Yazı dizime devam etmek için değil, fakat forumda başka bişey ararken tesadüfen gördüğüm bir yazıda tamamına yakınına katıldığım tespitleri sizinle paylaşmak için bir kez daha geliyorum. Diziye de devam edeceğiz kısmetse, aşağıda alıntı yapacağım yazıda da Manço'nun 1986 yılına kadar klasikler ürettiği söyleniyor, eh, ben de o aralarda bırakmamış mıydım
😛
yazıyı
Opposite-idea (karşıt görüş!!) nick'li kullanıcı Perihan Mağden'in 1999 tarihli bir yazısına yanıt olarak yazmış. Yanıt kısımları hafiften politik sulara kaydığından, daha ziyade müzikle ilgili kısımlara ağırlık vereceğim. Hatamız olursa affola! Bu arada yazının tamamını şu anda kilitli olan
Geç Kalınmış Bir Refleks Yazısı başlığında okuyabilirsiniz. Opposite-idea muhtemelen başlığı başka bir şekilde yeniden açmıştır, öyle ise araştırmadığım için özür dilerim!
Opposite-idea demiş ki:
Barış Manço müziğini eleştirebilirsin. Ama öyle işkembe-i kübradan atarak değil.Müziğin temel kavramlarını bileceksin.İki elinin on parmağı, piyanoda Barış Manço’nun en azından 5-10 parçasını detonasyona (Fr. Désaccordé) uğramadan çalabilecek.Folk müziğinin, Klasik Türk Müziğinin, rock müziğinin kalıplarını, ritm ölçülerini, monofonik müziği, polifonik müziği, armoniyi…vs. bileceksin.Ki ondan sonra Barış Manço veya bir başkasının müziğini eleştiri hakkın olsun! Müzik dediğin, sen mutfakta soğan doğrarken işini kolaylaştıran melodik arka fon sesleri değil ki! İnsanlık tarihi ile birlikte varolmuş, danstan sonra sanatın ikinci dalı…Üstelik uluslararası platformda geçerli olan tek dil!
İşte Manço'yu ve yapmak istediklerini çok iyi anlamış birisi!
Opposite-idea demiş ki:
Ne yaptı Barış Manço? Günümüz ses kirlilikleri içinde boğulup, iyi bir şeyler arayan 80 kuşağı gençliğin imrenerek ve özenerek dinlediği; 68 ve senin-benim gibi 78 kuşağının geçmişi ah çekip, yad ederek anılarını canlandırdığı Ersen, Fikret Kızılok, Cem Karaca, Erkin Koray, Edip Akbayram, Selda, Alpay, Özdemir Erdoğan, Moğollar, Kardaşlar, Üç Hürel, Dönüşüm gibi isimlerin içinde yer alarak, Anadolu folk müziğini teksesli feodal yapısından kurtarıp, çağdaş/çoksesli bir biçime soktu.
Benim arayıp da bulamadığım ifadeler. Gerçekten de yukarıda sayılan tüm bu adların sadece '70'li yıllarda gösterdikleri çabalar dünyadaki çağdaşlarıyla aynı kalitede... Ne yazık ki bir iki istisna dışında hepsi '80 ve '90'larda ya ortalıktan kaybolmuş, ya da aşağıda da Barış Manço bağlamında belirtildiği üzere popülizm batağına saplanmışlar... Hele Ersen'in bugün alay konusu haline gelen Aman Tertip Can Polis türü fecaatleri, ne yazık ki Bir Ayrılık Bir Yoksulluk Bir Ölüm'ü, Kozan Dağı'nı, Zalım'ı çok çabuk unutturmuş...
Opposite-idea demiş ki:
1970 öncesi yaptığı cemazülevvel (hamlık) dönemini saymazsak, 1970 yılından 1986 yılına kadar 14 45’lik plak ve 6 LP ile Ulusal ve Çağdaş Türk Müziğinde klasikleşmiş, unutulmaz müziklere imzasını atmıştır. Tersinden okuyacak olursan İngiliz tarzı rock müziğini çalgı ve armonizasyon olarak Türk müziğinin içine katarak (Fr. Turquerie) sentez bir tür elde etmiştir.Üstelik bu müzikleri sıradan müzisyenlerle değil, batılı müzisyenlerden hiç te aşağı kalır tarafları olmayan avantgarde müzisyenlerle icra etmiştir.1986 sonrası yaptığı müzik (esas olarak elektro-pop) ise popülizm koktuğundan eleştirilebilir.
Bu paragrafta yalnızca cemazülevvel dönemine ufak bir şerh koyacağım. Manço bana göre yalnızca '62-'68 arasında kendini bulma aşamasında görünüyor. Günün popüler akımları olan Twist ve Rock'n'Roll arasında gidip geldiği bu dönemde dahi, Jacques Danjean Orkestrası eşliğinde doldurduğu, tarz olarak gayet ilerici plaklar tutulan yolun sağlamlığını gösteriyor. Hele '68-'70 arasındaki Kaygısızlar dönemi! Plaklardaki prodüksüyon yetersizliği nedeniyle "garage band" izlenimi uyandıran bu grup ile, gerek bizden tınılar taşıyan batı tarzı işler (Seher Vakti, Flower of Love), gerek bildiğimiz türkülerin "psychedelic rock" düzenlemeleri (Kağızman, Kızılcıklar, Bebek... ki bu tarz da yukarıda gayet haklı olarak belirtilen "Anadolu Folk müziğinin çağdaş/çoksesli bir biçime sokulması"nda önemli bir aşamadır aslında...) gerekse bu psychedelia akımının Türk tınılarıyla birleşmesinin en güzel örnekleri olan parçalar (yine Flower of Love, Boğaziçi, Anadolu, Trip, Unutamıyorum...) ortaya koyabilmiş! Tabi ki '70 yılında yabancı müzisyenlerle kurduğu Barış Manço Ve... grubu ve ardından Moğollar ile olan kısa birlikteliğinde bu işleri başka aşamalara taşımış (Dağlar Dağlar'ın b yüzü versiyonu!), fakat hattizatında diğer elemanları da gayet önemli yerlere gelmiş Kaygısızlar grubunu (Mazhar ve Fuat desem?
😀) es geçmemek gerek! Kurtalan Ekspres tabi ki ayrı bir vaka, o "ustalık dönemi" resmen
😉
"batılı müzisyenlerden hiç te aşağı kalır tarafları olmayan avantgarde müzisyenler" meselesine de ufak bir not düşeyim (red anlamında değil): Barış Manço ilk Kurtalan kadrosundan itibaren tam bir "yetenek avcısı" gibi çalışarak, önce liselerarası müzik yarışmalarında başarılı olan gruplardan göze çarpan müzisyenleri seçerek (Kurtalan'ın ilk gitaristlerinden Ohannes Kemer bariz bir örnektir), sonraları da nasıl beceriyorsa diğer grupların en başarılı müzisyenlerini toplayarak (Moğollar ile yollarını ayırdıktan sonra bir yıl geçmeden baterist Engin Yörükoğlu, hemen ertesinde ise orgçu Murat Ses yine Kurtalan kadrosuna giriyorlar!!!), bazen de şansın yardımıyla (1978 yılında kaydedilen albümde çalmaktan vazgeçen Fuat Güner'in, kendi yerine Bahadır Akkuzu'yu önermesi!) sürekli olarak bir "all-stars" kadrosu ayakta tutmuş, Amerika'da caz sahnesinde Miles Davis'in, rock alanında Frank Zappa'nın yaptığı gibi Kurtalan'ı bir okul haline getirmiştir!!! Bu okuldan geçen diğer "süper" müzisyenler için önceki sayfalarda yer alan albüm/45'lik tanıtımlarıma bakınız
😉 sözün kısası, Kurtalan Ekspres ta ilk kurulduğu 1972 yılından "sonun başlangıcı" 1986 yılına dek Türk rock müziği sahnesinde üst düzey müzisyenlerin bir arada toplandığı bir "süpergrup" niteliğinde olmuştur!
Opposite-idea demiş ki:
Barış Manço’nun ses hacmi tartışılabilir.Ancak bir solistte oktav genişliği Allah vergisidir.Sesinin tınısı (ses rengi) ise son derece ‘bizden birisi’ havasındadır.Fakat parçanın yapısına göre sesini gayet profesyonelce kullanmasını da bilmiştir.Bugün ‘Anadolu-rock’ yapıyorum diyen profesyonel veya yarı-profesyonel birçok genç, sesinin tınısını Barış Manço’ya benzetmeye çalışmaktadır.
Tamamıyla katılıyorum. Manço kendi sesinin fiziksel yeterliliğini göz önüne alarak bestelerini her zaman bu yeterlilik doğrultusunda, ve büyük bir profesyonellikle yapmıştır. "Anadolu Rock" teranesinin içindeki gençlerin "benzetmeye çalışma" hususunda ne kadar başarılı olduklarını ise takdirinize bırakıyorum!!!
Opposite-idea demiş ki:
Gelelim “Şarkılarının 80 öncesi yıllarda ülkücü gençliğin kanını ateşlediği; o yılların sular seller gibi bilinen gerçeklerindendi.” iddiasına…
1980 öncesi sol cenahta yer alan birisi olarak bizzat kendim ve arkadaşlarım ‘Barış Manço faşizan birisidir, biz onun müziklerini dinlemeyiz’ diye herhangi bir beis görmedik.Aksine iyi müzik dinlemek adına yeni plaklarının çıkmasını sabırsızlıkla bekliyordum.Adam ‘Hey Koca Topçu Genç Osman’ plağını yaptı.Peki ne zaman? Topçu olarak askere gittiği zaman.Peki Barış Manço askerliğini denizci olarak yapsaydı, Koca Topçu plağı mı yapardı, yoksa bir bahriyeli türküsü mü? Ne dersin?
Daha önce de '78 kuşağından olduğunu belirten bu ağabeyimizi gerçekten saygıyla selamlıyorum. Müziğin siyaset ötesi olduğunu gösteren harika bir örnek!
Bir de ek yapayım: "Hey Koca Topçu" ve "Estergon Kalesi" gibi plaklarının, özellikle de Kalk Gidelim Küheylan'da yer alan "Özümüze dönelim" gibi sözlerin Münir Tirelin'in tabiriyle "orta zekalılar tarafından orta asya özlemi olarak algılanmasının" ardından, 1977'nin Ocak ayında Suadiye Atlantik sinemasında verdiği konserde Vur Ha Vur'u sol yumruğu havada söylemek ve Süleyman Demirel'e politik kinayede bulunmak gibi davranışlarla bu yanlış algılamaları açıkça düzeltmiştir! Münir Tireli'nin aynı yazısında (
http://www.deviantart.com/deviation/22936463/) Manço'nun sol cenahta yer aldığını açıklamasından da bahsediliyor, ancak işin gerçeği Barış Manço hiçbir zaman net bir politik duruş sergilememiştir, gerçi Bir Selam Sana Gönül Dağlarından gibi parçalarda en azından hayata karşı duruşunun izlerini okuyabiliriz, hatta 12 Eylül darbesini takiben yayınladığı plaktaki Ali Yazar Veli Bozar'ın sözleri konjonktir düşünülerek iyice irdelenirse şapka uçurabilir! Münir Tireli ile tanışmama dolaylı yoldan neden olan bir arkadaşım, "barış her devrin adamıdır" derdi, bu ifadeyi kabul etsek de, etmesek de, Manço'nun da belli şartlara göre bazı mecburiyetler altında olduğunu ve bu mecburiyetleri gözetmeye çalıştığını kabul etmemiz gerekir. Bu bağlamda Ali Yazar Veli Bozar ve iki yıl sonra gelen Halil İbrahim Sofrası ve Kazma gibi şarkılar "sivri" çıkışlar olarak bile değerlendirilebilir, tabi anlayana
😉! Yine belirteyim, benim de özellikle bu forum bağlamında Manço'nun asıl ilgilendiğim yönü, herşeyden çok müziğidir... Ama ne müzik!!!
Opposite-idea demiş ki:
Yanılıyorsun sayın ablam! Ülkücü gençliğin slogan olarak benimsediği tek Barış Manço parçası ‘Vur Ha Vur’ parçasıdır.Onu da “ülkücü gençlik ateşlensin” kaygısıyla yaptığını sanmıyorum.Üstelik bana göre Barış Manço müzik tarihi içinde müzikalite olarak en iyi parçası da ‘Vur Ha Vur’dur.Çünkü parçanın üst yapısındaki solo seslerde 3 dev müzisyen (Fehiman Uğurdemir: fuzz/wau-wau gitar, Oktay Aldoğan: tenor saksafon, Kılıç Danışman: hammond org, synthesizer) adeta varyete yapmaktadır.
Burada Vur Ha Vur'un orijinal albümden bir yıl sonra yayınlanan 45'likteki yeni versiyonu değerlendirilmiş. İşin gerçeği ben de bu düzenlemeyi öncekinden daha çok tutarım, albümdeki "Baykoca Destanı" adındaki Türk rock müziğinin ender "süit"lerinden biri olsa da... (süit bağlamında ilk versiyon da çok güzeldir). Gerçekten de yukarıda adı anılan üç müzisyenin birbirleriyle etkileşimini dinlediğim başka hiçbir Türk (rock veya değil) plağında duymadığımı söyleyebilirim! Hele o Oktay Aldoğan'ın saksofonunun üst üste bindirilen kayıtları!!! Plak kapağında boşuna Oktay Aldoğan'a esprili bir gönderme yapılmamış
😉 (
buradaki yazının sonlarına bakabilirsiniz
😉 )
Opposite-idea demiş ki:
Yine Barış Manço bıyığı hakkındaki “80 öncesi yıllarda yalnızca ülkücülerin şiddetle tercih ettiği bıyık modeli…” iddiasının gerçeği de böyle değil.Barış Manço’nun bıyık biçimi sadece bir öykünme.Hadi adını da vereyim; sound olarak en çok etkilendiği gruplardan birisi olan Pink Floyd’un efsane davulcusu Nicholas Berkeley Mason’vari bıyıklar onlar! Ki dikkat edersen Barış Manço’nun bıyıkları ülkücü bıyığı gibi M harfi şeklinde değil, tam aksine çenesinin altına kadar uzanmaktadır.
Nam-ı diğer Nick Mason.
İşin ilginç tarafı, lisedeyken bir arkadaşım Barış Manço'nun ve Moğollar'ın o yıllarda bıyıkları nedeniyle "aşırı solcu" muamelesi gördüğünü söylemişti, büyüklerinden duymuş
😉 Gerçekten de '90'larda Moğollar bir araya geldiğinde Manço'nun o zaman yaptıkları akşam programına konuk olmuşlar ve eğlenceli hikayelerini anlatmışlardı... "Anarşik" denmeler, pasaport kontrolleri ("bırak Türkçeyi, passport bitte!"!!!), "Kimliğiniz Barış bey" tarzı yoklamalar (yaw adamı tanıyosun, Barış bey diyosun, bi de kimlik soruyosun!!!), konu bağlamında en komiği de birinin Barış Manço'ya "ne o bıyıklar Mao gibi" demesi ve Manço'nun "Mao'nun bıyıkları yoktu efendim!" cevabını yapıştırması
😀 😀 😀
Opposite-idea demiş ki:
Piyano veya herhangi bir çalgı çalabiliyorsan ‘Gülme Ha Gülme’ parçasını çalmaya çalış.Notalarda gezinirken Barış Manço’yu daha iyi anlayacağını umuyorum.Yoksa post-modernitenin emrettiği gibi masa başında Barış Manço’yu veya bir başkasını kafanda tasavvur ettiğin gibi yazarsın.O tür yazılarının da gerçekle uzaktan, yakından ilgisi olmaz.Sadece kendini kandırırsın…
Herhangi bir enstrüman çalamadığım (en azından tuşlarına dokunduğumda bazı şarkılara benzer notalar verebileceğim elektronik bir klavye burada olmadığı
😛 ) için, bunu deneyemiyorum, fakat müzik bilgisinin de ötesinde birşey gerektirdiğini biliyorum: Duygu... Manço'nun en yoğun parçalarından biri olan "Gülme Ha Gülme"yi günümüzdeki değme müzisyenin bile ona yakın hislerle yorumlayabileceğini gerçekten sanmıyorum! Hele o albüme giren ikinci düzenlemede (ilk düzenlemenin üstüne yeni kayıtlar eklenerek yapıldığını sanıyorum) Manço'nun bizzat attığı moog sololar yok mu!!! Yaylı tamburun ağlaması ise apayrı bir olay!
Sözün kısası eline sağlık, Opposite-idea! Geç bir yanıt olsa da, unutulmuş bazı değerleri bize tekrar hatırlattın!