ET PAZARI OLMUŞ DÖRT KÖŞE

Yeni şarkım "Et Pazarı" yayında. Malum ekonomi sebebiyle kayıt sürecini (şarkılarımın çalımlarını, mix-masterını) elimden geldiğince kıvırmaya çalışıyorum. Yaptığım çalışmalar kulağıma güzel de geliyor. Bir de kız arkadaşımla bütçesiz bir klip çektik samimi oldu, tatlı bir klip. Umarım sizler de beğenirsiniz, iyi kötü yorumlarınızı bekliyorum.

ET PAZARI KLİP
 
eğlenceli olmuş... çok ahkam kesmeyeyim ben müzisyen değilim ama bir "müziksever" olarak şunu söyleyeyim:

yazarak nasıl anlatılır bilemedim şu Duman, MVÖ, ve bilimum sayısız Türk rock grubu erkek vokali var ya artık sektör default'u oldu... hafif yanık ses, mhıuaaa, aaağğğğyeahh filan diye genizden bariton inleme ile kelimeleri uzatan... ya ondan biraz kaçınsak mı artık...

fikir ve emek için eyvallah... eleştirim sadece vokal tekniği ve belki kaydına
 
eğlenceli olmuş... çok ahkam kesmeyeyim ben müzisyen değilim ama bir "müziksever" olarak şunu söyleyeyim:

yazarak nasıl anlatılır bilemedim şu Duman, MVÖ, ve bilimum sayısız Türk rock grubu erkek vokali var ya artık sektör default'u oldu... hafif yanık ses, mhıuaaa, aaağğğğyeahh filan diye genizden bariton inleme ile kelimeleri uzatan... ya ondan biraz kaçınsak mı artık...

fikir ve emek için eyvallah... eleştirim sadece vokal tekniği ve belki kaydına

"Hep aynı lacivert garip
Hiç kimse değil mi muzdarip?
Bir ben miyim bok atan,
Onlardan da olamayan?"

İroninin böylesi...
Gayet ana akım, gayet "onlardan" bir şarkı işte🤣
 
ses güzel, kayıt güzel, fikirler güzel ama pastanın üstündeki çilek eksik. Nakarat daha vurucu ve şarkının geri kalanından daha ayrı bir yerde olmalı. Verse 1 verse 2 bridge verse 1 verse 2... gibi olmuş şarkı. Besteyi eksik buldum ben. Bi metallica olmayınca da nakaratsız şarkı tutturmak zor oluyor.
 
"Hep aynı lacivert garip
Hiç kimse değil mi muzdarip?
Bir ben miyim bok atan,
Onlardan da olamayan?"

İroninin böylesi...
Gayet ana akım, gayet "onlardan" bir şarkı işte🤣
Ana akım ve onlardan hmmm... o meşhur synthi kullanayım, ilkokulda hepimizin bildiği tekerlemeler gibi sözler yazayım... tenor sesimi zorlama bi leonard cohen, tom waits havasına sokup güzel duyulduğunu sanayım.. çay, kedi, kadıköy, bi' bilmem ne vs'nin serpiştirildiği sözler yazayım? rap yaptığını sanan tas traşlı kekoların müziğine özenerek müzik yapan ana akım rockçıları saymıyorum bile.. bu sanırım yaş ve kuşak farkıyla alakalı bir durum. mesela 70ler sounduna öykünerek müzik yapan abiler zamanında tü kakaya maruz kalmıştır şu an üstünden yeterince zaman geçtiği için ana akım diye damgalanmıyorlar ve yaptıkları müzik saygı görüyor. benim için 97'li birisi olarak punk, grunge köklerinden beslenmek ana akım dışı bir iş.. ve içimden geleni yapıyorum bir plak şirketiyle anlaşmam yok yani müziğimi şöyle böyle yap diye yönlendiren yok ya da 2000'lerde ana akım olan bir işi yaparak "tutmaya" çalışan birisi de değilim. "onlardan" olsam ne yapmam gerektiği açık. siz de bir açıdan onlardansınız, 2. verse de size cevap veriyorum. bu kötü anlaşılmasın bence bu zevkler renkler kısmındaki farklarımızı yaptığımız üretimlerle ortaya koymalıyız. aşık atışması denen bir geleneğimiz var sonuçta 🙂 özetleyecek olursam benim iddiam samimiyet üzerine. samimi olan her şeye ön yargısız yaklaşmaya çalışıyorum, herkese de öneriyorum. mutsuz olmak için yeterince sebebimiz var.
 
Son düzenleme:
eğlenceli olmuş... çok ahkam kesmeyeyim ben müzisyen değilim ama bir "müziksever" olarak şunu söyleyeyim:

yazarak nasıl anlatılır bilemedim şu Duman, MVÖ, ve bilimum sayısız Türk rock grubu erkek vokali var ya artık sektör default'u oldu... hafif yanık ses, mhıuaaa, aaağğğğyeahh filan diye genizden bariton inleme ile kelimeleri uzatan... ya ondan biraz kaçınsak mı artık...

fikir ve emek için eyvallah... eleştirim sadece vokal tekniği ve belki kaydına
benim için konfor alanı olan müzikal alışkanlıklardan sanırım. çok teşekkür ederim yorum için, esnekliğimin yettiği kadar yolculukta dediğiniz şeyi evirmeye çalışacağım.
 
Üzerine epey para harcanmış bir kılip olduğu belli, zira barda bira içmek artık dünya para, hele bir de guinness olunca bir servet akıtmışsınız belli ki. Allah daha çok versin ne diyelim, gözümüz yok şükür. Şarkı da güzel, bana Fikirtepe sabit pazarda Yasin Et Pazarı'nda çalıştığım günlerimi hatırlattı. Ellerinize sağlık.
Tüh, foyam ortaya çıktı 🙂 Sanırım "Bütçesiz" sıfatını ülkede yavaştan kaldırmak lazım. Nefes alma vergisi gelirse şaşırmam. Bayhanla düet gelsin mi?
 
ses güzel, kayıt güzel, fikirler güzel ama pastanın üstündeki çilek eksik. Nakarat daha vurucu ve şarkının geri kalanından daha ayrı bir yerde olmalı. Verse 1 verse 2 bridge verse 1 verse 2... gibi olmuş şarkı. Besteyi eksik buldum ben. Bi metallica olmayınca da nakaratsız şarkı tutturmak zor oluyor.
Katılıyorum. Şarkıyı yaparken insan fark edemiyor, yapım sürecinde daha fazla yorum almalıyım sanırım. Projede kısa bir süre sonra çok kasmaya başlıyor, bir an önce bitirmek istiyorum.. Aranjeyi tamamlamadan kayıda girişmemek lazım sanırım. Yazarak düşünmüş oldum 🙂 Yorumunuz için çok teşekkür ederim.
 
Ana akım ve onlardan hmmm... o meşhur synthi kullanayım, ilkokulda hepimizin bildiği tekerlemeler gibi sözler yazayım... tenor sesimi zorlama bi leonard cohen, tom waits havasına sokup güzel duyulduğunu sanayım.. çay, kedi, kadıköy, bi' bilmem ne vs'nin serpiştirildiği sözler yazayım? rap yaptığını sanan tas traşlı kekoların müziğine özenerek müzik yapan ana akım rockçıları saymıyorum bile.. bu sanırım yaş ve kuşak farkıyla alakalı bir durum. mesela 70ler sounduna öykünerek müzik yapan abiler zamanında tü kakaya maruz kalmıştır şu an üstünden yeterince zaman geçtiği için ana akım diye damgalanmıyorlar ve yaptıkları müzik saygı görüyor. benim için 97'li birisi olarak punk, grunge köklerinden beslenmek ana akım dışı bir iş.. ve içimden geleni yapıyorum bir plak şirketiyle anlaşmam yok yani müziğimi şöyle böyle yap diye yönlendiren yok ya da 2000'lerde ana akım olan bir işi yaparak "tutmaya" çalışan birisi de değilim. "onlardan" olsam ne yapmam gerektiği açık. siz de bir açıdan onlardansınız, 2. verse de size cevap veriyorum. bu kötü anlaşılmasın bence bu zevkler renkler kısmındaki farklarımızı yaptığımız üretimlerle ortaya koymalıyız. aşık atışması denen bir geleneğimiz var sonuçta 🙂
Tamamdır; atışalım o zaman🙂
70'ler sounduna öykünerek müzik yapan ağbilerin elinin altında böyle imkanlar yoktu, o yüzden onların ana akımla mücadelesi son derece samimi idi. Nokta.

Kuşak farkımız olduğu doğru, ama bunun benim söylediğim şeyle alakası yok. Ben elbette bu tarz ile ilgili değilim ve sevmiyorum, o herhalde açıktır bu noktada.
Ancak insan kendine eleştirel bakamaz. Sizin yukarıda saydığınız ve sizi ana akım dışında bıraktığı iddia ettiğiniz unsurlar, müziğin kendisi ile ilgili DEĞİL.
Bunlar sizin kişisel duruşunuzla ilgili. (Tutmaya çalışmakla ilgilenmiyor olmanız....vs).
Ama aslında yaptığınız müzik de basbayağı "tutmuş" bir müzik bu ülkede. Çünkü bu müziğin içi boş ve tüketimi kolay.
Sizin bunu eleştirmek için yaptığınız şarkının da bana bu duyguları vermesi eğer bir tür alaycılık ve kasıtlı ise, o zaman ben
hadiseyi anlamamışım demektir.
Bu durumda kusuruma bakmayın.
Şimdi geleyim benim ne demek istediğime:
Bu topraklarda hiç tutmamış bir müziği yapmak, yapılan şey son derece geleneksel bile olsa, yine de anlamlı geliyor bana. Çünkü bahsettiğim duruş böylece müziğin kendisi ile gerçekleşmiş oluyor, sözlerle mesaj verme veya politik duruş ile bunu sergileme gibi şeylere gerek kalmıyor.
Türkiye'de bu anlaşılabilmiş bir şey değildir. O nedenle söylediklerime dair bir örnek vereyim:
70'lerin hard rock ekolü (özellikle Deep Purple- Led Zeppelin vs diyelim), kendini daha önceki "rock" tayfasından öncelikle müzisyenlik becerisi ile, yani zanaat ile ayırmıştır. O zaman o adamlar gibi çalabilen-söyleyebilen YOKTU. Farklarını burada ortaya koyuyorlardı, giyim-kuşam-yaşam tarzı işin gösteri kısmıydı sadece. Biz bunu anlamadık, çünkü bunu anlayacak çok sesli müzik ve enstrüman kültürümüz yoktu. O nedenle de bunu gerçekten anlayıp bu şekilde müzik yapmaya gönül vermiş insanlar çok kıymetlidir.
Punk vs gibi underground türler ise bunu hep tersinden (zanaatı küçük görüp işi tavıra dökerek) yaptılar. O ndenle Ritchie Blackmore'un (Deep Purple'ın efsane gitaristi) punk için "rubbish" demesi anlamlıdır.
Uzun lafın kısası, benim ana akım ile kastım bugün için zanaatten/beceriden yoksun, tavır-mesaj kaygısına dayalı kolay tüketilen müzik oluyor. Sizin şarkınız da bu kapsamda. Bu devirde bu ülkede çıkıp 70'ler hard rock etkilenimli müzik yapmak ise yürek ister. Bu tercihin kendisi sizi doğrudan ana akımın dışına atar. Çünkü insanların umurunda değil artık o değerler.
 
Son düzenleme:
Tamamdır; atışalım o zaman🙂
70'ler sounduna öykünerek müzik yapan ağbilerin elinin altında böyle imkanlar yoktu, o yüzden onların ana akımla mücadelesi son derece samimi idi. Nokta.

Kuşak farkımız olduğu doğru, ama bunun benim söylediğim şeyle alakası yok. Ben elbette bu tarz ile ilgili değilim ve sevmiyorum, o herhalde açıktır bu noktada.
Ancak insan kendine eleştirel bakamaz. Sizin yukarıda saydığınız ve sizi ana akım dışında bıraktığı iddia ettiğiniz unsurlar, müziğin kendisi ile ilgili DEĞİL.
Bunlar sizin kişisel duruşunuzla ilgili. (Tutmaya çalışmakla ilgilenmiyor olmanız....vs).
Ama aslında yaptığınız müzik de basbayağı "tutmuş" bir müzik bu ülkede. Çünkü bu müziğin içi boş ve tüketimi kolay.
Sizin bunu eleştirmek için yaptığınız şarkının da bana bu duyguları vermesi eğer bir tür alaycılık ve kasıtlı ise, o zaman ben
hadiseyi anlamamışım demektir.
Bu durumda kusuruma bakmayın.
Şimdi geleyim benim ne demek istediğime:
Bu topraklarda hiç tutmamış bir müziği yapmak, yapılan şey son derece geleneksel bile olsa, yine de anlamlı geliyor bana. Çünkü bahsettiğim duruş böylece müziğin kendisi ile gerçekleşmiş oluyor, sözlerle mesaj verme veya politik duruş ile bunu sergileme gibi şeylere gerek kalmıyor.
Türkiye'de bu anlaşılabilmiş bir şey değildir. O nedenle söylediklerime dair bir örnek vereyim:
70'lerin hard rock ekolü (özellikle Deep Purple- Led Zeppelin vs diyelim), kendini daha önceki "rock" tayfasından öncelikle müzisyenlik becerisi ile, yani zanaat ile ayırmıştır. O zaman o adamlar gibi çalabilen-söyleyebilen YOKTU. Farklarını burada ortaya koyuyorlardı, giyim-kuşam-yaşam tarzı işin gösteri kısmıydı sadece. Biz bunu anlamadık, çünkü bunu anlayacak çok sesli müzik ve enstrüman kültürümüz yoktu. O nedenle de bunu gerçekten anlayıp bu şekilde müzik yapmaya gönül vermiş insanlar çok kıymetlidir.
Punk vs gibi underground türler ise bunu hep tersinden (zanaatı küçük görüp işi tavıra dökerek) yaptılar. O ndenle Ritchie Blackmore'un (Deep Purple'ın efsane gitaristi) punk için "rubbish" demesi anlamlıdır.
Uzun lafın kısası, benim ana akım ile kastım bugün için zanaatten/beceriden yoksun, tavır-mesaj kaygısına dayalı kolay tüketilen müzik oluyor. Sizin şarkınız da bu kapsamda. Bu devirde bu ülkede çıkıp 70'ler hard rock etkilenimli müzik yapmak ise yürek ister. Bu tercihin kendisi sizi doğrudan ana akımın dışına atar. Çünkü insanların umurunda değil artık o değerler.
70'lerin müziği toplumdan bağımsız bir müzik değildi, politik bir duruşları da vardı. Bu sadece enstrüman çalımı, söyleme vs. diye ele alınmamalı diye düşünüyorum. "Rock" müziğin mesaj vermenin, politik duruş göstermenin müziği olduğunu düşünüyorum. 70'lerden bugüne dünyada popüler olan rock müzik akımlarına baktığımda ben her zaman dönemin sesi olduklarını görüyorum.
"Zanaatten/beceriden yoksun" kısmına gelecek olursak 70'ler hard rock müziğini de bu kategoriye sokacak olan rock müzik dışında müzikler yapan icraacılar da olacaktır. Bunun ayrıldığı nokta tam olarak nedir? Yani hangi icraacının becerili hangisinin beceriden yoksun olduğunu ayıran bir eşik noktası var mı? Benim yaklaşımım bu sorulara cevap aramaktan ziyade, zekice ve "ruhlu" yapılan her işin anlamlı olduğu üzerine. Distortion'ı seviyorum, yolda gelişmeye de devam ediyorum. 6 sene önce yayınladığım şarkılara baktığımda kusursuz olduklarını düşündüğümü hatırlıyorum. Bugün çok da öyle düşünmüyorum ama iyi ki yayınlamışım diyorum. Bugünde kalmamı, devam etmemi sağlıyor. Yıllar boyunca "o" şarkıyı yapmaya çalışan hiçbir yeni şeyi beğenmeyen abilerden olmaktan hep korktum. Et Pazarı'nın ustalık eserim olduğunu düşünmüyorum. O da bu yolun parçası, yaşanmışlıklar var. Aynı ülkede yaşıyoruz, aynı sosyal medyayı kullanıyoruz, aynı metroya biniyoruz. Ortak dertlerimiz var. Ben kendi dertlerimi dile getiriyorum, bu dertler de ancak distortionla ifade edilir diye düşünüyorum. Amacım aynı dertten muzdarip olanlarla yalnızlığımızı paylaşabilmek.
Yine bunların müziğin kendisiyle ilgili olmadığını söyleyebilirsiniz. Müzik nedir? Çıkış noktasını düşündüğümüzde müzik seslerin düzenli bir şekilde bir araya getirilmesi dersek, bu sesler nasıl anlam kazandı? Ben kültürle ve toplumsal yapılarla bu seslerin anlam kazandığını düşünüyorum. Yani 70'ler hard rock müziği de, beceri de, punk da bu unsurlarla anlamlı olabilir ve farklı dönemlerde anlamlı oldular. Konuyu zevkler ve renkler noktasına taşıdığımı düşünüyorum. Fikirleriniz benim için değerli. Benim de düşündüğüm fakat bulduğum farklı cevaplarla farklı bir yere evrildiğim bir zıtlık görüyorum. Farklı yerlere dallanmış olsakta farklı gövdeden geldiğimizi düşünmüyorum. Esneklik önemli 🙂
 
70'lerin müziği toplumdan bağımsız bir müzik değildi, politik bir duruşları da vardı. Bu sadece enstrüman çalımı, söyleme vs. diye ele alınmamalı diye düşünüyorum. "Rock" müziğin mesaj vermenin, politik duruş göstermenin müziği olduğunu düşünüyorum. 70'lerden bugüne dünyada popüler olan rock müzik akımlarına baktığımda ben her zaman dönemin sesi olduklarını görüyorum.
"Zanaatten/beceriden yoksun" kısmına gelecek olursak 70'ler hard rock müziğini de bu kategoriye sokacak olan rock müzik dışında müzikler yapan icraacılar da olacaktır. Bunun ayrıldığı nokta tam olarak nedir? Yani hangi icraacının becerili hangisinin beceriden yoksun olduğunu ayıran bir eşik noktası var mı? Benim yaklaşımım bu sorulara cevap aramaktan ziyade, zekice ve "ruhlu" yapılan her işin anlamlı olduğu üzerine. Distortion'ı seviyorum, yolda gelişmeye de devam ediyorum. 6 sene önce yayınladığım şarkılara baktığımda kusursuz olduklarını düşündüğümü hatırlıyorum. Bugün çok da öyle düşünmüyorum ama iyi ki yayınlamışım diyorum. Bugünde kalmamı, devam etmemi sağlıyor. Yıllar boyunca "o" şarkıyı yapmaya çalışan hiçbir yeni şeyi beğenmeyen abilerden olmaktan hep korktum. Et Pazarı'nın ustalık eserim olduğunu düşünmüyorum. O da bu yolun parçası, yaşanmışlıklar var. Aynı ülkede yaşıyoruz, aynı sosyal medyayı kullanıyoruz, aynı metroya biniyoruz. Ortak dertlerimiz var. Ben kendi dertlerimi dile getiriyorum, bu dertler de ancak distortionla ifade edilir diye düşünüyorum. Amacım aynı dertten muzdarip olanlarla yalnızlığımızı paylaşabilmek.
Yine bunların müziğin kendisiyle ilgili olmadığını söyleyebilirsiniz. Müzik nedir? Çıkış noktasını düşündüğümüzde müzik seslerin düzenli bir şekilde bir araya getirilmesi dersek, bu sesler nasıl anlam kazandı? Ben kültürle ve toplumsal yapılarla bu seslerin anlam kazandığını düşünüyorum. Yani 70'ler hard rock müziği de, beceri de, punk da bu unsurlarla anlamlı olabilir ve farklı dönemlerde anlamlı oldular. Konuyu zevkler ve renkler noktasına taşıdığımı düşünüyorum. Fikirleriniz benim için değerli. Benim de düşündüğüm fakat bulduğum farklı cevaplarla farklı bir yere evrildiğim bir zıtlık görüyorum. Farklı yerlere dallanmış olsakta farklı gövdeden geldiğimizi düşünmüyorum. Esneklik önemli 🙂
Esneklik önemli elbette; ben de kimsenin yaptığı müziğe bu anlamda karışacak değilim.

Ancak 70'lerin müziği "politik duruş" üzerinden okumak, bir ezberdir. Bu ezberin nedeni, müziğin diğer içeriğini anlayacak pozisyonda olmayan/bu birikimden yoksun
insanların ürettiği fikirlerdir. Müziği sahici kılan unsurlar çalımdır, icradır. Hendrix herşeyden önce "çalgıcı" idi. Onu özel kılan şey, blues birikimini başka bir sound kalıbına dökmesiydi. Geleneği başka bir yere taşımıştı, ama uydurmamıştı ya da geleneği hor görmemişti. Bob Dylan'ın yazdığı şekliyle All along the Watchtower dinleyin, bir de Hendrix'ten dinleyin. Aradaki fark, herşeyden önce çalgıcılık ve onun getirdiği zihniyet farkıdır.

Müziği yapmak yerine üzerine konuşacak entellektüel malzemeye indirgemek isteyen insanlar ise bunlara önem vermez, çünkü işin bu kısmını takdir etmeyi öğrenmek çaba gerektirir. Türkiye'de bu son derece sık yapılagelmiştir. Deep Purple/Led Zeppelin üzerine yazılmış bir kitap vardır mesela, içinde iki grubun müziğinin içeriğine dair en ufak bir analiz yoktur; baştan aşağı subjektif fikirlerle doludur. İki grubu kıyaslayıp hangisinin daha iyi olduğunu bulabileceklerini düşünmüşlerdir !!! Çünkü yazan kişilerin işin müzik boyutuna girecek birikimi yoktur.

Diğer taraftan önceliğin bu unsurladan çıkması, tam da punk ve grunge tavrıdır zaten. Bu nedenle de bu fikri savunmanız aslında gayet tutarlı🙂 Bu akımlarla işin zanaat boyutu hafiflemiş, diğer unsurlar öne çıkmıştır. Bu sayede Türkiye'de de rock palazlanmış ve ana akıma girmiştir. Çünkü 70'leri besleyen blues damarı veya 80'leri besleyen tonalite (klasik müzik kökenli) anlayışını takdir etmek için çok sesli müzik kültürü gerekir🙂 Bunlar da bizde olmadığından, bizdeki ana akım rock müzik zanaatkar katkısından yoksun, güdük bir rock müzik olmuştur. İyi çalan gruplar kıyıda köşede kalmış, "duruşu" olanlar öne çıkmıştır. Bu nedenle de Türkiye'de 90'lar tavrıyla rock müzik yapmak aykırı bir duruş olamaz; bizdeki ana akım budur zaten! Elbette rap ile kıyaslayacak isek durum başka yerlere gider, ama bence bu konu dışı.

Ne demek istediğimi daha net bir örnekle açıklayayım: Paint it Black (Rolling Stones) ve Child in Time (Deep Purple) şarkılarının sözleri birer savaş eleştirisidir.
Ama araklama olduğu artık bilinen Paint it Black'i yazmak ve icre etmek için gereken beceri ile Child in Time için gereken beceri düzeyi arasında dağlar kadar fark vardır; ikinciyi icra etmek apayrı bir düzey ister. İşte burada o "politik duruş" ezberi üzerinden analiz yapanların zihni durur. 70'lerin müziğini kendi akıllarının erdiği kadarıyla değerlendirirler.

Şimdi burada bir "teknisyenlik" eleştirisi gelecektir. Ama bu eleştiri 70'ler için değil, 2000'lerin prog metali için anlamlıdır. Müziği teknisyenliğe indirgemek elbette kötü bir fikirdir, ama müziğin zanaat boyutunu önemsizleştirip onun politik duruş içerip içermediği üzerinden tartmak çok daha kötü bir fikirdir, çünkü o zaman ortada müzik filan kalkmaz. "Politik duruşu olan sanatçılar" boy göstermeye başlar; ben onları görünce arkama bakmadan kaçmak istiyorum.

Ama en önemlisi bence bizim sosyolojik gerçeğimiz bu tartışma açısından: Bizim çokseslilik kültürümüz ortada. Dolayısıyla eğer bu ülkede rock müzik bir yere gidecekse bu "politik duruş" ezberini bozmamız lazım, çünkü bizim konfor alanımız orası aslında.
 
mor koli bandını arayıp bulup onca paraya almaktansa sprey boya+düz koli bandının daha ucuza mal olduğu bir dönemden geçiyoruz. o yüzden takdir ettim klibi. getir veya n11'den para da çukkalanmış olabilir bilemedim şimdi. neyse, öyle bile olsa yine de takdir ettim hadi bak torpil de geçiyorum yine iyi taştaş da geçebilirdim bunu da sözlere eklersin 😀
 

Geri
Üst