Müzik Sosyolojisi Ve Müzik Felsefesi Hakkında

Merhaba forum insanları.

Batıda gözlemlediğim kadarıyla hem akademik hem de popüler alanda müzik sosyolojisi ve felsefesi hem müzisyenler hem de dinleyiciler arasında son yıllarda üzerine gidilen alanlar. Bununla ters orantılı olarak çoğumuzun tahmin edebileceği gibi "son yıllarda" okuma oranı (ve bence daha önemlisi "nitelikli okuma" oranı) yaşadığımız ülkede düşme eğiliminde. Yine bir kişisel tespit daha yapmak istiyorum izninizle: Türkiye'de 90'lı yıllarda gençliğini (20'li veya 30'lu yaşlarının başını) yaşamış insanlar, şuan söz konusu yaşları yaşayan insanlardan gençliklerinde sosyoloji ve felsefe alanlarında daha birikimliydiler. Bir örnek vereyim: Çevremde görüyorum arkadaşlarım arasında. Gerekli armoniyi öğreniyorlar ve bardan bara koşarak klasik caz çalıyorlar. Klasik cazın ortaya çıktığı devri yaşamadım. Fakat kitaplardan okuduğumuzda görüyoruz ki bugün Kadıköy'ün bir köşesinde çalınan klasik caz ile 150 yıl önceki gerçeği arasında sosyolojik ve felsefik olarak bir alaka yok. Armoni çoğunlukla benzer ve aynı oluyor ancak diğer iki alan tamamıyla farklı. İnsanların söz konusu müziği dinleme ve ona eşlik etme biçimleri bütünüyle farklı. "Herşey hakiki olacak. Bu bir kuraldır" demiyorum. Vurgulamak istediğim farkındalık. Klasik caz olsun, blues olsun, flamenko olsun, dünyanın farklı yörelerinin müziklerini çalıyorsak veya dinliyorsak onun tarihini, sosyolojik ve felsefik temellerini de bilmeliyiz. Ondan sonra 150 yıl önceki caz anlayışını olduğu gibi bugün Kadıköy'de çalmak için kendimizi şekilden şekile sokmalıyız veya kendimize özgü klasik bir caz yaratma işine girmeliyiz. Tabi gerek varsa.

"Burası müzik ile ilgili forum bize felsefe yapma" derseniz iki cevap verebilirim buna: 1- Felsefe ruhun gıdasıdır. Her eve lazımdır. 2- Müzik toplumsal bir olgudur. Toplumla ilgili tüm bağları (politik, ideolojik, sembolik,vs...) kopartıldığında geriye sadece hiçbir anlam yükleyemeyeceğimiz matematik bilgileri kalacaktır. Demek ki müziği var eden asli unsur armoniden ziyade toplumsallıktır. Bu nedenlerle forumda müziğin sosyoloji ve felsefe alanlarıyla ilişkisi üzerine konuşulması önerisinde bulunuyorum. İstiyorum ki birbirimize bu konuda yazılmış Türkçe veya başka dillerde kitaplar önerelim. Birimizin aradığı bir kitap varsa ve bulamıyorsa elinde olan ödünç versin veya hediye etsin istiyorum. Benim ilk ortaya atacağım kitabın künyesini aşağıya yazıyorum. Tam bir sosyoloji kitabı değildir. Oldukça başarılı bir kitap da değildir. Ama okuması eğlenceli ve müzik sosyolojisine bir giriş kitabı olarak düşünülebilir. Saygılar ve sevgiler.

Blues Tarihi Şeytan'ın Müziği, Giles Oakley, Ayrıntı yayınları.
 
Merhaba forum insanları.

Batıda gözlemlediğim kadarıyla hem akademik hem de popüler alanda müzik sosyolojisi ve felsefesi hem müzisyenler hem de dinleyiciler arasında son yıllarda üzerine gidilen alanlar. Bununla ters orantılı olarak çoğumuzun tahmin edebileceği gibi "son yıllarda" okuma oranı (ve bence daha önemlisi "nitelikli okuma" oranı) yaşadığımız ülkede düşme eğiliminde. Yine bir kişisel tespit daha yapmak istiyorum izninizle: Türkiye'de 90'lı yıllarda gençliğini (20'li veya 30'lu yaşlarının başını) yaşamış insanlar, şuan söz konusu yaşları yaşayan insanlardan gençliklerinde sosyoloji ve felsefe alanlarında daha birikimliydiler. Bir örnek vereyim: Çevremde görüyorum arkadaşlarım arasında. Gerekli armoniyi öğreniyorlar ve bardan bara koşarak klasik caz çalıyorlar. Klasik cazın ortaya çıktığı devri yaşamadım. Fakat kitaplardan okuduğumuzda görüyoruz ki bugün Kadıköy'ün bir köşesinde çalınan klasik caz ile 150 yıl önceki gerçeği arasında sosyolojik ve felsefik olarak bir alaka yok. Armoni çoğunlukla benzer ve aynı oluyor ancak diğer iki alan tamamıyla farklı. İnsanların söz konusu müziği dinleme ve ona eşlik etme biçimleri bütünüyle farklı. "Herşey hakiki olacak. Bu bir kuraldır" demiyorum. Vurgulamak istediğim farkındalık. Klasik caz olsun, blues olsun, flamenko olsun, dünyanın farklı yörelerinin müziklerini çalıyorsak veya dinliyorsak onun tarihini, sosyolojik ve felsefik temellerini de bilmeliyiz. Ondan sonra 150 yıl önceki caz anlayışını olduğu gibi bugün Kadıköy'de çalmak için kendimizi şekilden şekile sokmalıyız veya kendimize özgü klasik bir caz yaratma işine girmeliyiz. Tabi gerek varsa.

"Burası müzik ile ilgili forum bize felsefe yapma" derseniz iki cevap verebilirim buna: 1- Felsefe ruhun gıdasıdır. Her eve lazımdır. 2- Müzik toplumsal bir olgudur. Toplumla ilgili tüm bağları (politik, ideolojik, sembolik,vs...) kopartıldığında geriye sadece hiçbir anlam yükleyemeyeceğimiz matematik bilgileri kalacaktır. Demek ki müziği var eden asli unsur armoniden ziyade toplumsallıktır. Bu nedenlerle forumda müziğin sosyoloji ve felsefe alanlarıyla ilişkisi üzerine konuşulması önerisinde bulunuyorum. İstiyorum ki birbirimize bu konuda yazılmış Türkçe veya başka dillerde kitaplar önerelim. Birimizin aradığı bir kitap varsa ve bulamıyorsa elinde olan ödünç versin veya hediye etsin istiyorum. Benim ilk ortaya atacağım kitabın künyesini aşağıya yazıyorum. Tam bir sosyoloji kitabı değildir. Oldukça başarılı bir kitap da değildir. Ama okuması eğlenceli ve müzik sosyolojisine bir giriş kitabı olarak düşünülebilir. Saygılar ve sevgiler.

Blues Tarihi Şeytan'ın Müziği, Giles Oakley, Ayrıntı yayınları.
Bu toplumsallığa ek olarak elbette bir de bireyin kendisini, yani zihnini ve algısını ekleyelim. Müzik, her şeyden önce bir ihtiyaç.İnsanı insan yapan faaliyetlerden biri olarak da tanımlanabilir. Ses tellerimizin ve gırtlağımızın yapısı üzerine çalışmalar, bizim anatomimizin konuşmanın çok daha ötesinde şeyler yapmaya uygun olduğunu (bkz: şarkı söylemek) gösteriyor.

Ben de şunu not düşmek isterim: Klasik caz da, rock da, blues da önce teorisi üretilip sonra pratiği yapılmış müzikler değildir.
Teori pratikten sonra gelmiş; yapılanı açıklamaya çalışmıştır. Ne var ki, sonra işi büsbütün tersine döndüren kimi kafalar ne yazık ki işleri karıştırmıştır.

Elbette bu "tersine mühendislik" de son derece önemlidir, çünkü sıradan insanların da kendi potansiyelini keşfedip ilerlemeleri bu gibi teorik çalışamalrı özümsemelerine bağlı. Ben bu anlamda çok fayda gördüm teori ve armoni öğrenmekten.

Ama müziğin samimi de olması gerekiyor. Bunun için de müzikle dinleyici olarak bağ kurabilmeyi öğrenmek gerekiyor. Müziği bir tutku olarak içinde hissetmediği halde çalmaya uğraşanlar ve bu tutku yerine kuru tekniği veya teorik bilgiyi koymaya çalışanların işi zor açıkçası.

Benzer bir sıkıntıyı bugün alet-edevat edinme tutkusu şeklinde görebiliyoruz. İnsanlar müzik yapmak için gereken emeği (her anlamda emek; enstrüman çalışmaktan tutun da, bir grubu birlikte tutmak için gereken her türlü etkileşime kadar...) sarfetmek yerine, alet-edevat fetişizmi ile bu isteklerini köreltmeye çalışıyor.

Yine benzer şekilde, kendi içindeki müziği duyup üretmek için gerekli riski almaya yanaşmayan insanların da "filancanın amfisii, falancanın gitarını" alarak kendilerini güvnde tutmaya çalıştığını söylemek mümkün.

Evet, bu başlıktan iyi şeyler çıkabilir gibi geliyor:)

Kitap önerisi olarak ilk aklıma gelen şu var:
Doğaçlama

Not: Teorik çalışmalar yerine gözlem ve deneyimi aktaran şeyler çok daha sahici oluyor. Neticede müzik, üzerine konuşmaktan ziyade yapması daha keyifli olan bir şey:)
 
  • Konu Sahibi Konu Sahibi
  • #3
Bu toplumsallığa ek olarak elbette bir de bireyin kendisini, yani zihnini ve algısını ekleyelim. Müzik, her şeyden önce bir ihtiyaç.İnsanı insan yapan faaliyetlerden biri olarak da tanımlanabilir. Ses tellerimizin ve gırtlağımızın yapısı üzerine çalışmalar, bizim anatomimizin konuşmanın çok daha ötesinde şeyler yapmaya uygun olduğunu (bkz: şarkı söylemek) gösteriyor.

Ben de şunu not düşmek isterim: Klasik caz da, rock da, blues da önce teorisi üretilip sonra pratiği yapılmış müzikler değildir.
Teori pratikten sonra gelmiş; yapılanı açıklamaya çalışmıştır. Ne var ki, sonra işi büsbütün tersine döndüren kimi kafalar ne yazık ki işleri karıştırmıştır.

Elbette bu "tersine mühendislik" de son derece önemlidir, çünkü sıradan insanların da kendi potansiyelini keşfedip ilerlemeleri bu gibi teorik çalışamalrı özümsemelerine bağlı. Ben bu anlamda çok fayda gördüm teori ve armoni öğrenmekten.

Ama müziğin samimi de olması gerekiyor. Bunun için de müzikle dinleyici olarak bağ kurabilmeyi öğrenmek gerekiyor. Müziği bir tutku olarak içinde hissetmediği halde çalmaya uğraşanlar ve bu tutku yerine kuru tekniği veya teorik bilgiyi koymaya çalışanların işi zor açıkçası.

Benzer bir sıkıntıyı bugün alet-edevat edinme tutkusu şeklinde görebiliyoruz. İnsanlar müzik yapmak için gereken emeği (her anlamda emek; enstrüman çalışmaktan tutun da, bir grubu birlikte tutmak için gereken her türlü etkileşime kadar...) sarfetmek yerine, alet-edevat fetişizmi ile bu isteklerini köreltmeye çalışıyor.

Yine benzer şekilde, kendi içindeki müziği duyup üretmek için gerekli riski almaya yanaşmayan insanların da "filancanın amfisii, falancanın gitarını" alarak kendilerini güvnde tutmaya çalıştığını söylemek mümkün.

Evet, bu başlıktan iyi şeyler çıkabilir gibi geliyor:)

Kitap önerisi olarak ilk aklıma gelen şu var:
Doğaçlama

Not: Teorik çalışmalar yerine gözlem ve deneyimi aktaran şeyler çok daha sahici oluyor. Neticede müzik, üzerine konuşmaktan ziyade yapması daha keyifli olan bir şey:)
Kitap için teşekkür ederiz. Umarım bolca düşünceler, kitaplar paylaşılır bu başlık altında. Ayrıca müziğin toplumsallığı veya felsefi temeli ile ilgili belgesel veya film önerileri de yapabiliriz sanırım. Bu arada ben genel olarak Pan Yayıncılık'ı tavsiye ediyorum.
 
Güzel konu üstüne konuşalım bol bol )
Ama bence yanıldığın noktalar var. Birincisi şimdi entellektüel anlamda yetişen bir nesil var 90'lara nazaran daha fazla bu açık bir gerçek bunda internetin payı çok büyük ama bilinç seviyesi olarak bir kıyaslama yapmak zor bu başka bir şey çünkü.
Ayrıca cazın başka coğrafyalarda başka hissiyat ve amaçlarla çalınması kadar doğal bir şey olamaz. Tersine soralım soruyu aşık veysel'in müziği dünya çapında olsa idi mesela new orelans'da nasıl çalınırdı ? Ne amaçla çalınırdı. Muhtemelen bambaşka şekil ve amaçlarda. Çünkü her şeyde olduğu gibi müzikte de ön önemli şey mekan ,zaman ve buna bağlı olan kültürdür. Bu bir sokak ötenizde bile değişebileceği gibi bir kıta ötede değişmeyebilir.

İnsan kolaya meyillidir. Doğası gereği böyle. Felsefik olarak dolu bir müzik yapmak çok zor. O yüzden bir tane joe pass bir tane pink floyd bir tane Mozart çıkıyor. Olaya sadece müzik olarak bakan insanlar değil bunlar :) Yani mesela niye do değil de si bemol basmadığına bile dikkat etmek gerek bazen. Sonuçta iki farklı şeyler ve bir amacı var boşuna değil. Notalar orda duruyor biz hangisini daha hızlı çalarız da bir felsefe hangisi daha manalı olur da başka bir felsefe. Seçim sonucu getirir. Birini seçiyoruz işte bu kadar basit aslında. Teorik yönden yani. Sosyolojik yönden incelemek beni aşan bir durum çok karmaşık tıpkı müzik gibi :)
 
Güzel konu üstüne konuşalım bol bol )
Ama bence yanıldığın noktalar var. Birincisi şimdi entellektüel anlamda yetişen bir nesil var 90'lara nazaran daha fazla bu açık bir gerçek bunda internetin payı çok büyük ama bilinç seviyesi olarak bir kıyaslama yapmak zor bu başka bir şey çünkü.
Ayrıca cazın başka coğrafyalarda başka hissiyat ve amaçlarla çalınması kadar doğal bir şey olamaz. Tersine soralım soruyu aşık veysel'in müziği dünya çapında olsa idi mesela new orelans'da nasıl çalınırdı ? Ne amaçla çalınırdı. Muhtemelen bambaşka şekil ve amaçlarda. Çünkü her şeyde olduğu gibi müzikte de ön önemli şey mekan ,zaman ve buna bağlı olan kültürdür. Bu bir sokak ötenizde bile değişebileceği gibi bir kıta ötede değişmeyebilir.

İnsan kolaya meyillidir. Doğası gereği böyle. Felsefik olarak dolu bir müzik yapmak çok zor. O yüzden bir tane joe pass bir tane pink floyd bir tane Mozart çıkıyor. Olaya sadece müzik olarak bakan insanlar değil bunlar :) Yani mesela niye do değil de si bemol basmadığına bile dikkat etmek gerek bazen. Sonuçta iki farklı şeyler ve bir amacı var boşuna değil. Notalar orda duruyor biz hangisini daha hızlı çalarız da bir felsefe hangisi daha manalı olur da başka bir felsefe. Seçim sonucu getirir. Birini seçiyoruz işte bu kadar basit aslında. Teorik yönden yani. Sosyolojik yönden incelemek beni aşan bir durum çok karmaşık tıpkı müzik gibi :)
Joe Pass çok iyi bir örnek olmuş. Bugün biz adamı gelmiş geçmiş en büyük caz gitaristlerinden biri olarak tanıyoruz.
Ama adamın gitarist olma kararını babası onun adına vermiş. Kendi tercihi bile değil:) Babası alt sınıftan fabrika işçisi. Sert bir adam, oğlunu müzisyen yapmayı aklına koymuş (herhalde kendisi gibi işçi olmasın diye). Oğlunu karşısına alıp durmaksızın çalmasını istermiş. "Durmaksızın" derken, boşluk vermeden, akorlar arasını devamlı doldurmasını istiyormuş. Bugün bizim adamın virtüözitesinin bir göstergesi olarak hayranlıkla dinlediğimiz o hızlı single note pasajlar, o günlerde Joe Pass'in babasını memnun etmek için çaldığı şeyler yani. Sosyoloji-psikolojiye gel:)
Şaşırtıcı olmayarak, madde bağımlısı olarak kaybettiği bir dönem var Joe Pass'in hayatında. Babalar ve oğulları...
 
  • Konu Sahibi Konu Sahibi
  • #6
Ayrıca cazın başka coğrafyalarda başka hissiyat ve amaçlarla çalınması kadar doğal bir şey olamaz.
Kesinlikle katılıyorum. Hatta günümüzde cazın "yerel değerlerin sergilendiği evrensel bir araç" olduğu bile iddia edilebilir. Ben yukarıda aklımdan geçenleri açık biçimde belirtmedim sanırım. Caz kavramı dönemden döneme ve mekandan mekana farklı içerikler kazanıyor. Yukarıda "klasik caz" derken klasik sıfatıyla spesifik bir dönemi ve mekanı kastettim. Söz konusu cazı ortaya çıkaran tarihsel ve mekana özgü koşullar olduğunu düşünüyorum. Ama bizim yaşadığımız ülkede bu koşullar yokken klasik caz icra edilmesini anlayamıyorum. Ben göremiyor da olabilirim. Eğer klasik cazı ortaya çıkaran koşulların aynısını bu ülkede de gören varsa görüşlerini merak ediyorum. Son zamanlarda free caz alanında bir takım kıpırdanmalar söz konusu mesela. Bunun ülkemizde neden çıktığı üzerine birkaç neden ileri sürebiliriz. Ülkede free cazı tetikleyici unsurlar mevcut. Ancak klasik caz bambaşka bir dünyadır.
 
Kesinlikle katılıyorum. Hatta günümüzde cazın "yerel değerlerin sergilendiği evrensel bir araç" olduğu bile iddia edilebilir. Ben yukarıda aklımdan geçenleri açık biçimde belirtmedim sanırım. Caz kavramı dönemden döneme ve mekandan mekana farklı içerikler kazanıyor. Yukarıda "klasik caz" derken klasik sıfatıyla spesifik bir dönemi ve mekanı kastettim. Söz konusu cazı ortaya çıkaran tarihsel ve mekana özgü koşullar olduğunu düşünüyorum. Ama bizim yaşadığımız ülkede bu koşullar yokken klasik caz icra edilmesini anlayamıyorum. Ben göremiyor da olabilirim. Eğer klasik cazı ortaya çıkaran koşulların aynısını bu ülkede de gören varsa görüşlerini merak ediyorum. Son zamanlarda free caz alanında bir takım kıpırdanmalar söz konusu mesela. Bunun ülkemizde neden çıktığı üzerine birkaç neden ileri sürebiliriz. Ülkede free cazı tetikleyici unsurlar mevcut. Ancak klasik caz bambaşka bir dünyadır.
"Klasik caz" ile anladığınız nedir ? Bebop öncesini mi kastediyorsunuz ? Bu soruya nasıl yanıt verdiğiniz önemli.
İnsanlar bağ kurabildiği her müziği icra eder. Ben bop temelli caza bayılırım, bu müziği sevmek ve icra etmek için neden toplumsal koşullara ihtiyaç duyulması gerektiğini de anlamadım ?
Bence siz bu müziğin şu anda icra edilmesini anlamlı bulmuyor, ama bireysel bu tercihinize toplumsallık üzerinden gerekçe üretmeye çalışıyorsunuz. Bu büyük bir hatadır. Pek çok sosyal bilimci de ne yazık ki bu hataya düşer.
 
  • Konu Sahibi Konu Sahibi
  • #8
"Klasik caz" ile anladığınız nedir ? Bebop öncesini mi kastediyorsunuz ? Bu soruya nasıl yanıt verdiğiniz önemli.
İnsanlar bağ kurabildiği her müziği icra eder. Ben bop temelli caza bayılırım, bu müziği sevmek ve icra etmek için neden toplumsal koşullara ihtiyaç duyulması gerektiğini de anlamadım ?
Bence siz bu müziğin şu anda icra edilmesini anlamlı bulmuyor, ama bireysel bu tercihinize toplumsallık üzerinden gerekçe üretmeye çalışıyorsunuz. Bu büyük bir hatadır. Pek çok sosyal bilimci de ne yazık ki bu hataya düşer.
Evet bebop öncesini kastediyorum.

Fikirlerimi şu yoldan açıklamaya çalışayım: Sosyal teoride modernliğe geçiş belli bir bakış açısıyla ikiye ayrılır: Modernleşme süreci ve modernleştirme süreci. Bu ayrımda esas olan bir yanda kendiliğindenlik ve diğer yanda tepeden inmecilik veya başka bir isimle aydın despotizmidir. Türkiye ile Batı Avrupa ülkeleri genel olarak bu sınıflandırmanın iki farklı kutbunda yer alır. Avrupa ülkelerinin çoğunda modernliği hazırlayan koşullar tarihsel olarak yüz yıllara yayılarak oluşmuştu. Bu kültürel birikim, önüne geçilemez devrimlerle patlama noktasına ulaşarak modern düşünce veya modern hayat diyebileceğimiz zamana ve mekana oturdu. Bunun tersine Türkiye gibi ülkelerde işler kültürel birikim yoluyla değil politik sistematik düzenlemeler yoluyla gerçekleştirildi. Hatta son yirmi otuz yılda müzik sosyolojisi alanında Türkiye'de modernleştirme politikası diyebileceğimiz politikanın müzik alanında yansımalarını görebileceğimiz akademik çalışmalar yayınlandı. Günümüzde klasik caza olan ilginin de bu konu ile paralel ele alınabileceğini düşünüyorum. Demek istediğim ortada bir kendiliğindenlik yok. Bu klasik caz iyidir veya kötüdür demekten çok farklı bir şey. Ben kişisel tercihimden bağımsız anlatmaya çalışmıştım.
 
Evet bebop öncesini kastediyorum.

Fikirlerimi şu yoldan açıklamaya çalışayım: Sosyal teoride modernliğe geçiş belli bir bakış açısıyla ikiye ayrılır: Modernleşme süreci ve modernleştirme süreci. Bu ayrımda esas olan bir yanda kendiliğindenlik ve diğer yanda tepeden inmecilik veya başka bir isimle aydın despotizmidir. Türkiye ile Batı Avrupa ülkeleri genel olarak bu sınıflandırmanın iki farklı kutbunda yer alır. Avrupa ülkelerinin çoğunda modernliği hazırlayan koşullar tarihsel olarak yüz yıllara yayılarak oluşmuştu. Bu kültürel birikim, önüne geçilemez devrimlerle patlama noktasına ulaşarak modern düşünce veya modern hayat diyebileceğimiz zamana ve mekana oturdu. Bunun tersine Türkiye gibi ülkelerde işler kültürel birikim yoluyla değil politik sistematik düzenlemeler yoluyla gerçekleştirildi. Hatta son yirmi otuz yılda müzik sosyolojisi alanında Türkiye'de modernleştirme politikası diyebileceğimiz politikanın müzik alanında yansımalarını görebileceğimiz akademik çalışmalar yayınlandı. Günümüzde klasik caza olan ilginin de bu konu ile paralel ele alınabileceğini düşünüyorum. Demek istediğim ortada bir kendiliğindenlik yok. Bu klasik caz iyidir veya kötüdür demekten çok farklı bir şey. Ben kişisel tercihimden bağımsız anlatmaya çalışmıştım.

Kendiliğindenliğin olmamasına yüklediğiniz değer, kişisel tercihten bağımsız değildir, teknik olarak bu mümkün değildir. Bu unsurun bulunmamasına yüklediğiniz bir değer olduğu açık. Bu değer üzerinden bu müziğin Türkiye'deki konumu için bir ahlaki veya estetik statü belirlediğiniz de gayet açık.
Elbette ben bunun ne olduğunu tartışmıyorum, o sizin bileceğiniz şey. Ama ortada bir öznellik unsuru bulunmasına rağmen bunu tümden objektif gibi göstermek, otoriter söylem üretir. Buna da herhalde dikkat etmemiz gerekir.

Siz "klasik caz iyidir ya da kötüdür" demediniz zaten. Ama farkında bile olmaksızın "rock müzik bizim kültürümüzde yok" saptamalarındaki sığ toplumsalcılığa tehlikeli biçimde yaklaştınız. Anarşist düşünce ekollerine sempati duyduğu anlaşılan birisi olarak bu konuda da daha dikkatli olmanız gerekir demek istedim.
 
Kendiliğindenliğin olmamasına yüklediğiniz değer, kişisel tercihten bağımsız değildir, teknik olarak bu mümkün değildir. Bu unsurun bulunmamasına yüklediğiniz bir değer olduğu açık. Bu değer üzerinden bu müziğin Türkiye'deki konumu için bir ahlaki veya estetik statü belirlediğiniz de gayet açık.
Çok üzüldüm. Ben neden-sonuç ilişkisiyle yaklaşmaya çalışmıştım. Ama subjektif olup olmama konusunda yakın zamanda kendimi kenara çekip pataklayacağım. :)
 
Müziği, toplumsallıktır, toplum olmazsa müzik matematiktir deyip, bir çırpıda en soyut sanatı ifade edebileciğini zannetmek en hafif tabiriyle saflıktır. Siz burada müziğin ne olduğunu değil, toplumların ondan kendi payına düşeni izah etmeye çalışmışsınız.
 
Çok üzüldüm. Ben neden-sonuç ilişkisiyle yaklaşmaya çalışmıştım. Ama subjektif olup olmama konusunda yakın zamanda kendimi kenara çekip pataklayacağım. :)
Bu işlerden subjektiflik büsbütün ayrılamıyor, ama bu unsurun farkına varma becerimizi arttırabiliyoruz. Bir tıp etiği-biyoetik uzmanı olarak kişisel tecrübem bu yönde.

Cazın Türkiye'deki geçmişine ilişkin sanılandan daha fazla şey var.
Cazkolik.com Popüler Gündem Popüler Gündem Bir müzisyen ve bir beyefendi Neşet Ruacan...

Elbette caz "bizim" yerel müziğimiz değil, bunu yakın zamanda Neşet Ruacan da söylemişti bir röportajında. Ama bu "gerçek" ("fact") başka, bizim caz çalmamız gerektiği veya burada yapılan cazın iyi olmadığı gibi değer yüklü saptamalar bambaşka. Birinden öbürüne varmak mümkün değil.
 
Bu işlerden subjektiflik büsbütün ayrılamıyor, ama bu unsurun farkına varma becerimizi arttırabiliyoruz. Bir tıp etiği-biyoetik uzmanı olarak kişisel tecrübem bu yönde.

Cazın Türkiye'deki geçmişine ilişkin sanılandan daha fazla şey var.
Cazkolik.com Popüler Gündem Popüler Gündem Bir müzisyen ve bir beyefendi Neşet Ruacan...

Elbette caz "bizim" yerel müziğimiz değil, bunu yakın zamanda Neşet Ruacan da söylemişti bir röportajında. Ama bu "gerçek" ("fact") başka, bizim caz çalmamız gerektiği veya burada yapılan cazın iyi olmadığı gibi değer yüklü saptamalar bambaşka. Birinden öbürüne varmak mümkün değil.
Ben çalınmaması gerektiğini veya kötü çalındığını kastetmemiştim. Sadece klasik cazı meydana getirdiğini düşündüğüm reel kültürel dinamiklerin Anadolu topraklarında mevcut olmadığını düşünüyorum. Yukarıda bahsettiğim "modernleştirme" düşüncesi ile paralel bir özellik olarak bu kendiliğindenliğin yokluğundan dolayı da klasik cazın özüne giden bir çalım ve dinlemeden ziyade daha yüzeysel ve taklit gibi kaldığını düşünüyorum bu diyarlarda. Özcülük eleştirisine sonuna kadar açığım.

Sonuç olarak bağlamak gerekirse; flamenko tarihi hakkında önerebileceğiniz bir kitap var mıdır? :D
 
Neden solo atıyoruz? Neden solo çekmiyoruz veya solo vermiyoruz da bizzat soloyu atıyoruz? Bir de solo (yalnız anlamı ile) olarak tabir edilen müziklerin yüzde kaçı aşağıdaki performans ile kıyaslayınca solo? Slash mi solo gitaristtir yoksa Joe Pass mı? Diğer pek çok memlekette olduğu gibi bizim şirin ülkemizde de solo albümlerden söz ediliyor. Solo albüm kavramı popüler kültürün basit bir modası mı yoksa büyük gerçekliğin bir parçası mı? Son olarak: Solo, Solo, Soooooloooooo.
 
Güzel konu üstüne konuşalım bol bol )
Ama bence yanıldığın noktalar var. Birincisi şimdi entellektüel anlamda yetişen bir nesil var 90'lara nazaran daha fazla bu açık bir gerçek bunda internetin payı çok büyük ama bilinç seviyesi olarak bir kıyaslama yapmak zor bu başka bir şey çünkü.
Müzikal anlamda kattığı çok fazla şey olmasına rağmen, entellektüel olarak durum tam tersi.
En doğru ve kapsamlı bilgiye internet değil, şu anda bile o konuda yazılan kitaplar vasıtasıyla ulaşabiliyoruz. İnternet ve medya ağı ise bilgiyi yüzeysel olarak sunuyor. Doyurucu değil ve altını dolduramadığınız bir sürü bilgi kirliliği de yaratıyor.
Kitap okumayan bir toplumuz. Okuma oranı özellikle 90 lı yıllarda çok çok fazlaydı. şimdi gazete okuyan bile yok.
 
Çok güzel şeyler paylaşılmış. Arkadaşları tebrik ederim fakat atlanılan bir konu var.

Müzik doğduğumuzdan itibaren alışkanlıklarımızla, keşfettiklerimizle ve insanın kendi karakteristiğine göre gelişen bir alandır. Fakat bu üçünden en önemlisi sürekli duyduğumuz ve alıştığımız tını ve notalar. Karakteristik ve keşifler zaten insan alışkanlarına ve duyduklarına göre şekillenir. Örnek verirsek eğer Türkiye'den, burada ki müzik piyasasında insanların ne olursa olsun duydukları tınılar vardır. Yani 60'lardan günümüze kadar pop müziğinin alt yapısında nerdeyse hiç değişmeden kalan, her ne kadar üzerine elektro gitar, bass ya da tekno müzik bile olsa doğu gamlarından oluşturulur genelde. Bunun nedeni ise piyasa gereğidir. Piyasa bu kulağa alışıktır ve kolay kolay vazgeçmez.

Keşif konusu zaten insanın ne kadar müzikle ilgilendiğine bağlı olarak değişir. Eğer benim gibi psiko iseniz konuda arayışınız sürekli devam eder. Ama müzik konusuna çokta ilgisi yoksa demet akalın bile kulağına ilk başta güzel geldiği için sadece dinleyip geçebilir. Ama en entellektüel arkadaşlarımızda bile şu vardır. Kendi kültürleriyle diğer kültürleri karıştırıp ortaya bir müzik koyuluyorsa. Batı ya da doğu farketmez her iki taraftan daha üstün gelir. Çünkü o müzik hem geldiğin yeri hemde beğendiğin türün etkisini aynı anda taşır. Bu konuda örnek verirsek Erkan Oğur, Joe Satriani (Asik Veysel parçasını canlı dinledim gerçekten başka bir yerde.), Özgür Çalı, Özgür Abbak ve sayamadığım, bilmediğim ya da aklıma gelmeyen niceleri...

Bunu da şuraya bırakayımda bilmeyen olursa incelesin abimizi...
 
Geri
Üst