Ars Longa

dün punkart programını seyrederken " bir ara babylon daki albüm tanıtım gecesini vermişlerdi. tekrarını seyretmedim tüh" dememle hakan tamar ın geceyi anons etmesi bir oldu.. kalbim temizmiş sanırım 😀

keşke istanbul da olsam da hiç bir konserlerini kaçırmasam dedirttiren gruptur ayrıca kendileri... 😀 ruhunuzu dinlendirir müzikleri kafamı toparlamama yardımcı oluyor içten gelen müzik içten gelen sözler...
 
Ars Longa & Yora @ Taksim Peyote 17 Ocak Persembe

http://myspacetv.com/index.cfm?fuseaction=vids.individual&videoid=25399267
save4b3webej3.jpg
 
tam zamanında yayınlandığını düşündüğüm şarkıdır sözlerine dikkat kesilmek gerekir kısa ama öz olmuş


"yara bere " buyrun 😀

http://www.myspace.com/arslongamusic


___________



Gozyasi Sisesi, Umut Gokcen Remix

Selamlar, biz Ars Longa, Turkiye'den Alternatif Rock Vol 01 albumunde yer alan Gozyasi Sisesi isimli sarkimizin Umut Gokcen tarafindan yapilmis remix'ini (ya da kendi deyisiyle bizi "canli duymak isteyecegi" halini) sayfamiza eklerken bu guzelligin sahibi Umut'a da buradan tesekkurlerimizi iletiriz.

http://www.myspace.com/arslongamusic
 
sakinrakposteryz3.jpg



Studio Live
bilet fiyatları17,00 YTL

ön bilgi- Kapıda bilet fiyatı 20 YTL

- Konser mekanına kanun gereği sadece 18 ve üzeri yaştakiler girebilir.
- Konser mekanında herhangi bir şekilde ses ve/veya görüntü kaydı almak yasaktır.

Kapı Açılış: 22:00

Konser: 23:00

Açılış: Ars Longa

Ars Longa

www.sakinfan.com
 
ars2.jpg


Son 2-3 yılda İstanbul indie ( bağımsız ) müzik piyasasındaki grupların “amatör rock grubu” sıfatından kurtulduğunu söylemek mümkün. Bunun tabi bir çok nedeni var. Konser mekanlarının desteği, müzik dergilerinin sayısının artması ve bu dergilerin gruplar hakkında haberler, röportajlar yayınlaması, ülkemizdeki büyük festivallerde ana sahnelere çıkmaları, ardından prodüktörlerin ilgisi ve birkaç bağımsız gruba albüm yapılması v.b. olaylar grupları “amatör” sıfatından kurtarıp kesinlikle daha elit bir seviyeye yükseltti ve kendilerini en özgür, en içlerinden geldiği gibi anlatmakta onlara sonuna kadar yardımcı oldu. Kimse onların hiçbir zaman liriklerine karışmadı, kimse onların duruşlarına, tavırlarına karışmadı ve dinleyicileri ile olan ilişkilerine karışmadı. İşte ilk baştaki amatörlük bu elit seviyeye yükselirken bütün bu indie isimlerin üstünde çok naif, çok içten ve çok şeffaf bir hava bıraktı. Ve zaten indie tavrın özündeki bu içtenlik; yani nereden geldiğini bilmek ama nereye gideceğini pek de umursamamak, sadece kendini anlatmaya çalışmak onların amatör ruhlarının sahip olması gereken en önemli özellikti. Benim tanıdığım kadarı ile hiçbir grup indie müziğin hızla gelişimini yadırgamadı ve gerçekten hepsine bu çok yakıştı.

Ve İstanbul’da bir yaz gecesi, şehir iyice boşalmışken Reset yazarları ile birlikte bu bahsettiğimiz grupların şu sıralar en başarılarından olan Ars Longa ile röportaj yapmak için vokalistleri ve kanımca çok iyi bir şarkı yazarı olan Sinan’ın Taksim’deki mütevazi evine konuk olduk. Öncesinde yazarlar olarak ( Ben, Gökhan, Onur, Özge, Murat, Seda, Elif ) Peyote’de buluşulmuş, soğuk şaraplar içilmiş, beyaz leblebiler yenmiş ve sorular tamamen hazırlanmıştı. Bu kadar kalabalık olduğumuz için Sinan’a telefon ettim ve müsait olup olmayacağını sordum. Hoş evinin güzel bir terası olduğunu biliyordum ve aslında kafamda kesinlikle orda toplanmak vardı. Sinan da röportajı terasta yaparız sorun değil dedi ve hep beraber yola koyulduk. Pek tabi ki elimiz boş gitmemiz hiç hoş olmazdı. Sevdiğimiz bir bakkala gidip soğuk şarap, beyaz leblebi ve birkaç bira aldık. Bu sırada röportaja gitarist Eser ve basçı Berat’ın da katılacağını duyduk ve bu bizi daha da heyecanlandırdı.Yani bir tek davulcu Eray aramızda olamayacaktı. Sinan’ın konumu mükemmel olan evine geldiğimizde hoş bir sürpriz daha bizi bekliyordu. Sakin elemanlarından Soner ve Cenker oradaydı. Sinan bizim için çeyizinden ( bir erkek için bulaşık makinesi tabiki de ) en pırlanta kadehleri çıkardı ve hep beraber terasa çıktık. Cenker bir akrabasının sağlık problemi nedeniyle bizi erken terk etti, geçmiş olsun dileklerimizi iletiyoruz buradan. Ayrıca yine bu sayıda yahut en geç diğer sayıda Sakin’le gerçekleştireceğimiz röportajın da sözünü aldık kendilerinden. Terasa çıktığımızda bütün yaz kendisinden şikayet ettiğimiz İstanbul’a bir kez daha aşık olduk diyebiliriz. Taksim’in karmaşık mimari yapısı arasından görünen boğaz ve Haliç girişi manzarası bütün yaz söylendiğimiz bu şehri bir kez daha kendine hayran bıraktırdı. Rahat ve içten bir grup, soğuk şarap, beyaz leblebi, arkadaşlar ve insanın zihnini açan bir İstanbul görüntüsü. Sanırım bir röportaj için her şey hazırdı ve bir an önce başlamamak büyük bir hata olurdu.

Herkesin içtenliği biraz daha profesyonel düşünmek isteyenler için sanırım sorun teşkil etmiş olacak ki Murat röportaj başlamadan Ars Longa’ya “Eğer Reset değilde NME ile röportaj yapsaydınız yine aynı rahatlıkta olur muydunuz” diye sordu. Eser‘in cevabı ise belki her şeyi açıklamaya yetiyordu, “Yanımda Pozan var, ne hallerini biliyorum; çok fazla ciddi olamam”. Söz konusu “Pozan” ya da bir başkası değildi aslında, yazımın başında da bahsettiğim gibi; bağımsız gruplar “amatör” sıfatından bu elit seviyeye gelirken ki başarılarını içtenliklerini kaybetmemelerine borçlulardı. Eser’in de bunu söylemesindeki etken bence tamamen buydu. Ciddiyet neydi ki ve ne kadar gerekliydi? Grup şu anda bir şarkı bestelemiyordu. Albüm kaydında değildi. Profesyonel düşünmek, röportaj v.b. eylemler de bence indie tavrın bir gereği değildi ve Ars Longa bunu çok güzel kavrayan gruplardan biri. Bu da zaten tüm röportajın çok rahat ama yine de en profesyonel anlamda sonucuna ulaşmasını sağlayan en önemli etkendi.

Şaraplardan birer yudum alındı ve konuya girildi. Ars Longa bu akşamki keyfinin genelde de aynı şekilde olduğunu vurgularken Sinan bu keyfin nereden geldiğini anlatmaya başlamıştı, “Ars Longa olarak şu anda 2 yeni şarkımızın kaydı ile uğraşıyoruz. “O rüya” ve “Kontra Satürn”. “O Rüya” ihtimalen 1 hafta içinde myspace’de yayınlanacak.” Şarkının ne zaman ortaya çıktığını merak ettiğimi dile getiriyorum ve neredeyse 3 ay önce ortaya çıkmaya başladığını ama 1 aydır falan grupla herşeyi oturttuklarını anlatıyorlar. Ve ister istemez konu zaten sıradaki soruma geliyor. ”Benim bildiğim kadarı ile bütün lirikler ve şarkı fikirleri Sinan’a ait. Birlikte geçirdiğiniz bunca zaman sonunda, diğer elemanlar da yaratıcılıklarını ve üretkenliklerini ortaya koymaya başladılar mı ?” diye soruyorum hemen. Berat esprili bir şekilde Ars Longa’da Sinan devrinin kapandığını sölüyor ve aslında geçmişten beri Berat’ın da şarkı yazdığını ve katkıda bulunduğunu öğreniyoruz Sinan’ın ağzından. Üstelik Berat’ın son zamanlarda “Kendim” isimli bir parça yazdığını ve bunu muhakkak kullanmak istediklerini de anlatıyorlar. Hatta kafalarında bu parçayı ikinci albüme yerleştirmişler bile. Ardından Sinan yeni şarkılardan olan “Kontra Satürn” ‘ün nakaratını Eser’in yazacağını söylüyor. Ve anlıyoruz ki ilk başlarda neredeyse sadece Sinan’ın yaratıcılığı ve şarkılarıyla yola çıkıp başarılı olan Ars Longa’da artık bütün elemanlarının yaratcılıklarını konuşturup, grup içinde bir etkileşime girerek şarkıları oluşturmaya başladığını duymak onlar adına sevinmemizi sağlıyor açıkçası. Bu sevinç geçmişte kötü işler ortaya çıktığından değil artık çok daha iyilerinin ortaya çıkma potansiyeli olduğu anlamına gelmesinden kaynaklanıyor tabi ki de. Eser devam ediyor “Ars Longa en başta Sinan’ın bir ev projesi olarak ortaya çıktı. Ama zaman geçtikçe ve özellikle bu dönemlerde grup olarak üretimde etkileşim içine girdik. Artık çok daha grup olarak hissediyoruz kendimizi”. Bunun üstüne Sinan geçmişte şarkıları yazarken sadece “Ben vardım” diyor ve hayalinde gayet umutsuz bir şekilde her zaman kendinden daha kötü kişiler bulabileceğini ve onların partisyonlarını da kendisinin yazması gerekeceğini düşündüğünü dile getiriyor ve ekliyor “Ama şansıma çok iyi müzisyenlerle bir araya geldim, artık sadece gitar ve vokali yazıp onların önüne koyuyorum ve hiç sorunsuz bir şekilde yeni şarkıları hep birlikte oluşturuyoruz”. Sorumun cevabını tam olarak almıştım ve bence Ars Longa için gayet sevindirici gelişmelerdi bunlar.

Hava iyice kararmaya başladığında hemen yanımızdaki St. Antuan klisesi kasvetini konuşturmaya başlamıştı. İçilen şaraplar, sıcak ortam ve Ars Longa’nın başarılı ilerleyişinin hikayesini dinlemek daha da keyif veriyordu. Merak ediyorduk; Ars Longa, bağımsız müzik piyasasındaki gidişattan memnun muydu? Geçmişten bugüne kadar neler değişmişti ve Ars Longa İstanbul Indie müzik piyasasında hangi noktadaydı? Bu konularda çok şey bildiğinden emin olduğum Sinan hemen lafa girdi; “Eskiden yani 4-5 sene öncesinde cover yapmak nasıl bir gereklilikse son zamanlarda çıkan gruplar da beste çalmayı gereklilik olarak görüyorlar. Buna destek olan Peyote v.b. mekanlar, bu konuda gayet nitelikli bir dalga başlattı. İnsanlar ürettiklerini paylaşmak açısından büyük bir şansa sahipler artık ve bu doğrultuda İstanbul’daki indie müzik piyasasını çok daha ilerlemiş olarak görüyorum”. Bu sırada Eser, Peyote’nin aslında yıllardır var olduğunu ama başka bir şeylerin daha geliştiğini anlatmaya çalışırken niceliğin artmış olmasına geliyor konu. Ve ne tesadüftür zaten nicelik ve bu doğrultuda oluşan niteliğin kalitesi hakkında sormak istediklerimizin olması hemen o konuya gelmemizi sağlıyor. Ve bütün bunları konuşurken özünde İstanbul indie müzik piyasasını konuşuyor olmamız gayet hoş bir sohbete dönüşüyor. Soruyorum, ”Nicelik artarken Nitelik ne durumda sizce ve buna lütfen samimi bir şekilde cevap verir misiniz? Her gün onlarca grubun ortaya çıkmasından, beste yapmalarından –ve bunu ne kadar bilinçli yaptıkları meçhul- memnun musunuz? Bunun piyasaya artı getireceğini düşünüyor musunuz?”. Sinan artık getireceğini dile getiriyor ve Ars Longa’nın da eskiden iyi işler yapmadığından dem vuruyor; “Kesinlikle düşünüyorum. Ben de bestelerimi çok bilinçli yapmıyorum ve zaten Ars Longa olarak eskiden kötü üretimlerde de bulunduk. Ama içinde bir şey varsa çekinmeden çıkarıp koy ortaya diye düşünüyorum. Müzik yapıyorsan, kendini müzikle ifade etmeyi seçtiysen kim olursan ol yine de ürettiğini koy ortaya. Evet iyi işler çıkıyor, kötü işler de çıkıyor ama gördüğün desteği ve gelişim sürecini iyi kavrarsan daha iyi işler yapmanız kaçınılmazdır. Bizzat Ars Longa olarak bu yoldan geçtiğimizi ben biliyorum”. Peki İstanbul indie piyasasındaki isimlere gittikçe büyüyen bu destek kalitesiz üretimler arttıkça elini ayağını çekmez mi diye soruyorum. Bu konuda oldukça pozitif düşündüğünü anladığım Ars Longa umutlu konuşmalarına devam ediyor. Eser lafa giriyor, ”Şimdi şöyle bir şey var. Nicelik sonucu 20 grup ortaya çıkmışsa 3 tanesi iyi ise bu müzik için bir kardır” diyor ve açıkçası bu konudaki umutlu tavrı ile beni şaşırtıyor. Belki de ben çok umutsuzum ya da niceliğin arttığı yerde niteliğin her zaman azaldığını gözlemlediğim bir tecrübeye sahibim bilemiyorum ama geriye kalan 17 grubu istisnasız herkesin bilinçli bir şekilde “siz kötüsünüz” diye karşılayacağını pek düşünmüyorum. Ama üreten herkesin saygıyı hak ettiğinin bilincine direk o piyasanın içindeki bir grup kadar varamayacağımızda kuşkusuz bir gerçek. Ve ben bunları düşünürken Sinan, Eser’in bahsettiği o 3 ismi kendi fikrince açıklıyor “Yora, Sakin, Seha Can” diyor ve konuyu kapatıyoruz.

Kuşkusuz Ars Longa ne kadar kendine özgü olsa da “Mor Ve Ötesi Naifliği” dediğimiz dalgadan etkilenmiş bir yapıya sahip. Lirikler, melodiler ve grubun tavrı hep bir naif hava içinde. Bunun nedenini soruyorum ve Eser direk “Beceriksizliğimizden” diyor. Kendi içlerinde esprili bir yaklaşımları var sanırsam bu konuya; “Sinan’ın naifliği becerememesinden aslında” diyor ve gülüşüyorlar. Şarkıların çıkış noktalarının hayat tecrübeleri ile alakalı olup olmamasını sormam üstüne Sinan anlatmaya başlıyor; “Şarkı yazarlığımızda bir naiflik gördüysen bu tamamen samimiyete dayanan bir şey. Başka şeyleri değil de sadece müziği düşünerek ürettiğimiz zaman ortaya bir naiflik çıkıyor olabilir. Kayıtlarımızdaki naiflikten bahsediyorsan o tamamen teknik imkansızlıklarımızla alakalı” diyor. Teknik açıdan konuşmadığımı üretilenlerin ve grubun ruhunda bir naiflik olduğunu vurguluyorum. Sinan son noktayı koyuyor; “Bilmiyorum artık çok şey naif olarak adlandırılmaya başlandı.” Düşünüyorum, belki de günümüz dünyasında aradığımız sadece naiflik ve samimiyet. O yüzdendir bu naiflik takıntımız. Ardından müzik piyasasının belki de bu en ironik konusunu yani hayatınızla ve ruh yapınızla ürettikleriniz tamamen bağlantılı mı konusunu uzattıkça bir yere varamayacağımızı anlamamız geç olmuyor. Belki de hayatınıza ve sanatınıza karşı bu ironik duruş, bir grup olmanın ve müzik yapmanın en büyük verimlilik noktası.

Daha kolay içinden çıkabileceğimiz konulara geçmemiz geç olmuyor. ”Şarkılarınızın oluşma aşaması ne şekilde oluyor? Hem kağıt üstünde teknik anlamda hem de duygusal anlamda? (hala zorluyorum) Berat anlatmaya başlıyor; “Aslında son zamanlarda biraz teknik ilerliyor” diyor. Sinan ürettiklerini hep daha iyiye taşımaya çalıştıklarını, ilk çıkan ham haliyle bırakmadıklarını böyle çıktı böyle kalsın mantığından uzak olduklarını anlatıyor. Bu sırada Özge bir teşhiste bulunuyor “Anladığım kadarıyla şarkılar çoğunlukla sizin ikinizden çıkıyor” diyor Sinan ve Berat’ı göstererek. Eser de destek verircesine lafa giriyor; “Singer-Songwriter geleneği vardır ya Elliott Smith ya da Jeff Buckley gibi; bizde de Sinan sözleri ve şarkının iskeletini, anlatmak istenileni oluşturuyor. Daha sonra eskiden yapmadığı gibi çünkü eskiden her şeyi kendi yapıyordu, şarkıyı bize paslıyor ve devamını getiriyoruz”. Bunun üstüne Berat; “Şunu söylemek istiyorum. Sinan benim bas partisyonlarımı da yazabiliyor aynı şekilde ben Eser’in gitar partisyonlarına karışabiliyorum ve Eray üçümüze de karışabiliyor. Yani grup içinde bu özgürlüğe sahibiz” diyor. Ardından Eser ve Berat bu özgürlüklerin pek tabi ki kavgalara yol açtığını fakat sonucunda her zaman iyi şeyler ortaya çıkacağını dile getiriyorlar. Bütün bunlar ilk konuşmalarımızda değindiğimiz grubun artık etkileşim içinde olduğu hakkındaki sohbetimizi, artık daha da grup olduklarını ve çok daha iyi parçalar üretecekleri konusundaki fikirlerimizi bir kez daha destekliyor.

Şaraplardan birer yudum daha alınıyor ve kaçınılmaz olan gerçekleşiyor. Tabi ki de Ars Longa’nın ismi üstünden yola çıkarak bir soru sorma eylemi. Soruyorum; “Kısa hayatlarınızı sadece sanatla doldurmak, istediğiniz gerçekten bu mu?”. Neredeyse üçü de aynı anda ve hızla cevap veriyor buna ; “Hayır değil”. Eser daha röportajın başında “Ars Longa nedir?” v.b. bir sorunun geleceğini düşünüp gayet cool bir cevap hazırladığını söylüyor. Nedir diyoruz; “Ars Longa bir röportajın ilk dakikalarında baymaktır” diyor. Gülüyoruz, dağılıyoruz. Ardından devam ediyor “ Ars Longa, Vita Bravis diye bildiğimiz kalıbın aslında devamı da var. Şimdi Latincesi tabi aklımda değil ama devamıyla birlikte şu şekilde: “Sanat uzun, hayat kısa; deneyler yanıltıcı, karar vermek güç”. Ve bunu tam olarak öğrendikten sonra her şey benim için daha anlamlı hale geldi. Sevdiğim bir film olan “Gemide” filminden bir alıntı yaparak anlatmak istiyorum: “Her şey karışık”. Bizim içinde öyle. Ars Longa bir karışıklık. Sanat da bir karışıklık ve tanımlamakta zaten pek mümkün değil. Ayrıca tanımlanması gereken bir şey de değil. İsmimizdeki sanat olayına kesinlikle takılmamak lazım. Sanat yapıyoruz gibi bir iddiamız yok” diyor ve Sinan “İlla ki sanat yapıyoruz diye bir şey yok, sadece biz sanat yapmak istiyoruz olabilir belki” diye ekliyor. Ardından Berat isimlerinin içeriğinde hayat ne kadar kısa olursa olsun üretilenin ve ürettiklerinin ömrünün sonsuz olması isteklerinin yattığını dile getiriyor. ”Biz sanat yapıyoruz” gibi bir duruşları olmadığını ısrarla belirtiyor Eser. Belli ki bu isim üstünden grup karakteri yapmak gibi yaklaşımlardan oldukça rahatsızlar ve sıkılmışlar. Sinan yine son noktayı koyuyor. ”Biz bunu yapıyoruz, sizin için bir şeyler ifade ediyorsa işte o zaman bizim için bir sanat olacak ürettiklerimiz”. Ve bu sohbetin ardından soruyu sorduğum an üçünün de aynı anda “Hayır değil” demelerini çok daha iyi anlıyorum. Ama ne olursa olsun bir şekilde kendilerini anlatmak gibi bir amaca sahip olduklarını da anlıyorum. Eser zaten müziğin ve bu doğrultuda sanatın amacının bu olduğunu vurguluyor. Sinan ise “Aslında ben kendimi değil de , karşımdakini anlatmaya çabalıyorum ama büyük ihtimal kendime de çok fazla gönderme yaparak yapıyorum bunu” diyor. Noktayı koyma konusunda ısrarlı ve gerçekten de başarılı tavrını takdir etmekten başka bir şey yapamıyorum.

Ardından Ars Longa elemanlarının müzik dışında başka nelerle uğraştıklarını merak ediyorum. Kendilerini anlatmak hususunda başka hangi yollara başvurduklarını merak ediyor ve soruyorum; “Müzik anlatmak istedikleriniz için yeterli mi? Yoksa Ars Longa olarak ya da ayrı ayrı elemanlar olarak başka planlar var mı?”. Sinan bunu düşündüğünü ama henüz bir planı olmadığını dile getiriyor. Eser Sinan’la birlikte bir blog sitesi açmayı düşündüklerini söylüyor. Sinan lafa giriyor; “Ayrı projelerimizde mevcut müzik açısından. Eser’in ve Eray’ın ayrı projeleri mevcut. Herkes içerisindekileri bir şekilde ortaya koymaya çalışıyor.” diyor ve bir sessizlik hakim oluyor. Eser Sinan’a bir laf atıyor, ardından gülüşmeler ve Sinan’ın “biz de insanız” özdeyişiyle müzik haricinde elbet başka şeylerle de uğraştıklarını bir kez daha anlıyorum. Proje gruplarının yanında Eser okuldan dolayı staj gereği yeni bir işe başlamış, Berat spor yapıyormuş ve Sinan dinler tarihi üzerine yüksek lisans yapmaya çalışıyormuş. Eray ise klipler ve kısa filmler çekiyormuş. Ama ne olursa olsun hayatlarının büyük bir bölümünün Ars Longa olduğunu ve bundan memnun olduklarını, tutkuyla bağlı olduklarını dile getiriyorlar. Bunları söylerken ki içtenlikleri ve samimiyetleri onların ileride başarısız olma olanaklarının olmadığını söylüyor sanki bize.

Ars Longa’nın kutusunun içinden çıkıp biraz daha yüzeye geliyoruz yavaş yavaş ve bu ara neler dinlediklerini, Reset! okurlarına neler önerdiklerini soruyorum. Eser hiç düşünmeden cevap veriyor; “Pinback. California-San Diego’dan çıkan indie bir isim” olduğunu söylüyor. “Genelde iyi müzik İngiltere’den çıkar, Amerika tü kaka” diye bakılmasına pek katılmadığını belirtiyor. Amerika’nın özünün ne kadar yayılımcı ve emperyalist olduğunu hepimiz biliyoruz ama orada bile içine kapanmış ve underground kalabilen bir çok isim var diyor; oranın da boş olmadığını, dikkat etmemiz gerektiğini söylüyor. Zaten New York sahnesine çok fazla ilgili olduğumuzu dile getiriyoruz biz de. Pinback’in Death Cub For Cutie’den Three Mile Pilot’a ve haliylen The Black Heart Procession kafasına kadar uzandığını anlatıyor. Ardından Morr Music ve Almanya’dan dem vuruyor. Lali Puna, Ms.John Soda, Notwist gibi isimleri de her zaman dinlediğinin üstüne basıyor. Berat; Damien Rice dinlediğini, Sinan ise The Doors’a yeniden takıldığını özellikle Jim Morrisson’un liriklerinin ne kadar mükemmel olduğunu söylüyor. Arada konu alakasız bir şekilde Aylin Aslım’a geliyor ve Eser dayısından aldığı bir haberle Aylin Aslım’ın kendilerini çok beğendiğini anlatıyor. Bunlar dışında grup olarak hep bir ağızdan “Yora, Pinhani ve Seha Can” ı bizlere öneriyorlar. Konu yine bu isimlere geldiğinde Ars Longa kapalı kutusuna girmek çekici gelmeye başlıyor ve kayıtlarının nasıl gittiğini soruyorum. ”O Rüya” ve “Kontra Satürn” ‘ün kayıtlarının bitmek üzere olduğunu bir kez daha belirtiyorlar ve “Dua” isimli en güvendikleri şarkının hatta büyük ihtimalle yeni çıkış parçaları olarak gördükleri şarkının kayıtlarına başlayacaklarını da söylüyorlar. Ve ardından “Bir Son” gelebilirmiş. Sinan diyor ki ; “Single ya da EP yayınlamak yahut myspace söz konusu olduğunda bu 4 şarkı aklıma geliyor”. Yakında myspacelerini yenileyeceklerini bir kez daha anlıyoruz. Ve pek tabi ki single, EP falan derken muhabbet olası Ars Longa albümünün çıkış zamanına, grubun buna kendini ne zaman hazır hissedeceğine geliyor. Sinan grubun biraz daha kıvama gelmesi gerektiğini söylüyor ve devam ediyor; “İlk albümün şarkıları nerdeyse bitti aslında, bunu söyleyebilirim. Bunun dışında önemli olan bu şarkıları çok daha iyi çalmamız, tamamlamamız ve bunun ardından kayda girmemiz. En iyi ihtimal 2009 sonbaharı diye düşünüyorum”. Bunun üstüne geç olduğunu düşünüyoruz , dayanamayacak olan varsa konserlere gelsin öyleyse diyor ve gülüyor. Albüm işinin ciddiye bindiğini anlamak pek güç olmuyor. Eski şarkıları soruyorum; “Merve Darende”, “Zaman Beni Alsın”, “Artık Ağlama”, “İstanbul Uyurken” gibi şarkıları yani bence Ars Longa’yı Ars Longa yapan şarkıları kullanmayı düşünüp düşünmediklerini soruyorum. Ve tamamen kendi fikrim olarak bunları da bir şekilde kullanmaları gerektiğini belirtiyorum. Kullanmazlarsa özlerine ihanet edeceklerinden değil bu şarkıların gerçekten güzel olduğunu düşündüğüm için bunları söylüyorum aslında. Bence bir grup kendi şarkılarını defalarca çaldıkça, sürekli üstünden geçtikçe bu şarkılar onlara kötü gelmeye başlayabilir. Thom Yorke bile “Lanet olsun Creep’e” diyorsa ve konserlerde söylediğinde kendinle dalga geçiyorsa bu bence çok da doğru bir davranış değildir. Grupların en başta kendi ürettiğine saygısı olması gerektiğine inanıyorum. Olgunlaşmak ve müzikaliteyi arttırmak tabi ki kaçınılmazdır, orası ayrı konu. Eser anlatıyor bunun üstüne; “İlk şarkılarımıza baktığımda, Sinan’ın şimdiki şarkı yazarlığı çok daha ilerlemiş durumda. Fakat eski çalışmaları kesinlikle atmadık” diyor. Ben de bu şarkıların bir şekilde ilk albümde yahut singlelar içerisinde kendilerine yer bulacaklardır düşüncesine kapılıyorum. Bunu destekleyen şeyler de söylüyorlar zaten ama kesinlikle inandıkları bir şey var ki o da, şarkı yazarlığı konusunda çok daha yüksek bir basamağa çıktıkları. Ve bende yeni şarkılarını dinlemiş biri olarak kesinlikle öyle olduğunu düşünüyorum. Sanırım tek istediğim, o eski şarkılara hiçbir zaman lanet edilmemesi ve değerlerini korumaları. Büyük ihtimalle “Artık Ağlama” ve “Zaman Beni Alsın” olası bir albümde yer almayacak diyorlar ama “Merve Darende”, “İstanbul Uyurken”, “Sen Varsın” ve “Gözyaşı Şişesi” albüm içerisinde olacak olan parçalardan birkaçı. Ve bir bu kadar yeni şarkı kesinlikle. Ars Longa bu hızlı ilerleyişi daha ne kadar yalnız başına kaldırabilecek diyorum, yani prodüktör, menajer ve gruba bir şekilde yardımcı olacak insanlardan oluşan bir ekip kurulacak mı diye soruyorum. Sinan bu ara öyle bir şey yok ama kesinlikle ihtiyacımız olacak diyor. Eser bunları kaldırabilecekleri konusunda umutlu olduğunu dile getirirken Sinan konuşmaya başlıyor; “Açıkçası kendi adıma bunları kaldırabilecekmiyim tam olarak bilemiyorum. Hatta direk olumsuzunu düşünüyorum. Bütün bu koşturmaca, olası bir albümde promosyon dönemi, konser öncesi stres, grubun duruşu gibi konular beni korkutuyor. Ama yine de hep o zamanları düşünüyorum ve kendimi hazırlamaya çalışıyorum. Şarkı yazarlığı, görüntü v.b. konularda önemli. Kendini sunduğun bu döneme girersek umarım en iyi şekilde atlatırım”. Berat da Sinan gibi çok da olumlu bakmıyor o zamanlara. ”O dönemlere geldiğimizde insanı yıpratan yönler de olacak ama güzel yönleri de olacak. Kayıt süreci özellikle öyle gülerek geçirilecek bir süreç değil bence. Bunu en yakınımızdaki insanlardan biliyoruz.” diyor. Ben şahsen onların bu dönemi yetenekleri ve güçlü karakterleri ile en başarılı şekilde atlatacaklarına inanıyorum ve bunu söylüyorum.

Soracak fazla bir şeyimiz kalmıyor. Ama sohbet devam ediyor tabi ki. Sinan Reset!’e bir tane grup önerme derdinde hala, Özge ise Eser’e özel hazırladığı moda ile ilgili sorusunu sormaya çalışıyor, Broken Social Scene konser anıları konuşuluyor, Berat “ben hayatta sahneye 9 kişi çıkmam abi” diyor, şarap şişesi dibini görüyor, bira almak için kim bakkala gidecek diye tartışmalar alevleniyor ve Murat daha önceden sorduğu bir sorusuna halen cevap alamadığını söyleyip soruyu tekrarlıyor; “Neden isminizde “sanat” kelimesini araç olarak kullandınız? Benim için dinlediğim müzik gruplarının isimleri çok önemlidir.” Sinan Ars Longa’yı ilk kez duyduğunda anlamının “Uzun Eşek” olduğunu zannettiğini söylüyor ve devam ediyor; “Kim nasıl almak istiyorsa öyle alsın. Benim ismimin Sinan olmasının da çok bir önemi yok. Benim bir iddiam değil Sinan olmak. Ne yapmacık ne de üzerine çok düşündüğümüz bir şey.” Eser ismin sadece fonetiğinin önemli olduğunu vurguluyor. Sinan yaptıkları müziğin Ars Longa ismini getirmesini istediklerini söylüyor, Ars Longa ismi müziği getirmesin diyor. Benim üstümden örneğine devam ediyor ve Pozan dendiği zaman aklına benim geldiğimi Pozan’ın manasının gelmediğini belirtiyor ardından senin aklına da mümkünse sanat değil yaptığımız müzik gelsin diyor ve aslında yeteri kadar noktayı koyması gereken bir açıklama yapmış oluyor. Ama bu konu uzuyor ve burada anlatması gereksiz bir sıkıcılığa bürünüyor. Bakkala gidip bira almak ve ardından bu güzel terasta müziğin ve Ars Longa’nın dışında da sohbet etmek çok daha çekici geliyor. Ardından Elif’in Global Gathering’de de gördüğümüz kadarı ile her şeyi tatlıya bağlama potansiyeli olan hoş sesi duyuluyor; “Özge Eser’e sorusunu sorsun ve kapansın konu artık”. Sorudan önce son bir söylemek istedikleri bir şeyler var mı diye soruyorum ve bize sormak istedikleri bir şey var mı diye merak ediyorum. Sinan‘ın Reset! dergisi hakkında övgülerini alıyoruz. Özellikle röportajları bir çok yazılı müzik dergisinden bile daha başarılı bulduğunu söylüyor. Hazırlanıp orada olduğumuzu bildiğini ve kendini önemli hissettirdiğimiz için teşekkürlerini iletiyor. Reset! olarak dergimizin konseptlerinden biri de moda olduğu için ve Eser halı saha maçlarına bile fashion gelen bir insan olduğu için Özge ona nerelerden giyindiğini soruyor. E-bay’den bir şeyler aldığını söylüyor Eser ve dergimiz yazarlarından Anıl’ın kendisini giydirdiğini itiraf ediyor.

“İstanbul Uyurken” röportajımız ve içkilerimiz çoktan bitiyor. Zamanın nasıl geçtiğini, nasıl olurda hiçbir kristal bardağın kırılmadığını, röportajın nasıl da bu kadar keyifli şekillendiğini düşünüyorum, yavaş yavaş toplanırken teşekkür edip çok sevdiğim dostum Sinan’ın gözlerine bakıyorum ve röportajın son sorusunu kendime soruyorum; “Ars Longa gerçekten büyük bir grup olabilicek mi?”.Ve farkediyorum ki cevabım o kibar çocuğun gözlerindeki ışıltıda yazıyor ; “Kesinlikle...”

http://www.resetmagazine.net/resetsayi17/insan/insan1.html
 

Geri
Üst