İnsan, doğduğunda kendini hayatta buluyor ve ilk nefesinden itibaren bu kanunlar mekanına alışmaya başlıyor...
"alışmak" belki de insanın salt düşüncesinin önünü kapatan en büyük duvar haline geliyor. neyi sorguladığını bilmeden şaşırmaya başlıyor ama duvarın ardındakini hiç bilemediği için kendi etrafında dönüp duruyor...
Dünyada yüzyıllardır bu oyun oynanıyor ve insan ayrılığa düşüyor...
biri bir yerden ilham aldığını söylüyor, diğeri "o ilhamı bana göster" diyor ve fikir çatışması başlıyor...
Başka bir yerde de söylediğim gibi biri sofrasını her türlü yiyecek ve içecekle zengin bir şekilde donatıyor biri ekmek ve suyla yetiniyor, ama az sonra sel basacak ve bunlardan hiç bir şey kalmayacak...
Yaşarken bazı şeylere değer veriyoruz, bazılarına aşağılık diyoruz, bazılarını yüceltiyoruz, kavramlar kişiliklere göre anlam değiştiriyorlar, benimsenenler ve yadırgananlar değişiyor ama biz öldükten sonra bunların bizim için bir değeri kalmayacağını kabullenemeden bağlanıyoruz...
duvarın önünde doğan insanlar duvarın arkası hakkında tahminler yürütüp birbirleriyle çatışıyor...
Duvar üstlerine yıkıldığında bu tartışmanın bir anlamı kalmayacaksa ben sıfırlık bir değer için konuşuyorsam gerçekten de bu sıfırın gerçek değeri ne oluyor?
lanet olsun egoya...
ki insanları birbirlerinden uzaklaştırıp yabancılaştırıyor, "tanımak ve anlamak" imkansızlaşıyor, uçurumun kenarında yaşamaya çalışıyoruz devamlı ve kendi doğrularımızı yaratmaya mecbur kalıyoruz, herkes kendi duvarını örüyor ve daha ilk adımda diğerinin üstüne çullanmayı amaç ediniyor...
Ama neden düşünmüyor bunun hiçbir anlamı yok, burada oyalanırken araya atılan söz gerçek neyse, gerçeği değiştirmez, iyileştirmez veya kutsallaştırmaz...
İşte insan yeteri kadar bilinç kazanıp "ben" demeyi öğrendiğinde bir labirentin içine düşüyor ve çıkmak için çabaları da daha çok, diğerlerini kaybetme amaçlı olduğu için kendi yolunu bulmada herhengi bir fayda elde edemiyor...
Peki bu hevesin ve bu çabanın değeri ne oluyor yaşadığımız kısa hayatlık müddetten sonra?
Yani elimize ne geçiyor, inançsız olan, öldükten sonra tamamen yok olacağını söylüyorsa bu, sıfırdan önceki kazanıldığı varsayılan bir'in değeri nedir?
sonsuz karanlıktan önce bir heveslik aydınlığın bir değeri mi vardır?
Ve inançlı olan, öldükten sonra dirileceğine inanan biri için sonsuz mutluluktan önceki sınırlı bir kazanımın değeri nedir?
her iki taraf açısından da bu tatminin değerini soruyorum, gerçekten bildiğimiz bir şey yok, sadece inandığımız, akıl yürüttüğümüz, düşündüğümüz bir şey varsa iki tarafın da "ben gerçeği biliyorum" tavrı takınmasının anlamı nedir, daha da ötesi, ölümden sonra bu savunmaların ne anlamı kalacak, bu kalacak olan anlamın değeri nedir, soruyorum...
"alışmak" belki de insanın salt düşüncesinin önünü kapatan en büyük duvar haline geliyor. neyi sorguladığını bilmeden şaşırmaya başlıyor ama duvarın ardındakini hiç bilemediği için kendi etrafında dönüp duruyor...
Dünyada yüzyıllardır bu oyun oynanıyor ve insan ayrılığa düşüyor...
biri bir yerden ilham aldığını söylüyor, diğeri "o ilhamı bana göster" diyor ve fikir çatışması başlıyor...
Başka bir yerde de söylediğim gibi biri sofrasını her türlü yiyecek ve içecekle zengin bir şekilde donatıyor biri ekmek ve suyla yetiniyor, ama az sonra sel basacak ve bunlardan hiç bir şey kalmayacak...
Yaşarken bazı şeylere değer veriyoruz, bazılarına aşağılık diyoruz, bazılarını yüceltiyoruz, kavramlar kişiliklere göre anlam değiştiriyorlar, benimsenenler ve yadırgananlar değişiyor ama biz öldükten sonra bunların bizim için bir değeri kalmayacağını kabullenemeden bağlanıyoruz...
duvarın önünde doğan insanlar duvarın arkası hakkında tahminler yürütüp birbirleriyle çatışıyor...
Duvar üstlerine yıkıldığında bu tartışmanın bir anlamı kalmayacaksa ben sıfırlık bir değer için konuşuyorsam gerçekten de bu sıfırın gerçek değeri ne oluyor?
lanet olsun egoya...
ki insanları birbirlerinden uzaklaştırıp yabancılaştırıyor, "tanımak ve anlamak" imkansızlaşıyor, uçurumun kenarında yaşamaya çalışıyoruz devamlı ve kendi doğrularımızı yaratmaya mecbur kalıyoruz, herkes kendi duvarını örüyor ve daha ilk adımda diğerinin üstüne çullanmayı amaç ediniyor...
Ama neden düşünmüyor bunun hiçbir anlamı yok, burada oyalanırken araya atılan söz gerçek neyse, gerçeği değiştirmez, iyileştirmez veya kutsallaştırmaz...
İşte insan yeteri kadar bilinç kazanıp "ben" demeyi öğrendiğinde bir labirentin içine düşüyor ve çıkmak için çabaları da daha çok, diğerlerini kaybetme amaçlı olduğu için kendi yolunu bulmada herhengi bir fayda elde edemiyor...
Peki bu hevesin ve bu çabanın değeri ne oluyor yaşadığımız kısa hayatlık müddetten sonra?
Yani elimize ne geçiyor, inançsız olan, öldükten sonra tamamen yok olacağını söylüyorsa bu, sıfırdan önceki kazanıldığı varsayılan bir'in değeri nedir?
sonsuz karanlıktan önce bir heveslik aydınlığın bir değeri mi vardır?
Ve inançlı olan, öldükten sonra dirileceğine inanan biri için sonsuz mutluluktan önceki sınırlı bir kazanımın değeri nedir?
her iki taraf açısından da bu tatminin değerini soruyorum, gerçekten bildiğimiz bir şey yok, sadece inandığımız, akıl yürüttüğümüz, düşündüğümüz bir şey varsa iki tarafın da "ben gerçeği biliyorum" tavrı takınmasının anlamı nedir, daha da ötesi, ölümden sonra bu savunmaların ne anlamı kalacak, bu kalacak olan anlamın değeri nedir, soruyorum...