Röportajlar Pin-up Röportajı

Pin-up forumlarda sıkça gözüme rastlamaya, internete saldıkları cover ile de kulağıma takılmaya başlamıştı. Aslında röportaj için bir sunum yazacaktım ama Ayşegül bu röportajın sunumunu kendi yazmak istedi. Buyurun Pin-up gitaristi Ayşegül’le yapılmış ve kendi sunumuyla oluşmuş röportaja…

‘Son iki yılda iki yüze yakın çaldık ama öğrendiğimiz en önemli şey ne kadar çalarsan çal bir b*k değilsin, en önemli şey tevazuuymuş, seyirciyi geçtim birbirine, çaycıya, menajere bir anlık tepeden bakışın bütün dengeyi bozuyormuş. İyi çalmakla iyi müzisyen olmak aynı şey değilmiş bir de...’

Öncelikle grubu tanıtalım istersen, şöyle doğal bir şekilde geçmişinizi özetler misin Ayşegül? Süslü sözlerden uzak olsun…

Ayşegül: Özlem ve ben üniversitede tanıştık. O davul çalıyordu ben gitar, ama bunları birleştirmek aklımıza geldiğinde bayağı vakit geçmişti. Biraz çalmayı denedik, amaç güzel vakit geçirmekti, sonra Ilgın ve Ezgi ile tanıştık kayarken ( kayarken: kay kay sporu! ), onlar da katıldılar. Bir süre sonra müzikte kay kaydan daha iyi olduğumuzu fark ettik. 2003 nisan itibariyle Pin-up kurulmuş oldu. Kurulur kurulmaz Taksim GitarCafe’de çalmaya başladık, 3 ay sonra repertuarımızda yirmiye yakın İngilizce şarkı beş altı adet beste olmak üzere kendimizi H2000 festivalinde bulduk. Sonra Kemancı da bar programlarına başladık, pek çok organizasyon parti ve barda konser verdik. Şöyle kabataslak bir hesap yapınca, iki yılda iki yüz civarı konser verdiğimiz çıkıyor ortaya.

Yeni bir gurup olarak hemen bar programına başlamanız ve ardından gelen yoğun ilgiyle neredeyse albümlü bir grup kadar çok organizasyona katılmanızın sence en büyük sebebi neydi! Bence ülkemizde sayısı oldukça az olan bir grup özelliğinden dolayı ilk andan teklif almaya başladınız. Kız grubu olmak, sen nasıl düşünüyorsun?

Ayşegül : Ülkede az kız grubu var evet ama var yani değil mi? Neden Pin-up? Çünkü iyi çalıyoruz. Sadece kızız deyip kestirip atmadık, bunun ardına sığınmadık, çoğu erkek gruptan daha çok çalıştık, çünkü kadın olduğumuz için çok hırpalandık, bizi çok ezmeye çalıştılar, müzikal eleştiriler yeri geldi kişisel hakaretlere, fiziksel saldırılara dönüştü, ama biz yılmadık. Pin-up bu yüzden çok başarılı oldu.

Sorumu sorarken sizi eleştirmek gibi bir düşüncem yoktu, sadece ülkemizde kız grupları bar sahnelerinde hep makbul olmuştur. Pin-up başarısının ardında büyük bir azim var anlaşılan, her kötü seviyesiz eleştiri sizi bir adım daha ileriye taşımış gibi. Bunu başarmakta kolay bir şey değil, hiç ‘lanet olsun ya, pes’ dediğiniz oldu mu?

Ayşegül: İçimizden biri umutsuzluğa kapıldı mı diğer üçü onu mutlaka teselli eder. Pin-up’ın başarısının ardında köklü dostluğumuzun da etkisi var. Sadece müzik yapılsın diye bir araya getirilmiş dört hanım değiliz tayfa mayfa hesabı, zaten kardeşten de öte dosttuk. İşimizi makine gibi yapmayışımızın da sebebi bu.

Pin up grubunu kurmadan önce bu dört kız neler yapıyordu, ne kadar müziğin için deydi?

Ayşegül: Herkes farklı projelerde çalışmıştı. Diğerlerini tam kestiremiyorum ama benim babam da müzisyen olduğu için küçük yaşta başladım, liseden itibaren pek çok grupta çaldım. Üniversitede yine kızlardan oluşan gruplarım oldu, onun dışında Rashit grubundan ayrılan elemanlarla çok cici bir Punk Rock grubumuz vardı, orda gitarist olarak görev aldım. Ayrıca pop müzik çalan düğünlere ekstralara solist olarak gittiğim bile oldu. Bunun dışında basçımız Ezgi aslen klasik müzik kökenli olup asıl enstrümanı viyolonseldi. Çalamadığı zımbırtı da yoktur. Ilgın da yine aynı şekilde pek çok grupta solistlik yapmış, ayrıca gitar, bas gitar çaldığı filan da olmuş. Özlem’de İzmir’de pek çok amatör projede davulcu olarak yer almış, İstanbul’a okumaya geldiğinde kader bizi karşılaştırdı.

Pin-up müzikal tarzını Punk, Ska, Nu Metal, Hardcore olarak adlandırıyor, birde new-school tabiri var tabi. Bunu biraz açalım mı? Pin-up ne tarz müzik yapıyor?

Ayşegül: T arzımız diye bir şey yok bunu seneler gösterecek. O internet sitesine grubumuzu kaydederken tarzınız diye bir ibare vardı, kutucuklara işaret koyuluyordu. bizim de repertuarımızda bu tarz şarkılar vardı, öyle seçtik.

Yani öylesine işaretlediniz, Death Metal, Black Metal’de vardı o seçeneklerde…

Ayşegül: Hayır, dinlemekten haz aldığımız müzikler öncelikle bunlar, fakat bunlar tarzımıza ne kadar yansıyor bunu zaman gösterecek.

Bir cover grubu olmamanıza rağmen, elden ele dolaşan Ayşe Hatun cover’ı sizi canlı izlemeyenlerce cover grubu olarak etiketledi, demo yada albüm çıkana kadar sadece konserlere gelen dinleyiciler mi bir cover grubu olmadığınızı anlayacak? İnternete kendi bestelerinizden birini eklemeyi düşündünüz mü hiç?

Ayşegül: Yani demek ki o cover da olmasa müzik grubu olduğumuza bile inanamayacaklardı desene. Düşünmedik, bestelerimizi albüme saklıyoruz. Çilekeş ve Deja-vu gibi gruplardaki arkadaşlarımızın yaşadığı tatsız deneyimler bizlere besteleri internete vermek fikrinin ne kadar sağlıksız olduğunu gösterdi. Yazık ki onların da albümleri korsan olarak internette dolaşıyor. Aylarca yatıp kalkıp bir şarkının elli dördüncü saniyesindeki gitar riff’inde ki nota sol mu olsun, mi mi diye düşünüyorsunuz, sonra birileri sizden bunu çalıyor. Biz bestelerimizi albüme saklamayı düşünüyoruz, zaten böyle olmalıdır, vergisiyle ruhsatıyla…

Yani albüm çıkana kadar Pin-up sadece konserde izlenilecek bir grup olarak devam edecek. Aslında ben konser gruplarını çok severim, ama konser gruplarını kendi besteleriyle sahne alanları…

Ayşegül: Bunu üstüne basa basa söylüyoruz, Pin-up, pek çok grup çıkacak sahne bulamazken, kanlı canlı izleme fırsatı bulabileceğiniz ve enerjisine birinci elden gözlerinizle tanıklık edebileceğiniz az bulunur gruplardan. Ayrıca bir grubun canlısı varken kaydı dinlenmez, değil mi? O yüzden özellikle İstanbul’da grupları internetten değil, konserlerine giderek destekleyelim lütfen, internet ortamında "yerli gruplara destek" diye herkes atıp tutuyor da konser oldu mu gene üç kişi, beş kişi… Üstelik bu konserler de bar sahiplerinin tekelinde gerçekleştiği için onların ceplerini doldurmaktan ve müzisyene karşı küstahlaşmalarını sağlamaktan başka işe yaramıyor. Desteğe oturduğumuz yerden internetten değil, konserlerde kanlı canlı alkışla tempoyla devam...

Korsan olayını bende şiddetle kınıyorum ama sadece korsan basımları değil, internet ortamında ki korsan olayları da çok sık rastladığımız bir durum. Albüm ikinci gününe varmadan internetten hemen komple indiriliyor. Peki bestelerinizi saklamanız oldukça doğal, gözler üzerinizde. Ama cover olarak paylaşmayı düşündüğünüz çalışmalar olacak mı? ( Konserlere katılacak imkanı olmayan dinleyiciler için. )

Ayşegül: H ayır. Buluşmaya az kaldı zaten, biraz bekletelim…

Pin-up’ı forumdan takip ediyorum. Seven tam anlamıyla severken, sevmeyende yerin dibine sokmaktan hiç geri kalmıyor! İlginç bir durum, bu konuda düşüncelerin ne?

Ayşegül: Valla ben de bir anlasam… Başka kadın grupları da var, hepsi alkışlanıyor, ama neden Pin-up’la bu kadar uğraşıyorlar dersin? Senin görüşün nedir? Mesela geçen Çanakkale konserinde on bin kişiye çalmamız olabilir mi? Senin bir görüşün var mı? Cidden soruyorum!

Evet var.

Ayşegül: Nedir? Çünkü ben yanıtı hakikaten bilmiyorum.

Bunu röportajın sunumunda okusan, giriş için düşünüyorum.

Ayşegül: P in-up hakkındaki fikirlerini ben de bilmek isterim gitaristini tanıyorum.

Çok iyi ya, hahaha… Erkeklerin bu yoğun ilgi bombardımanı kendinizi pozitif değerlendirmenizde bir engel oluyor mu? Dinleyicileriniz genelde erkek ve ‘muhteşem kızlar diyorlar sürekli’ …

Ayşegül: P in-up Ankara’lı olsaydı eller üzerinde taşınırdı diye de düşünüyoruz, Ankara’lı dinleyici müzisyenine sahip çıkıyor, en yakın örneklerini görüyorsunuz. Kadın olsun erkek olsun, ama İstanbul bu konuda çok köylü kaldı, Suitcase'i bile yuhaladık Suade konseri miydi Muse konseri miydi neydi ondan önce… Yani oraya İngiliz bir grup gelmiş konser vermeye, insan onura eder değil mi, kendi milletinden dört delikanlı oraya onların önünde çıkmış, gurur duyardım ben. Manga’nın da dinleyicileri genelde kız ve onlar da ‘Ceeem, Fermaaan’ diyorlar… Kargo’nun da, Suitcase’in de, Kung-fu’nun da… Demek istediğim bu iş yıllardır erkek tekelindeydi ve tüketici olan kadınlardı, Pin-up sanırım bunu biraz tersine çevirmekte ilk adımı attı, rahatsızlık uyandırıcı tabi bu! Ha şöyle de bir şey var, biz TSM grubu olsaydık sükse yapar mıydık? Şöyle altın kızlar filan gibi!

İşte bende oraya geliyorum, Pin-up sadece müziğiyle mi sahneyi dolduruyor, sahne şovuna verdiği yer ne derecede?

Ayşegül: Y ani Ezgi bundan önce senfoni orkestrasında viyolonsel çalıyordu hiç bir konserinde ‘Ezgiööeeh’ diye bağıran yoktu. Sahne şovu yok, Pin-up’ta gösteriş olan hiçbir şey yok, yapmacık olan hiçbir şey yok… Kuliste birbirimize sarılıyoruz, sahneyi yıkmadan inmek yok oley diye birbirimize söz veriyoruz, aletleri alıyoruz ve başlıyoruz çalmaya. Gerisini hakikaten hatırlamıyorum, ertesi gün okuyorum gene sarhoşlardı filan yazmışlar… Oysa alkole gerek bile kalmıyor ki, genelde ağzımıza bile sürmüyoruz zaten. Sevdiğimiz müziği yapıyoruz, bu da bizi kendimizden geçiriyor, seyirci de beğenirse oh ne ala… Demek ki olay cinsiyette değil, müzikte!

Şu New School olayını çalım mı biraz. Old School’dan ayrı durduğu noktalar ney, Punk ve siyaset hep iç içeyken neden New School diye bir olay gelip punk kültüründe yer bulmaya başladı?

Ayşegül: Şimdi burada doğru bilinen bir yanlışı düzeltelim. New School Punk denen akımın önceki kuşak Punk müziğinden farkı İngiltere’de değil Amerika’da doğmuş olmasından ibarettir. New School Punk’ı farklı yapan sözlerinde anlatılanlar değil, bu sözleri anlatanlar ve hitap ettikleri kitledir. Amerikalı olmaları yapılan müziğe yansımıştır hepsi bu. Amerikalı bir Punk grubunun kraliçeden, işsizlikten veya İngiltere’nin sosyopolitik sorunlarından bahsetmesini bekleyemezsiniz. Greg Greffin “I feel sorry for the earth's population, 'cuz so few live in the U.S.A, at least the foreigners can copy our morality, they can visit but they cannot stay” derken Amerikan toplumuna New School Punk’ın alaycı bakış açısından göndermede bulunuyor. Pennywise’ın “Fools run the government, Sick foreign Policy, I am my own country, United States Confederate of me” demesi de buna örnek. Epitaph şirketinin yaptığı ankette New School Punk’ın başladığı yıl 1988, bu müziği başlatan grup ise Bad Religion kabul edilmiştir. Bad Religion’a Pennywise’a Nofx’e Good Riddance’a Anti-Flag’e “teenege grupları” demek ise haksızlık olur. Amerika’da doğan California’da gelişen bu yeni türün armoni örgüsü ve soundu da doğal olarak kendi coğrafyasına, iklimine ve insanına özgü şekilde gelişti. New School Punk 1977 senesinde İngiltere’de yapılan müzikten bu noktada farklılaşıyor. Blink 182, Sum 41 gibi grupların ise New School Punk’la tek benzerlikleri bu bahsettiğimiz sound faktörüdür, onun dışında Pennywise’la aynı şeylerden bahsettiklerini sanmıyorum. New School Punk “Aç gözünü, olup bitene seyirci kalma, altındaki arabaya kanma” demeye çalışır, “haydi hep beraber duvara işeyip, parklarda şişe kıralım” değil.

Peki New School Punk’ın sizdeki yansıması nasıl?

Ayşegül: Bize gelince apolitik gençler değiliz; yaşadığımız yer de Kaliforniya olmadığına göre kendi ülkemizin seçimlerinde oy kullanmak, sivil toplum örgütlerini desteklemek ve dünyaya seyirci kalmamak gayretindeyiz. işte bu bizim New School Punk hakkındaki düşüncelerimiz. ilk bir araya geldiğimizde çok sevdiğimiz için bu tarz grupların şarkılarına repertuarımızda yer verdik, zamanla ne seversek onu çalmaya başladık tabi…

Repertuarınızı hazırlarken neye dikkat ediyorsunuz? Popüler parçalara mı, Pin-up müziğine katkısı bulunan müzikal değeri yüksek parçalara mı?

Ayşegül: B iz isteriz ki repertuarımız baştan aşağı kendi bestelerimizden oluşsun, ama bu İstanbul'da mümkün olmayan bir lüks. Pin-up diğer icra gruplarından farklı olarak dinleyicisine yelpazenin diğer ucundaki şarkıları kendi sounduyla yeniden düzenleyip sunduğunda hem bizim çalarken aldığımız zevk hem de izleyiciden alınan tepkiler çok daha olumlu yönde oluyor. “Şarkının ambalajı aranjmandır” şeklinde düşünürsek güzel bir düzenleme ve iyi bir sound çoğu şarkının yeniden keşfedilmesine fırsat veriyor. Sevmediğimiz ve bize yakışmayan bir şeyi asla yapmayız.

O zaman bende şunu söyleyerek aynı sorunun üzerine gideceğim. Ayşe Hatun şarkısını Pin-up tan çok sevdim, size cup oturdu parça, neden İstanbul’da zor kendi playlist’inizi kendi şarkılarınızdan oluşturmak? Artık hatırı olan bir grupsunuz siz? Ayrıca cover da yeni bir kan katılırsa çok güzel bir olay. Sence…

Ayşegül: B en Manga’nın albümü çıkmadan bir kaç gün önce İstanbul’daki bir konserlerine gittim, ya üç ya beş izleyici vardı, konser iptal oldu. Düşünebiliyor musun? İstanbul seyircisi öylesine doygun ki Beatles gelse boşa çalar. ( yok canım o kadarda değil J mbk ) Albüm bu noktada önemli bir rol oynuyor, insanların kulağı iyi değil galiba, şarkıları tekrara alıp ezberlemeden eşlik edemiyorlar. Bütün kirli çamaşırları döktük ortaya son soruya gelemedik mi?

Sorumun cevabı bu değil ama, tamam sıkıldıysan bitirelim.

Ayşegül: Var mı sormak istediğin başka şeyler? Devam edelim bakalım.

Sağ ol ya, bu kıyağını unutmam. J Pin-up albüm çalışmalarına başladı mı? ( Aşağıdaki cevabı kelime kelime aldım desem yeridir yani, yazık valla bize de, siz bir çırpıda okuyorsunuz ama biz neler çekiyoruz röportajlarda. )

Ayşegül: Evet. Albüm yakında piyasada olacak. Yapımcılığını Kargo'nun gitaristi Selim Öztürk üstlendi, bomba Rock şeklinde geliyor, ipucunu yaktık ateş devam ediyor.

Bir Kargo cover’ıda olur artık değil mi? Şairin Elinde filan…

Ayşegül: O şarkıların ambalaja ihtiyacı yok, demek istediğim günışığına çıkarmak. Gidip de Teoman Papatya covır’lamanın bir alemi yok yani. Başarılı bir cover yakalayabilirsek neden olmasın, yeter ki verilen mesaj bize ters düşmesin.

Albümün genel mesajı ne olacak peki, bir konsept düşündünüz mü?

Ayşegül: Anlatmak istediğimiz şeyler var, müzik namlusu topluma dönmüş çok güçlü bir silah. Yani uyuyan bir neslin kulağının dibinde kesekağıdı şişiriyorlar ve alın biraz da siz üfleyin diye bize uzattıkları vakit ilk işimiz bunu patlatmak olacak. Yeter ki o fırsat bize tanınsın. Hepimizin anlatmak istedikleri var, herkes bir şekilde katkıda bulunuyor.

Röportaj: Mahir Bora Kayıhan
Tarih: 10.10.2005
 
Geri
Üst