merhabalar.
belirtmek isterim ki birazdan buraya yapıştıracağım satırlar şiir değil, düz yazı örneği. naftalinleyip gül desenli bhçama sarmıştım, yayınlama şansı burada karşıma çıktı🙂
Ben Hiç Büyümedim
Herşeyden fazla çocukluğumu özlüyorum bu günlerde.
Hayal meyal aklımda herşey.
Transformers oyuncakları, bana okumayı okuldan önce söktüren üzeri harfli legolar,ışıklı spor ayakkabılar, içindeki tatlı aromasına erişmek uğruna 2-3 saniye işkence çektiğimiz sulugöz, Looney Toones tasoları, futbolcu kartları, son halkasını asla bulamadığımız bisiklet hediyeli futbolcu yapıştırmaları, heyecanı yitirilmemiş bayram sabahları, tüm bayram harçlığının yatırıldığı atari salonları, torbalar dolusu misketlerimiz, çay bardağına ekilen fasülyeler, yerden yüksek, çelik çomak...
Defelarca kez yarılınarak izlenen Kemal Sunal filmleri, "tiienj tüytıynt ninca töörıls", T'u'subasa, Power Rangers, her programından sonra ıspanak yediğimiz Barış Abi, sarhoş taklidine ailecek yarıldığımız Olacak o Kadar skeçleri, Hamsiye'nin Dursun'u bulması için dua ettiğimiz Yasemince, Susam sokağı, Minik kuş, Kurabiye canavarı, Edi ile Büdü, Voltran, Hügo ve Tolga Abi, Şirine'sine aşık olunan Şirinler, akabinde banyo yapılıp yatılan Bizimkiler, Riçi Riç, Fred Çakmaktaş...
Annenin mutlak rejimine karşı gelerek yenen buzparmak ve akabinde boğazın şişmesi, 5'te devre 10'da biten taşlardan yaptığımız kalelerde oynadığımız ve yoldan geçen arabalarla reklam arasına uğrayan futbol maçları, kaşık kaşık götürülen Nesquickler, kaloriferin yaygınlaşmadığından odanın ortasına kurulan kömür sobası ve onun üzerinde közlenen kestaneler, mahalledeki çocukların hepsinin birşekilde annesine aldırdığı güneş desenli Kenan Doğulu kolyesi, Hayrettin Demişbaş'ın adını Yapma Hayrettin olarak öğrenmek....
Okumayı öğrenmemle otu boku okumaya ve yaşımın verdiği bütün o masumiyetim ile sorduğum mızrakvari sorular ile büyüklerimi kitleyeme başlamıştım. "EErdaal eeereen iiidaamm eeediiileeemeeez" , "baba Erdal Eren kim, idam etmek ne demek" diye babama sormam ve babamın ilk defa gözlerindeki ışığın, cesaretin zaferle karışarak kırıldığını görmem, teyzemin dergilerini (cosmopolitan) karıştırırken gördüğüm bir kelimeyi (vibratör) teyzeme sormam ve cevap vermeye çalışırken renkten renge girmesi en çok aklımda kalan örnekler. Haa bir de Saddam'ı "küvete" girdiği için herkesin suçlaması ve bunu bir suç sanarak belli bir yaşa kadar küvete girmemem var tabi.
Çocuğum daha, en ufak şeylerden bile zevk alıyorum. Duvara top atıyorum, duvardaki Üç Hilal'den ortada olanını vurmaya çalışıyorum. Yokuştan aşağı çöpte bulduğum bir araba lastiğini önce yokuştan aşağı salıyorum, sonra yakalamaya çalışıyorum. üfff, ne büyük bir zevktir bu.
Fazla sürmedi ama bu günler. Tam kendimi bütün gün lastik kovalamaya alıştırmışken ağır eğitim sistemimizin komutası altına girdim. Ödev yapmam lazım, kitap okumam lazım. Kitap okumak neyse, hoşuma gidiyordu da ödev yapmak yeni aldığım Commodore 64 ile kıyaslanınca pek de cazip bir alternatif olarak durmuyordu. Allahtan okumayı biliyordum da hoca birşey demiyordu kaytarmalarıma.
"Kızlar" vardı sonra hayatımda, karşı cinsler. Önce yanlarına oturmaktan sıkıldığım, sonra da ilgilerini çekmek için saçlarını çektiğim kızlar. Her ay başka bir kızdan "hoşlanmam" nedeniyle adımı çapkına çıkaran kızlar.
5 yılını geçirdiğin sınıf "ört"menimden ağlayarak ayrılmam ve her dersime artık başka "hoca"ların girdiği ortaokul dönemim. Ergenliğe yeni girmemiz, ilk çıkma teklifi deneyimleri, uyuyan devin uyanması ve ilk "osbir" tecrümesi, ilk organize kopya çalışmaları...
Ve daha önce hiç dikkatini çekmeyen birtakım yeni şeyleri farketmeye başlamıştım. Babama ilk defa "baba Kürt ne demek", "komünistler kimler baba" diye sormam üzerine Kürtleri ensest, pis kokan insanlar; komünistleri de düşman olarak bellemiştim. Türklüğü dünyanın en matah şeyi sanmaya başlamıştım ki, akabinde hayatımı değiştiren Demirkırat ve 12 Mart kitapları ile tanıştım...
Ergenliğin koyulaştığı ve asiliğin astronomik katsayılara ulaştığı günler. İsyankarlık kendini o kadar belli etmişti ki artık anne nasihatlerimin başına "aman oğlum..." öbeği getirilmişti. Siyaseti sigara gibi, başlanmaması gereken bir öcü olarak tanısam da bir yanda kafamdaki ensest Kürt profili ile gördüklerim çelişmeye başlamıştı...
Sonrası lise yılları. Birbirimize iştahla anlattığımız ilk içki içme ve ilk cinsel deneyim efsaneleri, okulu asmalar, tuvalette içilen sigaralar. Öss illeti, tercih silsilesi altında dağılan kardeşlik yeminleri...
Hepsi dün gibi aklımda tadları hala damağımda. Belki de problem burda, hala onları dün gibi hatırlamam. Hatırlamasam diyorum onları, bu kadar özler miydim acaba? Veya onları özlemesem, hala, onları hatırlar mıydım? Herkesi tek kalıba sığdırmak isteyen, anılarımı bile şekillendirmeye çalışan bir dünyada kendim olarak kalmak o kadar dayanılmaz ki artık. Kaybediyor muyum yoksa?
Canım annem, evden çıkmadan elini öptükten sonra avuç içlerini yanaklarıma koyup "aman oğlum, sakına sakın..." ile başlayan cümleler kurup sabrımı test eden pamuk elli annem. Bacağımdaki morlukları soğuk kola içmeme bağlayan, halısahalardan sonra ayağımı kıracağım korkusu ile her gece pencerede bekleyen temiz kalpli annem. Anne ben 20 yaşına geldim, seçimlerde oy bile kullanıyorum artık. Küçükken sokaklarda top oynarken top aşağıya kaçtığında "abi topu atar mısın" telkininde bulunduğum abilerden biriyim şimdi. Karlı bir günde alsam elime bir poşet, üzerine oturup Yaşasın C Aldım Heykeli'nden aşağı kaysam arabaların arasından "çekilin laaannnnn" diye bağırarak, kızar mısın bana? "Oğlum koca adam oldun, napıyorsun ezileceksin arabaların altında" mı dersin? Yine eve götürmek için beni, elimi tutar mısın?
Babacım, benim güzel babam. Kürtleri pis insanlar, komünistleri düşman, Türklüğü en matah şey, siyaseti de elektrikli tel olarak öğrendiğim babam. Masamda Karl Marx'ın Das Kapital'ini gördüğünden bana balığını köpekbalığına kaptırmış balıkçı gibi bakan babam. Siyaseti senden gizli öğrendiğim, bundan 30 yıl önce yaşasam ayrı saflarda birbirimize kurşun sıkacak olduğumuz canım babam. Alsam elime bi sprey boya, çıksam sokaklara "kahrolsun faşizm" yazsam, "yaşasın halkların kardeşliği" diye haykırsam, reddeder misin beni? Korku dolu gözlerle ellerinden kayıp gidişimi mi izlersin? Yoksa uzaylı gibi boş boş gözlerle mi seyredersin beni? Cesaretimle gurur duyar mısın?
Canım annem, güzel babam; ben hala büyümedim. İstemiyorum da büyümek falan. Zincire eklediğim her yaş halkası ile beraber o kadar kirleniyor ki dünyam. Eskinin "ne iyi kız"ları şimdi " bana yazan Selin"lere dönüştü. Yüreğimin kıyısında bütün pisliklerden sakındığım bir parça saflığıma saldıran o kadar çok kişi var ki. Ve ben bunlardan yorgun düşmek, beyaz bayrağı çekmek, yılardır koruğudum kalemin düşüşünü görmek üzereyim.
20 yaşına geldim ben. Ortalama insan ömrüne göre ömrümün üçte birini tamamladım ben. Artık koşarken tıkanmaya başlıyorum, arkadaşlarımın saçları dökülmeye başladı. Hep çocuk doktoru olmamı isterdiniz ya, babamın hasta olan öğrencilerini iyileştirecektim hani. Olmadım, olamadım sıradan bir İstatistikçi olacağım ben. Çocuk doktoru olamadım, ama hep çocuk kaldım. Yeter mi bu sizin için. Birgün büyümemi bekler misin hep? Veya kendinizi benim büyüdüğüme inandırır mısınız? Yine sorar mısınız "ne zaman adam olacaksın oğlum sen" diye?
Canım annem;
Güzel babam;
Ben hiç büyümedim ki...