Aşkı En iyi tanımlayan filmler

belki de en kelimesine karşı hala gıcıklığım olduğunu bi süre unutmalıyım.
Aklıma ilk gelen filmler arasında
Sweet November
Kırmızı Leke
Melekler Şehri
Aşkımı Satın Alamazsın.
NewYork'ta son bahar
var.
Ancak bu başlığın salt liste olmasını istemiyorum. Öte yandan vakit darlığı nedeniyle uzunda yazamıyorum.
Sizden ricam "neden"
 
casablanca , gone with the wind ,amelie,singing in the rain,avery long engagement,chocolat,
dracula(1992),french kiss(kesinlikle iyi bir film değil ama aşka fransa şarap kevin kline jean reno meg ryan ),annie hall , bunlar ilk aklıma gelenler sebep konusuna gelince her filmin farklı bir hikayesi olduğu gibi her aşkında farklı bir hikayesi olacaktır sanırım önemli olan olabilecek milyonlarca farklı seçenekte hikaye arasında en doğrusunu bulmak ya da en doğrusunu bulduğunu sanmayı başarabilmektir, bu filmlerde de o en doğru hikayelerden bazılarını ekrana yansıtmaya çalışılmıştır
 
sweet november güzel bir filmdi Seth'in de değindiği gibi,charlize zaten romantik filmlerin tanrıçası..başka birisi oynasaydı o kadar da beğenmezdim..
ama benim favori aşk filmim,Love Actually(aşk heryerde).christmas döneminde işlenen 7-8 tane aşkı içeriyor film aynı kentte geçen..christmas da yaklaşıyor,alın izleyin derim..çok seveceksiniz 🙂
..başka,sleepless in seattle var,meg ryan ve tom hanks,eski bir filmdir ama o da güzel..
ama ortak yaşanan bir aşkı değil de aşkın insanı ne hale getirdiğini izlemek istiyorsanız,gilles'in karısı da izlenebilir.kızkardeşine aşık oaln kocası için eleinden ne geliyorsa yapıyor,kızkardeşinin onu aldatıp aldatmadığını izliyor..kocasının mutluluğu için herşey..
şimdilik bu kadar,aklıma geldikçe yazarım daha..
 
Kirmizi leke hakikaten aski daha farkli bir açidan ele almisti, ben olsam ne yapardim diye sordugunda insan kendi kendine, bukadarini da yapmazdim herhelde dedigi filmler daha bir güzel geliyor insana..

Bir de belki öyle dlidolu bir ask islenmesede oldukça sirin olmasi itibariyle buffalo 66 geldi aklima...
 
Dalgaları Aşmak.Yönetmen Lars Von Trier.1970'lerin dünyasında Kuzey İskoçya'da ufak bir kasaba.Yabancıların hoş karşılanmadığı ve yaşanan her günün Tanrı'nın isteği doğrultusunda yaşanıldığına inanılan tutucu bir kasabada Bess,kendisinin bile hayal edemeyeceği bir güzellikte aşk yaşar.

Başroıllerde Emily Watson Stellan Skarsgard var.Emily Watson bu ofilmindeki oyunu ile oscar kazandı.Sadece aşkı anlatmıyor.Dini,cinselliği ve toplumu sorguluyor.Ama aşkı da öyle bir anlatıyor ki gözyaşlarınızı tutamıyorsunuz 😢 Benzerini aramayın.Tek kelimeyle bir başyapıt.Daha yazacaklarım var fakat onlar daha sonraya kalsın şimdilik.Ara ara yazarım.Filmin kısa bir özeti."Mutlu aşk yoktur."
 
1993 yılı yapımı Mr.Jones 😆 vardır birde.Başrollerini Richard Gere ve Lena Olin paylaşırlar.Richard Gere bu filmde manik depresif bir karakteri canlandırır.Çok sıkıcı bir hayattan ancak biriyle tanışınca kurtulabilecektir.Ama ne kurtuluştur ki yönetmen Mike Figgis burada devreye girer ve sıradan bir konuyu çok dokunaklı bir hale getirir.Çok iyi bir aşk filmi Mr.Jones. 😉 Evet Mr.Jones 😆

Ve yıl 1999 filmin ismi "The And of The Affair" Yönetmen Neil Jordan.Başrollerde Ian Hart,Julianne Moore,Ralph Fiennes var.Bir roman uyarlaması ve çok başarılı bir şekilde ilerleyen bir film.Mutsuz bir evlilik,beraber olduğu eşi ile arasındaki uçurumlarla başlayan film Sarah'ın(Julianne Moore) yakışıklı bir yazar olan Maurice'e aşık olmasıyla birdenbire mükemmelleşip duygusal bir hale bürünüyor.Maurice'in Sarah'a duyduğu aşk saplantıya dönüşüyor ve yönetmen Neil Jordan'ın görselliğiyle de ilgiyle izlenecek bir film oluyor.

Bunlardan başka filmler aklıma gelirse yine yazarım. 😉
 
In The Mood For Love/Aşk Zamanı Bu film ilk geldiğinde sıradan bir aşk filmidir diye pek göz önüne almamıştım.Yönetmenini pek tanımadığım için birazda bunun için uzaklaştım filmden.Ama yazayım izlemek istiyorsanız bir aşk filmi bunuda tavsiye edebilirim.Yönetmen Wong Kar-Wai bu filmde değil bir şarkı bir şiir yaratmış.Bu filmle aklınızda çok sahne kalacak.Uzakdoğu sineması “korku” filmleriyle bugünlerde çok tanınır oldu ama geçen zamanda böylesine etkileyici yapımıda doğurmuştu.”Aşk Zamanı” her şeyiyle bir aşk filmi. İlk öncelikle bu filmin tanıtım gösterimi olduğu zaman Bryan Ferry’nin sesinden “In The Mood For Love” şarkısını filmin görüntüleriyle birlikte dinliyorduk.Ondan sonra filmde birde Nat King Cole’da bizi bırakmıyordu.Sıradan bir aşk filmi de değil ayrıca.Kurgusu çok değişik.Filmde ayrıca kırmızı rengide “Schindler’in Listesi” filmindeki gibi etkileyici şekilde kullanmış yönetmen.(Hatırlayanlar bilirler o filmde kırmızı sadece küçük çocuğun üzerinde bir hüznün simgesiydi.) Bu filmde de aynı etkiyi gösteriyor.Bu filmi izleyin.Kelimeler yetmiyor inanın.

Yıl 1986 ve Fransız Jean-Jacques Beineix bir film yapar. Bugünün “Amelie”sinin atalarından biri olarak sayılabilecek olan “Betty Blue”.Bu film her şeyden önce sıradan bir ilişkiyi anlatır.Erotik kimliğide bulunan bu filmin en önemli özelliği ise sıradan bir karakter olan Betty’nin; amacı dünyaya küsmüş ve herşeyi bir roman yazmak olan Zorg’u ininden çıkarmaktır.Dış dünyaya açılması Betty’nin en büyük isteğidir.Hatta oturduğu evi bile yakar.Birbirlerine bağlanırlar.Hayata karşı gelirler.Ve “aşk” kazanır böylece.Tek kelimeyle mükemmel bir film.Bulursanız “Director’s Cut”ını izleyin çok uzundur ama saatler nasıl geçer bilemezsiniz.

Too Much Flesh/Aşka Özlem Lars Von Trier’in filmlerinde oyuncu olarak hatırlayacağımız Jean-Marc Barr arkadaşı Pascal Arnold ile bu Fransız filminde yönetmenliği üstlenmiş.Bu iki isim ayrıca 5.Dogma filmi “Lovers”ın yönetmenleriydi.Bu film ise “Özgürlük Üçlemesi”nin son filmi.Bu yapım aşk filminden çok cinsel özgürlüğün ne ölçüde yaşanabilir olduğunu anlatsada aşk konusuna da inceden dalıyor.Dogma özelliklerini tam anlamıyla taşıyan bir film olsa da yine de izlenecek bir film olduğunu düşünüyorum.Çünkü bir dogma filmini bizim izleyicimiz kaldıramaz.


Non ti mouvere/Kal,Gitme İtalyan filmlerine biraz uzak olduğum pek takip edemediğim için yönetmen Sergio Castellitto hakkında bir fikir sahibi değilim ama bu film şiddetli ve güçlü bir aşkı anlatıyor.Başrollerde Penelope Cruz ve yönetmen Sergio var.Bu film kitaptan uyarlama ve uyarlandığı kitapta zamanında İtalya’da ödül kazanmış.Yönetmenide kitabın yazarıyla evli olduğundan filmde mecburen başarılı bir şekilde ilerliyor.Başka şekilde olamazdı zaten. Gerçektende filmi sıradanlıktan kurtaran önemli bir unsur.


Bir Erkek...Bir Kadın...Ve... Bir Fransa ve İngiltere ortak yapımı.66 yılında Altın Palmiye alan bir Claude Lelouch filmi.Bu seferki çeviriminde başrollerde Jeremy Irons ve Patricia Kaas var.1937 doğumlu usta yönetmen Lelouch bu filminde karakterlerini ilginç bir şekilde çok daha farklı filmlerinden oluşturmuş. Yani bu filmin karakterleri yalnızca bu öykünün bir parçası değil.Olay Fas’ta geçer ve Jane (Patricia Kaas) bir “jazz” şarkıcısıdır. Valentine’i (Jeremy Irons) ilk gördüğünde çarpılır ve birbirlerini buluşturan bir orta nokta vardır.Bununla birlikte savaşırlar.İzlemeye değer bir film.


Olga’nın Topuzu ise 23 yaşındaki yönetmen Jerome Bonnell’in şaşırtıcı derecedeki mükemmel filmi.Bir Fransa Belçika ortak yapımı olan film yönetmenin ilk filmi ayrıca.Julien ve Emma babalarıyla yaşayan iki kardeştir.Anneleri ölmüştür.Sevgi açlığı yüzünden Julien aniden bir kitapçı vitrininden Olga’yı görür...ve sonra... Yönetmen Jerome Bonnell sinemacı bir aileden geliyor.İzleyenler onun yeni filmini beklemeye başladılar bile...


Bu filmlerin dışında yine Uzakdoğu’dan önemli bir film olan “Dünyanın Orta Yerinde Aşk İçin Ağlıyorum” tam sekiz dalda ödüle layık görüldü.Bu da izlemek için bir sebeptir bence.Ayrıca evlilik, aldatma, yalnızlık ve aşk üzerine birde “Aşk Artık Burada Oturmuyor” filmini de tavsiye edebilirim.Bu filmde ayrıca Laura Dern tekrar dönüş yapmış.1993 yılı yapımı “Remains Of The Day” ise başrollerinde Anthony Hopkins,Emma Thopson’ın oynadığı ve Hopkins’in bir malikhane kahyasını canlandırırken “Miss Kenton”a (Emma Thompson) söyleyemediği ve o içten içe duyduğu aşkın filmidir.Anthony Hopkins’in en iyi performansıdır. 😉 Yoğun politik eleştirilerde barındırır film.Bunlardan başka Michael Winterbottom’un “I Want You”su (Seni İstiyorum) Kieslowski’nin görüntü yönetmeninin becerisiyle ve mükemmel konusuyla izlenmeyi hak ediyor.”With or Without You” keza öyle. Geçen hafta topiğini açtığım Wim Wenders filmi “Sırlar Oteli”de (The Million Dolar Hotel) kıyısından köşesinden sıra dışı aşk filmlerine (her ne kadar polisiye ile bezense de) çok güzel örnektir.Şimdilik bu kadar.Ben biterim aşk filmleri bitmez. 😆 Yine dönerim buraya... 😆
 
Biraz kizabilirsiniz cunku uzun uzun yazmissiniz filmler icin ama sanati "en" kategorisine sokmayi cok sacma buluyorum. Bir resim, bir yuz hareketi 1000 kelimeye deger demisler ve her insan bu 1000 kelimenin degisik yerlerini anlar ve ortaya cikarir. Hicbirinizin duygulari ve gercek hayatinizda yasadiginiz seyler ayni degil ki her film size ayni seyi hissetirsin. Verilen örneklerde City Of Angels olsun Sweet November olsun bana hic bir sekilde bir sey hissettirmeyen, insanlarin ask duygusuyla oynamaya calisip her insani ayni sayan filmlerden 2 tanesi bunlar. Kisaca sanatin eni olmaz...

Ha bir de söyle bir deginiyim bu en disinda, aski anlatmaya calismak 2 saatlik filmler ile de olabilecegini sanmiyorum ben. Öyle iki hadi birbirimizi sevelim. öpuselim koklasalim ama sonra ayrilip askimiz yuzunden aci cekelim der cogu film. Bu anlattiginiz filmler genellikle askin sizdeki anlamini dolduran seyler. Ha görsel olarak guzel filmler vardir ve örnegin yeni bir film "Brokeback Mountain" var ve homoseksuel ask hikayesi ve ben sahsen eylulde kasimda yilin her ayinda olarak adlandiran filmlerden daha fazla sekilde icimdeki duyguyu disari cikariyor ama tabi herkese ayri dedigim gibi.

Neyse konustukca sacmalamaya basliyacagim gibi geliyor ve asil demek istedigimden uzaklasiyorum...
 

Geri
Üst