Interview with the assassin filminden bildiğimiz Neil Burger, "bu yetmez, ben bir film daha çekeyim" demiş ve ne de iyi yapmış... Başrollerini Edward Norton, Jessica Biel, Paul Giamatti ve Rufus Sewel'in paylaştığı The Illusionist filmi "sönükmüş" gibi başlayan ancak ilerledikçe göz kamaştıran harika bir film...
İki hafta içinde The Prestige ile birlikte izlediğim ikinci sihirbaz filmi olmasının da verdiği hazırlıkla, filmin sonunun mutlak ve mutlak şaşırtıcı biteceğini tahmin ettim. Konuların aşağı yukarı aynı olması sebebiyle ister istemez The Prestige ile karşılaştırıp, ortak yanlar bulma, farklılıklarına bakma çabalarına giriyor insan. Ancak sadece sihirbaz adamlar dışında hiç de benzer olmayan iki ayrı film bunlar.
The Illusionist, Edward Norton'un karizmatik oyunculuğu ve Paul Giamatti'nin kusursuzluğu ile hem her iki oyuncunun kariyerine bir çok artı kattı hem de adından uzun süre sözettirecek bir yapıt oldu bana göre. Paul Giamatti, filmin gizli kahramanıydı adeta, diğer oyunculardan kat be kat giyinmişti rolünü ve çok başarılıydı. Filmin esas kızı Jessica Biel, daha önceki hallerine bakılınca resmen olgun bir kadın olmuş çıkmış, oyunculuğu da bir o kadar pişmiş gibi geldi. Son derece oturaklı oynadı ve filmin esas kızı nasıl olmalıysa o şekildeydi. Aynı zamanda bir aşk filmi olmasının da verdiği melankolik havada sırıtmayan bir oyunculuk sergilemiş. (*Aklıma gelen minik bir fikir: Jessica Biel'in bu filmde oynaması, sanırım Scarlett Johansson için de The Prestige filminin kapılarını araladı. Orada Jessica Biel oynadıysa biz de Scarlett'i oynatırız demiş olabilir Christopher Nolan)
Neticede mantık aranmayacak ve sukünetle izlenebilecek bir film olmuş. Özellikle portakal ağacı hepimizin ağzını 5 karış açık bıraktı 🙂 Edward Norton'un eliyle koluyla hareketler yapıp gaipten insanları getirmesi konusuna hiç girmiyorum bile... Yalnız, çok afilli numaralar vardı, hakkını vermek lazım, aynayla yapılan numara, kılıç sahnesi, mendil taşıyan kelebekler gibi "hobaa" denen sahneler fazlaydı. Film belli noktalarda sonunu az çok belli etmiş olsa da hoş oyunculuklar ve sıkmayan kurgusu ile izlenip sevilecek bir tarzda.
İki eksik vardı filmde bana göre: Birincisi, Alman aksanı neredeyse yok gibiydi, taklit maklit de olsa biraz daha üzerine basılarak konuşulabilirdi. İkincisi, yönetmen seyirciyi filmin sonuna hazırlarken biraz daha etkileyici bir kurgu hazırlanabilirdi, yani yüzdük yüzdük sonuna geldik anındayken biraz aceleye getirilip "aslında böyleydi, böyle oldu, siz bilemediniz" tarzı hızlı geçişler izledik.