17. yüzyıl’da, kadınlar toplumsal ve siyasal kurtuluşları için talepler ileri sürmeye başladılar. İngiliz Devriminde, monarşiye karşı ve demokrasi ve eşit haklar için verilen mücadelede kadınlar artan oranda yer aldılar.. 1649’da, Londralı Kadınların Dilekçesi’nde şunlar yazılıydı: “Tanrının suretinde yaratıldığımızı, İsa’nın bize erkeklerle eşit davrandığını ve ayrıca İngiliz İmparatorluğunun özgürlüklerinin eşit ölçüde paylaşılmasını güvence altına almak üzere bu onurlu meclise dilekçe verip, üzüntümüzü bildirdiğimiz için sizin tarafınızdan hor görülmek bizi şaşırttı ve üzdü. Haklar Dilekçesi’nde yer alan bu özgürlük ve güvencelerde ve bu ülkenin diğer iyi kanunlarında, bu ulusun erkekleri kadar hakka sahip değil miyiz?” (J. O'Faolain ve L. Martines’den, Tanrının Suretinde Değil, s. 266-7.)
Fransız Devrimi sırasında ise; oylamaların ve halk derneklerinin büyük çoğunluğunun dışında kalan kadınlar, ayaklanmalarda, özellikle de Ekim 1789, 10 Ağustos 1792 ve en belirgin olarak 1795 bahar ayaklanmalarında çok önemli bir rol oynadılar. Erkeği ‘kamu alanına’, kadını ise ‘özel alana’ yerleştiren on sekizinci yüzyıl cinsiyet ayrımına göre şartlandırıldıkları için, kadınlar, hatta en radikal olanları bile, oy hakkını nadiren talep ettiler. Yığınsal kadın dernekleri kurdular. Bunların en ünlüsü ‘Devrimci-Cumhuriyetçi Yurttaşlar Derneği’ idi
Burada, devrim esnasında ortaya çıkan eğitimli orta sınıf feministler değil, sınıflarının ezilmesine karşı ayaklanan, sıradan işçi ve halktan kadınlardır. (Rus Devrimlerinde de böyledir) Bu dönemde ezilen işçi kadınlar temelde kadın cinsinin ezilmişlik sorunuyla paralel, ekmek krizi yüzünden kıvılcım almıştır.
Kadına yönelik taleplerinde ; eşit işlerde eşit ücret alma, cinsiyet ayrımını her çeşidinin kınanması, kadınların haklarının savunulması ve bu konuda bilgi edinmeleri, kadını sadece zevce ve ana rolü oynamak zorunda bırakan aile baskısına karşı mücadele, çocuk aldırma hakkı, seçme ve seçilme hakkı gibi kadını özgürleştirici istençler yer alır.
1848’e doğru bir kadın kulübü toplantısından bir söz; “erkekle kadın arasında doğanın vermekten hoşlandığı ayrımdan başka hiçbir ayrım kalmasın”
Bu hakların teoride ki karşılığı ülkeler arasında ve pratikteki karşılıkları ülkeler hatta mahalleler kadar küçük yerleşim biçimlerinde dahi farklılıklar mevcuttu ve hala da öyledir.
Günümüze bakıldığında; Feministlerin büyük bir bölümü, kadının ezilmesini erkeğin doğasından kaynaklanan sınıflar üstü bir sorun olarak ele alır. Kadın sorunu kadınlarla erkekler arasında ki bir çatışmaya indirgenir.
Oysa, temel fenomen; kadın ezilmişliğinin nedeni, ataerkil bir sistem olmasıdır. Ve bu ataerkil yapının da günümüzde ki karşılığı, erkek egemenliğinin yeniden-üreticisi ve sürdürücüsü olan kapitalist sistemdir.
Sınıflı toplumun başlangıcından bu yana var olan kadının ezilmişliği sorunu, her sınıftan kadında farklı, farklı yansımasını bulmuştur. Ezilen sınıfların kadınları, ezilmişliği ve sömürüyü katmerli yaşarken, ezen sınıfın kadını bu ezme ve sömürme ilişkisinde erkeğinin saflarında yer almıştır. Bu kapitalist toplumda da aynen geçerlidir.
Soruna bu açıdan yaklaştığımızda tek çözüm kapitalizmden kurtulmakla birlikte paralel olarak erkek egemen sistemin yıkılması gerektiğidir. Bu da ne yazık ki bazılarınızın canını sıkacağı gibi hiçbir sınıfsal ayrıcılığın olmadığı insan olanın eşitlik temelinde bir özgürlük paradigmasında yaşayacağı “komünal” bir dünya da olacaktır…
Fransız Devrimi sırasında ise; oylamaların ve halk derneklerinin büyük çoğunluğunun dışında kalan kadınlar, ayaklanmalarda, özellikle de Ekim 1789, 10 Ağustos 1792 ve en belirgin olarak 1795 bahar ayaklanmalarında çok önemli bir rol oynadılar. Erkeği ‘kamu alanına’, kadını ise ‘özel alana’ yerleştiren on sekizinci yüzyıl cinsiyet ayrımına göre şartlandırıldıkları için, kadınlar, hatta en radikal olanları bile, oy hakkını nadiren talep ettiler. Yığınsal kadın dernekleri kurdular. Bunların en ünlüsü ‘Devrimci-Cumhuriyetçi Yurttaşlar Derneği’ idi
Burada, devrim esnasında ortaya çıkan eğitimli orta sınıf feministler değil, sınıflarının ezilmesine karşı ayaklanan, sıradan işçi ve halktan kadınlardır. (Rus Devrimlerinde de böyledir) Bu dönemde ezilen işçi kadınlar temelde kadın cinsinin ezilmişlik sorunuyla paralel, ekmek krizi yüzünden kıvılcım almıştır.
Kadına yönelik taleplerinde ; eşit işlerde eşit ücret alma, cinsiyet ayrımını her çeşidinin kınanması, kadınların haklarının savunulması ve bu konuda bilgi edinmeleri, kadını sadece zevce ve ana rolü oynamak zorunda bırakan aile baskısına karşı mücadele, çocuk aldırma hakkı, seçme ve seçilme hakkı gibi kadını özgürleştirici istençler yer alır.
1848’e doğru bir kadın kulübü toplantısından bir söz; “erkekle kadın arasında doğanın vermekten hoşlandığı ayrımdan başka hiçbir ayrım kalmasın”
Bu hakların teoride ki karşılığı ülkeler arasında ve pratikteki karşılıkları ülkeler hatta mahalleler kadar küçük yerleşim biçimlerinde dahi farklılıklar mevcuttu ve hala da öyledir.
Günümüze bakıldığında; Feministlerin büyük bir bölümü, kadının ezilmesini erkeğin doğasından kaynaklanan sınıflar üstü bir sorun olarak ele alır. Kadın sorunu kadınlarla erkekler arasında ki bir çatışmaya indirgenir.
Oysa, temel fenomen; kadın ezilmişliğinin nedeni, ataerkil bir sistem olmasıdır. Ve bu ataerkil yapının da günümüzde ki karşılığı, erkek egemenliğinin yeniden-üreticisi ve sürdürücüsü olan kapitalist sistemdir.
Sınıflı toplumun başlangıcından bu yana var olan kadının ezilmişliği sorunu, her sınıftan kadında farklı, farklı yansımasını bulmuştur. Ezilen sınıfların kadınları, ezilmişliği ve sömürüyü katmerli yaşarken, ezen sınıfın kadını bu ezme ve sömürme ilişkisinde erkeğinin saflarında yer almıştır. Bu kapitalist toplumda da aynen geçerlidir.
Soruna bu açıdan yaklaştığımızda tek çözüm kapitalizmden kurtulmakla birlikte paralel olarak erkek egemen sistemin yıkılması gerektiğidir. Bu da ne yazık ki bazılarınızın canını sıkacağı gibi hiçbir sınıfsal ayrıcılığın olmadığı insan olanın eşitlik temelinde bir özgürlük paradigmasında yaşayacağı “komünal” bir dünya da olacaktır…