stanger34 demiş ki:
Ne kadar biliyorum? Bence en önemli soru bu çünkü felsefenin temel amacı sorgulamak. Herşeyi bilseydiniz felsefe diye bir şey olmazdı zaten 😀
Bence ne kadar bilmek önemli değil ne kadar düşünmek önemlidir. Ve felsefe'de bence öğrenmek değil kendi lutfunla anlamaktır. Yoksa o başkalarının felsefik yaklaşımlarından gereksiz bir dağa döner. Bende bilgeliğin ansiklopedik bilgiden geçmediğine inanıyorum. Ansiklopedik bilgi sadece yardımcı kaynaktır, ilerlemeyi hızlandırır. Bir yerde kendi başına kesilirsin, kafanı kaldırıp bakarsın ve bir kaç kıvılcım elde edersin. Ama onlar sadece kıvılcımdan ibarettir. Onları işleyip, süzüp aydınlanmaya gidecek yolu bulacak kişi yine kişinin kendisidir. Bu yüzden felsefe önemlidir. Felsefe tarihi önemlidir. Ama yine onu anlıyacak süzecek, saf bir beyine sahip olmakta kişinin kendisine bağlıdır. Her yol kişinin kendisine çıkıyor. Bu yüzdende felsefe öğrenilmez. Felsefeyi nehrin karşısı olarak düşünürsek, felsefeyi öğrenmeye çalışmak bir ileri bir geri gitmektir, nehrin karşısına geçemeden ömür biter.
Felsefefeyi yiyip bitirmekte bir işe yaramaz. Çok güzel konuşursun, insanları etkileyebilirsin. Ama insanların gözünde sahte bir akıllı insan görünümü kazanırsın. Sana hiç bir faydası olmaz. İnsanlara okuduğun kitaplardaki ansiklopedik fikirleri bedavaya satarsın. Kendince saçma mutlu olursun o insana yardım ettiğini düşünürsün. Ama o insana verdiğin senin kendi acizliğin olur. Sen kendi saf hayal gücüne ulaşıp bilgelik yoluna adım atmazsan. O ansiklopedik bilgilerinin ne sana yararı olur ne başkasına. Hatta herkese zararı olur.
Osho'dan Piskiyatır örneği;
Çok güzel bir kadın piskiyatıra gider. Sorunu anlatmadan piskiatır kadının üzerine atlar öper sonra koltuğuna geçip "benim sorunum çözüldü" sıra sizde der.
Piskiyatırlara onca para harcarız. Bende harcadım. Peki biz salakmıyızda, kendi bir sürü sorunu olan piskiyatıra o kadar para harıcıyalım. Bir insanın çaresizlik anı onun için en büyük fırsatlardan biridir. Çünkü o an yanlızdır. Kendiyle başbaşa kalmıştır. Bu çok ürkütücüdür. Çünkü toplum onu buna değil, toplum zekasına alıştırmıştır. Koşullandırılmış basit anlamsız bir zeka. Acı çeker ama düşünmek zorundadır. Başka türlü öyle bir sistem tarihte gerçekleşmiştirki o insan çok nadir oturup derin düşünür. Bu kaçınılmazdır, o toplumun bir parçası olmak. Toplum egosuna sahip olmak. Ve bunlara göre hareket edip kim olduğunu unutmak. İşte burda devreye felsefe girer. Egodan kurtulamazsınız. O yapısını oturtmuştur. Ancak o seni terk eder. Bunun yoluda egolarını bilmektir, görmektir, süzmektir. Zamanla o yaprak gibi düşer, seni terk eder. İşte o zaman geriye sen kalırsın. Diyelim ki bu çaresizlikte ona bir kıvılcım olmadı, beceremedi, korktu o saflıktan. Piskiyatıra mı gitti? Attığı haplarla mal mal dolaştı. Sonra acısı azaldı. Peki bittimi. Peki o tekrar ortaya çıkmayacak mı? Sorunlar çözüldümü? Piskiyatır mı çözecek, universitedeki ansiklopedik bilgisiyle? Yada piskiyatır aşmış bir insan karşısına her çıkan soruna muazzam bir dinginlikle çözüm bulabiliyor. Peki o mu yardımcı olabilecek sana? Hayır daha fazla para vericen değişen bişey olmayacak. Çünkü o kendini kurtarmıştır. Ve onu okdukları değil, bir başkası değil, kendi kurtarmıştır. O ancak kendi sorunları karşısında bir bilge olmuştur. Senide senden başkası kurtaramaz.
Ancak bunlara rağmen Felsefe Tarihi her zaman bu sorunlarda yardımcı kaynaktır. Buddha basit bir prensmiş. Bir gece arzularının hiç doymadığını, sürekli bir huzursuzlukta olduğunu, ve herşeyi olmasına rağmen, bu sürekli huzursuzluğu geçiştirmekten başka bişey yapamadığını gördü. İşte o bir kıvılcımdı. Ve bırakmak, asla yapamayız dediğimiz şeyi yaptı, bıraktı. Ve o gece aniden krallıktan çıkıp mücevherlerini geride bırakıp üzerinde sadece giysisyle yollara koyuldu gezgin oldu. 9 yıllık derin düşünceler deneysel yaşamların sonunda buddy ağacının altında aydınlığa ulaştığında, o sıra dünyada kıyamet kopsa umrunda olurmuydu sanıyorsunuz? Ama nedir Buddha 9 yıl uğraştı. Biz daha şansılıyız, bir sürü geçmişten bugune işimize yarayacak meteryaller bırakmış düşünürler var. O yuzden bizim işimiz daha kolay. O meteryalleri deniyecez, süzecez. Ama bu sadece yardımcı kaynaktır, kişiye ivme kazandırır. Yine herşey kişinin kendisinde biter. Peki bu basit prens herşeyi olan doyamayan adamın 30 yaşına kadarki hayatını o ağacın altında geçirdiği farkındalığın 1 saniyesine bile değişir miydi sizce? Aslında hiç birşeyi yoktu. Artık tek birşeyi var bilgelik ve o, sahte hayatındaki tüm zevklere bedeldi bu bilgelik. Ve dediki Buddha;
- Derin düşünen bilge kişinin tek bir günlük yaşamı, bilgisiz ve kontrolsüz kişinin bütün bir yaşamından daha değerlidir.
Doğa ne kadar mükmmel değil mi? Bizde o doğanın parçasıyız. Bizde bir o kadar mükemmeliz aslında. Sadece sistem bunu değiştirmiştir. Mükemmel insan yoktur diye bişey yoktur. Çünkü doğadan koptuk. Hatta biz kendi mükemmelliğimizi mahfetmeyip, aynı zamanda doğayıda mahfettik. Ozon tabakasında delik açtık. Bir sürü canlının soyunu tükettik. Bir sürü bitki çeişidi güme gitti insanoğlu yüzünden. Ancak derinlerde bir yerde, ulaşması çaba gerektirsede o mükemmeliği hiç bir sistem tam anlamıyla yok edemez. O orda uyuyor. Ve yerini kişinin kendisinden başka hiçkimse bulamaz. Çünkü o mükemmelik senin mükemmeliğindir, sadece sana yarar. Başkasının bakıpta way be diyeceği türden değildir. Kendin için yapacağın bir iyiliktir başka hiçbirşey için değil. Başkasına yapabileceğin tek iyilik onu merkezinden uzaklaştırmamak olur. Zaten onu merkezine bir adım bile götüremezsin o yapamazsa. Ancak uzaklaştırmak mümkündür. Buda ne olur bir arkadaşına yardım ettiğini sanıp, ona kendi fikirlerini satmaktır her ne kadar senin için orjinalde olsa. Çünkü o kendi fikirlerine kendi benliğine ihtiyaç duyar. Ve sen onun kafasını karıştırmaktan başka bişeye yaramazsın. Tek yapacağın hiç bişey yapmamaktır. O kendi yolu bulur. Çünkü ne senden daha zekidir, nede daha zekidir.
Gerçek bir aydınlanmaya gidecek ana yol kişinin kendi zihninde yatar. Gerisi kıvılcımlardan ibarettir. Yer yer küçük aydınlıklar olur. Ama devamını getirmek kişinin kendisine aittir ve başka yollar işe yaramaz. Yada ben böyle düşünüyorum en azından. Kendi deneysel hayatımdan yola çıkarak.
Peki bunları diyen ben, böyle konuşuyorumda karşıma çıkanlara kendi lutfumla cevaplar getirebiliyormuyum. Bu konuda çok ilerleyebildim mi? Hayır? Ama bunu içten hissedebiliyorum. Ve bunun için çaba gösteriyorum. Çünkü ben kendi felsefemi yaratıyorum. Sürekli değişen parçaları oturan. Ve felsefe tarihi bana çok yardımcı oluyor. Ama onu kabul etmiyorum, anlamaya çalışıyorum. Ama işin çoğunu kendim yapıyorum. Çünkü en azından bunu kendimce görebildim. Beni aydınlatacak olan şey yine benim. Siz başka bişey görürsünüz bilemem. Oda sizi ilgilendirir. Ama nedir ben burda paylaşırım siz ordan paylaşırsınız, buda yardımcı kaynak olur.
Ancak ben kendi başıma oturup düşünüp, kendi lutfumla yer yer ışığı görmem bile şuan için bana kendi varlığımın mükemmeliğini hissettiriyor. Yarın yeni fikirler elde ederim, başka biri olurum, aydınlığa ulaşana kadar bu böyle gider. Bu mesajım yarın dünde kalır. Ama ben akan bir ırmak gibi yoluma devam ederim. O yüzden bu yazdıklarımda doğru değildir, yada yanlış değildir.
Size Osho'dan bir Buddha hikayesi paylaşayım;
Günlerden bir gün:
Buddha bir ağacın altında öğrencileriyle oturmaktadır. Bir adam gelir ve yüzüne tükürür. Buddha yüzünü siler ve adama sorar, “Başka? Başka ne söylemek istiyorsun?” Adam şaşırır, çünkü bir insanın yüzüne tükürülünce “Başka?” diye sormasını beklememiştir. Böyle bir deneyimi yoktur. Daha önce insanları hep aşağılamıştır ve onlar da kızarak tepki vermiştir. Ya da korkudan gülümsemiş ve adama yaranmaya çalışmışlardır. Ama Buddha ikisini de yapmamış, ne öfkelenmiş ne de korkmuştur. Sadece düz bir şekilde “Başka?” diye sormuştur. Tepki vermemiştir.
Ama Buddha’nın öğrencileri öfkelenir, tepki verir. En yakın öğrencisi Ananda der ki: “Bu çok fazla, buna tahammül edemeyiz. Sen öğretine devam et, biz de şu adama bunu yapamayacağını gösterelim. Cezalandırılması gerekiyor. Yoksa herkes aynı şeyi yapmaya başlar.”
Buddha konuşur: “Sessiz ol. O beni kızdırmadı, ama siz kızdırdınız. O bir yabancı, buralara yeni gelmiş. Benim hakkımda bir şeyler duymuş olmalı; ‘bu adam tanrıtanımaz, tehlikeli; insanları yoldan çıkarıp yanıltıyor’ gibi şeyler. Benim hakkımda bir fikir edinmiş. O bana tükürmedi, kendi fikrine tükürdü; beni tanımıyor ki, bana nasıl tükürmüş olabilir? Eğer düşünürseniz, o kendi zihnine tükürdü. Ben onun bir parçası değilim, ve görüyorum ki bu zavallı adamın söyleyecek başka bir şeyi olmalı. Çünkü bu, bir şey söylemenin bir yolu; tükürmek bir şey söylemenin bir yolu. Bazen dilin yetmediğini hissettiğin anlar olur; derin sevgide, yoğun öfkede, nefrette, duada. Dilin yetmediği yoğun anlar olur. O zaman bir şey yapman gerekir. Derin sevgi duyduğunda, birine sarılırsın; ne yaparsın orda? Bir şey söylersin. Çok öfkelendiğinde birine vurursun, tükürürsün; bir şey söylüyorsundur. Bu adamı anlayabiliyorum. Söyleyecek başka bir şeyi daha olmalı. O yüzden ‘Başka?’ diye sordum.”
Adam daha da çok şaşırır! Ve Buddha öğrencilerine der ki: “Siz beni daha çok kızdırdınız, çünkü siz beni tanıyorsunuz, benimle yıllarca yaşadınız, ama yine de tepki veriyorsunuz.”
Şaşıran adam evine döner. Bütün gece uyuyamaz. Bir buddha gördükten sonra artık eskisi gibi uyumak zordur, mümkün değildir. Bu deneyim tekrar tekrar aklına gelir. Ne olduğunu kendine açıklayamaz. Titreme, terleme nöbetleri geçirir. Böyle bir adama hiç rastlamamıştır; bütün zihni, bütün kalıpları, bütün geçmişi dağılır.
Ertesi sabah geri döner. Buddha’nın ayaklarına kapanır. Buddha sorar: “Başka? Bu da sözle söylenemeyeni söylemenin başka bir yolu. Ayaklarıma dokunduğun zaman, sözcüklere sığmayan, sıradan dille anlatılamayan bir şey söylüyorsun.” Buddha devam eder: “Bak Ananda, bu adam yine burda, bir şey söylüyor. Çok derin duyguları olan bir adam bu.”
Adam Buddha’ya bakar: “Dün yaptığım şey için beni affet.”
Buddha cevap verir: “Affetmek mi? Ama ben, dün o hareketi yaptığın adam değilim ki. Ganj nehri sürekli akıyor, o hiçbir zaman aynı Ganj değil. Her adam bir nehirdir. Senin tükürdüğün adam artık burda değil; aynı onun gibi görünüyorum, ama aynı değilim, bu yirmidört saatte öyle çok şey oldu ki! Nehirden çok su aktı. O yüzden seni affedemem, çünkü sana kızgın değilim.”
“Ve sen de yenilendin. Görüyorum ki sen dün gelen adam değilsin, çünkü o adam kızgındı. O kızgındı, ama sen önümde eğilip ayağıma dokunuyorsun. Nasıl aynı adam olabilirsin? Sen o değilsin, o yüzden bunu unutalım. O iki adam; tüküren adam ve tükürülen adam, artık yok. Yakına gel. Başka şeylerden konuşalım.”
Yani yarın başka bir ben olacak. Geçmişe takılı kalmak, yada geleceğe odaklanmak, beni anlık farkındalığımdan uzaklaştırır. Meditasyon beni takip ediyor her seferinde daha çok yaklaşıyor. Ben ona ulaşamam o bir gün gelip beni bulacak. Çünkü elimden geldiğince egolarımdan kurtulup, geçmişten gelme koşullandırmalardan kurtulup, daha saf bir zihne ulaşıyorum. Bunu hergeçen gün hissettiğim için böyle inançlara erişiyorum. Yoksa anlattıklarımdan öyle biri olduğumu kasıt ettiğim sanılmasın. Ama buna tüm içtenliğim ve gerçekliğimle inanıyorum ve anlıyorum. O küçük kıvılcım aslında çok şeydir, yola ayak basmaktır. Devamı gelir...
Son olarak anlatmaya çalıştığım ben felsefenin öğrenilebileceğine inanmıyorum. İşlenmemiş ansiklopedik bilgininde kimseye faydası olacağına mantığım erişmiyor.