Konuya yetişememişim, almış başını gitmiş. Atıf yapılan diğer başlığı gördüm ama içeriğine bakmadım. Böyle hafiften felsefeli muhabbetler olunca kendimi tutamıyorum, kusura bakmayın, biraz yazacağım.
Bu müzik özelinde bir konu değil aslında. Hayat için genel bir sıkıntı. Ben en çok dinlere benzetiyorum. Zaten bence müzik de bir inanç sistemi ama biraz sınırları geniş, henüz fark edilmemiş durumda 🙂
Bir şarkıya ya da sanatçısına inandığımız için de beğeniyor olabiliriz en başında ve diğer tüm kriterleri buna uygun tekrardan tanımlıyor olabiliriz. O yüzden öznel bir tarafı olduğu kesin ama madem öznel o halde kaliteli, kalitesiz ayıramayız noktasına gelince de her şey boşaymış gibi geliyor bana.
Bu aynı herkesin inancı kendine deyip sonra yeri geldiğine kavga etmek ya da en hafiften diğerine kötü gözle bakmak sonuçlarına çıkmamıza sebep oluyor. Yani müzikte genel geçer bir kalite kıstasını bulunca bunu tüm evrene uyarladığımız zaman erebiliriz de diyebilirim. Tamam şaka yollu söylüyorum ama bu seslerin içinde bir gizem olduğu da bariz.
Bu anlamda akıl ve inanç meselesine de ışık tutuyor. Sesler tek başına analiz edilebilir, frekansları çözümlenebilir ve birbiri ile olan etkileşimi bir noktaya kadar gözlemlenebilir ancak bir şarkıyı, şarkı yapanın ya da bir melodinin verdiği o bütünlüğün izahını bu analizlerde bulmak mümkün değil.
İşte bu noktada müzik örneğine dikkat ettiğimiz zaman bir cevap bulabiliriz gibi geliyor bana. Hadi cevap bulmak çok iddialı olmasın. Sadece bir çerçeve elde etmiş oluyoruz. Bu çerçeve içinde neyin analiz konusu olabileceği ve bu yapıya bağlı olarak ortaya çıkan diğer bütünlüğün bize nerden geldiği görülebiliyor.
Kaliteyi bu bağlamda analiz edilebilecek, çözümlenebilecek ilk kısma bakarak bütünlüğü hakkında bir sonuç olarak değerlendiremiyoruz ama bu bağlantıya dikkat ettiğimiz zaman madem öyle o halde kalitesiz yoktur ya da değerlendirilemez, özneldir gibi bir sonuca da çıkmıyoruz çünkü belli bir yapıya bağlı. Altta belirlenmiş bir doku var ve üzerinde buna göre bir bütünlüğe ulaşıyoruz.
Bunun elbette algılayan insan bağlamında de etkisi olduğu ortada. Zaten biz de insanlar olarak teker teker o titreşimlerden biriyiz. Şarkıları dinlerken aynı zamanda titreşime geçmiş oluyoruz. Şarkılarla konuşmak gibi bu aslında.
Buraya kadar bir çerçeveyi anlatmak için açıkladım. Bu çerçeveden bakınca bir cevap bulma ihtimalimiz daha yüksek. Aksi durumda ulaşacağımız birbirine zıt iki cevap da aynı anda hatalı olabiliyor. Bunu devamlı gözlemliyorum. Bu tartışmada da gözlemlediğimi söyleyebilirim.
Bir de genel olarak şöyle bir kriter olarak bir şey söyleyebilirim. Bir eserin tanıtımı, eserin kendisinden daha çok ön planda ise bu durumda orada bir "kalitesizlik" olabilir. Bu kriter tartışmaya açık, çok beğendiğimiz bilinen şarkılara da çok büyük tanıtımlar yapılmış olabilir ama müzik endüstrisi olarak işlerin bu anlamda iyiye gitmediğini düşünüyorum. O yüzden çekincelerle birlikte böyle bir kriter olabilir gibi geliyor bana. Devamlı maruz kalınan sesler zaten bir yerden sonra beğenilirliği de sağlıyor. Sırf bu yüzden de müzikten çok tanıtım yapıldığını düşünmekteyim. Dediğim gibi bu çok tartışmalı bir şey, aman buradan bakarak celallenmeyin. Hala yapım aşamasında bir kriter diyebilirim. Örneğin en büyük çıkmazı, gerçekten güzel bir şarkının kendi kendini tanıtması yüzünden büyük bir bilinirliğe ulaşması... Tabii benim dediğim profesyonel bir tanıtım ya da aslında tanıtım yapanların içeriğinin kötü olduğunu bildiği şeylerin nasıl olsa insanlar beğeniyor diyerek devamlı maruz bırakılarak "kalite" algısına sebep olunması. Buna devrim niteliğinde önerileri şeklinde başka bir başlıkta yazmıştım, şimdi daha fazla uzatmayayım 🙂