Jean-Paul Sartre

belki bilim-felsefe bölümüne açmak gerekirdi bu başlığı ama ben daha çok sartre'ın edebiyatçı yönüyle ilgilendiğim için buraya açıyorum.
anlatımının en büyük özelliği belli bir anlatım tarzı olmayışıdır. benzetmelerle çokça uğraşmaz. kullandığı imgeler (özgürlüğün yolları üçlemesini baz alarak söylüyorum) daha çok okuyucunun karakterlere psikanaliz yapabilmesini amaçlar.(ya da bana öyle geliyor)
karakterler 'bulantı' hali içindedir. bulantı Sartre'ın en önemli kavramıdır. İnsan, özgürlüğe mahkûmdur ve tek başınadır. İnsanın yaşamı kişinin ona verdiği anlama bağlıdır; ve olaylara gerçeklik ve anlam veren de, yine insan, o "bilinci geçici ve pusulasız insan"dır. özgür olan kişi seçimlerini sadece kendi adına yapmaz ve bu durumun farkında olmak da 'bulantı'yı getirir.
ki zaten romanlarından biri de bulantı adını taşır.
en önemli teorik eseri olan varlık ve hiçlik(L'Etre et le Nant) yanılmıyorsam türkçeye çevrilmedi.


bu adamı okudunuz mu????
hakkında ne düşünüyorsunuz???
 
"bekleyiş"romanını okumuştum.Birde "sinekler" diye bi eserini okumuştum ki sanırım bu eser tiyatroya uygun bir biçimde yazılmış..çünkü karşılıklı diyologlar halinde..Etkileyici ve kesinlikle okunması gereken bir yazar..
 
Sartre'da bence psikanaliz yöntemi kullanmak çoğu yönlerden sakıncalıdır. Sartre şöyle der: Varoluşçuluk, materyalizm'in çekirdeğidir. Pek çok açıdan tartışılan bir husustur bu. biraz daha gestaltcı bakmak gerektiği kanısındayım. Yoksa bilinç-altı süreçleri ile düşünürken olayı biraz metafiziksel süreçlere taşıyacağız. Ya da Freud'un ünlü sözü olan "bir ilişki de en az üç kişi vardır" söylemi ile "Öteki" fikrine saplanıp kalırız. Üstadın görüşlerinin günümüzde tartışılmamasının tek nedeni popüler kültürün düşünme kabiliyetini yitirmesidir.
 
Güzel yorumlar yapılmış, ben de çoğunluğun görüşüne katılıyorum...
Bulantı, salt yaşamdan ibaret! Ancak katıksız, salt yaşam çok tehlikeli bir mekanizma ve her zaman başa çıkılabilir olmuyor.
Yaşayan kişi altından kalksa bile yaşattığı kişiler aynı dayanıklılığı gösteremiyor zira terk edilmemin büyük sebeplerinden birisi hayatımın bulantıdan ibaret olmasıydı...
 
'' İnsan ne ise o değildir , ne olmuşsa odur'' Sartre ın en aklımda kalan sözü..Özgürlüğe bu kadar önem veren bir düşünür aynı zamanda 'insan özgürlüğe mahkümdur'' diyebilecek kadar net.
 
bulantının bi bölümünde:adam yerde bi kağıt grüyove almak istiyo...eğiliyo ama alamıyo...ve sora artık özgür olmadğını düşünüyor...
en çok burayı sevmiştim...
 
Sanatın Felsefesi-Felsefenin Sanatı adlı derleme kitapta kendisiyle yapılan bir söyleşiyi okumustum. Diğer sanat kitaplarında-ki bu kitaptaki diğer makalelerde de- kullanılan dilin aksine oldukça sade ve anlaşılır buldum dilini. Bir heykeltraş üzerine yaptığı yorumlar ve benzetmeleri odukça güzeldi.

Kısacası elimdeki kitabı bitirince jean-paul sartre'ın eserlerine geçmeyi düşünüyorum.

Saygılar.
 
varoluşçuluğun bu kadar çok benimsenmesinde önemli bir rolü vardır.ölü yaşayanlar kitabını okyumuştum iki hafta önce<öldukça sürükleyici bir kitaptı ama şimdi düşünüyorumda çok ta önemli bir kitap değilmiş!
 
ben ilk paul auster'in newyork üçlemesini okumuştum. üç kitabı bitirdiğimde çok etkilenmiştim. birazdaha derine inmek için sartre'ın varoluşçuluk kitabını okumaya çalıştım ama beceremedim 😀 ama "bulantı" okuyacağım kitaplar listesindedir.
 
Bireyselliği ve hayatı anlamsız bulmasıyla Nietzsche'yi andırır.. Dostoyevski'nin "Yeraltından notlar"ı savunduğu varoluşçuluk düşüncesi için fikir verebilir.. Önceden savunduğu fikri çeşitli kaynaklarla desteklemek, kişinin eserlerini okurken muhtemel bezginliğini önemli oranda azaltır..
 
Bu adamı bir yönüyle Tolstoy'a ve bir yönüyle Nietzsche'ye benzetiyorum.
Tolstoy "kefenin cebi yok!" diyen cinsinden... Öyleyse insan hayatını bir koşuşturmaca ile harcamamalı... Sartre ise "öleceksin! Kayda değer bişşiiler yap!!" mesajını veriyor.
"Akıl Çağı" ve "İş işten Geçti" isimleriyle yayınlanan romanlarını okudum. Onun haricinde genel filozofisi hakkında temel bir bilgim var.
"insan özgürlüğe mahkum edilmiştir" Bu laf herşeyi büyük ölçüde özetliyor zaten. Ona göre insan seçme özgürlüğüne sahiptir. Seçerken de tüm insanlar için ideal olanı seçmiş olur.
Bir anlamda insanın bir "özne" olduğuna vurgu yapar sürekli.
Akıl çağı'nda geçen küçük bir diyalog var onu paylaşmak istiyorum.
"İspanyol Komünist Partisinden biri(adını hatırlamıyorum) romanın başrol kahramanı olan Mattheau den partide görev almasını ister. Mattheau ise bir örgüt ya da parti bünyesine girmenin bir yere ait olma anlamına geleceğini ve bireyselleğini-özgürlüğünü kısıtlayacağını belirterek(bu nedenle evlenmeye de karşı kendisi. Ama sevgilisi olacak [o sırada hamile] hıyar yavrulamak istemektedir. ) bu teklifi reddeder. Teklifi sunan adam ise daha sonra şöyle bir laf ediyor- ki bu beni oldukça düşündürdü: Bir yere bağlanmadıkça, bir amaca hizmet etmedikçe özgürlüğünün anlamı nedir ki?"
 
ugurokus senin aktardıklarına bir alıntıyla yön vereyim.

"Rosa Luxemburg, 20. yüzyılın ilk çeyreğinde Almanya’dan çağdaşlarına bir çağrı yapar:

“Özgürlük, daima başkalarının özgürlüğüdür.”

Paris’ten Andre Breton bu çağrıya, 1924 yılında Gerçekcüstücülük Manifestosu’nda kulak verecektir:

“Gerçek varoluş ötelerdedir.”

Luxemburg, çağrısında özgür, eleştirel ve canlı bir kamusallığın daima “farklı düşünen ötekilerin özgürlüğünün” gerçekleşmesiyle mümkün olabileceğini söylerken, gerçeküstücüler de Batı düşünce tarihi boyunca elde edilen tüm özgürlüklerin, “Benim” düşüncesinden kopmadıkları için yitip gittiğini belirtmişlerdir.

Öyleyse “Özgürlük” ve “Ben” (özne-merkezli bilinç felsefesi) birbirinden radikal olarak koparıldığında yenı ve farklı bir insanı varoluşun ilk adımı atılabilecektir. Arthur Rimbaud’nun önermesini gerçeküstücüler amentü gibi benimsemişlerdir:

Je est un autre (Ben bir başkasıdır)."
 
aynı zamanda kendisine layık gorulen nobel odulunu almayısı da filozof ve edebi kisiligini cok guzel tamamlar. bu yuzden varolusculuk felsefesini sevmesem de, gerek durusu, gerek soylemleri(ne anlattıgından cok nasıl anlattıgı) ile sartre'ı cok severim.
 
varoluşculuk akımının öncüsü..sorbonne üniversitesinde eğitimini tamamlar..nobeli kazanıp da reddeden efsane yazar ve filozof..
nihilizme yaklaşan bi yanı var gibi gözükse de,nihilizm'de savunulan "yaşam bir hiçtir,anlamsızdır" görüşünün aksine,yaşamın anlamlı olması gerektiğini savunur..ona göre var olmak:kendi gerçekliğini yaratmak'la eş anlamlıdır..
bildiğim eserlerine gelince..;
-akıl çağı -bulantı -varlık ve hiçlik -diyalekitk aklın eleştirisi -modern zamanlar ...
 

Geri
Üst