Ercüneyt Özdemir

Evet arkadaşlar bu adı daha yeni duymuş olabilirsiniz ama çok tecrübelidir kendisi. Barış Akarsu ve Haluk Levent'e birçok beste vermiştir.
Şu an duvar adlı parçasıyla hayranı oldum diyebilirim. Düşüncelerinizi yazarsanız sevinirim.
 
•Ercüneyt Özdemir, müzige A.Ü. Iletisim Fakültesi’nde ögrenciyken basladi. Baslangiçta MFÖ, Beatles gibi ustalara ilgi duydu.
•Ilk profesyonelce adimi, 1992’de kurdugu Metropolis oldu. Bu ekiple Türkiye ve Avusturya'da pek çok kez sahne aldi.
•Ekip 2003 yilinda tüm söz ve besteleri Ercuneyt Özdemir'e ait olan “Makine” albümünü yayinladi. Alternatif rock tinili albüm basindan ve müzik çevrelerinden yankilari hala süren pek çok övgü aldi.
•Istanbul’a yerlesen Ercüneyt, bir yandan Indigo, Fishmind gibi icra gruplariyla calisirken bir yandan da Jingle Factory bünyesinde reklam ve dizi müzikleri yapti. (www.jingle-factory.com)
•“Uya” projesinde aranjör ve besteci olarak yer aldi. Eserleri, Haluk Levent, Baris Akarsu gibi sanatçilarin albümlerinde yer aldi.
•2005’te solo çalismalara basladi. Aranjörlügünü Yildiray Gürgen’in, yapimciligini Hilmi Özer ve Yusuf Bazencir'in üstlendigi proje A1 etiketiyle yayinlaniyor.
•Albümde tüm söz ve besteler yine Ercuneyt’e ait. Çalismada “40 Kere”, “Duvar” gibi güçlü parçalar dikkat çekiyor. “Serseri Dünya”, “Kirbaç”, “Geceler” gibi hüzünlü parçalar çalismaya esas rengini veriyor.
•Albümün sürprizi daha önce “Makine” albümünde yer alan ve çok begenilen “Gel Gör Beni” isimli parçanin 2008 versiyonu.. Düzenlemesini Cüneyt Karayalçin ve Ercüneyt Özdemir'in yaptigi bu elektronik çalisma “2 süper film birden” adli sinema filminde de kullanilmisti


http://www.myspace.com/e8project
 
ROLL Dergisinin Ağustos 2008 Sayısında Sevgili Ercüneyt Özdemir ile yaptığı Röportaj

ERCÜNEYT ÖZDEMİR

Semtini Arayan Adam

Ankaralı Metropolis grubunun 2003'te yılların tecrübesini konuşturduğu "Makine" albümü, ne yazık ki bir son nefesmiş. Metropolis dağıldı, ama şarkı yazarı / şarkıcı Ercüneyt Özdemir pes etmedi, ince ince düşünülüp bangır bangır çalınmış gayet modern bir rock albümüyle, "E8" le çıkageldi. Şarkı yazarlığının püf noktalarını, Beyoğlu'ndaki stüdyosunda, çay, kahve ve bira eşliğinde kendi ağzından dinledik.

R.D. - Eski grubun Metropolis'le yaptığın tek albüm "Makine"den "Gel Gör Beni", ilk solo albümün, "E8"de de var. Neden şarkının remiksini yapma ihtiyacı hissettin ?

Aslında bir arkadaşım, kendi albümüne almak istemişti. O ara galiba çok Chemical Brothers dinliyordum, parçanın kulüp versiyonunu yapmayı düşündük. O aranjman elimde iki sene dolaştı. Arkadaşım vazgeçince, "o kadar uğraştık, bari kendim söyleyeyim" dedim. Değişik açılımları oluştu şarkının, es geçmeyelim istedim.

R.D. - Yani hala Metropolis'in şarkılarıyla tek tek uğraşıyor değilsin...

Yok, bu özel bir durum. Fazla arkasına bakan bir adam değilim. Ama Metropolis albümü daha fazla insana ulaşabilirdi gibi bir duygu da yok değil içimde.

R.D. - Niye bitti Metropolis?

"Bu işi yürüteceğiz" diye dört sene yurtdışına, Avusturya'ya kaçmak durumunda kalsak da, Türkiye'ye dönme fikri ağır bastığında, yavaş yavaş bir iş-güç sahibi olma, evlenme gibi şeyler başladı. Müzik bir meslek, ben hayatımı hala müzikten kazanıyorum, ama herkes bu bakış açısında olmayabiliyor. Biz Ankara orjinli bir gruptuk. Şehir değiştirip İstanbul'a taşındığımda, bir yıl Ankara'yla bağımı kesmedim, hep gittim geldim. Grup elemanlarımız, sağolsunlar, üç kere İstanbul'a geldiler, o da oflaya uflaya. Grubun sonunu getiren de galiba benim İstanbul'a gelmem oldu. Arkamdan gelselerdi ya da ben orda kalsaydım ne olurdu, tartışılır. Yaşlar ilerledi, bireysel tercihler önce çıktı. "Herhalde" dedim, "bu grup dağıldı". Bir araya gelip prova yapmayalı da bayağı uzun zaman olmuştu.

R.D. - 2003'te "Makine" çıktıktan sonra Metropolis olarak neler yapmıştınız?

Bir sene kadar Ankara'da, Limon'da çalmaya devam ettik. Orada güzel gecelerimiz oldu, normal cover repertuarımıza kendi şarkılarımızı ek yapıyorduk.

R.D. - Nerdeydi Limon?

Sakarya Caddesi'ndeydi. Biz bıraktıktan sonra korkunç bir cinayetle kapandı. İşletmecilerden biri dört-beş kişinin katili oldu, barın elemanlarından çok sevdiğimiz bir arkadaşımız da maalesef öldürüldü. Filmlik bir hikaye bu. Ama Limon, açılışından kapanışına kadar, Ankara için çok tarihi bir mekandı bence. Ankara'daki diğer mekanlara göre dışavurumun bayağı serbest olduğu, müzik tarzı olarak kimsenin kimseyi engellemediği bir yerdi. '90'larda Manhattan'da Nirvana çalıyoruz diye blues'cular arkamızdan toplantı yaparlardı. Ankara'da hiç azımsanmayacak, bayağı mutaasıp bir blues topluluğu vardır. Gerçi şikayet etmiyorum, gitarın nasıl ele alındığını, nasıl çalındığını onlardan gördük. Ama Limon dönemini ayırmak lazım, İstanbul'da çok örneği olmayan bir yerdi bana göre. Limon'un ardından Çilekeş'ler, Manga'lar, Deja Vu'lar aktı geldi.

R.D. - Onlar da çalıyor muydu Limon'da?

Ya çalıyorlardı ya da sahnenin önünde bizi dinliyorlardı. Ankara'dan gelen yeni kuşak gruplar o enerjinin ürünü gibi geliyor bana, ciddi bir alevdi. Ama Metroplis de orada çalmak dışında çok da bir şey yapmadı o dönem. Birkaç kere İstanbul'da konser verdik, sonra baktık ki iş istediğimiz gibi gitmiyor, herkes kendi kabuğuna çekildi. Benim İstanbul'a taşınmam 2002'ye denk geliyor. Ben de ilk geldiğimde şaşırdım, ne yapmalıyım, nasıl sadece müzikle uğraşabilirim diye düşündüm. Bir süre cover çalmaya direndim, ama baktım olmuyor. Beyoğlu'ndaki gruplara monte olmaya çalıştım. Büyükparmakkapı Sokak açısından bakılırsa, başarılı sayılacak gruplarla çalıştım. Orası da bir fenomen oldu, sadece Beyoğlu'nda çalmak değil de, o sokakta, Hayal Kahvesi, Line ve Mojo'da çalmak başka bir aşama gibi görülüyor bar müzisyenleri açısından. Ben Indigo diye bir grupla çalıştım, girdiğimde bir aylık bir solistleri vardı, ama ondan ayrılmak istiyorlardı.

R.D. - Ne cover'ları yapıyordunuz?

Dünyanın en sevilen şarkıları repertuarı, '70'ler, '80'ler CD'lerindeki şarkıların çoğunu çalıyorduk. Cake, Depeche Mode, Steve Miller Band... Sert şeyler yoktu, gitarcı kolay kolay distorsiyona basamazdı. Bir nevi Beyoğlu parti rock müziğiydi.Fishmind grubunda ise daha grunge bir repertuarımız vardı.

R.D. - Metropolis şarkıları söylüyor muydun bu gruplarda?

Hayır, hiç dokunmadım bile. Metropolis'ten sonra bende bu işi grupla yapma fikri biraz söndü işin doğrusu. Biraz da kendimi zorlamak istedim, tek başıma tasarlayabileceğim müzik nereye varabilir diye. Ayrıca, Metropolis, o güne kadar sahip olduğum, ama serbest bırakamadığım bir potansiyeli de engelliyor olabilirdi.

R.D. - Dinlediğiniz müzikler birbirinden çok farklı mıydı Metropolis'te? Mesela Chemical Brothers dinler miydi onlar?

Elektronik müzik çok dinlemezler bildiğim kadarıyla. Dream Theater, Rush gibi grupları çok severdi davulcumuz. Ben de dinlerdim ama, çok da rağbet etmezdim öyle şeylere. Bana fazla kurgulanmış, hatta kurgulanmaktan boku çıkmış gibi geliyor progresif müzik. Enstrümanını çalma üzerine değişik bir deneyim olabilir, ama ben daha ziyade ustalara ilgi duyduğumu fark ettim. Nick Cave gibi, Mazhar Alanson gibi, Jeff Buckley gibi şarkı yazarları üzerine yoğunlaştım. Bu ayrmı yapabildiğim andan itibaren de galiba o ustalığın peşindeyim.

R. D. - Ustalığın derken, şarkı ustalığından mı söz ediyorsun?

Şarkı yazma ustalığı değil sadece, bir hayat ustalığı da var burada. Sait Faik, Mahmut Şevket Esendal da okuyorum çok. Edip Cansever bana fazla prgogresif geliyor, onun yerine Cemal Süreya'yı, Özdemir Asaf'ı açıyorum. Ifadelerin daha net, daha belirgin olması beni cezbediyor. Kulağımı tersten göstermektense, direkt göstereyim diyorum. Metropolis'teki gibi el yordamıyla da değil, seçilmiş sözcüklerle, hecelerle, seçilmiş uyaklarla, biraz daha rafine yollarla yapmak istiyorum bunu. Eskiden aklına gelen her şeyi yazan bir adamken, artık doğru dürüst not defteri taşımıyorum, ama yeri geldiğinde yine kalemi kağıdı, gitarımı, kayıt cihazımı önüme alıp sabaha kadar bir fikrin peşinden gidiyorum.

R.D. - Heybende çok şarkı var mı?

Benim kadar müziğin içinde olan biri için aslında az. Belki 25-26 tane şarkım vardır hepi topu. Bu iki albüme girmeyenlerin beş-altı tanesi de başkalarının albümlerinde.

R.D. - Ilham bekleyenlerden misin yani?

Ilhamla pek aramız yok, ben onu aradığımda ortalarda olmuyor. (gülüyor) Ben galiba daha çok tepem attığında şarkı yazıyorum. Hissettiğim duygunun belli bir yoğunluğa gelmesi gerekiyor, onu yaşamazsam kalemi elime almıyorum. Ya da "şarkı yazmalıyım, şarkı yazmalıyım" diye beynime vurup duruyorum, sonra bir bakmışım, gerçekten de yazıyorum. Kendi verimsizliğimden de çok şikayetçiyim, ama zorla güzellik de olmuyor işte. Kendimle arama çok fazla gürültü girdiğini hissediyorum son zamanlarda. Daha da beteri, bu gürültüye yaranmaya çalıştığımı fark ediyorum. Bir süre sonra insan o gürültü yüzünden kendisinin ne olduğunu unutuyor. "Nereden başlamıştım ben bu işe" diye soruyorum kendime, "başlangıçta neydim, bana şarkı yazdıran, o gitarı sabahlara kadar çaldıran şey neydi?" Daha fazla peter Gabriel, R.E.M., The Smiths, Ahmet Kaya dinlemeye başladım.

R.D. - Stüdyoda cingıllarla, dizi müzikleriyle uğraşmak seni sevdiğin şeylerden uzaklaştırıyor mudur?

Şarkı yazmadıysam, yaptığım hiçbir iş beni tatmin etmiyor, oyalıyor ancak. Ama bunu mesleki deformasyon gibi değil de, mesleki dönüşüm gibi algılamak lazım. Ilk yola çıktığım andan daha hakimim yaptığım işe. Gürültüden kastım, mesela sabahları yarım saat seyrettiğim televizyon da olabilir. Kırda, dağda bile peşimizi bırakmayan bir sürü ses... Bütün bunlarla iyi geçinmek, biraz azaltmak mümkün mü acaba, asosyal olmadan?

R.D. - Istanbul da yoruyor olabilir mi seni? Ankada'dan, Izmir'den gelenler zor alışır genellikle Istanbul'a. Neresindensin Ankara'nın?

Cebeciliyim. Mazhar Alanson'un semtinden. Cebecili olmaktan kaynaklanan bir semt çocuğu olma durumum var. Bunu yurtdışında sürdüremedim, o toprağa tam yakışamadım, o duyguyu arıyordum, ama ne olduğunu da tam bilemiyordum.
Şimdi işyerim Beyoğlu'nda, evim Elmadağ'da, Beyoğlu barlarında defalarca çalmışlığım var, yani son zamanlarda bu semtin çocuğu olma durumu ortaya çıkıyor. Mahmut Şevket Esendal'ı o yüzden seviyorum, Beyoğlu'nda yaşayan sıradan insanları akıcı bir dille anlatabiliyor. Ben de sokağa çıkıyorum, buralarda yürüyorum, elli sene önce bahsettiği insanları ben de görüyorum. Her insanın ayrı bir öyküsünün olması, Beyoğlu'nun kozmopolitliği filan bir yana, bahsettiğim ustalığın içinde bir yere ait olarak bu işi yapma da var. O ustaların hiçbiri geldikleri yere ihanet etmemişler, içinden çıktıkları şeyi anlatmışlar. Gürültüye yaranmadan kastım biraz da böyle bir şey. Ne yaptığını, ne olduğunu hatırlatan şeyler bunlar. Üç kuruş paranın kaygısıyla bir müzisyenin hayatta kalma şansı yok. Herkesi bitirmiş olan bu hırs müzisyeni daha hızlı bitiriyor.

R.D. - Cebeci'yi Ankara'nın diğer yerlerinden ayıran ne?

Üniversite faktörü var, en önemlisi Siyasal'ın Cebeci'de olması bizim mahalle kültürümüzü çok etkiledi...
'80'lerde, ergenlik dönemimizde görüp görebileceğimiz, hayal kırıklığına uğramış solculardı. Buna rağmeni politikanın ne olduğunu merak ettik, "biz evvela insanız, dünyaya insanca bakıp eleştireceğiz, kendi yaşama fikrimizi kendi çabamızla geliştireceğiz" diyebildik. En basitinden, sürekli gittiğimiz bri çay ocağı vardı mahallede, Marksistti sahibi, bize sürekli siyaset komedisi yapardı. Politika, çaycısına kadar bulaşmıştı o zamanlar. Cebeci'de piştim ben, ilokulundan üniversitesine kadar. Iletişim mezunuyum, o da Siyasal'ın parçasıydı eskiden.

R.D. - Üniversiteye evden yürüyerek gidip geliyordun yani...

Evet, bütün okullarıma yürüyerek gittim. En uzak okulum Kurtuluş Lisesi'ydi, oraya çeşitli yerlerden öğrenciler gelirdi. Eskiden beri MHP'nin kalesi diye bilinirdi, nitekim son bir sene okulun arka kapısından çıkmak zorunda kaldım bir arkadaşımla beraber. Bizi öyle ya da böyle şiddet yoluyla bastırıyorlardı. Belki direkt politik mevzu gibi görünmüyordu olay, ama kız mevzularından filan gözümüzü korkutmuşlardı. Çok kalabalıklardı, yapacak bir şey yoktu. (gülüyor) Içlerinde, öğrenci olmadığı halde okul çıkışına gelen sivil polisler de vardı, yaşları da öğrencilerden çok büyük değildi. Adam mezun olmuş, hemen polis yapmışlar, Kurtuluş Lisesi'nin önüne dikmişler. Herkesi bilirlerdi, "bunlar komünist" dedikleri hemen halledilirdi. Bizim gördüklerimiz, terör denilen şeylerin yanında hiçbir şey tabii ki. Biz hiçbir şey görmedik, ama yine de ayrımcılık fikrinin başlangıcı orada oldu bende. Şu anda belki lise yıllarımdaki kadar "biz ve onlar" fikrine, her şeyin bu kadar basit sınıflandırılabileceğine inanmıyorum. O yüzden de artık şarkılarımda çok fazla mesaj kaygısı taşımamaya çalışıyorum. Fazla yer ve zaman işaretleri koymuyorum şarkılara. Bir şeyin avukatlığını yapıyormuş gibi görünmek istemiyorum. Tek sorumluluğum iyi müzik olmalı diye düşünüyorum.

R.D. - Ercüneyt Özdemir olarak müziğine devam etmenin koşulları neler, kendi şarkılarınla kendini sahnede görüyor musun mesela?

Şu ana kadar Ercüneyt Özdemir olarak konser vermedim, ama ağustos itibariyle bir takım kulüp performansları olacak. Kulüp performansları zaten artık konser sayılıyor, üniversite şenlikleri bile ancak sponsorlarla düzenleniyor, sponsorlar da sadece kalburüstü isimlere rağbet ediyor.

R.D. - "E8" ne demek?

Bir şey değil, Ercüneyt 2008 demek. Başta adımı soyadımı kullanmayacaktım, E8 olacaktı projenin ismi. Ercüneyt Özdemir gibi seksi bir isimle çıkmak riskli görünmüştü prodüktörlere. (gülüyor)

R.D. - "E8" de çalanlar cover gruplarından arkadaşların mı?

Albümde ta Ankara'dan birlikte çalışıtığımız arkadaşlarımız da var, başta Cüneyt Karayalçın var mesela, albümde bas partisyonlarının çok estetik olduğu görülecektir. Bazı arkadaşlarımızla da bu proje esnasında tanıştım. Çalan arkadaşlar kadar aranjör Yıldıray Gürgen'den de bahsetmek gerekir, canlı kayıtlara başlamadan önce neyi nasıl yapalım diye konuşurken oyuncak mağazasına girmiş çocuklar gibiydik. Evde şarkıları kaydettiğim aletten sonra bu bilgisayar ortamında bir sürü ses alternatifleriyle uğraşmak eğlenceli bir süreçti. Albüm bittikten sonra, oyun da bitmiş gibi oldu.

R.D. - Bu albüm bir Metropolis albümü olarak çıksaydı ne değişirdi? Orada da şarkıları yazan sendin...

Değişen bir şey yok benim açımdan, ben yine bir grupla çalıyorum şu anda da. O albümde hala eksikliğini hissettiğim şey, çok melodik olmaması, akılda kalan yolda yürürken mırıldanabileceğin bölümlerin yokluğu. Besteci olarak idealimdeki melodileri yaratamadığım duygusunu vermişti albüm. "E8"de çalan ekibin çok iyi olduğunu söyleyebilirim. Türkiye'nin önde gelen bir takım pop rock müzisyenleriyle de çalışıyor bazıları, ama onlarla beraber yaptıkları müziği bir tür iş gibi görüyorlar, bu albümeyse iyi müzik yapmak için girdiler.

R.D. - Şarkıları beğendiler mi, sözler hakkında yorum yaptılar mı?

Şarkıları sevdiklerini biliyorum, ama enstrümanistlerle şarkı yazarları arasında ciddi bir bakış açısı farklılığı da var. Dinlediğimiz müzikler de, dinleyiş biçimlerimiz de farklı olabiliyor, ama şarkıları pek çok defa dinlediler, çalarken eğlendiler. Normalde bar gruplarının çoğu bir parçayı bir-iki kere dinler, sonra oturup çalmaya kalkışır. Bu grupta öyle olmadı, çok ince detaylara girdik, sahnede neyi nasıl çalacağımızı bile tasarladık. Yaptığımız müzik yine bir grup müziği, klasik rock dörtlüsü için hazırlanmış şarkılar bunlar. Kimi yerlerde aranjörün parçalarından tutmak zorunda kaldım, "gel, grup mantığının sınırları içinde kalalım" diye. Bu bir sınır mı, yaratıcılığı artıran bir şey mi, ondan da emin değilim. Bana göre klasik rock dörtlüsünün yapacağı şeyler sınırsızdır. Üstelik yola çıkarken mainstream'e yakın bir şey yapmak istemiştik bu sefer. Albümü annem de dinleyebilsin gibi bir isteğim vardı.

R.D. - Metropolis'i beğenmemiş miydi annen?

Beğenmişti ama, "nesini beğendin" diye sorduğumda cevap alamayacağımı biliyordum. Oradan aklında kalan bir şey yoktur, ama bu albümde bir sürü şey olacaktır. Bu bir ölçü değil tabii, ama annemin dinlediği şeyleri ben de dinliyorum. Ibrahim Tatlıses'in eski albümleri mesela, Neşet Ertaş türküleri... Annem kendi yöresinin türkülerini de sever, Erzurumludur. Ben de severmişim Doğu türkülerini, Metropolis sonrası dönemde kendimle ilgili böyle bir sürü şey öğrendim. "Illa da şu müziği yapacağız" takıntısının ardından serbest kaldığımı hissettim. Çocukken Zekai Tunca'yı ne kadar çok sevdiğimi hatırladım mesela.

R.D. - "Gel gör beni aşk neyledi" ya da "gençlik başımda duman" gibi kalıplar üzerinden şarkı yaratmayı seviyorsun zaten...

Klişeleri nasıl değerlendirdiğin de önemli. Metropolis albümünden sonra, ne söylediğim kadar neyi nasıl söylediğimin de önemli olduğun fark ettim. Deyimleri, atasözlerini deforme edip şarkıya yedirdiğim oluyor.

R.D. - Bu albümündeki okuyuşun da, kelimelerin de daha Türkiyeli gibi. Bir şarkın Duman'ı hatırlattı.

Doğrudur. Bu albümde sesime daha çok sahibim, Metropolis albümünü yaparken ne yaptığımı doğru dürüst bilmiyormuşum. "Burasını yanlış okudun" diyen kimse yokmuş karşımda, bir cahil cesaretiyle işe girişmişiz, yolda toparlamaya çalışmışız.

R.D. - MySpace'teki arkadaş grubunda Bauhaus var. Sever misin Bauhaus?

Ben Peter Murphy hayranıyım, solo albümlerini çok severim, "Cuts You Up" şarkısının yeri başka. Ankara'da yaşadığını da biliyordum. Tanışamadım, ama abim tanıştı, hatta söyleşi istedi o zamanlar çıkardıkları bir edebiyat dergisi için. Ben daha 18-19 yaşımdayken, Stüdyo Imge dergisi sayesinde Violent Femmes ve R.E.M.'le tanışmamdan sonra, aynı grupların albümlerini edinen, Bahreyn'den gelme diplomat çocuğu arkadaşlarım oldu. Biri şimdi bir üniversitede Ingilizce hocası, kardeşi de bir radyonun başında. Türkiye'ye geldiğinde bir tanesinin saçları dimdik punk'tı, yüzünde piercingler falan. Sonra bize benzemek zorunda kaldı. (gülüyor) Birbirimizden çok şey alıp birbirimize çok şey verdik. The Church, Pixies, Happy Mondays gibi gruplarla tanışmamı sağladılar. 4AD gruplarını çok dinlerlerdi. Bu kadar vokal armonisinin peşinde olmamın sebeplerinden biri de, yine o dönem tanıdığım Cocteau Twins'dir herhalde. Bauhaus da o döneme denk geliyor, ama benim için Ramones'dan daha büyük değildi. Peter Murphy'nin daha çok yeri var hayatımda. Üstelik bir Türkle evlenip buraya yerleşmesi, hala Ingiltere'de bir hayran grubu olması çok etkileyici bir şey. "Işi biliyorum, ama işe gitmiyorum" durumu var onda. (gülüyor)

www.ercuneytozdemir.com 'dan alıntıdır !
 
Ercüneyt Özdemir;
Feridun Düzağaç web sitesi
www.feridunonline.com ile özel bir röportaj gerçekleştirmiş...

* Metropolis'den sonra E8 nasıl algılandı?

Aslında bu soruyu dinleyicilere yöneltmek daha doğru olurdu diye düşünüyorum. Yine de yakın çevremden, az ya da çok tanıdığım kişilerin ilgisinden anlamaya çalıştığım kadarıyla olumlu karşılandı. Genelde ilk kez dinleyenlerin albümü en az 5-6 defa dinleyip sonra bana dönüp favori şarkılarını belirtmeleri hoş bir jest. Metropolis ve yeni albüm birbirinden farklı. E8’i yaparken zaten yenilik peşindeydik ve sanırım amacımıza da ulaştık. Yine de “Makine” gibi bir albümle yan yana koyulmak bir müzisyen için gurur verici bir şey sanırım....

* Yurt içinde ve Yurt dışında verdiğiniz onca konser, sonrasında geri plan ve arkasından E8, bu muhteşem dönüşe dinleyicilerinizin tepkisi ne oldu? E8'deki şarkılar, tınılar, bu yoğun albüm süreci ne kadar zamanınızı aldı?

Uzun süredir sahneye çıkıyorum, küçük büyük demeden sayısız mekanda ve organizasyonda yer aldım. Şimdi dönüp bakınca birlikte çalıştığım müzisyenlerin listesi bir hayli uzun. Son 5-6 yılda prodüksiyona ağırlık verdiğim doğru ancak sahneden kopmadım asla. Şarkı söylemek benim için ibadet gibi sanki. Stüdyo deneyimlerimin artması kendi çalışmalarımı da olumlu yönde etkiledi. İlk albümle ikincisi arasında yayın tarihi olarak 5 yıl var. Üstelik ilk albüm biraz daha eskidir kayıt tarihi olarak. Bu zamanı iyi değerlendirdiğimi düşünüyorum. Dinleyicinin algılaması da önemli mutlaka ama yeni albümün estetiği, kalitesi benim kendime karşı sorumlu olduğum bir konu en başta. Bir dinleyici olarak bana haz vermeli yaptığım müzik. Bu standartlar işe yaramış gibi görünüyor...

* Albümde yer alan ve 2003 tarihli metropolis makine albümde yer alan size ait Gel Gör Beni bu albümde farklı tınılarda, neden bu eser üzerinde bu tınıları seçtiniz?

Bir kaç yıl önce elektronik müziğe bir hayli kulak kabarttığım dönemlerde “gel gör beni” için bir remix denemiştim. Özellikle vokal armonilerini biraz araştırınca bunu bir remix gibi değil de bir versiyon gibi görmeye başladım. Şarkıyı bu yeni kıyafetiyle bir kez daha sunmak istedim çünkü burada ilk versiyondakinden farklı bir bakış açısı var. Şarkılarımı yeni ve özgün formlarda duymak hoşuma gidiyor....

* Bu albümün mimarı olarak favori şarkınız hangisi?

Bir favori söylemek güç ama sahnede çalmayı en çok sevdiklerim “Duvar” ve “40 Kere”...

* Albümün çıkış şarkısı Duvar'a ilk video klibinizi çektiniz. 2. video klip hangi şarkıya çekilecek?

Henüz çok netleşmedi bu konu, seçmek zor ama artık bugünlerde belli olur hangisi olacağı. Myspace’de Geceler ve Kırbaç öne çıkıyor. (http://www.myspace.com/e8project) Web sitemizin forumlarında da bununla ilgili bir başlık var. Röportajı okuyanlar bu başlığa katkıda bulunursa bizim için de daha kolay olur seçim yapmak. www.ercuneytozdemir.com

* Konser çalışmlarınız ne boyutta? E8 için uzun uzun yollar görünüyor mu?

Eylül ortasına doğru netleşecek konser programımız. Yoğun bir prova süreci geçirdik yeni ekiple, hepsi usta müzisyenlerden kurulu bir ekip. Onlarla ben bile kendimi müziğe yeni başlamış gibi hissediyorum. Güzel konserler olacağına inanıyoruz, dinleyiciyle buluşmak için can atıyoruz...

* Konserlerinizde dinleyicilerinizin en çok talep ettiği şarkınız genelde hangisi oluyor?

Herkesin favorisi başka, şarkıların çoğunun adı geçiyor. Tabi başta “Duvar”, sonra “Kırbaç”, “Bahar Gelecek”, “Geceler”.. Neyse.. Bütün albümü saymayayım...

* Siz de Ankara'lı bir müzisyensiniz, yaptığınız bestelerin çoğu Ankara ruhunda mı yer alıyor?

Ankara’dan iyi müzisyenler çıktığı söylenir hep. Buna ben de katılıyorum ama artık havasından mı suyundan mı, başkent olma özelliğinden midir bilemiyorum. Yalnız bu Ankara Ruhu dediğin nasıl bir şey Onur’cuğum, bu tuz ruhu gibi bir şey mi, yenir mi, içilir mi, nedir allahaşkına? Ankara mekanlarında belli dönemlerde alternatif rock, nu metal gibi türlerin popülerlik kazandığı olmuştur ancak bunu daha çok bazı müzisyenlerin ite kaka yürüttüğü bir misyon gibi görmek gerek. Bu anlamda üstü çizilmesi gereken bir cefakarlık var, işte İstanbul-Ankara farkı buradan ileri geliyor bence. Çünkü İstanbul’da mekancıların kârları ve dinleyicinin eğlenme güdüsü öne çıkıyor yalnızca. Bir çok müzisyen de başka estetik eğilimlere sahip olsa bile bu popüler müzik ortamına göre yönlendiriyor sanatını. Bildiğin “Ekmek parası” mevzusu.. Hayatta kalma kaygısı ağır basıyor demek ki. Benim şarkılara dönersek, çoğu İstanbul’da yazdığım şarkılar bu da normal çünkü 6-7 senedir buradayım. Şarkı yazmaya Ankara’ya gitmek gibi bir lüksüm yok ki.. Eğer her şey bir yere ait olacaksa ve ben şu an Şişli-Beyoğlu civarında yaşıyorsam bu müzik de bu semtin müziğidir...

* Türkiye'de takip ettiğiniz sanatçı veya gruplar kimlerdir? En son hangi albümü alıp yokladınız?

Bu toprakların müzik evreni çok geniş ve etkileyici. Her fırsatta iyi bir dinleyici olmakla övünmüşümdür, tabii ki es geçemeyeceğimiz Duman, Kurban, Mor ve Ötesi gibi isimler var. Yaptıkları her çalışma benim için önemlidir. Son zamanlarda yıldızı parlayan Çilekeş, Pinhani gibi gruplar var. Müzik dünyamız çeşitleniyor, hatta çiçek açıyor gibi görünse de yakın zamanda bir MFÖ daha gelebileceğine inanmak çok zor… Yayınlanan albüm sayısı arttı ama iyi şarkı ve iyi şarkıcı kolay çıkmıyor… En son Şebnem’in DVD’sini aldım.. Albümü dinlemiştim ama izleyememiştim. Nefis olmuş.. Böyle bir rock konseri kaydı bizde ilk kez yapılıyor sanırım. Zahmetli de bir iş. Tebrik etmek gerek...

* Feridun Düzağaç'ı dinler misiniz? Sanatı, müziği ve eserleri hakkında ne düşünüyorsunuz?

Feridun Düzağaç gibi samimi bir müzisyene kayıtsız kalınamıyor. Şarkı yazarlığının bu ülkede bir meslek olarak algılanmasına bile katkısı var. Son çalışması da sanırım dinleyicileri için tatmin edici oldu. Mojo ve Hayal Kahvesi’nde çaldığımız akşamlarda birkaç sohbetimiz de olmuştu ancak uzun zamandır görmedim kendisini.. Hatta albüm tanıtım konserimize de çağırdık ama sanıyorum iş yoğunluğundan katılamadı. Bu vesileyle saygılarımı ve selamlarımı iletmek isterim. Bizi yeni şarkılarından mahrum etmesin...

* Ülkemizde ve Avrupa'da gerçekten örnek alınacak, sanatına, müziğine hayranlık duydunuz isimler kimdir?

Son zamanlarda Foo Fighters, Incubus, Ian Brown, P.O.D. ve benzeri albümler dinliyorum. İyi de ediyorum çünkü bir sonraki albümün soundu ve tavrı konusunda endişelerim vardı artık yok. Birini örnek alsaydım bunları seçerdim...

* Müzik dışında Ercüneyt Özdemir neler yapar? Genelde sosyal aktiviteleri ağırlıkta nelerdir?

Aileme zaman ayırmayı seviyorum. Kalabalıktan çok, doğayla haşır neşir olmayı seviyorum şu aralar. Hafif trekking’ler, yüzmek falan gibi...

* Hayatımızın mecburi parçası internet’e vakit ayrır mısınız?
Dinleyicilerinizin size ulaşabileceği bir web siteniz var mı?


Günde birkaç saatim internette geçiyor. Haberlere göz atmak,myspace, facebook, msn’de tanıdıklarla sohbet etmek ve bazen alışveriş için.. Resi web sitemiz www.ercuneytozdemir.com açıldı ve bir süredir yayında. İnternetin gittikçe daha önemli ve daha olumlu bir mecra olmaya başladığını düşünüyorum müzik adına...

* Röportajınızın yayınlanacağı www.feridunonline.com ’u biliyor musunuz?
Web sayfamız Ercüneyt Özdemir'in gözlüğünden nasıl?


Bildiğim en fazla üyeli müzisyen sitelerinden biri. F.D ’nin dinleyicileri de sıkı takipçiler.
Belli ki iyi müzikten anlıyorlar.Hepsini bizim siteye davet ediyorum....

* Böylesine güzel bir röportaj ve cevaplar için çok teşekkür ederim.
E8'de ve çalışmalarınızda başarılar diliyorum!


Ben teşekkür ediyorum.Sevgiler...

Röportaj: Onur Kale

15 Ağustos 2008 - İstanbul
www.feridunonline.com
 
Haluk Levent'e verdiği Salıncaklar şarkısı çok güzeldir,hem sözünde hem müziğinde Feridun Düzağaç tadı vardır.
bahçemde küçük bir çocuktun
aklıma salıncaklar kurdun
solgundum boyandım rengine
kendimi suretinde buldum
hesapsızca geldin
bıraktın zehrini
senden öncesi
silindi gitti
oysa ben senin en çok sevdiğin kölendim
seni sevinçli yaz günleri gibi bekledim
kendime yeminler ettim, direndim
el sürmemeye tenine
ardında ne küller savruldu
omuzunda melekler suskundu
hüznüm taze dayandım sihirine
ruhunda incelikler buldum
 
E8 (A1 Müzik 2008)

ercneytzdemir.jpg


http://www.myspace.com/e8project
 
Yüxexes başkente selam duruyor...

Ercneytzdemir-1.jpg


Ankara’nın önemli rock gruplarından biri olan Metropolis’ten tanıdığımız Ercüneyt Özdemir ilk solo albümü E8 ile Yüxexes’e geliyor.

Canlı canlı Ercüneyt Özdemir şarkıları, ar-ge, ajanda ve rock müziğe dair her şey.

Güven Erkin Erkal ve İmge Celepçi ile Yüxexes 1 Nisan Çarşamba 22:00’de Dream tv’de.

Programın tekrarı 5 Nisan Pazar 22.00’de…

[email protected]

adresinden programa mesajlarınızla katılabilirsiniz…

http://www.myspace.com/e8project

www.yuxexes.com
 

Benzer konular

S
Yanıt
3
Gösterim
2K
Geri
Üst