“Türkiyede şöyle bir alışkanlık var; Önce söze bakıyorlar. Biraz şiir toplumuyuz gibi geliyor bana. Benim gibilerin hayali bunu değiştirmek işte. Biz müzisyeniz, müzik yapıyoruz, sesleri bir araya getirerek bir şeyler oluşturuyoruz ve insanların buna değer vermesini bekliyoruz .“ şeklinde bir serzeniş ve ardından gelen bir dilekle noktayı koydu Serdar Öztop. Karşılıklı olarak içimizde biriktirdiklerimizin yanı sıra, Cihangir’deki sıcacık kafenin atmosferinden de olsa gerek, o kadar çok kelime savruldu ki havaya bu röportaj esnasında, ondan sebep sizi bu kadar bekletmemiz. Kelimeleri toparlamak zaman aldı biraz, hatta öyle ki, daha sonra yayınlamak üzere dağınık bıraktık bir kısmını. Siz devamına tıklayıp okuyadurun , biz de bu arada röportajın, çok yakında müzik marketlerde yerini alacak ikinci albüme ilişkin kısmını, hazırlayalım ... Unutmadan, bu albümde Serdar Öztop’un kendisinin seslendirdiği vokalli şarkıların da yer alacağının haberini de vermiş olalım merak edenlere
Klişe ama merak edilen bir başlangıç yaparak ;
Hala ilerlemekte olduğun bu yolun ilk adımlarını özetle desem ...
Heavy metal dinlemeye başladığımız gençlik yıllarında başladı gitar merakı. İstanbul Fen Lisesi’nde okuyordum ben, okulun da ilk müzik grubunu biz kurduk o zaman. Hatta ben 3 aylık gitarcıyken meşhur Milliyet yarışması vardır ya hani, ona katıldım 🙂 Rezil bir performanstı ama deli cesareti işte her işi başarabileceğimizi zannediyoduk. O şekilde başladı ve gelişti iş. Sonra üniversitede biraz daha profesyonelliğe kaymaya başladı olay, bilgi birikimi artınca, oradaki müzik çevresi de çok gelişmiş olunca, bir takım şeyler daha çabuk gelişti. Derken hem stüdyolarda çalışmaya hem de gece klüplerinde çalmaya başladım o zamanki grubumuz Indians’ la. Müzik aşkıyla okul biraz sekteye uğradı tabii.
Akademik bir müzik eğitimin yok bu durumda ?
Hayır yok. Boğaziçi inşaat mühendisliğini bitirdim ben.Bir de iki sene elektronik okumuşluğum var yani teknisyen de oluyorum aynı zamanda. Mezuniyetten sonra tamamen müziğe konsantre oldum zaten.
Serdar Öztop deyince, Haluk Levent geliyor akla. Nedir Haluk Levent’ le çalışmaya başlamanın öyküsü ?
Haluk’ la esas tanışmam şöyle oldu ;
Tibet Ağırtan’la ben Ortaköy’de bir barda program yapıyorduk. Haluk da Tibet’ in arkadaşıydı. Gelip bizi dinliyordu arada. Bir gün gitarcı lazım olunca kendisine ilk tanıdığı adam ben olduğum için bana geldi, çalar mısın diye, kabul ettim ve onunla bir hafta kadar “Kapı Bar” diye bir yerde çaldık. Sonra ben devam edemeyeceğimi anladım ve ayrıldım. Derken bir kaç ay sonra albüm yapacağım diye çıkageldi Haluk. İyi tamam yapalım dedik. Bir kaç şey yazmaya başlamıştık ki, kayboldu ortadan, 6 ay sonra geldi tekrar “ben albümü hazırladım gitarları eksik gelip çalar mısın?” diye. Kabul ettim. İlk albümde iki veya üç parça çalmıştım net hatırlayamıyorum, daha sonra ikinci albüm gündeme geldi o albümde tüm gitarları ben çaldım. Sonra beraber çalışmaya karar verdik zaten ve konserlerde de beraber çalmaya başladık. Üçüncü albüm söz konusu olduğunda “hadi albümü beraber yapalım” dedik ve daha sonra Haluk’un ceza evine girmesiyle sekteye uğradı olay.
Peki Haluk Levent’le çalıştığın için pişman olduğuna ilişkin bir söylemin oldu mu gerçekten ?
Hayır, kesinlikle yok öyle bir şey. Çok şey paylaştık. İkimize de bir takım şeyler kazandırdı bu paylaşım, müzikal deneyim anlamında. Ve bir yandan da, yaptığım işlerin insanlara ulaşması konusunda da büyük önemi var Haluk’ un. Ben onunla çalışmıyor olsaydım kimse Serdar Öztop diye bir gitaristi ya da aranjörü bilemeyecekti belki de. Haluk benim tanınmam adına çok önemli bir adam oldu, bunu inkar edemem.
Benim Haluk’ a kızgın olduğum tek bir nokta var;
Ciddi anlamda büyük hedeflerimiz , büyük hayallerimiz vardı. Bence ihanet etti onlara.Bir tek bu konuda çok kızgınım ona. Onun dışında ticari sayılabilecek, para pul anlamında sorunlarımız olmuştur sadece, onları da çözmüşüzdür eninde sonunda. Ama hayallerimize yazık oldu.
Bu durumda artık bir kısır döngü haline gelmiş “ Serdar olmasaydı Haluk olmazdı ; Haluk olmasaydı Serdar olmazdı “ şeklinde seyreden tartışmalara da bir yanıt vermiş oldun sanırım ...
Ben olmasaydım Haluk olmazdı diye bir şeyi kesinlikle kabul etmiyorum. Çünkü, bu anlamda Türkiye’deki müzik ve sanatçıya dair algılayış çok farklı zaten. Yani bir tane adam var, o adamın duruşu ve söylediği şeyler önemli, ne kadar iyi şarkı söylediği ya da ne kadar iyi müzik yaptığı gibi konular hep daha geri planda kalıyor. Ve Haluk’un da bir duruşu, olup bitene karşı bir tavrı vardı. Halk da onun bu hallerini sevdi zaten o dönemde. Enerjisini sevdi. Yoksa ilk albümde çok da iyi bir solist değildi, ama geliştirdi kendini ve Haluk Levent oldu. Bunda benim payım var mıdır yok mudur ? O ayrı bir konu, ama açıkçası çok da katılmak istemem bu görüşe çünkü, ikimizin de birbirimizi geliştirdiğimiz ve belirli noktalara gelmemizi sağladığımız bir gerçek neticede.
Geçen yaz Haluk Levent’ le tekrar çalışmaya başlayıp sonradan o organizasyonlara devam etmemenin sebebi neydi ?
Bu türkü albümünden evvel çıkardığı albümü yapacaktık beraber ki, bu muhabbet 1,5 -2 sene evveline dayanır herhalde. Bir şekilde şirket sorunları oldu ve biz o albümü birlikte yapamadık. Bana “gel gitarları çal” dedi, kabul ettim. O sırada da birlikte bir turne yapma fikri gündeme geldi; “Serdar Öztop Band Haluk Levent’ in ön grubu olarak sahne alsın ve hatta benim grubum sana da çalsın, ben de bu arada kendi parçalarımı tanıtmış olayım, birlikte bir iş yapmış oluruz ” gibi bir durum çıktı ortaya ve Haluk da çok sıcak baktı bu fikre, fakat her nedense! listede var olan 30 konserden sadece 1 tanesinde çalabildik.
Hernedense dedin ama, vardır elbet nedeni ?
Yani baktım ki, değişen bir şey yok. Artık birbirimizi üzmeyelim dedim. Eh, yaşımız da kıvama geldi çocuk değiliz en iyisi biz bu işi burada noktalayalım ve konuyu kapatalım dedik . O iş, kaldı öyle.
Peki turne kapsamında Serdar Öztop isminin de dinleyicilere duyurulmuş olmasının sorumluluğunu hissetmedin mi hiç bu işi noktalama kararı alırken ?
Tabii ki, çok rahatsız oldum. Ama ne yapabilirimdim ki ? Bartın’ da çalıyor örneğin Haluk, o gün koşup oraya “ hayır ben çalmıyorum “ diyemem ki.
Bu yoldaki önemli duraklardan biri de Bulutsuzluk Özlemi’ ydi. Kadroya dahil olman fikri nasıl oluştu ?
Prova ve kayıt stüdyomuz vardı bizim. Nejat’lar da bizim eski yerimize gelirlerdi. Bir ara müşterimiz oldular hatta. O süreçte daha da pekişti muhabbetimiz. Sonra bir gün benim ilk albümümü çıkarmak üzere olduğum bir dönemde, yolda karşılaştık Nejat’ la. Neler yapıyorsun falan derken, albümle uğraştığımı söyledim ben, o da yeni bir şeyler yapmaya hazırlandıklarından bahsetti ve öylece ayrıldık. Derken, bir kaç zaman sonra aradı beni ve Akın Eldes’ in gruptan ayrıldığını onlarla çalıp çalamayacağımı sordu. “Tabii ki neden olmasın” dedim. Konuştuk, parçaları aldık hatta apar topar bir Bolu Konserine çıktık. 2 provayla çıktığım parçaları tam bilemediğim bir konserdi. Sonra hemen ısındık bir birimize zaten.
Kolay adapte oldun yani sen ? Bazıları çok olumlu karşılarken, bazı dinleyiciler çok da benimseyemediler kadrodaki bu değişimi çünkü hatta hiç kabullenmeyip baştan reddedenler bile oldu ...
Tabii ki. Sorun yaşamadım ben hiç adaptasyon konusunda. Bir de çok insanla çalıştığım için şimdiye kadar, müzikal hafızam iyidir, kolay toparlayabiliyorum durumu ki, zaman içerisinde grubun formatı da değişti biraz. Mesela Akın hiç ritim gitar çalmazmış, Nejat çalarmış ritimleri. Ben de hep tek gitar çalmaya alışık olduğum için, ritim – solo hayatta bırakmam, devamlı çalarım yani, boş durmam 🙂 O konuda Nejat’ la ritimde de bir paslaşma oldu ve grubun soundu, biraz daha keskin köşeleri ve sert ritimleri olan hardrock bir yapıya doğru gitmeye başladı bir ara. Ama tabii kimi dinleyiciler çok sempatik bulmazken bu durumu kimileri de gruba enerji gelmiş şeklinde yorumladı. Güzel bir 3 senenin ardından bir ayrılık durumu oldu.
Ayrılığımın nedeni de tamamen şudur ;
Baktım ki hep kendi projelerimi ikinci plana atıyorum, kendi kendimi baltalıyorum istemeden. Belli bir yaşa gelince, kendime vakit ayıramamamış olmanın pişmanlığını yaşamak da istemedim açıkçası. Kendi hayallerim olduğu sürece ne tam olarak kendime hizmet edebiliyordum ne de beraber çalıştığım insanlara tam olarak faydalı olabiliyordum. Nejat’lar da yeni bir yapılanmanın içindeylerdi. Yeni bir single çıkaracaktı Bulutsuzluk. Tam vakti diye düşündüm aslında. Bir single çıkacak ve o single da ben çalmasam da olurdu. Parçalar da öyle çok gitar gerektiren parçalar olmaktan öte vokale dayanan parçalardı zaten. Ve ben burada bırakayım dedim. Öyle de oldu.
Nejat Nasıl karşıladı durumu ?
Nejat istemiyordu aslında . Her grupta olan sürtüşmeler haricinde güzel bir birlikteliğimiz vardı çünkü. Ben ne olursa olsun içine girdiğim şeyi ilk olarak sorgularım biraz, nereye gitmesi gerektiğini düşünüp ona göre, kendimce yapıcı olduğuna inandığım önerilerde bulunurum, hatta zorlarım falan, birşeyler olmasını isterim devamlı. Olur ya da olmaz. Bunların biraz sıkıntısı yaşanır işte sadece. Bu tip şeyler haricinde çok çok iyi anlaşıyorduk . Gruptaki herkes belirli bir birikimi olan, tecrübeli, müziği bilen, olgun insanlardı. Sonuçta çocukça sürtüşmeler yaşamadık hiç bir zaman. O anlamda çok memnunum yani. Çalıştığım bütün grup ve müzisyenler gibi Bulutsuzluk Özlemi de, beni bir hayli tatmin etmiş ve bir şeyler katmıştır.
Ve gelelim son zamanların en tartışmalı konularından birine; Barış Akarsu !
Barış Akarsu öylesine iyi bir müzisyen ki Serdar Öztop bile onunla çalışmayı kabul edip destek oldu diyenler bir yanda ; Serdar Öztop onun müzisyenliğine inandığı için değil, ticari sebeplerle yanında oldu diyenler diğer yanda, tartışıp duruyorlar bu aralar. Cevabı sende ?
Öncelikle şunu söyleyeyim. Profesyonel biriyim ben ve o mantıkla bakıyorum olaylara. İnsanların hala kabul etmek istemedikleri bir şey var. “Müzisyenler neden para kazanıyor?” Hatta buna bir kaç müzisyen arkadaşın forumunda ya da röportajında da rastladım. Yani insanlar, para talep ettikleri için ayıp ediyorlarmış gibi bir tavır takınıyorlar. Nasıl bir mantık ki bu ? Sonuçta herkes bir şekilde hayatını idame ettirmeye çalışıyor. Dünyanın en pahalı şehirlerinden birinde yaşıyoruz. Masraf çok. Para lazım kısacası. Ben kendi müziğimden neredeyse hiç para kazanamıyorum. Yıllardır oturtmuş olduğum aranjörlük, prodüktörlük, stüdyo durumu var hep bunlarla geçiniyorum ve daha da enteresanı minimum standartlarda yaşayıp ordan kazandığım tüm parayı da tekrar müziğe yatırıyorum. Stüdyoyu geliştirmeye çalışıyorum, normalde diğer firmaların çok şans tanımayacağı ama müziklerinin insanlar tarafından duyulmaya değer olduğunu düşündüğüm arkadaşların albümlerini yapmaya çalışıyorum elimden geldiğince. Dolayısıyla da had safhada paraya ihtiyacım var bu tip işleri yapabilmek için. Bu işin bir tarafı.
Diğer tarafı da ;
Barış Akarsu gibi, Haluk gibi, Asrın gibi vokalist kimlikleri ile kendilerini göstermiş, güzel bir şeyler yapmak isteyen arkadaşlar da albümlerini yapmak için benim gibi bilgi birikimine sahip insanlara ihtiyaç duyuyorlar ve bir araya geliyoruz bir şekilde. Parası pulu konuşuluyor. Kaç para aldığım hiç kimseyi ilgilendirmez. Barış da, bir popüler kültür yarışmasından çıkmış olmasının yarattığı dez avantaj dışında, alt yapısı olmadığı halde gerçekten iyi bir sese ve yoruma sahip bir arkadaşımız. O yüzden kendisiyle çalışmak konusuda en ufak bir sakınca görmedim.
İnandın yani Barış ‘ a ?
Benim inanacağım bir şey yok ki !
Şöyle söyleyeyim ben sana; Ben mesela Bora Uslusoy’ a inanıyorum, Quartet Muartet’ e inanıyorum, Serdar Öztop’ a inanıyorum. Çünkü ben onların işlerine inanıp hem emeğimi hem paramı yatırıyorum. Şirketimi açıyorum. Sonuçta benim Barış’ a inanıp inanmamam bir şey değiştirmiyor ki. Ona inanması gereken kişiler menajeri ve plak şirketi. Çünkü parayı bağlayanlar onlar. Benim paramı ödüyorlar, sen bu işi yap diyorlar, ben kimseye değil, kendime, Serdar Öztop’ a inanarak, bana verilen süre ve imkanlar çerçevesinde elimden gelen en iyi prodüksiyonu yapmaya çalışıyorum.Benim inancım oraya kadar işte, anlatabiliyor muyum ? Sonrası beni ilgilendirmez yani. Ondan sonrası Barış’ a , plak şirketine ve manajerine kalmıştır.
Ama şimdi paranı ödüyorlar diye tutup da hiç yetenekli bulmadığın birine de albüm yapmazsın sanırım ?
Ben onlara baştan fikrimi söylerim. Bu adam iş yapmaz derim. İllaha yap derlerse de yaparım! Bu kadar da net söylüyorum yani. Her insan bir miktar tüccar olmalı yaşayabilmek için çünkü. Ama belirli kriterlerim var tabi. Mesela asla gitar çalmam öyle birinin albümünde. Gitar çok özel bir şey benim için sonuçta. İmzam o benim. İnanmadığım işin altına imzamı atmam asla. Ama Barış’ da bir potansiyel var. Barış için gitar çalmayıp bu işi başka birine de yaptırabilirdim. Ama baktım ki, benim gitarım ve Barış’ ın sesi ortak bir şey yakalayacak tereddüt etmeden çaldım gitarları.
İlk albümün promosyonuna yeteri derecede önem verilmediğini düşünüyorum ben sen ne dersin ?
Evet ben de öyle düşünüyorum, ama tek sorumlusu benim 🙂 Albümü ben çıkarttım çünkü. Ayağını yorganına göre uzat diye bir deyim vardır ya hani. Şimdi enstrümantal bir albüm çıkartıyorsun. Şu handikap var; Enstrümantal albüm konseptini insanlara kabul ettirip tam anlamıyla tanıtmak mümkün değil. Klip çektim “sküt” parçasına örneğin, bir kaç televizyon kanalına gönderdim, kanallardan birinin yetkilisi “nasıl yani hiç mi şarkı söylemiyorsun ?” dedi. Zaten medya sektöründeki insanların durumu, olaya bakış açısı belli, onlar desteklemeyince de halka nasıl tanıtacaksın ki kendini ? Benim zaten bu albümü yaparkenki hedefim, bir albüm yapayım, patlatayım, meşhur olayım, para kazanayım değildi. Yıllardır biriktirdiğim şeyleri ortaya çıkartıp, sonra çıkacağım yol için bir başlangıç yapmaktı derdim. Tek sorumlusu benim dedim ya hani; bu albümün de aşağı yukarı ne kadar satabileceğini ön görebiliyordum kendimce, hayalim 10 bindi belki ama olamayacağını da biliyodum 3-5 bin diye tahmin ediyordum, nitekim orada kaldı iş. Sen şimdi 3-5 bin satacak bir iş için 20-30 bin dolar para harcarsan promosyona, batarsın. Prodüktörlüğün de böyle bir yanı var, sağlam öngörülerin olacak, ona göre yapacaksın yatırımını ve sonuçta da memnun kalacaksın o işten. Yani şöyle zarar ettim böyle zarar ettim diye dövünmeyeceksin sonradan. O parayı oraya harcasaydım eğer belki ikinci albümü yapacak parayı bulamayacaktım ya da diğer arkadaşların albümlerini yapamayacaktım. Bora’yı , Quartet Muartet’ i çıkartamayacaktım ki, onlar benim çok keyif alarak ve severek yaptığım işlerdi.
Azraille Dans’ ı çalarken ne hissediyor acaba diye bir soru sorulmuştu forumda açtığım başlıkta ...
Açıkçası sadece notalara odaklanıyorum 🙂 Çok zor bir parça , albümde 128 metronom ki, biz onu sahnede 140 metronom çalıyoruz. Parça bittiği zaman derin bir soluk alıyorum sadece o kadar 🙂
Kaç yaşında besteledin sen onu ? 16 yaşında bestelediğinden bahsediliyor ...
Hayır, 16 yaşında gitara başladım zaten. 18-19 yaşlarında “ Umutsuz “ u yaptım. Azraille Dans 20 li yaşlara denk gelir. Bizim, Teoman’ ın solistiliğini yaptığı Indians grubu ile bir albüm projemiz olacaktı. Grupça kaydettiğimiz şarkılar oluyordu. Azraille Dans da o dönemde kaydettiğmiz bir şarkıydı. Ama solo gitar falan yoktu, vokalli olmasını düşünüyoduk hatta. Sözleri de vardı. Daha sonra ben bunu çok güzel bir enstrümantal haline getirebileceğimi düşündüm. Sonradan enstrümantal oldu bu şarkı yani.
Hani dedin ya 128 metronomluk şarkıyı sahnede 140 metronom çalıyoruz diye. Bu mudur yani iyi gitaristlik hız mıdır olay?
Hız, yaratıcılık, duygular... Hepsi. İyi gitarcılıktan öte iyi müzisyenlik geliyor aslında. Evet gitar çok önemli bir enstrüman belki ama kafanda biriktirdiğin şeyleri dışa vurduğun bir araç neticede. Kafanda iyi düşüneceksin, iyi hissedeceksin ki bunu dışa vuracaksın. Tabi bunu yansıtabilmen için de kullandığın enstrümana hakim olabilmen gerekiyor. Dolayısıyla iyi gitar çalabilmen lazım. Ama kafanda ne var? İçindekiler ne ? Hissettiklerin nasıl ? Bir kere herşey “ sen nasıl bir insansın” a geliyor. Nasıl düşünüyorsun, nasıl konuşuyorsun, nasıl yaşıyorsun, nasıl duruyorsun, tavrın ne?
Mesela ben kendimce hızlı bir insanım. Hareketlerim yavaştır belki ama hızlı düşünürüm hızlı konuşurum. Dolayısıyla hızlı gitar çalmak benim kafamın bu hızlı düşünen tarafı ile örtüşüyor. Bir taraftan da çok duygusal bir insanım, belki çok belli etmiyorum bu yanımı fakat gitarımla dışa vurduğuma inanıyorum.
Özetle iyi gitarist olmanın gereği iyi bir müzisyen olmak.
Ve;
“BİR GİTAR VİRTÜÖZÜNÜN İLK ALBÜMÜ”
Çok eleştirilen bir tanıtım biçimi oldu. İtici algılandı bir çokları tarafından . Nereden çıktı ki böyle bir tanımlamayla var olma fikri, bu konudaki eleştirileri haklı buluyor musun mesela?
Çok iyi oldu bunu hatırlatman.
Bu arada ben üniversitelerde gitar seminerleri veriyorum. 6-7 okula gittim şimdiye kadar. 2004 Kasımında Malatya’ya ve Diyarbakır’ a geçetiğimiz Mart ayında da Marmara Üniversitesi ve Bilkent’ e gittim. Bütün okullarla irtibata geçtim aslında ama çok azından yanıt geldi. Üniversitelerdeki sohpetlerim esnasında da çok samimimi diyaloglar oluyor ve insanlar akıllarına gelen herşeyi sorabiliyorlar rahatlıkla. Ben de çok memnun kalıyorum onların bu tavırlarından. Bu söyleşilerde de karşılaştım aynı soru ile.
Yanıtlayayım;
Ben virtüözüm demem hiç bir zaman. Ama, enstrümanına vakit ayıran, çalışan, belirli kapasitede çalan bir adamım sonuçta.
Benim fikrim değildi “ Bir Gitar Virtüözünün İlk Albümü” sloganı. Şimdi ben albümü yaptım.Hazırdı herşey . Dağıtımcı bir firma lazımdı. Arkadaşların tavsiyesiyle bir firmaya gittik. Firma sahibi, yılların müzik adamı, işi bilen biri gerçekten , dinledi albümü, “tamam dağıtırız, ama madem sen böyle farklı bir iş yapıyorsun müziğin de iddialı, afişe efsanevi gitar gibisinden bir şeyler yaz” dedi. “Aman abi ne yaptın, ne efsanesi benim yaşım kaç başım kaç daha” dedim. Ama ‘yok bir şey yapmak lazım, insanlar gördüğü zaman etkileyici bir şeyler olması lazım orada yoksa kimse almaz’ a getirdi işi. Ve “Bir Gitar Virtüözünün İlk Albümü” sloganı ile dağıttık albümü biz neticede. Bazen her şeyi net göremediğini düşünerek diğer insanların fikirlerini önemsemek zorunda hissediyorsun kendini. Öyle bir sloganla çıkmasam daha iyi olurdu belki ama şöyle de bir tarafı var olayın; Ciddi, dünya standartlarında bir iş yaptım. Ve Türkiye’de gerçekten gitara dikkat çektiğimin farkındayım şu anda. İnsanlar gitarcıları tartışıyorlar artık, forumlarda kim daha iyi gitarist şeklinde muhabbetler dönmeye başladı, bir gündem oluştu ister istemez, ki benim de amacım buydu aslında. O zaman Akın’a da teklif etmiştim “gel beraber yapalım bir şeyler” diye. Şunu düşünüyordum çünkü; 2 gitarcı değil de 10 gitarcı olursa bu işte de bir piyasa oluşmaya başlar, insanlar takip ederler, talep oluşur, benim 5 bin satan albümüm belki 10 bin belki de 20 bin satar. İşte o zaman bu işten para kazanarak geçinmeye başlayıp bütün prodüktörlük işlerimi de bırakıp tamamen kendi müziğime yönelebilirim.
Yavuz Çetin’ in yayınlanmamış kayıtlarıyla ilgilenmeyi düşünüp düşünmediğin de yanıtı merak edilen sorular arasında ...
Hayır, düşünmüyorum. Yavuz Çetin’in yayınlanmamış kayıtları olduğunu bile bilmiyorum.
Bu tür işler polemiğe çok açık işler bir de, mezar kazıcı durumuna düşmek istemem açıkçası.
Ben kendi adıma Yavuz için elimden geleni yaptım zaten, ve Yavuz da ben de kazık yedik o işten malesef. İçinde bulunduğumuz şartlarda nasıl hayatta kaldığımıza bile inanamıyorum. O yüzden çocuğum da olsun istemiyorum anlatabiliyor muyum ? Ben yaşayamıyorum çocuğum nasıl yaşasın ?
Zevk alarak bir şeyler oluşturuyosun, kalbini ve ruhunu koyuyosun o işe, uçuyorsun falan . Ama bunu insanlara sunmak istediğin andan itibaren müzisyen kimliğin bir kenarda kalıyor artık, ticaret başlıyor. Sen eger bu işten anlamıyorsan çabuk yığılıyorsun, yaptığın işe küsüyorsun. Bence en dramatik örneği de Yavuz’ dur bunun. Harika bir insan ve dünyanın en iyi müzisyenlerinden biriydi . İlk albümü de beraber yaptık. Fakat tüccar olmadığı için kıvıramadı bu işi, müziğinden de kendinden de bezdi en sonunda.Kurtlar sofrasında yediler adamı işte.Her insanın kırılgan tarafları vardır ama, onun da bir sınırı var, bir yerden sonra çok da duygusal düşünmeye hakkın yok. Yoksa bu işi yapmayacaksın. Evde yap , kendin dinle, arkadaşlarına dinlet ama piyasaya çıkartma, ticari düşünemiyorsan.
Serdar Öztop’ un bir marka olduğu söylemine katılıyor musun peki ?
Marka demiyelim de ona, kendime has bir soundum olduğu doğru. Ama şöyle de garip bir durum var ki; benim soundum olduğu yerde durmuyor, devamlı değişiyor aslında. Yeni albüm çıktığında herkes çok daha farklı bir Serdar Öztop görecek mesela, hani artık öyle Satriani, Steve Vai modeli çalan bir Serdar Öztop yerine onların türk gitarcı formatı ile birleştirilmiş çok değişik bir hali var hem bestecilik hem gitaristlik anlamında. Dolayısıyla çok farklı bir albüm olacağını düşünüyorum ben.
Kabul etsen de etmesen de “Marka” tanımlaması kullanılıyor Serdar Öztop ismi ile birlikte. Peki marka olmak için iyi bir gitarist olmak yeterli mi sence ?
Tabii ki değil. Marka diyorsun, bir kere devamlı olarak kendi içinde bir şeyleri halletme çabası içinde olan hiç bir müzisyen kendisi ile ilgili böyle iddialı yakıştırmaları kabullenmek istemez. Çünkü her ilerleyişte aslında bir arpa boyu yol gitmiş olduğunun ve kat etmesi gereken yolun farkındadır bu mantıktaki biri. Dolayısıyla insanların bana marka virtüöz vs. gibi sıfatlar atfetmesi en ufak şekilde enterese etmiyor beni çünkü ben kendimi bir çok noktada yetersiz görüyorum hala. Yeterli olduğumu zannettiğim anda bitmişim demektir zaten. Öyle bir duruma düşmek istemem.
Soruna gelince;
Ben kabul etmek istemesem de insanlar tarafından böyle tanımlamalar yapılıyorsa eğer benimle ilgili , marka demeyelim biz yine de buna , fikirlerine önem verilen, yaptığı işler takip edilen ve beğenilen biri olabilmek için sadece iyi bir gitarist olmak yeterli değil tabii. Çalma meselesi değil ki bu. Bir çok kriteri var. Konuyla ilgili bir çok alanda da bilgi ve ürün sahibi olabilmesi lazım her şeyden önce. Dolayısıyla ben de öyle yapagelen bir insanım. Tonmasterlik var, aranjörlük var, prodüktörlük var, gitaristlik var, beste yapıyorum. Böyle olunca zaten bir şekilde insanların dikkatini çekiyorsun.
Kişisel projelerinde klasik anlamda rock müzik kalıpları dışına çıkarak farklı tarzları ve enstrümanları belirli bir konsept içinde birleştirip farklı işler yapmayı düşünüyor musun ?
Düşünüyorum. Farklı projelerim var... Şu anda çok belirgin değil ama kafamdan hep muhtelif fikirler geçiyor. Henüz net olmamakla birlikte jazz ve rock ögelerini taşıyan bir proje olabilir. Çıkaracağım albümden bir sonrakinde tekno ritimleriyle, daha sert nu metal tarzı gitarları bir araya getirip, enstrümantal, geri vokalli, uçuk kaçık bir şeyler yapmayı düşünüyorum mesela. Hep şey vardır kafamda bir de benim, arabeskvari bir heavy metal grubu olsa, ama hiç keman darbuka gibi alturka enstrümanlar kullanmasak, o efektleri sadece davulun çalımıyla ve synthesizer sesleriyle falan yapsak. Ama tabii kendim için düşündüğüm bir şey değil bu, buna uygun grupları bulmak lazım. Fikirler var kısacası, ne olacağı belli olmaz 🙂
Amatör gruplara desteğin ne ölçüde ?
Mailleştiğimiz çok da güzel müzik yapan arkadaşlar var. Bana demolarını gönderiyorlar, müthiş bir ilerleme var çocuklarda.Keyif veriyor onlardaki bu ilerlemeyi görmek, fikirlerimi paylaşıyorum. Hepsinin isimlerini sayabilmek mümkün değil tabi, prodüktörlük yaptığım için demosunu yollayan çok oluyor, ister istemez yeni gelişen gruplardan haberim oluyor ve çok da hoşuma gidiyor. Ama şöyle de bir durum var ki, çok dar bir piyasa ve işler kendini zor kurtarıyor, dolayısıyla da hemen “ gel albüm yapalım “ demek gerçek dışı olur.
Prodüktör Serdar Öztop’ un bir kişiye ya da gruba albüm yapma kararı alabilmesi için kriter ne ?
O kişinin ya da grubun bir yerlerde çalıyor olması ufak ufak kendi kitlesini toparlıyor olması önemli herşeyden önce. İyi müzisyenlikle beraber kendi çevresini edinmeli.
Şu anda baktığın zaman özellikle genç nesilin müzikal eğilimlerini nasıl değerlendiriyorsun ?
Bizim zamanımızdaki üniversiteli kesimin tutumu ile şimdikilerin tutumu çok farklı. Eskiden popçu falan giremezdi okullara. Hep alternatif gruplar ve müzisyenler sahne alırdı festivallerde. Kendi kendimize eğlenirdik. Şimdi böyle en “ fırfırlı ” popçular falan çıkıyor üniversite festivallerinde, inanamıyorum ya. İnsan dayanacağı noktayı kaybediyor. Bizim gibi alternatif müziklerle uğraşan insanlar için üniversite olmazsa olmaz bir şeydir çünkü. Bu adamlar bizi takip etmezse eğer bizim gibilerin hiç bir şey olma şansı yok.
Ama öyle de bir çekirdek kitle var ki her şeye rağmen bizleri desteklemeye devam ediyorlar. turkrock.com, anadolurock.com gibi siteleri takip eden arkadaşlar örneğin,hala birbirleriyle tartışıp, bilgi aktarıyorlar. Bu sevindirici en azından.
İyi midir kötü müdür ben daha kararını veremedim ama son zamanlarda, alternatif ürünlere yöneliş olduğu da bir gerçek ...
Artık şirketler bu tarz ürünlerden para kazanmayı düşünmeye başladıklarına göre bu anlamda bir yönelme var, doğru.
Ama biraz alternatif bir gözle bakarsan eğer;
-Rock nedir ?
-Kim beni ne kadar takip ediyor?
-Bu kadar popüler olmalı mıyım ?
kısmını sorgulamak lazım işin. Rock ya da diğer alternatif ürünlerin dinleyicileri, müziği kişisel algılarlar çünkü. Sadece kendine ait olduğunu düşünürler. Hatta temelden takip etmeye başladıkları grup ya da sanatçılar biraz popüler olmaya başladıklarında “bozdu kendini” derler. Ama hani bu adamlar da daha iyisini yapabilmek için biraz para kazanmak zorundalar, o dengeyi kurabilmek lazım tabi.
Son olarak ;
Tüm turkrock sakinlerine teşekkürlerimi iletiyorum, fikirlerini yakından takip ediyorum ...
Röportajı Hazırlayan;
Özlem
Turkrock.com
Site Editörü
Klişe ama merak edilen bir başlangıç yaparak ;
Hala ilerlemekte olduğun bu yolun ilk adımlarını özetle desem ...
Heavy metal dinlemeye başladığımız gençlik yıllarında başladı gitar merakı. İstanbul Fen Lisesi’nde okuyordum ben, okulun da ilk müzik grubunu biz kurduk o zaman. Hatta ben 3 aylık gitarcıyken meşhur Milliyet yarışması vardır ya hani, ona katıldım 🙂 Rezil bir performanstı ama deli cesareti işte her işi başarabileceğimizi zannediyoduk. O şekilde başladı ve gelişti iş. Sonra üniversitede biraz daha profesyonelliğe kaymaya başladı olay, bilgi birikimi artınca, oradaki müzik çevresi de çok gelişmiş olunca, bir takım şeyler daha çabuk gelişti. Derken hem stüdyolarda çalışmaya hem de gece klüplerinde çalmaya başladım o zamanki grubumuz Indians’ la. Müzik aşkıyla okul biraz sekteye uğradı tabii.
Akademik bir müzik eğitimin yok bu durumda ?
Hayır yok. Boğaziçi inşaat mühendisliğini bitirdim ben.Bir de iki sene elektronik okumuşluğum var yani teknisyen de oluyorum aynı zamanda. Mezuniyetten sonra tamamen müziğe konsantre oldum zaten.
Serdar Öztop deyince, Haluk Levent geliyor akla. Nedir Haluk Levent’ le çalışmaya başlamanın öyküsü ?
Haluk’ la esas tanışmam şöyle oldu ;
Tibet Ağırtan’la ben Ortaköy’de bir barda program yapıyorduk. Haluk da Tibet’ in arkadaşıydı. Gelip bizi dinliyordu arada. Bir gün gitarcı lazım olunca kendisine ilk tanıdığı adam ben olduğum için bana geldi, çalar mısın diye, kabul ettim ve onunla bir hafta kadar “Kapı Bar” diye bir yerde çaldık. Sonra ben devam edemeyeceğimi anladım ve ayrıldım. Derken bir kaç ay sonra albüm yapacağım diye çıkageldi Haluk. İyi tamam yapalım dedik. Bir kaç şey yazmaya başlamıştık ki, kayboldu ortadan, 6 ay sonra geldi tekrar “ben albümü hazırladım gitarları eksik gelip çalar mısın?” diye. Kabul ettim. İlk albümde iki veya üç parça çalmıştım net hatırlayamıyorum, daha sonra ikinci albüm gündeme geldi o albümde tüm gitarları ben çaldım. Sonra beraber çalışmaya karar verdik zaten ve konserlerde de beraber çalmaya başladık. Üçüncü albüm söz konusu olduğunda “hadi albümü beraber yapalım” dedik ve daha sonra Haluk’un ceza evine girmesiyle sekteye uğradı olay.
Peki Haluk Levent’le çalıştığın için pişman olduğuna ilişkin bir söylemin oldu mu gerçekten ?
Hayır, kesinlikle yok öyle bir şey. Çok şey paylaştık. İkimize de bir takım şeyler kazandırdı bu paylaşım, müzikal deneyim anlamında. Ve bir yandan da, yaptığım işlerin insanlara ulaşması konusunda da büyük önemi var Haluk’ un. Ben onunla çalışmıyor olsaydım kimse Serdar Öztop diye bir gitaristi ya da aranjörü bilemeyecekti belki de. Haluk benim tanınmam adına çok önemli bir adam oldu, bunu inkar edemem.
Benim Haluk’ a kızgın olduğum tek bir nokta var;
Ciddi anlamda büyük hedeflerimiz , büyük hayallerimiz vardı. Bence ihanet etti onlara.Bir tek bu konuda çok kızgınım ona. Onun dışında ticari sayılabilecek, para pul anlamında sorunlarımız olmuştur sadece, onları da çözmüşüzdür eninde sonunda. Ama hayallerimize yazık oldu.
Bu durumda artık bir kısır döngü haline gelmiş “ Serdar olmasaydı Haluk olmazdı ; Haluk olmasaydı Serdar olmazdı “ şeklinde seyreden tartışmalara da bir yanıt vermiş oldun sanırım ...
Ben olmasaydım Haluk olmazdı diye bir şeyi kesinlikle kabul etmiyorum. Çünkü, bu anlamda Türkiye’deki müzik ve sanatçıya dair algılayış çok farklı zaten. Yani bir tane adam var, o adamın duruşu ve söylediği şeyler önemli, ne kadar iyi şarkı söylediği ya da ne kadar iyi müzik yaptığı gibi konular hep daha geri planda kalıyor. Ve Haluk’un da bir duruşu, olup bitene karşı bir tavrı vardı. Halk da onun bu hallerini sevdi zaten o dönemde. Enerjisini sevdi. Yoksa ilk albümde çok da iyi bir solist değildi, ama geliştirdi kendini ve Haluk Levent oldu. Bunda benim payım var mıdır yok mudur ? O ayrı bir konu, ama açıkçası çok da katılmak istemem bu görüşe çünkü, ikimizin de birbirimizi geliştirdiğimiz ve belirli noktalara gelmemizi sağladığımız bir gerçek neticede.
Geçen yaz Haluk Levent’ le tekrar çalışmaya başlayıp sonradan o organizasyonlara devam etmemenin sebebi neydi ?
Bu türkü albümünden evvel çıkardığı albümü yapacaktık beraber ki, bu muhabbet 1,5 -2 sene evveline dayanır herhalde. Bir şekilde şirket sorunları oldu ve biz o albümü birlikte yapamadık. Bana “gel gitarları çal” dedi, kabul ettim. O sırada da birlikte bir turne yapma fikri gündeme geldi; “Serdar Öztop Band Haluk Levent’ in ön grubu olarak sahne alsın ve hatta benim grubum sana da çalsın, ben de bu arada kendi parçalarımı tanıtmış olayım, birlikte bir iş yapmış oluruz ” gibi bir durum çıktı ortaya ve Haluk da çok sıcak baktı bu fikre, fakat her nedense! listede var olan 30 konserden sadece 1 tanesinde çalabildik.
Hernedense dedin ama, vardır elbet nedeni ?
Yani baktım ki, değişen bir şey yok. Artık birbirimizi üzmeyelim dedim. Eh, yaşımız da kıvama geldi çocuk değiliz en iyisi biz bu işi burada noktalayalım ve konuyu kapatalım dedik . O iş, kaldı öyle.
Peki turne kapsamında Serdar Öztop isminin de dinleyicilere duyurulmuş olmasının sorumluluğunu hissetmedin mi hiç bu işi noktalama kararı alırken ?
Tabii ki, çok rahatsız oldum. Ama ne yapabilirimdim ki ? Bartın’ da çalıyor örneğin Haluk, o gün koşup oraya “ hayır ben çalmıyorum “ diyemem ki.
Bu yoldaki önemli duraklardan biri de Bulutsuzluk Özlemi’ ydi. Kadroya dahil olman fikri nasıl oluştu ?
Prova ve kayıt stüdyomuz vardı bizim. Nejat’lar da bizim eski yerimize gelirlerdi. Bir ara müşterimiz oldular hatta. O süreçte daha da pekişti muhabbetimiz. Sonra bir gün benim ilk albümümü çıkarmak üzere olduğum bir dönemde, yolda karşılaştık Nejat’ la. Neler yapıyorsun falan derken, albümle uğraştığımı söyledim ben, o da yeni bir şeyler yapmaya hazırlandıklarından bahsetti ve öylece ayrıldık. Derken, bir kaç zaman sonra aradı beni ve Akın Eldes’ in gruptan ayrıldığını onlarla çalıp çalamayacağımı sordu. “Tabii ki neden olmasın” dedim. Konuştuk, parçaları aldık hatta apar topar bir Bolu Konserine çıktık. 2 provayla çıktığım parçaları tam bilemediğim bir konserdi. Sonra hemen ısındık bir birimize zaten.
Kolay adapte oldun yani sen ? Bazıları çok olumlu karşılarken, bazı dinleyiciler çok da benimseyemediler kadrodaki bu değişimi çünkü hatta hiç kabullenmeyip baştan reddedenler bile oldu ...
Tabii ki. Sorun yaşamadım ben hiç adaptasyon konusunda. Bir de çok insanla çalıştığım için şimdiye kadar, müzikal hafızam iyidir, kolay toparlayabiliyorum durumu ki, zaman içerisinde grubun formatı da değişti biraz. Mesela Akın hiç ritim gitar çalmazmış, Nejat çalarmış ritimleri. Ben de hep tek gitar çalmaya alışık olduğum için, ritim – solo hayatta bırakmam, devamlı çalarım yani, boş durmam 🙂 O konuda Nejat’ la ritimde de bir paslaşma oldu ve grubun soundu, biraz daha keskin köşeleri ve sert ritimleri olan hardrock bir yapıya doğru gitmeye başladı bir ara. Ama tabii kimi dinleyiciler çok sempatik bulmazken bu durumu kimileri de gruba enerji gelmiş şeklinde yorumladı. Güzel bir 3 senenin ardından bir ayrılık durumu oldu.
Ayrılığımın nedeni de tamamen şudur ;
Baktım ki hep kendi projelerimi ikinci plana atıyorum, kendi kendimi baltalıyorum istemeden. Belli bir yaşa gelince, kendime vakit ayıramamamış olmanın pişmanlığını yaşamak da istemedim açıkçası. Kendi hayallerim olduğu sürece ne tam olarak kendime hizmet edebiliyordum ne de beraber çalıştığım insanlara tam olarak faydalı olabiliyordum. Nejat’lar da yeni bir yapılanmanın içindeylerdi. Yeni bir single çıkaracaktı Bulutsuzluk. Tam vakti diye düşündüm aslında. Bir single çıkacak ve o single da ben çalmasam da olurdu. Parçalar da öyle çok gitar gerektiren parçalar olmaktan öte vokale dayanan parçalardı zaten. Ve ben burada bırakayım dedim. Öyle de oldu.
Nejat Nasıl karşıladı durumu ?
Nejat istemiyordu aslında . Her grupta olan sürtüşmeler haricinde güzel bir birlikteliğimiz vardı çünkü. Ben ne olursa olsun içine girdiğim şeyi ilk olarak sorgularım biraz, nereye gitmesi gerektiğini düşünüp ona göre, kendimce yapıcı olduğuna inandığım önerilerde bulunurum, hatta zorlarım falan, birşeyler olmasını isterim devamlı. Olur ya da olmaz. Bunların biraz sıkıntısı yaşanır işte sadece. Bu tip şeyler haricinde çok çok iyi anlaşıyorduk . Gruptaki herkes belirli bir birikimi olan, tecrübeli, müziği bilen, olgun insanlardı. Sonuçta çocukça sürtüşmeler yaşamadık hiç bir zaman. O anlamda çok memnunum yani. Çalıştığım bütün grup ve müzisyenler gibi Bulutsuzluk Özlemi de, beni bir hayli tatmin etmiş ve bir şeyler katmıştır.
Ve gelelim son zamanların en tartışmalı konularından birine; Barış Akarsu !
Barış Akarsu öylesine iyi bir müzisyen ki Serdar Öztop bile onunla çalışmayı kabul edip destek oldu diyenler bir yanda ; Serdar Öztop onun müzisyenliğine inandığı için değil, ticari sebeplerle yanında oldu diyenler diğer yanda, tartışıp duruyorlar bu aralar. Cevabı sende ?
Öncelikle şunu söyleyeyim. Profesyonel biriyim ben ve o mantıkla bakıyorum olaylara. İnsanların hala kabul etmek istemedikleri bir şey var. “Müzisyenler neden para kazanıyor?” Hatta buna bir kaç müzisyen arkadaşın forumunda ya da röportajında da rastladım. Yani insanlar, para talep ettikleri için ayıp ediyorlarmış gibi bir tavır takınıyorlar. Nasıl bir mantık ki bu ? Sonuçta herkes bir şekilde hayatını idame ettirmeye çalışıyor. Dünyanın en pahalı şehirlerinden birinde yaşıyoruz. Masraf çok. Para lazım kısacası. Ben kendi müziğimden neredeyse hiç para kazanamıyorum. Yıllardır oturtmuş olduğum aranjörlük, prodüktörlük, stüdyo durumu var hep bunlarla geçiniyorum ve daha da enteresanı minimum standartlarda yaşayıp ordan kazandığım tüm parayı da tekrar müziğe yatırıyorum. Stüdyoyu geliştirmeye çalışıyorum, normalde diğer firmaların çok şans tanımayacağı ama müziklerinin insanlar tarafından duyulmaya değer olduğunu düşündüğüm arkadaşların albümlerini yapmaya çalışıyorum elimden geldiğince. Dolayısıyla da had safhada paraya ihtiyacım var bu tip işleri yapabilmek için. Bu işin bir tarafı.
Diğer tarafı da ;
Barış Akarsu gibi, Haluk gibi, Asrın gibi vokalist kimlikleri ile kendilerini göstermiş, güzel bir şeyler yapmak isteyen arkadaşlar da albümlerini yapmak için benim gibi bilgi birikimine sahip insanlara ihtiyaç duyuyorlar ve bir araya geliyoruz bir şekilde. Parası pulu konuşuluyor. Kaç para aldığım hiç kimseyi ilgilendirmez. Barış da, bir popüler kültür yarışmasından çıkmış olmasının yarattığı dez avantaj dışında, alt yapısı olmadığı halde gerçekten iyi bir sese ve yoruma sahip bir arkadaşımız. O yüzden kendisiyle çalışmak konusuda en ufak bir sakınca görmedim.
İnandın yani Barış ‘ a ?
Benim inanacağım bir şey yok ki !
Şöyle söyleyeyim ben sana; Ben mesela Bora Uslusoy’ a inanıyorum, Quartet Muartet’ e inanıyorum, Serdar Öztop’ a inanıyorum. Çünkü ben onların işlerine inanıp hem emeğimi hem paramı yatırıyorum. Şirketimi açıyorum. Sonuçta benim Barış’ a inanıp inanmamam bir şey değiştirmiyor ki. Ona inanması gereken kişiler menajeri ve plak şirketi. Çünkü parayı bağlayanlar onlar. Benim paramı ödüyorlar, sen bu işi yap diyorlar, ben kimseye değil, kendime, Serdar Öztop’ a inanarak, bana verilen süre ve imkanlar çerçevesinde elimden gelen en iyi prodüksiyonu yapmaya çalışıyorum.Benim inancım oraya kadar işte, anlatabiliyor muyum ? Sonrası beni ilgilendirmez yani. Ondan sonrası Barış’ a , plak şirketine ve manajerine kalmıştır.
Ama şimdi paranı ödüyorlar diye tutup da hiç yetenekli bulmadığın birine de albüm yapmazsın sanırım ?
Ben onlara baştan fikrimi söylerim. Bu adam iş yapmaz derim. İllaha yap derlerse de yaparım! Bu kadar da net söylüyorum yani. Her insan bir miktar tüccar olmalı yaşayabilmek için çünkü. Ama belirli kriterlerim var tabi. Mesela asla gitar çalmam öyle birinin albümünde. Gitar çok özel bir şey benim için sonuçta. İmzam o benim. İnanmadığım işin altına imzamı atmam asla. Ama Barış’ da bir potansiyel var. Barış için gitar çalmayıp bu işi başka birine de yaptırabilirdim. Ama baktım ki, benim gitarım ve Barış’ ın sesi ortak bir şey yakalayacak tereddüt etmeden çaldım gitarları.
İlk albümün promosyonuna yeteri derecede önem verilmediğini düşünüyorum ben sen ne dersin ?
Evet ben de öyle düşünüyorum, ama tek sorumlusu benim 🙂 Albümü ben çıkarttım çünkü. Ayağını yorganına göre uzat diye bir deyim vardır ya hani. Şimdi enstrümantal bir albüm çıkartıyorsun. Şu handikap var; Enstrümantal albüm konseptini insanlara kabul ettirip tam anlamıyla tanıtmak mümkün değil. Klip çektim “sküt” parçasına örneğin, bir kaç televizyon kanalına gönderdim, kanallardan birinin yetkilisi “nasıl yani hiç mi şarkı söylemiyorsun ?” dedi. Zaten medya sektöründeki insanların durumu, olaya bakış açısı belli, onlar desteklemeyince de halka nasıl tanıtacaksın ki kendini ? Benim zaten bu albümü yaparkenki hedefim, bir albüm yapayım, patlatayım, meşhur olayım, para kazanayım değildi. Yıllardır biriktirdiğim şeyleri ortaya çıkartıp, sonra çıkacağım yol için bir başlangıç yapmaktı derdim. Tek sorumlusu benim dedim ya hani; bu albümün de aşağı yukarı ne kadar satabileceğini ön görebiliyordum kendimce, hayalim 10 bindi belki ama olamayacağını da biliyodum 3-5 bin diye tahmin ediyordum, nitekim orada kaldı iş. Sen şimdi 3-5 bin satacak bir iş için 20-30 bin dolar para harcarsan promosyona, batarsın. Prodüktörlüğün de böyle bir yanı var, sağlam öngörülerin olacak, ona göre yapacaksın yatırımını ve sonuçta da memnun kalacaksın o işten. Yani şöyle zarar ettim böyle zarar ettim diye dövünmeyeceksin sonradan. O parayı oraya harcasaydım eğer belki ikinci albümü yapacak parayı bulamayacaktım ya da diğer arkadaşların albümlerini yapamayacaktım. Bora’yı , Quartet Muartet’ i çıkartamayacaktım ki, onlar benim çok keyif alarak ve severek yaptığım işlerdi.
Azraille Dans’ ı çalarken ne hissediyor acaba diye bir soru sorulmuştu forumda açtığım başlıkta ...
Açıkçası sadece notalara odaklanıyorum 🙂 Çok zor bir parça , albümde 128 metronom ki, biz onu sahnede 140 metronom çalıyoruz. Parça bittiği zaman derin bir soluk alıyorum sadece o kadar 🙂
Kaç yaşında besteledin sen onu ? 16 yaşında bestelediğinden bahsediliyor ...
Hayır, 16 yaşında gitara başladım zaten. 18-19 yaşlarında “ Umutsuz “ u yaptım. Azraille Dans 20 li yaşlara denk gelir. Bizim, Teoman’ ın solistiliğini yaptığı Indians grubu ile bir albüm projemiz olacaktı. Grupça kaydettiğimiz şarkılar oluyordu. Azraille Dans da o dönemde kaydettiğmiz bir şarkıydı. Ama solo gitar falan yoktu, vokalli olmasını düşünüyoduk hatta. Sözleri de vardı. Daha sonra ben bunu çok güzel bir enstrümantal haline getirebileceğimi düşündüm. Sonradan enstrümantal oldu bu şarkı yani.
Hani dedin ya 128 metronomluk şarkıyı sahnede 140 metronom çalıyoruz diye. Bu mudur yani iyi gitaristlik hız mıdır olay?
Hız, yaratıcılık, duygular... Hepsi. İyi gitarcılıktan öte iyi müzisyenlik geliyor aslında. Evet gitar çok önemli bir enstrüman belki ama kafanda biriktirdiğin şeyleri dışa vurduğun bir araç neticede. Kafanda iyi düşüneceksin, iyi hissedeceksin ki bunu dışa vuracaksın. Tabi bunu yansıtabilmen için de kullandığın enstrümana hakim olabilmen gerekiyor. Dolayısıyla iyi gitar çalabilmen lazım. Ama kafanda ne var? İçindekiler ne ? Hissettiklerin nasıl ? Bir kere herşey “ sen nasıl bir insansın” a geliyor. Nasıl düşünüyorsun, nasıl konuşuyorsun, nasıl yaşıyorsun, nasıl duruyorsun, tavrın ne?
Mesela ben kendimce hızlı bir insanım. Hareketlerim yavaştır belki ama hızlı düşünürüm hızlı konuşurum. Dolayısıyla hızlı gitar çalmak benim kafamın bu hızlı düşünen tarafı ile örtüşüyor. Bir taraftan da çok duygusal bir insanım, belki çok belli etmiyorum bu yanımı fakat gitarımla dışa vurduğuma inanıyorum.
Özetle iyi gitarist olmanın gereği iyi bir müzisyen olmak.
Ve;
“BİR GİTAR VİRTÜÖZÜNÜN İLK ALBÜMÜ”
Çok eleştirilen bir tanıtım biçimi oldu. İtici algılandı bir çokları tarafından . Nereden çıktı ki böyle bir tanımlamayla var olma fikri, bu konudaki eleştirileri haklı buluyor musun mesela?
Çok iyi oldu bunu hatırlatman.
Bu arada ben üniversitelerde gitar seminerleri veriyorum. 6-7 okula gittim şimdiye kadar. 2004 Kasımında Malatya’ya ve Diyarbakır’ a geçetiğimiz Mart ayında da Marmara Üniversitesi ve Bilkent’ e gittim. Bütün okullarla irtibata geçtim aslında ama çok azından yanıt geldi. Üniversitelerdeki sohpetlerim esnasında da çok samimimi diyaloglar oluyor ve insanlar akıllarına gelen herşeyi sorabiliyorlar rahatlıkla. Ben de çok memnun kalıyorum onların bu tavırlarından. Bu söyleşilerde de karşılaştım aynı soru ile.
Yanıtlayayım;
Ben virtüözüm demem hiç bir zaman. Ama, enstrümanına vakit ayıran, çalışan, belirli kapasitede çalan bir adamım sonuçta.
Benim fikrim değildi “ Bir Gitar Virtüözünün İlk Albümü” sloganı. Şimdi ben albümü yaptım.Hazırdı herşey . Dağıtımcı bir firma lazımdı. Arkadaşların tavsiyesiyle bir firmaya gittik. Firma sahibi, yılların müzik adamı, işi bilen biri gerçekten , dinledi albümü, “tamam dağıtırız, ama madem sen böyle farklı bir iş yapıyorsun müziğin de iddialı, afişe efsanevi gitar gibisinden bir şeyler yaz” dedi. “Aman abi ne yaptın, ne efsanesi benim yaşım kaç başım kaç daha” dedim. Ama ‘yok bir şey yapmak lazım, insanlar gördüğü zaman etkileyici bir şeyler olması lazım orada yoksa kimse almaz’ a getirdi işi. Ve “Bir Gitar Virtüözünün İlk Albümü” sloganı ile dağıttık albümü biz neticede. Bazen her şeyi net göremediğini düşünerek diğer insanların fikirlerini önemsemek zorunda hissediyorsun kendini. Öyle bir sloganla çıkmasam daha iyi olurdu belki ama şöyle de bir tarafı var olayın; Ciddi, dünya standartlarında bir iş yaptım. Ve Türkiye’de gerçekten gitara dikkat çektiğimin farkındayım şu anda. İnsanlar gitarcıları tartışıyorlar artık, forumlarda kim daha iyi gitarist şeklinde muhabbetler dönmeye başladı, bir gündem oluştu ister istemez, ki benim de amacım buydu aslında. O zaman Akın’a da teklif etmiştim “gel beraber yapalım bir şeyler” diye. Şunu düşünüyordum çünkü; 2 gitarcı değil de 10 gitarcı olursa bu işte de bir piyasa oluşmaya başlar, insanlar takip ederler, talep oluşur, benim 5 bin satan albümüm belki 10 bin belki de 20 bin satar. İşte o zaman bu işten para kazanarak geçinmeye başlayıp bütün prodüktörlük işlerimi de bırakıp tamamen kendi müziğime yönelebilirim.
Yavuz Çetin’ in yayınlanmamış kayıtlarıyla ilgilenmeyi düşünüp düşünmediğin de yanıtı merak edilen sorular arasında ...
Hayır, düşünmüyorum. Yavuz Çetin’in yayınlanmamış kayıtları olduğunu bile bilmiyorum.
Bu tür işler polemiğe çok açık işler bir de, mezar kazıcı durumuna düşmek istemem açıkçası.
Ben kendi adıma Yavuz için elimden geleni yaptım zaten, ve Yavuz da ben de kazık yedik o işten malesef. İçinde bulunduğumuz şartlarda nasıl hayatta kaldığımıza bile inanamıyorum. O yüzden çocuğum da olsun istemiyorum anlatabiliyor muyum ? Ben yaşayamıyorum çocuğum nasıl yaşasın ?
Zevk alarak bir şeyler oluşturuyosun, kalbini ve ruhunu koyuyosun o işe, uçuyorsun falan . Ama bunu insanlara sunmak istediğin andan itibaren müzisyen kimliğin bir kenarda kalıyor artık, ticaret başlıyor. Sen eger bu işten anlamıyorsan çabuk yığılıyorsun, yaptığın işe küsüyorsun. Bence en dramatik örneği de Yavuz’ dur bunun. Harika bir insan ve dünyanın en iyi müzisyenlerinden biriydi . İlk albümü de beraber yaptık. Fakat tüccar olmadığı için kıvıramadı bu işi, müziğinden de kendinden de bezdi en sonunda.Kurtlar sofrasında yediler adamı işte.Her insanın kırılgan tarafları vardır ama, onun da bir sınırı var, bir yerden sonra çok da duygusal düşünmeye hakkın yok. Yoksa bu işi yapmayacaksın. Evde yap , kendin dinle, arkadaşlarına dinlet ama piyasaya çıkartma, ticari düşünemiyorsan.
Serdar Öztop’ un bir marka olduğu söylemine katılıyor musun peki ?
Marka demiyelim de ona, kendime has bir soundum olduğu doğru. Ama şöyle de garip bir durum var ki; benim soundum olduğu yerde durmuyor, devamlı değişiyor aslında. Yeni albüm çıktığında herkes çok daha farklı bir Serdar Öztop görecek mesela, hani artık öyle Satriani, Steve Vai modeli çalan bir Serdar Öztop yerine onların türk gitarcı formatı ile birleştirilmiş çok değişik bir hali var hem bestecilik hem gitaristlik anlamında. Dolayısıyla çok farklı bir albüm olacağını düşünüyorum ben.
Kabul etsen de etmesen de “Marka” tanımlaması kullanılıyor Serdar Öztop ismi ile birlikte. Peki marka olmak için iyi bir gitarist olmak yeterli mi sence ?
Tabii ki değil. Marka diyorsun, bir kere devamlı olarak kendi içinde bir şeyleri halletme çabası içinde olan hiç bir müzisyen kendisi ile ilgili böyle iddialı yakıştırmaları kabullenmek istemez. Çünkü her ilerleyişte aslında bir arpa boyu yol gitmiş olduğunun ve kat etmesi gereken yolun farkındadır bu mantıktaki biri. Dolayısıyla insanların bana marka virtüöz vs. gibi sıfatlar atfetmesi en ufak şekilde enterese etmiyor beni çünkü ben kendimi bir çok noktada yetersiz görüyorum hala. Yeterli olduğumu zannettiğim anda bitmişim demektir zaten. Öyle bir duruma düşmek istemem.
Soruna gelince;
Ben kabul etmek istemesem de insanlar tarafından böyle tanımlamalar yapılıyorsa eğer benimle ilgili , marka demeyelim biz yine de buna , fikirlerine önem verilen, yaptığı işler takip edilen ve beğenilen biri olabilmek için sadece iyi bir gitarist olmak yeterli değil tabii. Çalma meselesi değil ki bu. Bir çok kriteri var. Konuyla ilgili bir çok alanda da bilgi ve ürün sahibi olabilmesi lazım her şeyden önce. Dolayısıyla ben de öyle yapagelen bir insanım. Tonmasterlik var, aranjörlük var, prodüktörlük var, gitaristlik var, beste yapıyorum. Böyle olunca zaten bir şekilde insanların dikkatini çekiyorsun.
Kişisel projelerinde klasik anlamda rock müzik kalıpları dışına çıkarak farklı tarzları ve enstrümanları belirli bir konsept içinde birleştirip farklı işler yapmayı düşünüyor musun ?
Düşünüyorum. Farklı projelerim var... Şu anda çok belirgin değil ama kafamdan hep muhtelif fikirler geçiyor. Henüz net olmamakla birlikte jazz ve rock ögelerini taşıyan bir proje olabilir. Çıkaracağım albümden bir sonrakinde tekno ritimleriyle, daha sert nu metal tarzı gitarları bir araya getirip, enstrümantal, geri vokalli, uçuk kaçık bir şeyler yapmayı düşünüyorum mesela. Hep şey vardır kafamda bir de benim, arabeskvari bir heavy metal grubu olsa, ama hiç keman darbuka gibi alturka enstrümanlar kullanmasak, o efektleri sadece davulun çalımıyla ve synthesizer sesleriyle falan yapsak. Ama tabii kendim için düşündüğüm bir şey değil bu, buna uygun grupları bulmak lazım. Fikirler var kısacası, ne olacağı belli olmaz 🙂
Amatör gruplara desteğin ne ölçüde ?
Mailleştiğimiz çok da güzel müzik yapan arkadaşlar var. Bana demolarını gönderiyorlar, müthiş bir ilerleme var çocuklarda.Keyif veriyor onlardaki bu ilerlemeyi görmek, fikirlerimi paylaşıyorum. Hepsinin isimlerini sayabilmek mümkün değil tabi, prodüktörlük yaptığım için demosunu yollayan çok oluyor, ister istemez yeni gelişen gruplardan haberim oluyor ve çok da hoşuma gidiyor. Ama şöyle de bir durum var ki, çok dar bir piyasa ve işler kendini zor kurtarıyor, dolayısıyla da hemen “ gel albüm yapalım “ demek gerçek dışı olur.
Prodüktör Serdar Öztop’ un bir kişiye ya da gruba albüm yapma kararı alabilmesi için kriter ne ?
O kişinin ya da grubun bir yerlerde çalıyor olması ufak ufak kendi kitlesini toparlıyor olması önemli herşeyden önce. İyi müzisyenlikle beraber kendi çevresini edinmeli.
Şu anda baktığın zaman özellikle genç nesilin müzikal eğilimlerini nasıl değerlendiriyorsun ?
Bizim zamanımızdaki üniversiteli kesimin tutumu ile şimdikilerin tutumu çok farklı. Eskiden popçu falan giremezdi okullara. Hep alternatif gruplar ve müzisyenler sahne alırdı festivallerde. Kendi kendimize eğlenirdik. Şimdi böyle en “ fırfırlı ” popçular falan çıkıyor üniversite festivallerinde, inanamıyorum ya. İnsan dayanacağı noktayı kaybediyor. Bizim gibi alternatif müziklerle uğraşan insanlar için üniversite olmazsa olmaz bir şeydir çünkü. Bu adamlar bizi takip etmezse eğer bizim gibilerin hiç bir şey olma şansı yok.
Ama öyle de bir çekirdek kitle var ki her şeye rağmen bizleri desteklemeye devam ediyorlar. turkrock.com, anadolurock.com gibi siteleri takip eden arkadaşlar örneğin,hala birbirleriyle tartışıp, bilgi aktarıyorlar. Bu sevindirici en azından.
İyi midir kötü müdür ben daha kararını veremedim ama son zamanlarda, alternatif ürünlere yöneliş olduğu da bir gerçek ...
Artık şirketler bu tarz ürünlerden para kazanmayı düşünmeye başladıklarına göre bu anlamda bir yönelme var, doğru.
Ama biraz alternatif bir gözle bakarsan eğer;
-Rock nedir ?
-Kim beni ne kadar takip ediyor?
-Bu kadar popüler olmalı mıyım ?
kısmını sorgulamak lazım işin. Rock ya da diğer alternatif ürünlerin dinleyicileri, müziği kişisel algılarlar çünkü. Sadece kendine ait olduğunu düşünürler. Hatta temelden takip etmeye başladıkları grup ya da sanatçılar biraz popüler olmaya başladıklarında “bozdu kendini” derler. Ama hani bu adamlar da daha iyisini yapabilmek için biraz para kazanmak zorundalar, o dengeyi kurabilmek lazım tabi.
Son olarak ;
Tüm turkrock sakinlerine teşekkürlerimi iletiyorum, fikirlerini yakından takip ediyorum ...
Röportajı Hazırlayan;
Özlem
Turkrock.com
Site Editörü