Yatsıya Kadar

Hepimiz zaman zaman küçüklü büyüklü yalanlar söylüyoruz.
Yavuz Erten den yalanın kökeni hakkında sizlere bir makale

---


Yatsıya Kadar…


I.

Çocuk yaşamının ikinci yılında yalan söylemeyi öğrenir. Kulağa tuhaf gelebilir ancak psikolojik gelişimi sonucunda elde edilen bir yetenektir. O artık bir “iç-dış ayrımı”nın farkına varmıştır. İç alan başlangıçta öncelikle öznelliğin nesnel boyutu bedeninden ve o bedenin içi’nden oluşurken, sonrasında bir de soyut alan ortaya çıkmaya başlar. Orası ruhsallığı veya zihnidir.

Annesinin de bir içi vardır. Annesinin bedenine duyduğu yakıcı merak, arzu ve haset yavaş yavaş onun ruhsallığına da yönelir. Annenin düşünceleri, niyetleri, arzusunun farkına varır. Onları anlamaya, kontrol etmeye, sahip çıkmaya çalışır.

Ne var ki, öznelliğin somut sınırı olan beden annenin ruhsallığını göstermeyen, bir perde arkasına alan bir duvardır. Kendi duvarı da olduğunun farkına başladığı zaman, arzunun ve açlığın o muhteşem nesnesinden (annesinden) uzaklaşma ve kopma acısını, ama aynı zamanda, kendi duvarını oluşturma keyfini (intikamını?) yaşar. Kendi sınırları içinde mahremiyetinin yalnızlığı ve gücünü elde etmiştir. Artık yalan söyleyebilmekte ve bazen anne yalanın farkına varmamaktadır. Yalan söyleyebilme bir iç dünyaya sahip olmanın keyfini içerir. Her ne kadar, annenin ruhsallığının onunkine göre orantısız gücü, zaman zaman öznelliğinin duvarının üstünden atlayarak zihninden geçenleri okuyabilse de, gitgide güçlenen ve oynanan ilişkisel oyunu kavramaya başlayan çocuk, ruhsallığını ve mahremiyetini korumayı öğrenir. Zaten bunun olamadığı durumlarda, ileriki yıllarda ağır ruhsal bozukluklara yol açacak bir anne işgali vardır. Psikotiklerin hezeyanlarındaki gözleri x-ışınlı ve içine, zihnine giren düşmanlar olgusunun temeli bu aksamadır. Psikotik, öznellik duvarını yeterince inşa edememiştir ve sürekli dışarıdan gelen saldırılara maruz kalıyor gibi hissediyordur.

Öznel alan nesnel dünyadan ve ötekilerden bir benlik duvarı ile ayrılır ama onlarla alış veriş yapar. Duvarın tam teşkil etmemiş olması yukarıda söylenen sorunlara yol açacaktır. Bazı durumlarda ise duvar çok kalınlaşır. Alış veriş en aza iner ya da sahte bir alış verişe dönüşür. Öznellik duvarının yarı geçirgen oluşu hem alış verişi sürdürmeyi, hem de kişinin öznelliğini korumayı sağlar.

Dışarısıyla alış veriş, bir başka deyişle, iletişim, ilişkiler, besleme, beslenme, sevme, sevişme, dövüşme, iktidar, mülk edinme, tüm bunlar, iç dünyanın dış koşullara uyum sağlamasını gerektirir. İç dünya her alış verişe kendi doğal oluşu ile çıkamaz. Uyumun temelinde “kurgu” vardır. Bir başka deyişle, iç dünya dış dünyaya biraz yalan söyler. Arzu ettiği kadının gönlünü çelmeye çalışan erkek kendini olduğundan biraz daha cesur, akıllı, güçlü göstermeye çalışır. Dövüş naraları atan kişi dövüşmekten çok, düşmanın bu naralardan ürküp gitmesini istiyordur. Gözyaşları bazen üzüntüden değil arzunun son ve öldürücü darbesini indirmek içindir.

Bu kurgusal yan her ne kadar tüm canlıların uyum kapasitelerinde bir dereceye kadar bulunsa da, insanın evriminde dilin ortaya çıkışı ve buna koşut olarak ruhsallığının kuantum sıçramalarla karmaşıklaşması sonucunda, insani var oluşun önemli bir boyutu haline gelmiştir. Bu kurgusal yan insanın yaratıcılığının, fantezilerinin ve arzusu ile kurduğu yakıcı ilişkinin odağına yerleşir. Bu kurgusallığın derecesi ruhsallıkta önemli bir belirleyicidir. Kurgusallığın koyulaşması insanın kendi yalnızlığındaki doğal var oluşuyla bile arasına büyük mesafeler koymaya başlamışsa, “yalan” öznelliğin merkezine oturmuş demektir. “Yalın” ile “yalan” birbirlerinden bir kaygı uçurumu ile ayrılırlar.

II.

Bu uçurumun derinliği ürkütücü hale geldiğinde yapılacak şey onu bilinçsizliğe doğru itmektir. Psikanalizin temelde ilgilendiği bu “bilinçdışı oluş”tur. Savunma düzenekleri yalanın bekçileridir. Kurgusal olanın devamını sağlarlar. Freud bu düzeneklerin ayrıntılı tanımlamasını yapıp, işleyişleri hakkında önemli açılımları başarmıştır. Bu açıklamalar ruhsallığın iç işleyişinin mekaniğini gözler önüne serer. Ancak Freud’dan sonra daha da ileri gidilerek, bu iç işleyişin öznelliğin sınırında kalmayıp, nasıl kişinin ilişki içinde olduğu insanlara, topluluklara da yansıdığı daha açık bir şekilde ortaya konmuştur. Savunma düzenekleri bu içsel yalanları, dışarıya da taşıyıp, diğer insanları bu hipnozun kapsamına alabilirler, onlara roller, replikler verebilirler. Örneğin kendi bağımlılık gereksinimlerinden ve bunlarla bağlantılı zayıflık, çaresizlik hallerinden ürken ve soğuk, yalnız ve kibirli bir var oluş yaşayan bir kişi, bağımlılık gereksinimlerini, zayıflığı, çaresizliği çevresindeki insanlara satabilir. Onun içsel yarılmışlığı artık dışsal ve ilişkisel bir duruma dönüştürülmüştür. Bazen bir kişinin (bir liderin?) içsel durumunu yansıtması tüm bir grubun üyelerinin paranoyasının temelini oluşturabilir.

Psikanaliz odası kişinin kendine ve ötekilere söylediği ve bilinçsiz olduğu yalanları ile yüzleşme yeridir. Bu yalanlar durduk yere söylenmemişlerdir. Dibi derin kaygı uçurumu o yalanların sebebidir. Kişi bu içsel ve bilinçsiz yalanları tehlikelerden kaçınmak için söylemiştir/söyler/söyleyecektir. Psikanalist içine girmeye zorlandığı rol dağılımının farkına varmak, bir ayağını bu yansıtmaların dışına almak ve oradan yorumlamakla mükelleftir. Bir ayağı yalanın içinde kalacaktır çünkü kendisine yansıtılanın tüm boyutlarını görmesi, divanındaki kişinin öznelliğinin temeli olan öykünün gidebileceği yere kadar anlatılmasını da sağlaması gerekmektedir. Bu sebeple analiz ağır ilerleyen ve divandaki kişinin öznelliğine saygı gösteren bir tabiattadır. Tez canlı ve fazla yüzleştirmeci bir analist, yalanın oluşumuna sebep olan tehlikeyi yeniden üretmekten başka bir işe yaramaz. Böyle bir zamansız ve orantısız tehlike artışı, divandaki kişiyi analizden kaçırıp, yaşam boyu yalanının içinde kalmaya mahkûm edebilir.

Ayrıca, işini bilen ve insanlık durumunu süzebilen bir analist, bu içsel ve bilinçsiz “yalanlar” ile öznelliğin mahremiyetinin, yaratıcılığının, aşkınlığın temeli olan “kurgu” arasında ayrım da yapabilir. Her bir öznellik kendine astarı yüzünden pahallı, habis yalanlar söylemeyebilir. Ancak her bir öznellik iç dünyanın onu diğerlerinden ayıran kurgusuna sahiptir. En önemli ayırım kişinin kendi kurgusu üzerine çalışabilmesi, onu kullanabilmesi, onu geliştirebilmesidir. İlk durum kişinin kendi kendini yanıltmasının esiri olmasıdır. İkinci durum kişinin var oluşunu yaratıcı bir oyuna dönüştürmesidir.

Her bir öznellik sonuçta ölümlü olduğunu bilir. Ölümlülüğünü sırtında bir darağacı olarak taşımaktadır. Sonuçta yapmakta olduğu tüm işler, uğraşlar, amaçlar, hedefler o darağacının yanında “yalan” görünebilir. Ancak darağacını sırtından indirip karşına geçeceği güne kadar öznellik kurgusu içinde kendi rolünü oynar. O rolün içindeyken ölümüne bütünüyle bilinçsiz değildir. Ancak ölümü her anını da doldurmuyordur. Ölümlülüğünü ona kuvvetle hatırlatan anlarda rolü ve rolünün genel çerçevesi olan öznellik kurgusu zayıflasa da, o tekrar rolüne döner. Oyun her şartta devam etmelidir.

Oyuna bütünüyle kaptıranlar ve göz ucuyla ölümlülüğünü görmeyenler, arzuya bir gün tamamen ulaşacaklarına inananlardır. Oysa arzu hiçbir zaman ulaşılamayacak ancak hep peşinden sürükleyecek olandır çünkü tüm arzular temelde ölümsüzlüğe dairdir. Oyuna bütünüyle kaptıranlar habis yalanın esiridirler. Bu sebeple hırçın, tahammülsüz ve kaygılıdırlar.

Psikanaliz kişiyi bu habis yalanlardan rolüyle barışık öznel kurgulara taşımayı amaçlar.

Kaynak: www.icgoru.com
 

Geri
Üst