e yönelik eylemde bulunduğunu söylemiştir. Bu noktada bebeğin meme emerken cinsel haz aldığını çocukluğun sırasıyla oral, anal, genital cinsel dönemlerden geçerek, ergenlikten sonra yetişkinliğe ilerlediğini öne sürmüştür. (doğumdan sonraki ilk üç yılda bu dönemler sona erer ve kişilik temeli oluşur. Ketleme yoksa genital döneme ilerler; varsa bir önceki diğer ilkel dönemlere dönerek takıntı ve hastalık oluşturur.)Ancak bu dönemler de uygarlığa has olduğu için Freud Oidipus karmaşası gibi durumları topluma anlatmayı başaramamıştır. (ya da kadınlarda elektra kompleksi; hep aynı ortamda büyüdüğü için çocukların ebeveynlerinden karşı cins olanla vakit geçirmekten daha çok hoşlanması ve ondan etkilenmesi durumu. Aslında bu bireyin cinsel kimliğini de yaratan pozitif bir ilgi iken, bastırmalar bunu saplantıya, hatta genetik hermafroditizm ile alakası olmayan eşcinselliğe de dönüşen sapmalara dönüştürür.)Freud'un asıl çatışkısı, yüzyılımızın dâhilerinden Wilhelm Reich'in de onu terk etmesine yol açan (Baş asistanıydı) kavram çatışkıları olmuştur. Örnek verecek olursam, çocukların cinsel haz yaşadığını öne sürmek hasta toplum için dehşetli bir söylemdir. Çünkü içinde barındırdığı sapmaya uğramış hastalıklı ve bastırılmış yapılarından ötürü ne cinselliğin asıl manasını ne de çocuk cinselliği ile yetişkin cinselliği arasında ayrım yapma kabiliyetinden uzaktır sıradan toplum. Çocuk cinsel haz alıyor derseniz bunu kendi bastırılmışlığının belirtisi olan bütün karşı cinsi düzmek istemek gibi algılayacaktır. Zaten birçok yetişkin ebeveyn de çocuklarına karşı cinsel kıskançlık ve sahiplenme güdüsüne sahiptir aynı bastırma işlevleri ile yetiştirildiklerinden. Bu noktada Freud, Reich'in aksine bulduğu bulgunun önemini kavrayamamıştır. Çünkü 'toplumun yaşam biçimi bu tür hastalıkların nedeni ise onu da iyileştirmek doktorların görevidir o halde' diyen ve eyleme geçmeyi öneren Reich'e karşı Freud, bilimsel özerkliğine saklanıp kimseyle savaşmadan şöhretini kullanmayı yeğlemiştir. Tabiî ki bunda en büyük etken toplumsal kurumların baskısı ve sözde Freud cu psikanaliz cilerin çıkar kavgasıdır. Freud'un ve libido kavramının çöküş dönemine girdiği dönemdir bu. Bu nedenlerden ötürü de önce Jung'un libidoyu evrensel tanrısal akılın yansıması olan felsefi bir dokunulmaz mistisizm e dönüştürüp ayrılmasının ardından, Adler'inde bilinçaltına enerji sağlayan ve egonun bastırma işlevleri olan 'savunma mekanizmalarını' kişilik gelişim kuramlarına dönüştürmesi yüzünden tek başına kalmıştır. Reich ise çok daha önceden serbest çağrışımın tek başına çok uzun sürdüğünü çünkü bastırmanın kişiyi asıl anıdan uzaklaştırma eğiliminde bulunduğunu söylemiş, yöntemi tersine çevirerek yaptığı olanaksız iyileştirmeler sayesinde ün kazanmıştır. Reich'e göre bastırma asıl düşmanımızdır ve onu yaratan etkenlerle mücadele etmek konuşturmaktan çok daha önemli ve etkilidir. Onun yöntemi ilk başta kişisel savunma mekanizmalarına saldırarak altındaki diğer kişiliğin öne çıkmasını ve böylece bilinçaltının da aniden coşku ile(Öfke, kaygı, korku, ağlama, nefret gibi ani heyecanların kişilik zırhını delerek tepkiye geçmesi) bilinç e düşmesi üzerinedir. (vegetheraphy yöntemini bulmasına ve bulguları genişletip somut ölçme ve değerlendirmelere dayalı pozitif bilime dönüştürerek Orgonomie bilimini kurana kadar. Bundan sonra bulguları sıradan ruhbiliminin dar sınırlarına sığmamıştır zaten. ) Böylece kesin sınırlarla bölünmüş kişisel katmanlaşmanın da önemi kalmaz. (id-ego-süperego) Çünkü aslında ego ve süperego çocukken aşılanmış kişisel korkulardan dolayı ket vurulmuş davranışlar ve onun cinsel hayattaki yansıması olan bedensel kas kasılmalarının neden olduğu orgazm korkusuna dayalı savunma işlevleridir. Reich, bilinçaltı ile kronik kas kasılmalarının aynı olgunun iki farklı belirtisi olduğunu deneylerle göstermiştir. Uygarlık dışındaki doğal insanlarda veya üretken yaratıcı bireylerde çatışkı yaratacak korkular bulunmadığından, suça yatkınlık veya cinsel işlev bozuklukları görülmez, bu tür düşünceleri de anlayamaz kavrayamazlar. (Örneğin ilkel kabileleri yerinde araştırmış Malinowski [Yeni Gine de] ataerkil mülkiyet öncesi dönemde insanların cezalandırma ve suç kavramlarını saçma bulduklarını görmüş; Malinowski yaramaz çocuklara aynı şeyi bir daha yapmamaları için küçük bir ceza vermelerini önerdiğinde ise yetişkinlerin bunu çocuklara ve doğaya karşı büyük bir saygısızlık olarak gördüklerini ve şiddetle reddettiklerini gözlemlemiştir. Bu olgu aynı zamanda uygar toplumun kutsal kavramlarının ve milli eğitim anlayışının asıl amacını da çok güzel ortaya koymaktadır. Öğretim değil, evcilleşmiş ve uysal uyruklar yaratmak.) Bu durum ruhbilimini gerçek teşhisi ortaya koyduğu anda mevcut kurumlar ve toplumla karşı karşıya getirmektedir. Freud haklıdır. Kendi de espriyle karışık söylediği gibi tüm uygar insanlar bastırdıkları hastalıklı düşünceler dolayısıyla onun müşterisidirler. Ancak Freud libido adını verdiği bu enerjinin işlevsel etkinliğini araştırmak yerine teorik değerlendirmelerle sıkıştırmış, bu da onun ne olduğunun anlaşılmasını güçleştirmiştir. Daha da kötüsü bunu yazdığı bir kitapla yaşam ve ölüm arasındaki mücadelenin başka bir görüngüsü olduğunu ortaya atmış, libido kavramının karşısına ölüm güdüsü gibi hayali bir kavram koymuştur. Reich’in bakım evi deneylerine dayanarak kanıtlanmış bulgular vasıtasıyla yaptığı şiddetli eleştirisi yüzünden Freud her ne kadar bu kitabın şahsi bir edebi deneme olduğunu söylese de Psikiyatri de çok etkili bir kitap olmuştur ve yine her ne kadar kendisi bu kitabının bilimsel olmadığını şahsi bir değerlendirme olduğunu söylese de Freud konumu dolayısıyla bu konuda böyle bir özgürlüğe sahip değildir. Bu Freud un kendi yarattığı bilim dalını elleriyle yok etmesi demekti. Çünkü libido Eros gibi hayali bir şekle düşmüş karşısında da mitolojik karşıtı Tartaros u bulmuştur. Reich’in eleştiri ve önermelerinden bunalan Freud, ‘Biri beni Reich’den kurtarsın’ diyecek kadar ileri gitmiş ve bu isteği titizlikle yerine getirilmiştir. (Reich, kendini savunmasına bile izin verilmeden gizli bir toplantıda hiçbir bilimsel gerekçe öne sürülmeden konuşmasına engel olunmuş ve uluslar arası ruhbilim derneğinden atılmıştır.) Libidoyu yaşam enerjisi olarak bulan ve ölçen, sonra da canlı cansız ayrımından kanserin tedavisine, daha ötesi fizik bilimine kadar yayarak (Hatta entropinin karşıtını bulduğu Orgon akümülatörü yüzünden Einstein ile görüşmüş, fakat çok önemli işleri olan dahi profesör boş bir kutu bu diyerek asistanının inisiyatifine bırakmıştır bu görüşmeyi. O ise hiçbir şey anlamadan kutudaki azalan entropinin yerden kutuya geçen ısıdan kaynaklandığını söylemiştir. Oysa Reich bunun her ortamda kontrol deneylerini yaptığını söylese de parçacık fiziğinden başka açıklamayı reddeden modern fizik rahiplerine bir şey anlatamamıştır.) Orgonomie yi kuran Reich ise Freud un dalkavuklarının oyunları, ilaç sektörleri, psikiyatri tekelleri, milliyetçiler, komünistler ve muhafazakar Amerikan faşizmi sayesinde entrika ile canından olmuştur.( Her yerde yaftalandı ve sınır dışı edildi. Kitapları yakıldı. Milliyetçiler ahlaksız ve komünist olmakla, komünistler devrim karşıtı olmakla suçladılar. Davalarında kendini savundu ve hiçbirinde suçlamalara kanıt bulunamadı. 1957 de magazin dergisi Harper’s Bazaar, laboratuarında insanları cinsel ilişkiye sokuyor diye medya kampanyası başlattı. Kanıt bulunamadı fakat kendi icadı olan Orgon Akümülatörlerini insanlara maliyetini karşılayacak çok düşük ücret karşılığında tedavi amaçlı dağıtma düşüncesi yüzünden, kanıtlarına rağmen onu reddeden tıp tekellerince uygunsuz göründü ve 2 yıl ceza aldı. Hemen öldü. Kalp krizi geçirdiği söylendi.) Reich in bulguları ölümünden sonra büyük gürültü kopardı fakat iyileştirme yöntemi reddedilerek dogmaya taktığı çelmeler yüzünden adı literatüre sadece şöhretli bir Freud yen psikolog olarak geçti. Bilim dalı Orgonomie ise alternatif bilim olarak geçiyor bugün. Fakat psikoloji bilimi ise bundan dolayı çok daha büyük bir yara aldı. Freud’un libido kavramı her ne kadar artık bazı kaynaklarda yaşam enerjisi olarak geçiyor olsa da psikoloji bireysel felsefeye, psikiyatri ise kimya ve ilaç sektörlerine bağımlı haldedir. Her iki bilimde bunun yüzünden Modern tıp dogmalarının da desteğiyle ruhsal sorunların kronik olanlarını çözemediğinden, sanki uygunsuz davranışlar doğuştan geliyormuş gibi genetiğe bağlarlar. Buradaki en ilginç özellik ise batı kültürünün eski dogmasının bilim yöntemine yeniden sızdığının görülebilmesidir. (Doğuştan gelen bozukluk) Serbest çağrışım yöntemi çok eskiden beri kullanılagelen bir rahatlama uygulayımıdır. İnsanlar açıklamaktan çekindikleri ya da pişmanlık duydukları davranışlarının ahlaki baskı altına alınmış acısını çekerler. Aslında bu yöntem yüzlerce yıldır kilise tarafından uygulanan günah çıkarma yöntemi ile aynıdır. Tek fark Hıristiyan rahipler bunu günahlardan arınmak için bir yol olarak önerirken, Freud un kurduğu psikanaliz daha ileri bir aşamaya götürerek saklı suçluluk duygularını açığa çıkaracak bir yol açma yöntemi olmasıdır. Ahlaki ya da yasal suçların koşulsuz bastırılan tek öğesi cinsel arzulardır. Aç insan hırsızlık yapabilir fakat karnı doyuyor ise buna ihtiyaç hissetmez hatta aklına bile gelmez bu. Fakat aç insanların çoğu çalmamaktadır bugün. Aynı biçimde güzel bir hayat süren insan da eğer canına kast edilmiyorsa kimseyi öldürmeye kalkışmaz kimseyi kendinden aşağı bir varlık olarak da görmez. Ancak yine bugün canına kast edilmenin ötesinde katliama ve tecavüze maruz kalan insanların çoğunluğu kıllarını bile kıpırdatmadan her şeye boyun eğebilmektedirler. Çünkü tüm coşkularını ve yaşama arzularını harekete geçiren ve besleyen diğerleri kadar önemli bir başka yaşam içgüdüsü ve ihtiyacı kendi kontrollerinin dışında yönlendirilmektedir. Cinsel baskı mekanizmalarıdır bunlar ve her yere yayılmışlardır. Bunun etkisi cinsel yaşamı olumsuz etkilediği oranda bireyin güncel yaşamda da pasif davranmasına neden olur. Enerjisi ve arzuları elinden alınmış, yazgısına boyun eğmiştir. Reich’in bu konudaki söylemi de unutulmamalıdır.
‘Önemli olan insanın neden hırsızlık yaptığı ya da işçilerin neden greve gittiğini araştırmak değildir; asıl sorun aç insanların neden çoğunun çalmadığı veya hakları gasp edilmiş işçilerin neden topyekün greve gitmediğidir’ (Wilhelm Reich-Faşizmin kitle ruhu anlayışi)

Doğadaki tüm erkekler ve dişiler birbirlerine karşı aşırı bir arzu duyarlar. Anatomi ve üreme biçimi açısından bize en yakın olan memelileri gözlersek, hepsinin erkekleri kur yapmaya dişileri de cezp etmeye meyilli davranışlar geliştirmişlerdir. Hareketleri ahenkli, cinsel birleşmeleri şiddetli ve yoğundur. Bulundukları ortama kolayca uyum sağlayabilir, her türlü zorlayıcı dış etkene ve doğal düşmanlarına rağmen özgürce eşleşip çiftleşebilirler. (Eğer insanlar tarafından modern ya da bayağı kafeslerde yaşatılmıyorlar ise) Hayvanların azgınlık dönemleri dönemseldir ve libidonal enerjilerinin yani yaşam enerjisi ve dolayısıyla içgüdülerinin zirveye tırmandığı zamanlarda çiftleşmeye odaklanırlar. Normal zamanında son derece uysal olan türler bile bu dönemde aralarına girecek olunursa ölümcül düşmanlara dönüşebilirler. Çünkü zirve noktasındaki doğal davranışları budur. Kontrolden çıkmış yaşam enerjisi fazlası şiddetli bir biçimde karşı cins vasıtasıyla onunki ile birleşip boşalmakta olduğundan bunu aniden kesmek hayvanlarda kontrol dışı bir öfke yaratır. Aynı deneyim insanlarda da huzursuzluk ve öfke yaratır. Ancak ortak zihni yanılgıları nedeniyle (kaygının yarattığı kronik kas kasılması ve bunun neden olduğu düşünsel boyun eğmişlik nedeniyle) her şeyi sistematiğe dönüştürmüş uygar insanlar, hiç cinsel gerilim yaşamadan uzunca bir süre bu dürtüyü bastırabilmektedirler. Bunun nasıl başladığını tam olarak bilmiyoruz ancak toplumsal sınıflaşmanın oluşması nedeniyle evliliğin ilk başlarda belli bir topluluğun çıkarı adına aşırı kutsallaştırılmasıyla ilgisi olduğu açıktır. Bunu sağlamanın tek yolu ise gençlerin cinsel özgürlüğünü kısıtlama yoluyla istenen sınıfsal çıkar evliliğine mecbur bırakmaktır. İnsan özellikle çocukluk döneminde her türlü zihni kandırmaya açık bir varlıktır. Öğrenme kabiliyetindeki hızlılığı ve zekâsı yüzünden kendinden öncekilerin her davranışını çabucak taklit eder. Merakı diğer tüm hayvanların üzerinde ve anlık kavrayışı onlarınkinden bir aşama daha gelişmiştir. Yani insan 3 değil 4 boyutlu kavrar. Bebekler bile doğumdan çok kısa zaman sonra olayların sırasının arasındaki farkın yani akıp giden zamanın farkındadır. Bu sebeple de insan denen memeli hayvan ihtiyaçlarını karşılarken çevresine doğrudan bağımlı değildir. Çevresel koşullarını değiştirme ve aktif olarak doğayı etkileme yeteneğine kavuşmuştur. Ancak dolaylı yoldan tamamıyla doğanın parçası olduğundan ona karşıt yaşam biçimleri yaratması durumunda diğer hayvanlarda da var olan aynı bedensel rahatsızlıklara ya da davranış bozukluklarına yakalanırlar. Bu nedenle tüm insanlık tarihi aynı zamanda işlediği suçları önleme çabasının da tarihidir. Bunun nedeni ise sadece insanoğlunun yaygın bir şekilde ikinci dereceden (aslının yerine konmuş alternatif arzular) sapkın güdülere sahip olma özelliğidir. Bu bireysel yaşamda kişisel karakter ve inanç özerkliğinin, toplumsal yaşamda ise ahlak ve kültürün dokunulmazlığının nedenidir aynı zamanda. Doğadaki bir başka özellik bir tek unsurun bozunmasının zamanla zincirleme reaksiyon sonucu tüm diğer organlara yayılarak kendi kendini yok edebilme özelliğidir. Çünkü doğa, kendi dizgesini bozacak başka türden bir dizgeye dönüşemediğinden hatalı olan eksik olduğundan kendiliğinden yok olur. İnsan zekası ise olguları hemen çözümleyebildiğinden ve öğrendiğini çabucak diğerlerine aynı deneyimi yaşamasa da aktarabildiğinden, en küçük bir yanılgısı ya da hastalığı kısa sürede tüm popülasyonuna yayılmaktadır. Dünya toplumundaki tüm bireyler bu bakımdan insan neslinin zihni gelişim ve bilgi kabiliyetindeki ilerlemesi olan uygarlığın yarattığı olumlu yanın yanı sıra; uygarlığın olumsuz yanı olan eski yanılgılara olan geleneksel inanç ve bağlılık ya da bunun ötesinde tüm toplumun ortak değerlerini koruma adına devam eden baskı mekanizmalarına dönüşmüş, hastalıklı yapısının da etkisi altındadır. Uygarlığın sadece bilgisi değildir çocuklara ve gençlere aşılanan. Hastalıklı doktorlar hastalıkları, Ruh hastası ruhsuz psikologlar ruh hastalıklarını, Nefret dolu mutsuz eğitmenler nefreti, Mutsuz anneler depresyonlarını ve histerilerini, Ezilmiş babalar öfkeli saldırganlık ve ezilmişlik duygularını bulaştırırlar sürekli. Genetiğin asıl imlemi bu noktadadır aslında. Doğadaki hiçbir hayvan türü yüksek oranda hastalıklarla ya da hastalığa yatkın olarak doğmaz. İnsanlık acısını çektiği ölümcül hastalıkları doğuştan değil yaşadığı toplumdan almakta ve bu zamanla vücutta hastalığa dönüştüğü gibi genlerde de bozunma yaratmaktadır. Bilimde ve toplumda hala bir anlayış baş aşağı durmaktadır. Olguların ilk nedenini dış etkenlerde arama yanılgısının yarattığı, sonuçlarla sebeplerin ters anlaşılması sorunu. Bugün tıp önemli oranda halen belirtileri hastalığın sebebi saymakta AİDS için hıv virüsü karşıtı ilaçlara yatırım yapılmasına göz yummaktadır. Aynı şekilde kanser ve kalp hastalıklarını da cerrahi’ye ve ilaçlara bırakarak insanları kaderciliğe itmektedir genetik dediği anda. Bu kelime yani genetik sadece kestirip atmak için uydurulmuştur. Toplumun zannettiği gibi gen tekniğindeki ilerleme ile bir ilgisi yoktur. Onca reklam ve dökülen paraya rağmen halen ilerlemiş kanser vakaları kaderine terk edilmekte, şizofrenlerin beyni elektrik ile ya da elektro şok ile aynı işleve sahip kimyasal yollarla travmaya sokulup öldürülmekte, kalp-damar hastalıkları işe yaramaz ilaçlarla işkenceye dönüştürülmektedir. Üstelik bu tür vakalar tedavi edildiği söylense de aslında sadece etkisi gecikmekte birkaç yıl içinde yeniden aynı yerde ya da vücudun başka bir bölgesinde ölümcül olarak ortaya çıkmaktadır. Tıp tekelleri ve anlaşmalı gıda ürünü sektörleri, ilaç fabrikaları hep birlikte sıradan bireyin çürük doğduğunu iddia etmektedirler. Bu bir bakıma doğrudur çünkü anneler rahime ilerlemiş cinsel sorunlar çekmekte, babalar ise onları tatmin edemediğinden ve kendisi de olamadığından hastalıkları sürekli ilerlemekte ve bedensel rahatsızlıkları tetiklemektedir. Ancak bunların hepsi ketlemelerin çözülmesi ile tamamen ortadan kalktığı halde tedavisiz oldukları iddia edilmektedir. Oysa herkes biliyor ki örneğin kanser bir psikolojik vaka dır. İyileşenler geri kazandıkları yaşama arzularıyla bunu yenebilmişlerdir ilaçlarla değil. Kanser urlarının dahi normal dokuya dönüşmesi mümkünken tıp otoriteleri kendi kontrolleri dışında bu tür iyileşmeleri istisna sayarak bilimdışı ilan etmişlerdir. Oysa kendilerinin tamamen ilaçlarla iyileştirebildiği bir tane bile istisnai ilerlemiş kanser vakası mevcut değildir. Tüm toplum bu masallarla kandırılmakta, belirtiler sebep gösterilerek düşman genler ve mikroorganizmalar gözümüze (aslında z harfi t harfi bile olmuştur) sokulmaktadır. HIV virüsü milyonlarca yıldır vardır doğada. Ancak insanların bazıları öldüğü için artık bulaşıcı bir hastalığın sebebi sanılmaktadır. (Ölümcül AIDS zayıf bünyeli insanları etkiler, diğer çoğunluk taşıyıcıdır nezle gibi atlatır. Ancak zayıf dizgeye bulaştırırsa zaten aşırı zayıf düşmüş olan tüm bağışıklık sistemini yok ederek onun ölümüne neden olur. Bu nedenle taşıyıcılarda hasta sayılmaktadır. Aslında bağışıklık sistemleri onları bu etkenden korumaktadır. Hatta afrikadaki bazı kabilelerin bu hastalığa karşı tam bağışıklık geliştirdiği saptanmış ancak kanlarında gizemli bir kurtarıcı kimyasal arandığından çözüm bulunamamıştır.) Tüm bu olgular ketlenmiş ve zayıf düşmüş libido nun sonuçlarıdır. Doğadaki hiçbir bedensel ihtiyaç bedel ödenmeden perhize sokulamaz. Çocuk yaşlarda uygulanan baskı nefes darlığı yoluyla tüm bedene kas kasılmaları olarak geçmektedir. Bunun nedeni doğal bir savunma mekanizmasıdır. Tüm canlılar acıdan kaçmaya ve hazza yönelmeye meyillidirler. İlkel mikroorganizmalardan, kompleks memelilere kadar tüm canlılarda bu nitelik ortaktır. Acı veren bir dış etkende büzülerek enerjilerini yani yaşamlarını korumaya yönelirler. Haz ise dışardan enerji almaları demektir ve genleşip yayılmaya çalışırlar. İnsanın gelişmiş zihinsel yapısı bu refleksi imgeleyerek kontrol edebilmesini sağlar. Küçük bir çocuğa sürekli ceza verilirse ya da duyumları bastırılırsa, ilk başta hayvansal doğal tepkisi olan öfke ve saldırganlık ortaya çıkar. Ancak bu acı ve rahatsızlık sürekli ise çocuk bu ihtiyacını hissetmemeye çalışır. Yasaklandığı için ulaşma arzusu yerine nefesini tutarak ya da azaltarak o ihtiyacı dışlamaya çalışır. Bu durum enerji alışverişindeki ilk ketlemeleri başlatır. En yoğun ketlenmiş bölgeler ileriki yaşlarda o bölümün zayıf düşmesi ve iflası yüzünden hastalığa dönüşecektir. Örneğin sıkı disiplinle yetiştirilen orta sınıf çocukları ilk başta sıkı düzen bir temizlik eğitimine tabi tutulurlar. Doğal olarak bunu keşfetmesine izin verilmediğinden kaygıyla tepkide bulunur. Çocuk anal ya da oral evreye geri döner ve üretken (genital) duyumlarını ketler. Bu onun daha az acı çekmesine neden olur çünkü genital duyumları şiddetle bastırılmaktadır.(Cinsel organlarına dokunmaları yasaktır ancak bu yasak onların bedenlerindeki elektriği unutmalarını değil yön değiştirmesine neden olur.) İlk önce kasık bölgesindeki duyumları ketlemeye çalışan çocuk az nefes alarak bunu başarır. Bu dönemde büyük bir huysuzluk ve ruhsal bunalım hâkimdir. Korkuya dönüşmüş çocukluk şizofrenisine yakalanır. Gördüğü halüsinasyonlar ebeveynlerinin sandığı gibi imgeleme değildir gerçekten görünürler. Ancak hem ebeveynlerin toplumsal kaygısı ve hastalıklı ezilmişlik düşünceleri(benim çocuğum büyük adam olacak hasta değil o) hemde çocuğun çektiği bedensel acı (Kasık bölgesindeki kitlenmenin yarattığı dayanılmaz ağrılar. İlerde ortaya çıkacak migren ya da türlü kronik rahatsızlıklar da bu dönemde kuluçkaya yatar ilk olarak) diğer enerji ketlemelerini ve dolayısıyla yeni savunma mekanizmalarını yaratır. Bu aşama aşama gerçekleştirilmiş acıdan korunma deneyimidir. Eğer ketleme ve kasılmalar topluma uygunsa bireyin sağlıklı olduğu söylenir çünkü uysallaşmıştır. Ancak zırhı delen nitelikler ahlaka aykırı sonuçlar doğuruyorsa ya da tehdit oluşturuyorsa hasta sayılır. Tüm suça yatkın kişiler ya da psikotik vakalar aslında dürtülerini tam denetleyemeyen tam kontrollü sağlam kişilik oluşturamamış bireylerdir. Bu bireyler bir bakıma sıradan bireylere oranla sağlıklı olmaya daha yatkındırlar ve kavrayışları da onlardan daha fazladır. (Gençlerin bir kısmının bu karakterlerin sembolik imgeleri olan seri katillere veya tarihteki acımasız liderlere merak ve ilgisi onlarla aynı şekilde bastırılmış olduğundan üstünü kapattığı öfkesi yüzündendir.)Ancak bedeli sessiz çoğunluk ödemek zorundadır. Ne yasalar ne inançlar ne de sıradan tıbbi veya psikiyatrik yöntemler bu durumu ortadan kaldıramaz aksine çoğalmasına neden olurlar. Libido durdurulamaz çünkü bu ölüm demektir. Azaltılabilir ve zaten bu yapılmaktadır. Ancak bu tüm biyolojik hastalıklara davetiye çıkarmaktır aynı zamanda. Libido azalması ketleme vasıtasıyla 3 şekilde gerçekleşir.
1.Doğal ve düzenli nefes alışverişi ketlenir. Çocuklukta en önce kasıklara yeterli oksijen gönderilmez ve bunun için o bölge kasılır. Karın bölgesindeki kaslar kasılarak üretken dönem iyice ketlenmiş cinsel organlar hissedilmemektedir. Bunun üzerine öfke oluşmuş o da ketlenmiş göğüs kasılmıştır. Bunlar genel güvensizliğe neden olur. Daha sonra manik- depresif ataklarla coşku ve heyecanlar abartılır enerji(kan dizgesi) yukarı doğru bastırmaktadır aşağıda ketlendiği için. Ancak bu da ebeveynlerin azarları ve çocuğun zaten daha önce edindiği güvensizlik vasıtasıyla ketlenir.( Uslu dur! Sessiz ol! Koşma! oynama! Düzgün otur!) Göğüs kasılmıştır ve tepkisizlik oluşmuştur. Daha sonra ağlama da bastırılır bu uygar kamburluğu diyebileceğimiz olguya neden olan omuzların kasılmasını yaratır. (Ergenlik döneminde bir de bunların üzerine cinsel çağrışım yaptığı için göğüslerinden utandırılan kızlar onları saklamak için iyice omuzlarını kastıklarından kamburlukları ve omuz kasılmaları daha da artar. Genç Kadınlardaki ani öfke atakları ve ağlama krizlerinin bir nedeni de budur.) En son gırtlakta, çenede, göz çevresinde(göz bozukluklarının nedenlerinden en önemlisi) ve alındaki kasılmalar sonucu kişilik tutulması tamamlanır. Tüm kasılmalar bastırılmış coşkuların yerini almış bedensel duruş biçimidir. Bu nedenle bazı insanları ilk görüşte kendimize yakın bazılarını ise itici buluruz. Çünkü nasıl olduklarını aslında anlatmaktadırlar duruş ve ifadeleri ile. Sıra dışı görünen ve yaşayan bazı rahat insanlar ise daha az kendilerini engellediklerinden daha çok kişi tarafından sevilirler. Çünkü ketlenmiş arzular yok olmaz. ‘Bir gün bunu yapabileceğim bende’ şeklindeki düşünceyle akılsallaştırılmış bir temelle ketleme sürdürülür.

2.Kas kasılmaları aslında mevcut yaşam enerjisinin yani libidonun kendisidir diğer yandan. Serbestçe dolaşması gerekirken belli bir noktada akışı durdurulmuş ve kasın sürekli kasılı durmasını sağlamaktadır. Bunun oluşabilmesi için önce kişisel enerji düzeyi düşürülür nefes azaltma yoluyla yukarıda söylendiği gibi. Aksi takdirde kas kasılmalarının yarattığı kişilik zırhı devam edemez libidonun etkisiyle kırılır. Bunu çok şiddetli dalgaya dayanamayan bir set e benzetebiliriz. Dalganın gücünü azaltmadan kas zırhları oluşturulamaz öfkeyle delinir. Bu yapıldıktan sonra ise yukarıdaki kas kasılmalarını devam ettirebilmek için libido sürekli kasları kasılı tutmakla uğraşır. Yetişkin birey buna alışkındır hiç farkına varmaz ve kasıldığını bilmez. Vücut duruşu ve karakterindeki zayıflık ve edilgenliklerle bunu belli eder. Kavrayışı zayıf düşmüştür çünkü sürekli bir savunma halindedir. Psikotik hastalarda enerji düzeyi doğal haline daha yakındır. Bu nedenle sık sık zırh delinir ve tehlikeli tepkilere dönüşebilir. Çünkü bu kez de aşırı ketlenme yapılmaya çalışıldığından bir gedik bulup zırhı şiddetle delen arzular ileri derecede nefrete dönüşmüş durumdadır ve ‘gözün dönmesi’ denen biçimde bir anda patlarlar. Şizofrenlerde en sık rastlanan bu durumun nedeni yüksek kan basıncı yani libidoyu kontrol edememelerinden kaynaklanmaktadır. Kanser vakaları ise tam tersine yaşayacak kadar olan sıradan insanın minimum libidosunun bile altına düşmüş enerjileri nedeniyle yaşarken çürümeye başlamışlardır. Diğer ölümcül vakalar da bu iki radikal ucun arasında bulunan ketlemelerin sonucudur.(Verem, kalp, deri hastalıkları, kronik iltihaplar, astım, migren, veba, AIDS, Kronik solunum yolu rahatsızlıkları, damar sertleşmesi, varis vb. )

3.Tüm bu enerji yetersizliği ve kişilik zırhı oluşumu zihinsel süreçlerde bilinçaltı veya karakter olarak dışa vurur. Sağlıklı üretken bireyde savunma mekanizmalarına ihtiyaç yoktur. Kendi kişiliğini bulunduğu ortama göre şekillendirebilir ve ortamdan olumsuz etkilenmez. Ancak sinirceli kişilik dediğimiz sıradan bireyler sürekli olarak kendilerini sabit fikirlere kaptırmışlardır. Özgür fikirlerden korkarlar çünkü bu fikirler bastırmakta oldukları ikinci dereceden gelişmiş eziyetçi güdülerini harekete geçirir. Bu yüzden yüzlerce yıl boyunca toplum aynı fikirlere ve inançlara saplanıp kalabilir. Zihinsel olarak bu kişiliği üç bölüme ayırabiliriz. Freud un yanlış adlandırdığı bilinçaltı aslında ikinci katmandır. En derinde doğal kişilik yapısı bulunur. Bu aslında katı kurallarla biçimlendirilmemiş yani kişiliğin olmadığı durumdur. Kendiliğinden çalışkan ve işbirliğine yatkındır. Eylemlerine korku ve kaygı ile değil, arzuları ile yaklaşır. Özgür düşünür. Ancak uygar insanlarda bu katman daha çocukken şiddetle bastırılmıştır. (Çocuğun her türlü sevgi davranışı sapıklık korkusuyla görmezden gelinerek ya da vaz geçirirtilerek öldürülür. Buradaki asıl sapkın ise ebeveynlerdir) Oluşan ikinci katman da bunu bastıran bilinçaltı denen katmandır. Bu zihinsel katmanın özelliği sevgiye yönelen arzuların zırha çarpıp geri dönmesi yüzünden ve sonrasında şiddetle gedikler açarak eylemde bulunabilmesinden dolayı nefretle örülüdür. Eziyetçi güdüler hep bu katmandadır. Zora düşünce çaresizlikten çıldıran sıradan birey bu nedenle bir anda canavara dönüşebilmektedir. Uygarlık maskesi düştüğünde ortaya çıkan bu katman dolayısıyla insanlar birbiriyle sürekli didişir ve savaş suçları akıl almaz boyutlara ulaşır. Yasalar ahlak ve inançlar bu katmanın oluşmasından sonra ortaya çıkmıştır. Bu şekil bir katmanlaşma yukarıdaki ana nedenlerden ötürü hemen hemen tüm uygar insanlarda mevcuttur. Fakat devamlı birbiriyle çatıştığından dolayı hangisinin etkinlikte bulunduğu ilk bakışta anlaşılamaz. En derindeki katman ise artık bilinç dışı durumdadır. Onu ortaya çıkarmak için önce sahte iyimserliğin ortadan kaldırılıp sapkın güdülerin yeniden ortaya çıkması gereklidir. Kişi sarsıntılar geçirse de bunlarla yüzleştikten sonra doğal duyumlarına kendini bırakabilmeyi öğrenebilmektedir.

Sonuçlar: 1.Libido olarak adlandırılan enerji aslında tüm canlılarda bulunan yaşam enerjisinin bir işlevidir. Orgazm korkusu tüm duyuları etkilediği gibi sürekli ketleme kan basıncını da bozduğundan dokulara yeterli miktarda oksijen gidememektedir. Bu durum bağışıklık sistemini bozduğu için her türlü mikroorganizmanın saldırısına da organizmayı açık hale getirmektedir. Halk arasında bahsedilen bünyenin güçlü ya da zayıf oluşu da buna bağlıdır.

2.Toplum bu konuda bilinçlendirilmeli ve çözüm yolları üzerindeki tekelci ve gerici baskılar kaldırılmalıdır. Aksi takdirde bu olgular toplumun binlerce yıllık dirimsel ketlemesinin yarattığı hiç rastlamadığı tarzda yeni hastalıkların ortaya çıkışını tetikleyecek, savaş çılgınlığı ve coşkusal veba salgınının önünde hiçbir sağlıklı birey hayatta kalamayacaktır. Yukarda bahsedilen olgular geri çevrilebilir. Kişi yeniden doğal nefes alışverişine kavuştuğu anda tüm hastalık etkenleri de ortadan kaldırılabilmektedir. Hastalık iyileşebilir ancak sağlıklı organizma kendiliğinden hastalığa yakalanmaya meyilli değildir. Sağlıklı(akılcı) düşünceyi hastalıklı(akıldışı) düşünceye çeviremezken, hastalıklı düşünceler kişi sağlığına kavuşunca kendiliğinden ortadan kalkmaktadır.

3.Genetiğin doğuştan yatkınlıkla ilgili hipotezleri hiçbir kanıta dayanmamaktadır aksi rahatlıkla ispatlanabilir. Doğuştan yatkınlık çok küçük orandaki mutasyonlardan ibarettir ve onlar da genelde ölü veya kısır doğmaktadır. Zaten bunlar yatkınlık değil gen diziliminde ortaya çıkan arızalardır. Bunun yanında gen bilimi kendi kendisiyle çelişerek çevresel etkenlerin % 95 etkili olduğunu söylerken aynı anda doğuştan yatkınlıktan ve hatta bunun ötesine gidip ilk atalardan şimdiye gelen hastalık yapıcı genlerden bahsetmektedir. Bunun akıldışı düşünüş biçiminden kaynaklanan dogmatik fikirlerle paralelliği kör kör parmağım gözüne ortadadır.

4.Orgonomie bilimi organizmadaki yaşam enerjisini ölçmüş ve bunun nasıl işlediğini ortaya koymuştur. Orgon fiziğinin araştırma konusu olan bu bilimsel yöntem modern fiziğin halen açıklayamadığı birçok olguyu da açıklamış bulunmaktadır. Yaşam enerjisi ‘Orgon’ yaşayan tüm gezegenlerde (Henüz bir tanesini biliyor ve sadece ona sahibiz) cansız maddeleri canlı organizmalara dönüştürür. Orgon organik maddelerce çekilir toplanır, metaller tarafından iletilir ve yansıtılır. Bu prensiple çalışan Orgon Akümülatörü organizmanın kaybettiği enerjiyi geri yükleyebilmektedir. Bu yöntemle birçok ilerlemiş kanser ve şizofreni gibi ağır vakalar ilaç ve cerrahi yönteme gerek kalmadan iyileştirilebilmiştir. Ancak tüm urların nasıl yok edildiğini hiç merak etmeyen modern tıp bilimi bu bulguları kanıtlarına rağmen kapı dışarı etmektedir. Ayrıca biyoloji bilimi cansızdan canlı oluşturulan deney tüplerini halen arşivlerinde saklamakta çürütemediği halde var olan kanıtları yok saymaktadır. Oysa bakteri sporlarına bir türlü orda burada rastlanamamaktadır. (Havadan gelip ölülere konan gizemli çürükçüller sadece başka organizmalardır asıl çürüme ise vücudun içinden olmaktadır. Eğer öyle olmasaydı ilk başta yüzeyden çürüme başlardı. Çürüme denilen olgu ise hücrelerin organizma birliğini ve hareketini yaratan yaşam enerjisini tamamen yitirmesi sonucu ayrılmasından ötürüdür.(Ölüm çırpınması en sonuncu ve en güçlü orgazm tepkisidir. Bu nedenle zorla fakat yavaşça canı alınmış erkek bireyler asıldıklarında ereksiyon tepkisiyle ölürler.) Ölümün, orgon’ un vücuttan ayrılmasıyla hücrelerin tekrar ayrışması olduğunu görsel kanıtlarla ve somut deneylerle ispatlamış Orgonomie burada da yok sayılmıştır. (Suya daldırılan ot dan ayrışmış amipsilerin gözlenmesi) Bunun yanı sıra fizik bilimi termodinamiğin ikinci yasasının her durumda geçerli olmadığını da kabul etmemekte evreni kapalı bir sistem olarak görmekte ısrar etmektedir. Orgonomie, galaksi oluşumları ile fırtına ve iklim üzerine yaptığı araştırmalar sonucu bugünkü fizikten 25 yıl ileri bir aşamada olduğunu Hubble kuramındaki hatayı modern fizikten 25 yıl önce keşfederek ispatlamıştır.(Orgonomie 1936 da kuramın galaksi evrimiyle ilgili teorisinin yanlış olduğunu söyledi. Orgon fiziğine göre sarmal galaksilerin ilk birleşen enerji dizgeleri olması,disk ve küresel olanların ise bunların evrim geçirmiş yaşlı hali olması gerekiyordu. Çünkü orgon fiziğine göre harmonik hareketle birleşen enerji dizgeleri sarmal fraktallar yoluyla üst üste biniyordu. Bu durum canlıların cinsel birleşmesinde de görülen evrensel üst üste binme ilkesinin kanıtıydı. Hubble kuramı ise sarmal galaksilerin yaşlı galaksiler olduğunda ısrar ediyordu. Modern fizik ise simülasyon tekniğindeki gelişmelerin ardından bu hatasını 1959 da fark etti. Kuram genişletilmiş Hubble kuramı olarak adlandırıldı. Yeni kuram Orgonomie nin alternatif teorisi ile birebir uyuşmaktaydı.) Modern fizik 25 yıl sonra bu bulguya kendi ulaştığında kuramı genişletmekle yetinmiş orgon fiziğine göndermede bile bulunmamıştır. Ayrıca kaos teorisi de orgon fiziğine atıfta bulunmadan ondan çok sonra fraktal geometriyi konusu haline getirmiştir. Son bulguları orgon fiziğinin çok önceden açıkladığı teorilerle uyuşmaktadır ancak eksiktir.

5. Yeryüzündeki Orgon’un yani yaşam enerjisinin karşıtı olan D.O.R insanlar tarafından üretilmektedir. D.O.R, orgon’un bozunmuş biçimi olup bulunduğu ortamda canlıların ayrışmasını hızlandırmaktadır. Bütünlüğün bozulmasına neden olarak kanser gibi yayılır. Doğal durumda her iki enerji de aynı anda bulunmaktadır ancak Orgon daha fazla ve etkindir. Her türlü sanayi üretimi, elektrik santralleri, baz istasyonları ve özellikle nükleer santraller D.O.R üreteci gibi çalışmaktadır. Bu durum büyük kentlerde diğer nedenlerin üstünde yeni bir zayıflatıcı etken ve stres faktörü olarak ortaya çıkmaktadır. Aynı zamanda petrol atıkları da (özellikle katran) vücuda temas ettiğinde direkt cilt kanserine neden olmaktadır. Radyoaktiflik gibi bunun da nedeni içeriğinde D.O.R enerjisi bulundurmasıdır. Ozon tabakasının ayrışma nedeni halk a yutturulduğu gibi spreylerden ve buzdolaplarından yayılan gazlar değildir, hiç olmamıştır. Neden D.O.R aktivitesindeki kontrolsüz artıştır. Ayrışma sürmektedir ve çözümü kökten olmadıkça mümkün olmayacaktır. Orgon’un D.O.R u dengeleyememesi durumunda dünya da yaşam sona erecektir. Sebebi modern bilim tarafından anlaşılamayan avrupadaki ormanlarda meydana gelen kitlesel ağaç ölümleri de aynı etken yüzündendir. Aynı şekilde tüm sızıntıyı ve olası radyoaktif yayılımı durdurma yöntemlerine rağmen birkaç yıl içinde nükleer santrallerin çevresindeki bitkisel yaşamın yok olması da bu nedenledir. Radyoaktif yayılım olmasa da tıpkı Orgon gibi onun uyarılmış ve bozunmuş biçimi olan D.O.R, Hiçbir yalıtımdan etkilenmez ve her şeyin içinden geçebilir. Çünkü bu iki enerji evrendeki tüm enerjinin ve maddesel biçimin bilinen en temel halidir. (Yoğunlaştığı bölgelerde gözle görülebilir. Orgon külrengi- mavi, D.O.R kızıldır.)

6.Tüm bu bulgular kendi kendini dayatmış olgulardır rastgele yöntemlerle ortaya çıkmamıştır. Libido nun (orgon) organizmadaki eylemi tüm evrendeki işlevinden ayrı değildir. Orgon’un harmonik hareket biçimi ve spiral birleşimi(atomların titreşim, spin ve oluşumu; canlıların kabukları, fırtına ve galaksilerin işleyiş ve evrim biçimi) ve açılıp kapanma özelliği (yıldızlardan atomlara ve organizmalara kadar her şeyin kalp atışına eşdeğer bir harekette bulunması.) organizmada orgazm tepkisi sırasında tüm vücutta ortaya çıkmaktadır. Tüm kaslar kontrol dışı olarak şiddetle açılıp kapanır. İki farklı enerji dizgesi birleşerek yeni bir dizgenin oluşmasına neden olabilir. Canlılardaki libido orgazm sırasında birbirine aktarılır. Orgon büyüme ve evrimi yaratan işlevsel özelliktir. Sürekli hareket eder ve içinde bulunduğu organik zarı zorlar. Kuyruktan başa doğru olan bu atılım bir iki istisna dışında tüm gelişmiş organizmaların sırt bölgesinin düz, uzuvlarının karın ve göğüs gibi ön tarafından uzayıp gelişmesine neden olmuştur. Çünkü vücutta dolaşırken orgon bu bölgelerde baştan kuyruğa doğru geri yönelmek zorunda kalmıştır. Ancak büyük enerji dizgeleri kendinden küçük olanları kendine çekerler. Bu nedenle beyin en yüksek enerjiyi barındırdığından libidonun yani orgon un genel hareketi hep başa doğru yönelmiştir; tersine gitmek zorunda kaldığı yerlerde sapar ve uzuvların oluşum evrimini yeni dizgeler oluştukça nesilden nesile sürdürür. Orgazm sırasında hücreler tekrar enerjiyle dolar ve bölünme işlevleri yerine getirilir. Tüm hücresel aktiviteler enerji üreterek yenilenir. Mitoz bölünmeler gerçekleşir ve vücut kendini yeniler. Modern tıp ise bu bulgulara aldırmaz ve kimya ile uğraşır. Oysa kanser ile cinsel sorunlar arasındaki bağlantıyı gördüğü halde(sürekli rahim sorunları ile karşılaşan tecrübeli jinekologlar elbet bunu fark etmek zorunda kalır ancak aradaki bağlantıyı açıklamak toplum ahlakına ve ailenin kutsallığına aykırıdır. En iyisi ilaçlamaktır) ; modern tıp nasıl olup da cinsel sorunlar yüzünden düzensiz bölünen hücrelerden oluşmuş urlar ortaya çıkmaktadır sorusu yerine durmadan zararlı gen bulacağını umarak atomik taramalardan medet ummaktadır. Oysa Dünya yaşayan bir gezegendir yaşamın ortaya çıktığı ya da içine atıldığı boş bir küre değildir. Onu etkileyen her şey anında bizi de etkiler, bizi etkileyende onu etkiler. Libido dediğimiz şey ise aslında yaşamın kendisidir. Onu kısıtlayıp bozduğumuz sürece kısırlaşır ve dünyanın da hastalanmasına neden olmuş oluruz şu an olduğu gibi. Reddetmek ya da ütopik olduğunu söylemek evrensel yasaları bizim hatırımız için değiştirmeyecektir. Bunlar ne inanç konusudur ne de ertelenebilecek ayrıntılardır. Dünya bize her şeyini sunmuştur öyle ki, onu tamamen anlayabilecek bir akıl bile oluşturmuştur. Şimdi ise bedel ödemeden yaraladığımız bu gezegenden, kendi acılarımızın ve yaşam biçimimizin intikamını alıyoruz. Oysa düşmanımız o değil. Bizi durduran korku ve utancımız sadece düşman. Yukardaki bilgi ve görüşler de ne mucizelere ne de gizemli hayaletlere dayanır; hepsi ölçülmüş kanıtlanmış akılcı yöntemlerle yapılmış bilimsel bir metodun sonuçlarıdırlar.

Aton (Yazı benimdir ancak başka sitelerde de yayınladım)
 
Ellerine, aklına, emeğine sağlık.. Uyumak niyetindeydim ki, başlık gözüme çarptı kahve alıp üşenmeden okudum. Son birkaç saattir sadece düşünüyorum.. Yorum yapamayacak kadar bulanık zihnim ve inanılmaz yorgunum.. Lakin şuna değinmeden geçemedim; "Kadın Cinselliği" başlığında cinselliğin ihtiyaç olmadığı atılmıştı ortaya :) Cinselliğe ihtiyaç duymayan insanların (?) akıl ve ruh sağlıklarının gayet yerinde olduğu iddia edilmişti hatta.. Bu fikri savunan arkadaşa saldırmıyorum, yanlış anlamasın fakat gerçekten aklım almıyor :) Arzuları (doğal gereksinimleri) bastırılmış toplum/düzen tırsaklarının yaşadıkları ve yaşattıkları yukarıda şahane açıklanmış;

Aton demiş ki:
Doğadaki tüm erkekler ve dişiler birbirlerine karşı aşırı bir arzu duyarlar. Anatomi ve üreme biçimi açısından bize en yakın olan memelileri gözlersek, hepsinin erkekleri kur yapmaya dişileri de cezp etmeye meyilli davranışlar geliştirmişlerdir. Hareketleri ahenkli, cinsel birleşmeleri şiddetli ve yoğundur. Bulundukları ortama kolayca uyum sağlayabilir, her türlü zorlayıcı dış etkene ve doğal düşmanlarına rağmen özgürce eşleşip çiftleşebilirler. (Eğer insanlar tarafından modern ya da bayağı kafeslerde yaşatılmıyorlar ise) Hayvanların azgınlık dönemleri dönemseldir ve libidonal enerjilerinin yani yaşam enerjisi ve dolayısıyla içgüdülerinin zirveye tırmandığı zamanlarda çiftleşmeye odaklanırlar. Normal zamanında son derece uysal olan türler bile bu dönemde aralarına girecek olunursa ölümcül düşmanlara dönüşebilirler. Çünkü zirve noktasındaki doğal davranışları budur. Kontrolden çıkmış yaşam enerjisi fazlası şiddetli bir biçimde karşı cins vasıtasıyla onunki ile birleşip boşalmakta olduğundan bunu aniden kesmek hayvanlarda kontrol dışı bir öfke yaratır. Aynı deneyim insanlarda da huzursuzluk ve öfke yaratır. Ancak ortak zihni yanılgıları nedeniyle (kaygının yarattığı kronik kas kasılması ve bunun neden olduğu düşünsel boyun eğmişlik nedeniyle) her şeyi sistematiğe dönüştürmüş uygar insanlar, hiç cinsel gerilim yaşamadan uzunca bir süre bu dürtüyü bastırabilmektedirler. Bunun nasıl başladığını tam olarak bilmiyoruz ancak toplumsal sınıflaşmanın oluşması nedeniyle evliliğin ilk başlarda belli bir topluluğun çıkarı adına aşırı kutsallaştırılmasıyla ilgisi olduğu açıktır. Bunu sağlamanın tek yolu ise gençlerin cinsel özgürlüğünü kısıtlama yoluyla istenen sınıfsal çıkar evliliğine mecbur bırakmaktır.
..en azından şöyle bir göz gezdirin ;)
 
  • Konu Sahibi Konu Sahibi
  • #6
actarus demiş ki:
a dan z ye tam bir palavra salatası...
Orgonomie bilimi ...herşeyi koy çorba olsun bilimi


Artık iyice çığırdan çıktınız. Terbiyesizlik ile yorum yapmak arasında fark vardır eğer amacın osuruğunla konuyu boğmak ise bunca emeğe saygı duy en azından ya da defolup git. Çalışma alanımdan da uzak dur ve sus daha nietzsche yazmayı bilmiyorsun okuma yazma özürlü çizgi filmden fırlamış uzay palyaçosu kılıklı. Hiç bir fikrinizin olmadığı konularda konuşmayı ve ahkam kesmeyi o kadar çok seviyorsunuz ki senin gibi öküzler ve diğer hiç bir şeye ses çıkarmayan koyun sürüsü nedeniyle bu ülkeden ve insanlarından nefret etmeme neden oluyorsunuz. Karşıma çıkıp bunu söyleseydin bir güzel pataklardım bilgin olmayan konuda konuştuğun ve işime o koca burnunu soktuğun için sanal ortam abazanı. Yeter bee. Her yerde sizinle mi uğraşacam yukarıda yazdığım her şeyi insanlar üzerinde de denedim iyileştirdiğim arkadaşlarım da var ve birçok noktada deneyler başarılı oldu. Sen kimsin ve ne biliyorsun ki bilim konusunda? İşiniz gücünüz karalamak git magazin izle sen ve cinlere inan. Nasıl bir haksızlık bu yaa önüne gelen istediği şekilde konuşuyor her konuda :evil:
 
bu tür şeyleri çok gördük...
bilimsel olma iddiasıyle yığınla kitap, yayın var...
tabi iyileştiriyorsundur.!!!..hayırlı işler...
 
  • Konu Sahibi Konu Sahibi
  • #8
Nerede gördün kuş beyinli? Ne işle meşgul olduğuım hakkında bir fikrin var mı? Ne okuduğumu ne yaptığımı biliyor musun. Yoksa herkesi kendin gibi asalak mı zannediyorsun? Hiç bir fikrinm olamayacağı için neyin bilimsel neyin olmadığı hakkında bir fikrin de olamaz çünkü magazinci mantıkla bilimsel yayın okunmaz. Okudun mu? Yok. Araştırdığın bir şey var mı? Var pc oyunlarını eminim iyi becerirsin. Peki benim veya fikirlerim hakkında hiç bir bok a sinek bile olamadığın halde fikir belirtebileceğini nereden çıkardın? Tabii ki kıçından. Osuruğunla ateş çıkarmayı roket teknolojisi zannettiğinden her şeyi söyleyebilirsin bir şey bilmene lüzum yok. Ne diyorsun lanet adam!! Eğer karşıt fikrin varsa söyle de neymiş nerede neye karşı konuşmuşun onu anlayalım. Yoksa adam gibi aptallığını da göster de en azından cesareti var diyelim. Reklam yapmak için mi yazıyosun çok farklıyımdır sevmem alternatif fikiri hemen göt ederim diye. Bir şey söylediğini mi zannediyorsun be cahil. Konuşma da kendi kıçını düzelt önce sen. Çok da anlar laboratuvarları aşındırmış mübarek. :evil: :evil:
 
Cidden harika bir yazı. Sabahın dördünde okudum... Gerçekliği ne kadar kanıtlanmıştır bilemem ama bir kaç kanıt (yazılarıyla :D) ortada...
Okurken insanın vücud yapısı konusunda, biyoloji dışında çok enteresan bir bakış açısı getirmiş. Yakın dönemde tıbbın bu dogmatik bakışına şahit olduğum için, bu yazı bana çok yakın geldi..
Teşekkürler , iyi geceler.
 
ya hocam ne biliyim tmm hani saldırganlıkların falan cinsellige baglıyabılırız ama hastalıkalrın da cinsel açlıga bağlanması saçma geldı bana hayat cinsellıkden ıbaret degil bence bu biraz haydar dümenımsı bir düşünce yapısı bence :) tutarsızlık yanlıs kelıme oldu bu arada mantıksızlık daha duzgun olur sanıırm...
 
Mantıkla falan alakası yok ki olguların. Daha doğrusu öznel mantıkla alakası yok. Yani halk ağzında sakız olmuş bir laf bu da. 'Her şeyi de cinselliğe bağlamamak lazım canım'

Aslında yukarıda o kadar açık bir şekilde dile getirmeye çabaladım ama cinsel ilişkiye dair cinsel eylem ile libido, yani kişideki kas kasılmaları, buna bağlı tutulmalar ve bunların uzun süreçte vücuda verdiği hasarlar bünye denilen kan dizgesinde zayıflamaya neden oluyor. Bunun ise nedenine girersek 6000-7000 yıllık uygarlığın insan kültüründeki doğa ve cinsellik karşıtı uygulamalara kadar gideriz. İnsanlık bunu her ne kadar yaşam biçimi,üretim ilişkileri, dinsel dogmalar,aile gibi belirleyici etkenler devam ettirip dışarıdan bir müdahale olarak kişiyi bağlıyor isede; bir canlı olan insanın uyum mekanizması bu tür baskılara tahammül edebilmek için bu durumları içselleştirmektedir.

Yani burada tüm hastalıklardan direkt olarak bahsetmiyorum. Kan dizgesindeki zayıflama bir çok mikrobik ve viral hastalığın bulaşıp yayılma olasılığını arttırır. Bu zaten aşırı stress yaşayıp sonrasında grip gibi hastalıklara daha kolay yakalandığımızda anlaşılabilir. Tüm hayatı acılarla çatışkılarla geçen birinin ölümcül bir çürüme hastalığına yakalandığında ticari tıp biliminin genetik yatkınlık demesi, insanların olguya kader gibi bakmasından faydalanmasıdır açıkçası. Doğuştan yatkınlık çok az rastlanan bir mutasyondur. Şöyle anlatayım
Afrikada AİDS vakalarının çok olma nedeni maymunlarla çiftleşme ve afrikalı genetik yapısından ötürü değildir. Ortaçağ da veba salgınının avrupayı kasıp kavurması da tesadüf veya kader değildir. Ya da insanlığın yeni bir inanca ihtiyaç duyulan İsa nın ölüm zamanlarında kudüs ve çevresindeki cüzzam salgını da tanrının cezası ya da yahudi genlerindeki bozulmadan ileri gelmemiştir. Bu hastalıklar herkezi öldürmez, AİDS hastalarının da % 90-95 i taşıyıcı yani bulaştırıcıdır kendileri ölmezler.

Birtakım olguları köktenci bakış açılarıyla sebeb göstermeden 'yaa bu bence mantıksız' demek de pek mantıklı değildir ayrıca. Kaldı ki insan sevişmedi diye kanser olur diyen yok ortada. Ama hayatı boyu kendine dokunmayacak şekilde tam bir bastırma mekanizmasını üst üste yaşayıp giderek daha az yaşam enerjisiyle yaşamaya alıştırılırsa işte o zaman her türlü hastalığa açık hale gelir. Cinsellik burada bir çeşit yaşama gücü belirtisidir. Çünkü insanın çoğalmasına da yeni yavru yaratabilmesine de neden olabilen tek yaratıcı doğal olgu olan cinsellik, sadece sağlıklı ve özgür bireylerde tam anlamı ile yaşanabilmektedir.
Olaylara bazen sadece anlamak istediğiniz dar çerçeveden bakıyorsunuz boşuna mı 9 word sayfası yazdık. :) Salt cinsel açlık değildir konu o son hali ve sonucudur olgunun. 6000 yıllık bir kültürün yozlaştırdığı insan bedeninin kıpırtısızlığıdır. Bunu çözümlemenin biyolojik anlamdaki tek referans alanı ise libidodur. Tabi bu noktada şu sorun da mevcuttur. Bir insanı tam sağlığına kaybettiği libidoyu geri kazandırarak mümkün kılındığında (bu pratikte mümkündür) Artık kısıtlanmaktan, güdülmekten, akıldışı davranmaktan, türlü yanlış bilgilere ve doğa dışı saplantı ve eylemlere girişmekten de kurtarılmış olacağından; bu kişinin bu toplumda yaşaması mümkün olacak mıdır? Hayır. Çünkü toplumun tamamı zaten bu yüzden hastalıklı ruhsal ve bedensel bir yapıya sahiptir ve bunu ileriki nesillere de aynen aktarmaktadır. Tıpkı bireyin kendi benliğini tanımasında yapacağı bu zorlu yolculukla bu tür ketlemeleri ve engelleri kaldırmak yoluyla cinsel sağlığına kavuşması gerekliliği ruhsal bedensel sağlığı için şart olması gibi; aynı şekilde toplumun da bireyde bu ketlemeleri yaratan olumsuz koşulları görüp bir bir hepsini zincirden kurtarması ve cinsel özgürlüğe dolayısıyla da onu yaratabilecek ayrılmaz öğesi olan eylem özgürlüğüne kavuşma zorunluluğu vardır.

Ahlakın iki yüzlü ayrımcılığı, yasaların karmaşıklığı ve binlerce üst üste eklenmiş adaletsizliğin yazgıya boyun eğmeye bağlı kabulüne dayalı günümüz toplumu, bağlarından bu iki şekilde hem içte hem dışta kurtulmadan, hiç bir ilerleme kaydedemeyecektir arzuladığı biçimdeki. Çünkü populasyondaki bireylerin topyekün yakalandığı hastalıklar türlerin yokoluşunun gizemli olmayan asıl nedenleridir. Çünkü doğal uyumsuzluktan ve zayıf düşmekten kaynaklanır.

psychedelic
 
Geri
Üst