Diğer forumlarda yapılan tartışmalar sürekli bu konuya kaydığı için, tek başına ele almayı daha yaralı görüyorum. Oturup burada paragraflarca Marksizm'in ne olduğunu anlatmayacağım. Ancak, bu kavramı, dünya görüşünü kullananlar için marksizmin "Ne olmadığının" bilinmesi daha mühim bir sorundur. Dolayısıyla yanlışlardan gideceğim.
...
MArksizm, Marx'la beraber Sosyalizmin bilimsel bir yönteme oturtulmasından başka birşey değildir. Marx, insanlığın kurtuluşunun temel dinamiğini oluşturan şeyin üretim ilişkileri olduğunu (yani mevcut ekonomik sistem) vurgulamıştır. Buradan yola çıkarak kapitalizmi ve kapitalist sistemin, insanlar üzerindeki etkisi olan ideolojik aygıt ve kurumlarının, insanın tüm Dünyasal ilişkilerine (Verkehr) nüfuz ettiğini söyler. Yani sanıldığı gibi katı bir "ekonomik alt yapı" soprununda takılmaz. İnsanın tüm sosyal, psikolojik, bilimsel ve sanatsal aktivitesini belirleyen Bilinç, içinde bulunduğu maddi koşullarca varolur. Maddi koşullar değiştiğinde, üzerine kurulan Bilinç de değişime uğrar. Kölelik, bu zaman için nasıl insanlık dışı olarak görülüyorsa bugün, yarın da kapitalizmin sömürüsü ve neden olduğu tüm yıkıcılık da Komünizm'de aynı şekilde insanlık dışı görünecektir.
...
Marksizm, Marx'la beraber "tamamlanmış" durağan bir dünya görüşü değildir. Marksist bilinç ve yöntem insanla ilgili olan herşeyde, her ilişki ve üretim biçiminde mevcuttur. Bilim, sanat, ekonomi, psikoloji, tarih, felsefe yani güncel hayattaki boktan durumlarımız bile Marksist bilincin kapsamı içindedir. Ancak, farklı olarak, marksizm sadece bunları irdeleyip analiz eden değil, aynı zamanda değiştirmeye de yönelik bir amaç da güder. MArksizmin politik yönü de burada ortaya çıkar ki, aslında bu, politikanın marksistleşmesidir, adı da devrimciliktir işte.
...
Elbette tepeden zembille inmedi. Hakeza, konuyla gerçekten ilgilenen biri, Hegel'in Efendi-Köle diyalektiğinde, Saint-Simon'ların ütopik sosyalizminde Marx'tan önce Marksizmin izlerini bulabilir. Marx'ın bize verdiği ise, olayların, insana ait herşeyin algısını kavratacak bir metodolojidir (yöntembilim). Bunun adına da Diyalektik Materyalizm diyoruz. Şimdi en basitinden güncel veya dünya olaylarına bakışımız da, hâttâ tarihe bakışımız da bu yöntemin kullanılması, bize sistemce çarpıtılan ve sadece burjuva ideolojisini aklayan çıkarımların eleştirisini sunar.
...
Örneğin, tarih hakkında atıp tutuyoruz. Ancak, Amerikan tariçilerinin başını çektiği genel bir görüş (ki kıta avrupasında biraz Hegel, biraz da Hegel öncesi, yeni türeyen ve güçlenen burjuvazinin göçrüşüdür) tarihin devletler olarak örgütlenen halkların çatışması ile sınırlıdır. Tarihi ilerletenein de bu çatışmalar olduğunu ileri sürer. Marksizm ise, tarihi ilerletenin hâttâ her türlü savaşın özünde sınıf çatışmasının yattığını savunur. İşte İsrail'in Gazze'de yaptığı katliam bu burjuva görüşü çerçevesinde "kendi çıakrlarını korumak" olarak reva görülür ve ses çıkarılmaz. Hâttâ Türkiye de bile, Hamas PKK ile ilişkilendirilip, sürüncemede kalan ya da direk İsrail'e hak verenler de çıkmıştır.
...
Elbette bööyle düşünen insanlar "ben Amerikan devletler çatışmasına dayanan tarih anlayışını benimsiyorum" diye böyle söylemezler. Burjuva devletler tüm ideolojik kurumlarıyla bu düşünceyi bilinçlere sürekli olarak kazır. Ancak olaylara bakış açısından Marksist yaklaşım, genel geçer burjuva ideolojisinin reddini çıkarsayan özgür bir iradenin ürünüdür, ideolojik şartlanma değildir. Sıradan bir milliyetçinin milliyetçiliği hiç bir şekilde özgür irade sonucu değildir, mevcut sistemin ideolojik bombardımanının doğduktan beri sürekli enjekte edilmesidir zihinlere. Bu anlamda, "tarafsızlık" iddiası, aslında ideolojik şartlanmaların kabuludür, yutulmasıdır.
...
Genel tanımlamalardan sonra geçelim beylik iddialara:
"Makrsizm devletçiliktir".
Hayır değildir. Sorun burada devlete kimlerin sahip olduğudur. Çünkü Marx'a ve Engels'e göre devlet bir sınıfın elinde olan bir baskı kurumudur. Bu sınıf da vburjuvazidir. Devrim, işçi sınıfının devleti zorla ele geçirmesi ve sömüren azınlık burjuvazinin tamamen ortadan kaldırılmasıdır. Devlet sınıf egemenliğinin kurumsallaşmasıdır. İşçi sınıfının egemen olduğu İşçi Devletinin amacı ise zaten sııfları ortadan kaldırmaktır. Sınıfsız bir toplumda devlete ihtiyaç duyulmayacaktır, ancak ilk aşamada (ki buna Sosyalizm diyoruz, Marx Komünizmin birinci evresi der) burjuva sııfı ortadan kalktığı zaman, mevcut devlet üretim ilişkilerini düzene koyan ve en tabandan tavana doğru herkesin söz hakkı olduğu bir yapı oalcaktır. Sınıflı toplumun artıkları dünya üzerinden tamamen silindiğinde ise devlet de tarihin çöplüğüne atılacaktır. Kısacası, işçi sınıfının elinde olmayan her türlü devlete karşıdır marksizm.
...
"MArksizm insan doğasına karşıdır, insanın içinde bencillik vardır vs."
Şimdi bu veri hangi bilimsel çalışmalara dayanıyor? Uygarlık toplumunda, tüm bu üretim ilişkilerinin içinde yetişmiş, adam olmuş sıradan bir vatandaşı denek oalrak alırsak,bencillik, kibir vs gibi şeyler rahatça bulunur. Ancak bu insanın doğası mıdır, yoksa kapitalizmin (ya da her türlü sınıflı toplumun) insan doğasını bozduğunun kanıtı mıdır? Hadi bunu geçtik, ilkel kalmış topluluklar üzerinde araştırmalar yapılıyor. Sağda solda, popüler "bilim" kanallarında çok görürüz. Bir de bakılır ki, aynı şeyler onlarda da var! Ve gene insan bencilliğine kibirine, açgözlülüğne kanıt oalrak sunulur. Oysa dikkatli bir inceleme, bize söz konusu ilkel toplulukların da üretim ilişkilerini ortaya çıkarır. Erkek-egemen ve sııflı toplumun filizlendiği ilk dönemler rahatça görülür.
...
Ki, bunun tam tersini kanıtlayan araştırmalar da vardır. Engels'in Devletin Ailenin ve Özel Mülkiyetin Kökeni'nde Morgan'ın İroquois kızılderilileri üzerindeki araştırmalarını görürüz. Dahası Bronislaw Malinowsky'nin 1929'da Pasifik'te Trobriand Adalarındaki komünal sınıfsız toplum incelemeleri ve ondan 10 yıl sonra MArgaret MEad'in Samoa yerlileriyle ilgili bulguları, bunlara örnek verilebilir. Ortak Mülkiyet, "hırsızlık" kavramının dillerinde karşılığının buluynmaması, anaerkillik vs bu toplumların genel özelliği. Ve uygarlık toplumundaki hiç bir psikolojik sıkıntı da görülmez.
...
Ne olursa olsun, insan sürekli ileri gider ve ilkel kalamaz. İlkel olmaya özlem değildir, çünkü insan ilkel olduğu sürece doğaya egemen değildir. Doğaya egemen olmalarını sağlayacak şey de aslında sınıflı topluma geçiştir. Sınıflı toplum olmasaydı, insanlığın 1 milyon yıllık antropojik tarihinde son 10 bin yıldaki bu sıçrama olamazdı. Sınıflı toplum gerekliydi ve oldu. Ama aynı şekilde sınıflı toplumda kendi sonunu hazırlamıştır. Her türlü teknolojik gelişim, tüm insanlığın refahı için kullanılabilir. Sanıldığı gibi besin mesin de sorun değildir aslında. Dünya'daki besin potansiyeli şu andaki Dünya nüfusunun 5 katını besleyebilecek durumdadır. Ancak, kapitalizmin krizlerine neden olan fazla üretim sonucu, satılmayıp yokedilen tahıllar, süt gölleri vs harcanan besin kaynaklarının nasıl kâr uğruna yokedildiğini gösterir.
"Mustafa Kemal burjuva değildir"
Hoppadanak atladım amaaklıma geldi. Burjuva deyince akla "zengin çocuğu" ya da züppe" gelmesin. Biz burada bir sııftan ve hatta sınıf bilincinden bahsediyoruz. M. Kemal'in "Türk milleti yücedir" hamasetinin ardına sığınıp "sınıflar üstü" bir söylem gütmesi epey aldatıcı olmuş besbelli. Hâttâ Türkiye için "burada sııflar yoktur" deme cüretini bile göstermiştir Sovyet elçisine. Konuyla ilgili oalrak Fikret Başkaya'nın Paradigmanın İFlası kitabını öneririrm.
...
Şimdilik bu kadar yeter. Moderatör hışmına uğramak istemem böyle bir konu açtığım için, ama neyseki Bilim ve Felsefe moderatörü aklı selim bir arkadaş.
...
MArksizm, Marx'la beraber Sosyalizmin bilimsel bir yönteme oturtulmasından başka birşey değildir. Marx, insanlığın kurtuluşunun temel dinamiğini oluşturan şeyin üretim ilişkileri olduğunu (yani mevcut ekonomik sistem) vurgulamıştır. Buradan yola çıkarak kapitalizmi ve kapitalist sistemin, insanlar üzerindeki etkisi olan ideolojik aygıt ve kurumlarının, insanın tüm Dünyasal ilişkilerine (Verkehr) nüfuz ettiğini söyler. Yani sanıldığı gibi katı bir "ekonomik alt yapı" soprununda takılmaz. İnsanın tüm sosyal, psikolojik, bilimsel ve sanatsal aktivitesini belirleyen Bilinç, içinde bulunduğu maddi koşullarca varolur. Maddi koşullar değiştiğinde, üzerine kurulan Bilinç de değişime uğrar. Kölelik, bu zaman için nasıl insanlık dışı olarak görülüyorsa bugün, yarın da kapitalizmin sömürüsü ve neden olduğu tüm yıkıcılık da Komünizm'de aynı şekilde insanlık dışı görünecektir.
...
Marksizm, Marx'la beraber "tamamlanmış" durağan bir dünya görüşü değildir. Marksist bilinç ve yöntem insanla ilgili olan herşeyde, her ilişki ve üretim biçiminde mevcuttur. Bilim, sanat, ekonomi, psikoloji, tarih, felsefe yani güncel hayattaki boktan durumlarımız bile Marksist bilincin kapsamı içindedir. Ancak, farklı olarak, marksizm sadece bunları irdeleyip analiz eden değil, aynı zamanda değiştirmeye de yönelik bir amaç da güder. MArksizmin politik yönü de burada ortaya çıkar ki, aslında bu, politikanın marksistleşmesidir, adı da devrimciliktir işte.
...
Elbette tepeden zembille inmedi. Hakeza, konuyla gerçekten ilgilenen biri, Hegel'in Efendi-Köle diyalektiğinde, Saint-Simon'ların ütopik sosyalizminde Marx'tan önce Marksizmin izlerini bulabilir. Marx'ın bize verdiği ise, olayların, insana ait herşeyin algısını kavratacak bir metodolojidir (yöntembilim). Bunun adına da Diyalektik Materyalizm diyoruz. Şimdi en basitinden güncel veya dünya olaylarına bakışımız da, hâttâ tarihe bakışımız da bu yöntemin kullanılması, bize sistemce çarpıtılan ve sadece burjuva ideolojisini aklayan çıkarımların eleştirisini sunar.
...
Örneğin, tarih hakkında atıp tutuyoruz. Ancak, Amerikan tariçilerinin başını çektiği genel bir görüş (ki kıta avrupasında biraz Hegel, biraz da Hegel öncesi, yeni türeyen ve güçlenen burjuvazinin göçrüşüdür) tarihin devletler olarak örgütlenen halkların çatışması ile sınırlıdır. Tarihi ilerletenein de bu çatışmalar olduğunu ileri sürer. Marksizm ise, tarihi ilerletenin hâttâ her türlü savaşın özünde sınıf çatışmasının yattığını savunur. İşte İsrail'in Gazze'de yaptığı katliam bu burjuva görüşü çerçevesinde "kendi çıakrlarını korumak" olarak reva görülür ve ses çıkarılmaz. Hâttâ Türkiye de bile, Hamas PKK ile ilişkilendirilip, sürüncemede kalan ya da direk İsrail'e hak verenler de çıkmıştır.
...
Elbette bööyle düşünen insanlar "ben Amerikan devletler çatışmasına dayanan tarih anlayışını benimsiyorum" diye böyle söylemezler. Burjuva devletler tüm ideolojik kurumlarıyla bu düşünceyi bilinçlere sürekli olarak kazır. Ancak olaylara bakış açısından Marksist yaklaşım, genel geçer burjuva ideolojisinin reddini çıkarsayan özgür bir iradenin ürünüdür, ideolojik şartlanma değildir. Sıradan bir milliyetçinin milliyetçiliği hiç bir şekilde özgür irade sonucu değildir, mevcut sistemin ideolojik bombardımanının doğduktan beri sürekli enjekte edilmesidir zihinlere. Bu anlamda, "tarafsızlık" iddiası, aslında ideolojik şartlanmaların kabuludür, yutulmasıdır.
...
Genel tanımlamalardan sonra geçelim beylik iddialara:
"Makrsizm devletçiliktir".
Hayır değildir. Sorun burada devlete kimlerin sahip olduğudur. Çünkü Marx'a ve Engels'e göre devlet bir sınıfın elinde olan bir baskı kurumudur. Bu sınıf da vburjuvazidir. Devrim, işçi sınıfının devleti zorla ele geçirmesi ve sömüren azınlık burjuvazinin tamamen ortadan kaldırılmasıdır. Devlet sınıf egemenliğinin kurumsallaşmasıdır. İşçi sınıfının egemen olduğu İşçi Devletinin amacı ise zaten sııfları ortadan kaldırmaktır. Sınıfsız bir toplumda devlete ihtiyaç duyulmayacaktır, ancak ilk aşamada (ki buna Sosyalizm diyoruz, Marx Komünizmin birinci evresi der) burjuva sııfı ortadan kalktığı zaman, mevcut devlet üretim ilişkilerini düzene koyan ve en tabandan tavana doğru herkesin söz hakkı olduğu bir yapı oalcaktır. Sınıflı toplumun artıkları dünya üzerinden tamamen silindiğinde ise devlet de tarihin çöplüğüne atılacaktır. Kısacası, işçi sınıfının elinde olmayan her türlü devlete karşıdır marksizm.
...
"MArksizm insan doğasına karşıdır, insanın içinde bencillik vardır vs."
Şimdi bu veri hangi bilimsel çalışmalara dayanıyor? Uygarlık toplumunda, tüm bu üretim ilişkilerinin içinde yetişmiş, adam olmuş sıradan bir vatandaşı denek oalrak alırsak,bencillik, kibir vs gibi şeyler rahatça bulunur. Ancak bu insanın doğası mıdır, yoksa kapitalizmin (ya da her türlü sınıflı toplumun) insan doğasını bozduğunun kanıtı mıdır? Hadi bunu geçtik, ilkel kalmış topluluklar üzerinde araştırmalar yapılıyor. Sağda solda, popüler "bilim" kanallarında çok görürüz. Bir de bakılır ki, aynı şeyler onlarda da var! Ve gene insan bencilliğine kibirine, açgözlülüğne kanıt oalrak sunulur. Oysa dikkatli bir inceleme, bize söz konusu ilkel toplulukların da üretim ilişkilerini ortaya çıkarır. Erkek-egemen ve sııflı toplumun filizlendiği ilk dönemler rahatça görülür.
...
Ki, bunun tam tersini kanıtlayan araştırmalar da vardır. Engels'in Devletin Ailenin ve Özel Mülkiyetin Kökeni'nde Morgan'ın İroquois kızılderilileri üzerindeki araştırmalarını görürüz. Dahası Bronislaw Malinowsky'nin 1929'da Pasifik'te Trobriand Adalarındaki komünal sınıfsız toplum incelemeleri ve ondan 10 yıl sonra MArgaret MEad'in Samoa yerlileriyle ilgili bulguları, bunlara örnek verilebilir. Ortak Mülkiyet, "hırsızlık" kavramının dillerinde karşılığının buluynmaması, anaerkillik vs bu toplumların genel özelliği. Ve uygarlık toplumundaki hiç bir psikolojik sıkıntı da görülmez.
...
Ne olursa olsun, insan sürekli ileri gider ve ilkel kalamaz. İlkel olmaya özlem değildir, çünkü insan ilkel olduğu sürece doğaya egemen değildir. Doğaya egemen olmalarını sağlayacak şey de aslında sınıflı topluma geçiştir. Sınıflı toplum olmasaydı, insanlığın 1 milyon yıllık antropojik tarihinde son 10 bin yıldaki bu sıçrama olamazdı. Sınıflı toplum gerekliydi ve oldu. Ama aynı şekilde sınıflı toplumda kendi sonunu hazırlamıştır. Her türlü teknolojik gelişim, tüm insanlığın refahı için kullanılabilir. Sanıldığı gibi besin mesin de sorun değildir aslında. Dünya'daki besin potansiyeli şu andaki Dünya nüfusunun 5 katını besleyebilecek durumdadır. Ancak, kapitalizmin krizlerine neden olan fazla üretim sonucu, satılmayıp yokedilen tahıllar, süt gölleri vs harcanan besin kaynaklarının nasıl kâr uğruna yokedildiğini gösterir.
"Mustafa Kemal burjuva değildir"
Hoppadanak atladım amaaklıma geldi. Burjuva deyince akla "zengin çocuğu" ya da züppe" gelmesin. Biz burada bir sııftan ve hatta sınıf bilincinden bahsediyoruz. M. Kemal'in "Türk milleti yücedir" hamasetinin ardına sığınıp "sınıflar üstü" bir söylem gütmesi epey aldatıcı olmuş besbelli. Hâttâ Türkiye için "burada sııflar yoktur" deme cüretini bile göstermiştir Sovyet elçisine. Konuyla ilgili oalrak Fikret Başkaya'nın Paradigmanın İFlası kitabını öneririrm.
...
Şimdilik bu kadar yeter. Moderatör hışmına uğramak istemem böyle bir konu açtığım için, ama neyseki Bilim ve Felsefe moderatörü aklı selim bir arkadaş.