Frank Bornemann'la Eloy Üzerine Röportaj

Eloy' u, en parlak dönemlerindeki atmosferi, grup üyelerinin yaşantılarını, kurulduğundan bu yana geçirdiği evrimi, neden dünya çapında hak ettiği ünü kazanmamış olduğunu merak etmeyen bir tek Eloy dinleyicisi yoktur herhalde. Tıpkı Camel gibi internette görüntülü röportajlarına pek rastlamadığımız bu müstesna grup hakkında biraz daha detaylı bilgi edinmek için, interneti aradım taradım ve yakın bir tarihte dprp.net sitesinin grubun baş aktörü Frank Bornemann' la yaptığı röportajı gördüm. Röportaj Eloy' un hayranları tarafından merak edilen birçok konuya değindiği için, ben de kendilerinin sadık bir dinleyicisi olarak bu röportajı çevirmeyi boynumun borcu olarak gördüm. Naçizane çevirim iddialı bir çeviri değil, ama epey zamanımı aldı diyebilirim. Hatam varsa affola.
*röportajı daha iyi anlamak için eloyla ilgili birkaç temel bilgiye bakmanın faydalı olacağını düşündüğümden:
http://en.wikipedia.org/...


Menno : merhaba frank. Son gelişmelere değinmeden önce, eloy' un tarihinden başlamak istiyorum. Zannedersem 1945'te, muhtemelen ıı. Dünya savaşı' nın son günlerinde doğmuşsun. Almanya' nın yeniden yapılanması ve inşası sürecinde gençliğin nasıl geçti?
-----
frank : doğumumu savaş bitinceye dek erteledim(gülümsüyor). Fransız kökenli babamı, hanover' deki evimizin bombalanması sonucu kaybettiğim için beni annem büyüttü. Tabii ki zordu; almanya yorgundu, insanlar fakirdi ve almanlar olarak avrupalı dostlarımızın gönlünü almak için çok çabalamamız gerekiyordu, hepsi olmasa bile birçok ülkenin bize karşı gösterdiği tahammülsüzlüğün acısını çektik. Annem iyi bir iş yaptı. Parlak bir öğrenci değildim, bu yüzden hayli genç bir yaşta müzikle uğraşıyor buldum kendimi. Bir banka çalışanı olarak çalışabilmek için gereken eğitimi aldım ve doğrusu 60'lı yılların sonlarında bazı bankalarda çalıştım.

Menno : böylece o günlerdeki birçok ergen gibi sen de gitar çalmaya başladın?
-----
frank : jazz müziğinin öğretildiği bir enstitüde ve the shadows' un parçalarıyla gitarı öğrendim. Modern gitaristlerin üç parmakla çaldığı dönemde, ben dört parmakla çalmayı öğrendim ve bunun da bir üstünlük sağladığı kanıtlanmıştı. Sonraları, the shadows ve sonrasında beatles coverları çalan bir grupta çalmaya başladım. Ben mccartney' in, grup arkadaşlarım da lennon'un şarkılarını söylüyorduk. Bu grupla, bankada kazanılandan daha fazlasını kazanıyorduk ve böylece 1969 yılında işimden ayrılıp hayatımı müziğe adamaya karar verdim; çünkü hayatımın geri kalanını cover çalarak geçirmeyi istemiyordum.

Menno : annen, müzik aleti çalma ve ayrıca bir meslek olarak müzisyenlik yolunda seni destekledi mi?
-----
frank : annem bana iyi bir gitar ve amplifikatör sağladı, böyle bir sponsorum olduğu için şanslıydım. Grubumuz cover parçaları çalarken iyi paralar kazanıyorduk; ama ne zamanki kendi bestelerimizi çalmaya başladık, işler değişti. Bunlar yoksulluk yıllarıydı, evimizi geçindiren eşim belediyede çalışıyordu, annem de arada bir buzdolabını dolduruyordu(gülümsüyor). Öyle görünüyordu ki almanlar, kendi türünde ve ingilizce parçalar çalan bir alman gruba pek aldırış etmiyordu. Eşim ve ben, beni 5 yıl daha desteklemesi konusunda anlaştık. Eğer bu beş yılda başarılı olmazsam, sağlam bir iş bulup çalışacaktım. Bazı durumlarda, deep purple, east of eden, beggar's opera ve sahne şovlarında lazerlerle gösteriler yapan jazz-rock grubu ıf gibi, ingiltere'de tanınan gruplarla irtibatımızı kuracak bir aracı bulduk. Alexis korner ve o dönemlerde ana grup* olan golden earring'le festivallere katıldık. Belirli bir ülsubumuz olmuştu ve dinleyici kitlemizden gelen tepkiler, satılan plaklar keyif vericiydi. Neyse ki eloy bu beş yıllık zaman diliminde başarıyı yakaladı(kahkaha).

Menno : hanover' de doğdun ve hala burada yaşıyorsun. Bu şehrin senin üzerinde özel bir etkisi mi var?
-----
frank : Ah, evet. Hakiki bir hanoverliyim ve bu şehirle gurur duyuyorum. Şehir merkezindeki güzel göl, dev bir merkez, muhteşem bir anıt ve rönesans bahçeleri: hanover' deki tren istasyonunda indiğinizde harikulade bir yer olduğunu görürsünüz. Sağlam müziği, kulüpleri ve büyük sahneleri birlikte yıllardır bir kültür merkezi olagelmiştir. Sadece eloy değil, scorpion ve farklı bir tür olarak scooter gibi dünya klasındaki figürler de hanover' den çıkmıştır.

Menno : grubun kurulmasıyla birlikte philips' le kayıt sözleşmesi yaptınız ve eloy albümü, 1971' de yayımlandı. Ardından emı ile kayıt sözleşmesi yaptınız, sonra ne oldu?
-----
frank : grup üyelerinin beklentileri çeşitlilik gösteriyordu. İyi bir vokalist olan erich schriever' in rock şarkıcısı olma gibi bir gayesi yoktu ve davulcumuz helmut draht davulu bırakmasına sebep olan çok berbat bir kaza geçirdi. Yerine fritz randow' u almamız gerekiyordu. Emi ile olan sözleşmemize göre çok da başarı yakalamayan eloy albümünün ardından yeni bir albüm daha çıkarmalıydık. Artık vokalistsiz kalmıştık. Sonra, "peki, bi' deneyeyim" dedim. Yakın bir tarihte toplanmamız gerekiyordu ve çok kısa bir süremiz vardı. Çok gergindim ve ses kaydı sırasında herkesin odayı terketmesi gerekiyordu(gülüyor). İnside albümü, dört kişilik grubumuzun çabalarının karşılığı oldu ve ilginç olan; erich daha iyi bir vokalist olmasına rağmen, görünen o ki, şarkı söyleyen bir gitarist olarak benle daha fazla başarı yakaladık.

Menno : şarkıları neden ingilizce söyledin ve şarkı sözü yazacak kadar ingilizceyi nereden öğrendin?
-----
frank : o sıralar ingilizce, rock müzikte kullanılan tek uluslararası dildi ve ayrıca almanya dışında da ün kazanmak istiyorduk. Okulda öğrendiğim ingilizce bilgisi, şarkı sözlerini kendi başıma yazmam için yeterli değildi. Başlangıçta erich schriever' dan yardım alıyordum, ardından bu alanda çok çalan spencer davis' ten yardım aldım. Bilirsin, kendisi daha önce almanca öğretmeniydi. O günlerde, alexis corner' in de yardımı oluyordu. Floating albümünde, işbirliği yaptığım emı' nin tur yöneticisi olan richard w. Smith'le, power and passion' albümünün sözlerini birlikte yazdık.
Her eloy albümünün ardından yurt çapındaki başarımız daha da arttı; ancak bununla birlikte o dönem menajerimiz olan jay partridge yüzünden gruptaki tansiyon da yükseliyordu. Galiba bensiz birkaç program yapıldı, ancak işler yolunda gitmediği için her şey altüst oldu. Yaşanan gerginlikler 1975' te kopma noktasına geldi ve aniden tek başıma kaldım. Zannedersem fritz randow o dönem epitaph' a katıldı.
Neyse, emı almanya' nın menajerlerinden biri bana destek çıktı, grubu yeniden kurmam konusunda bana yardım etmek istedi ve şirketle, eloy' un sözleşmesine bağlı kalacağı konusunda anlaşmalar yaptı. İlk yeni üyemiz, hanover' li bir gitarist olan detlev schmidtchen, tıpkı önceki üyemiz manfred wieczorke gibi, klavye başına geçti. The scorpions' taki temaslarım sayesinde -1974 yılında çıkan albümlerinin prodüktörlüğünü yaptmıştım- hardrocktansa genesis gibi progressive rock grubuna daha çok ilgili gözüken jürgen rosenthal' e rastladım. Tanıştıktan sonra davul konusunda büyük bir gelişme kaydetti ve bu bir gereklilikti; zira fritz randow gibi birinin yerini doldurmak kolay iş değildi. Luitjen jansen' in ikamesi olarak klaus peter matziol gibi bir basçıyı, dikkate almamı sağladığı için ona sonsuza dek müteşekkir olacağım. Bildiğin gibi matzol, bugün hala aramızda.
Emı yönetimi ve benim yaşadığımız en büyük haz yeni grubun öncekinden daha başarılı olmasıydı. Sonraki üç albümün -dawn, ocean, silent cries and mighty echoes- sözleri jürgen rosenthal tarafından yazıldı; bunlar edebi açıdan etkileyici fakat benim için okuması çok zor olan sözlerdi. İngiltere ziyaretlerim ve dışarıdan aldığım küçük yardımlar sayesinde kendi başıma şarkı sözü yazabileceğimi fark ettim. Jürgen ve detlev ayrılmaya karar verdiklerinde(onları ben kovmadım!); aynı zamanda şarkı sözlerini de yazan davulcu mcgillivray ve klavyeci hannes folberth' le colours albümünü çıkardık. Sonrasında tek başımaydım ve şarkı sözlerini benden başka yazacak kimse kalmadı.

Menno : the scorpions' taki yapımcılığının öyküsü neydi ve yapımcılığı nasıl öğrendin?
-----
frank : o sıralar bizim yaptığımız türde müzikle uğraş verecek bir yapımcı yoktu, sadece "schlager" türünün yapımcılığıyla ilgilenen kişiler mevcuttu; bu yüzden kendi başımıza iş görüyorduk. Eloy' un 5 yıllık varlığında yapımcılığı öğrendim ve 70'lerin ortasından beridir grubun yapımcısıyım. The scorpions' ta da işler eloy' daki gibi yürüyordu. İlk albüm başarısızlığa uğrayınca, yeni kayıt şirketi, the scorpions' un sonraki albümü için bir "schlager"; yapımcısı atanmasını istedi. Bu yeni adamla çalışırken kafayı sıyırmak üzere olan ve ümitsizliğe kapılmış rudolf schenker*'den bir telefon aldım. Hamburg' a kaçmayı planlıyorlardı; fakat onları fikrinden döndürüp gönüllü olarak yardım etmeyi üstlendim. Malesef firma yetkilileriyle yüzyüze görüşemedim; çünkü eski 2'lik kayıt cihazı yerine 6 ve 8'lik kayıt cihazlarını kullanmıştım. Kayıt şirketi, artan stüdyo masrafları yüzünden çok öfkelenmişti. Sonunda olay yargıya intikal etti ve davayı kazandım; ancak the scorpions' la bir daha çalışamadım.

Menno : eloy' un tarzının evrimi konusunda neler söyleyebilirsin?
-----
frank : ilk albümde klavye kullanmayı planlamıyorduk, fakat erich scriever piyano çalıyordu ve stüdyoda bir piyano bir de hammond organ vardı, böylelikle şarkılardan ikisine bir parça klavye kattık. Inside albümü için çalışmaya başladığımızda ortalama bir gitarist olan manfred wieczorke orga olan ilgisinden bahsetti. Kendisi büyük bir pink floyd hayranıydı ve müziğimize pink floyd tadı katması konusunda hemfikirdik. Böylelikle hammondla başladı ve ardından moog ve synthesizer' in eklenmesiyle devam etti, son aşamada da polifonik synth, oberheim ve string ensemble...

Menno : uzun süre eloy' un albümleri üyelerin toplu çabasıyla çıktı. Özellikle 1985' ten sonra işler değişti ve yükü aşağı yukarı yalnız sen üstlendin. Grubun diğer üyeleriyle olan etkileşimini aradığın oldu mu?
-----
frank : şarkıların büyük çoğunluğu bana ait olmasına rağmen, gerçek şu ki işe bir grup olarak başladık ve müziğe hepimizin katkısı oldu.sırasıyla gitarist, şarkıcı ve gitarist ve ayrıca yapımcı olduğum için, yavaş yavaş daha çok yöneticilik rolüne girmeye başladım. Yine de bütün müziyenlerin yaratıcılığını kullanmaları ve parça düzenlemeleri konusunda yardımcı olmaları için çabaladım. Onları ne bir şeye zorladım ne de hangi notaları çalmaları gerektiğini söyledim! Parçalar çoğunlukla, benim söyleyip akustik gitar çaldığım demolardı; ayrıca belirli ölçüler konusunda öneride bulunuyordum.. Bunun en can alıcı örneği klaus peter; gruba katıldığından beri tek bir bass dizesi yazmadım, bass dizelerini daima kendi yazar çünkü bu konuda her zaman benden daha iyidir.

Menno : 80'lerin sonunda harvest(emı)' den spv' ye geçişinizin ardındaki öykü neydi?
-----
frank : biraz garip bir olaydı galiba. Marquee(ingiltere'de)' deki bir gösteride çalana kadar emı' nin bizden kurtulmak istediğinden haberimiz yoktu. Gösteriden sonra, bir eloy hayranı olan fish(bundan habersizdik), yanımıza gelip hevesle marillion ve eloy' un birlikte bir tur düzenlemesini önerdi. Açıkçası bu fikri çok beğendik. Olay o gece yaşandı ve basının ve kayıt şirketlerinin önemli isimleri oradaydı. Başarılı bir gösteri olmasına rağmen, marillion kamuoyu tepkisiyle karşılaştı; eloy' a bir tur düzenlemeyi nasıl olur da teklif ederdi?! Kafayı mı sıyırmıştı? Emı yönetimi bunun saçma bir düşünce olduğunu ifade ederek teklifi çöpe attı. Görünüyordu ki emı, büyük bir atılım yapmak için marillion' a yarım millyon poundluk bir yatırım yapmıştı. Para yalnız bir kez harcanacağı için, eloy' un emı' ye kazandırdığı başarıya rağmen ayrılmalıydık. Grup için ingiltere' de büyük bir fırsat olarak görünen bu olay, bizim en büyük kabusumuz haline geldi ve grup tekrar dağılmaya başladı.

Menno : bu arada, eloy' un marquee' deki şovu bbc tarafından kamera kaydına alındığındını zannediyorum. Bu doğru mu ve kaydı alabilecek misiniz?
-----
frank : bu kayıtları onlardan almak için elimden geleni yapıyorum; fakat birincisi kaydı istediğim gibi kullanmamı sağlayacak hakları geri kazanabilir miyim bilmiyorum, ikincisi kayıtların kalitesi konusunda bilgim yok; ama çabam sürecek.

Menno : eloy, spv' den çıkan ra albümüyle nasıl tekrardan dirilişe geçti?
-----
frank : michael gerlach ve ben bir gün berlin' de görüşerek birlikte müzik yapmaya karar verdik. Bazen bana: frank, bu konudaki hislerin neler bilmiyorum; ancak bu, kulağa tıpkı bir eloy albümü gibi geliyor, neden bu da bir eloy albümü olmasın? Spv de buna içten bir ilgi gösterince ra, spv' den çıktı. Tuhaf olan şu ki, bu albüm metromania' dan daha başarılı oldu! Bu ne benim ne de michael' in umduğu bir şeydi; zira üzerimizde yığınla başka yükümlülük vardı. Bunun ardılı olan destination' u çıkarmamız 4 yıl sürdü. Albüm çok başarılı değildi ve geriye dönüp baktığımda bir sürü hata yaptığımı düşünüyorum: örneğin; dört bölümlü vokal, bunu yapmamalıydık. Bu albümü yaparken michael da gününde değildi. Eğer destination albümünü yeniden düzenleme fırsatım olursa öncekinden daha farklı ve daha iyi şeyler olacak.
Neyse, ardından önceki grup arkadaşlarıyla bağlantı kurmama imkan sağlayacak chronicles albümünün yapımına başladık. Birlikte çalışmamızla o grup ruhu geri geldi ve bir sonraki adımı ne olacağı açıklığa kavuştu: bir grup albümü olacaktı! The tides return forever işte böyle ortaya çıktı. 1994' te, 2010/2011 civarında bitirmeyi ümit ettiğim bir projeye başlamıştım: rock-opera türünde jeanne d'arc. 1995 yılında kendimi tümüyle bu projeye vermek istiyordum, ancak daha sonra bmg(sony) başka bir albümümüz olan, ocean' ın devamı, ocean 2' yu yapmam konusunda cazip bir teklif sundu. Bu konsept bir albüm olacaktı ve gerçeği söylemek gerekirse, böyle bir albüm yapacak modda değildim; şahsi olarak daha pozitif bir görüş barındıran, keyifli bir teması ve şarkı sözleri olan bir albüm yapmak istiyordum. Bu yüzden çalışalı dört ay oluyordu; ancak sonunda işi bitirdim ve 17 yıldır ilk defa bir albümümüz, export bir albüm olsa da, amerika' da yayınlandı.
Amerika, sıkı bir progressive rock faaliyetine sahipti ve o tarihte internet bayağı popüler olmuştu. Dinleyiciler ocean 2' yi, pink floyd' u da devirerek, yılın albümü seçtiler(sırıtıyor). Tamamen hayrete düşmüş bir şekilde ve tides' ın daha iyi bir albüm olduğu kanısıyla, "bu başarının ötesine gidemem" dedim ve bıraktım. Gerçekte dikkatimi jeanne d'arc projesine(hala ve yine) vermek istiyordum; ancak ardından müzik sektörü zor şartlara girdi ve tüm dikkatimi ve enerjimi stüdyoya yöneltmek zorunda kaldım. O günlerde tüm planlarımı rafa kaldırıp, horus stüdyosu' nun krizi atlatması için çok çalıştım.

Menno : daha önce ismini andığın jim mcgillivray ile çıkardığınız serene albümü konusunda ne düşünüyorsun?
-----
frank : serene, henüz yeni kurulmuş horus stüdyo' da yapımcı olarak çalıştığım ilk işti. Serene daha çok bir hobi gibiydi ve grubun bütçesi çok kısıtlıydı. Biraz da deneme amaçlı olduğu için grup, albümü bizim stüdyoda çok ucuza yapacaktı. Gruptaki tek profesyonel, epitaph' tan ayrılan bir ingiliz olan mcgillivray'dı. Güçlü, şiirsel sözler yazabiliyordu ve biz de onu rosenthal' ın halefi olarak karşıladık.

Menno : schmidtchen ve rosenthal' in kurduğu ego' nun acid in wounderland(1981) albümünden mutlaka haberin vardır. Bu konuda ne düşünmüştün?
-----
frank : (tebessüm ediyor) hiçbir şey. Aslında, albüm iyiydi de, bu ikisinin eloy'dan neden ayrıldığı konusunda bir fikrim yok. Kendi stüdyolarını kurduklarını anımsıyorum, ancak bence albümü eloy' dan ayrılmadan da çıkarabilirlerdi. Tabii ki küçük çaplı görüş ayrılıkları vardı, ama bana kalırsa çok da büyütecek ve gruptan ayrılacak bir sebep yoktu ortada. Geriye dönüp baktığımda, yaratıcılıklarını yeni bir eloy albümüne katmaları hepimiz için daha hayırlı olurdu diye düşünüyorum.

Menno : eloy diskografisindeki bir tuhaflık da arkona, folberth ve matziol tarafından kaydı yapılan ve bulunması zor codename wildgeese(1985) albümü. Bunun yanında rarities albümü var? Bu albümlerle ilgili bize ne söyleyebilirsin?
-----
frank : rarities emı' nin kendi girişimiydi, yapacak bir şey yoktu. Codename wildgeese' nin hakları filmin yapımcısına ait. Bu albüme karışmadım, çünkü o aralar metromania ile uğraşıyordum. Arakadaşlara avrupa kökenli codename wildgeese, ve sting'in de oynadığı dune filmi arasında bir seçim yapmaları istenmişti. Geriye dönüp baktığımda, bence yanlış bir seçim yaptılar; ancak dune' nin müthiş bir film olacağını kim bilebilirdi ki?

Menno : shade' nin faust(1990) albümü konusunda ne düşünüyorsun?
-----
frank : (sırıtıyor) bu, az çok bir başkaldırı gibiydi. Sadece 3 şarkılık bir katkı yaptığım performance albümünden hoşnut değildim. Müziğin farklı bir tarafa yönelmesini istiyordum(metromania); fakat kabul edilmedi. İyi bir vokalistle kendi başlarına bir albüm yapmak istediler; bateri başında mcgillivray vardı ve sözleri de rosenthal yazacaktı. Eloy fanlarının albüme ilgi göstereceklerini zannetiler; ancak öyle sonuçlanmadı. Kayıt sözleşmesini yapamadılar ve ben ra albümüyle başarı yakalarken, kendilerine ait bir tarzları yoktu. Chronicles albümü için çalışırken farklılıklarımızı bir kenara bıraktık; ancak fritz, victory adında bir heavy metal grubunda çaldığı için bize katılamadı. Başka bir davulcu aradık ve bodo schopf' u bulduk, kendisi randow' un gücünü ve rosenthal' in ustalığını birleştirmeyi becerdi.

Menno : grupta favori kadron hangisi?
-----
frank : bu cevaplaması zor bir soru, çünkü farklı zaman ve şartlardan söz ediyoruz. Inside' dan power and passion'a gelindiğinde profesyonel müzisyenler haline geldik; bu bizim için epey maceralı bir süreçti. O yıllarda müzik aletlerini düzgün bir şekilde kullanmayı öğrendik; ingiltere' den birçok grupla iletişim kurduk ve sahne performansımızı geliştirdik. Geri dönüp baktığımda, o yıllar en heyecanlı ve en ilginç zamanlardı. Sonra matziol, rosenthal ve schmidtchen kadrosuyla almanya genelinde en başarılı grup haline geldik. Muhteşem günlerdi ve para sıkıntımız da yoktu! Hannes arkona, hannes folberth ve fritz randow' la harika albümler çıkardık ve en iyi canlı performanslarımızı sergiledik. Tides albümünün ardından, kadroda gitarist steve mann'ın olduğu tur çok keyifli ve rahat geçti; ancak ocean2' nin ardından yaptığımız tur, yaşadığımız teknik problemler, kalitesiz malzemeler ve benzeri şeyler yüzünden çok stresli geçti.

Menno : 17 stüdyo albümü ve yalnızca bir "canlı albüm" biraz az değil mi?
-----
frank : evet, doğru. Time to turn' den sonra bir canlı albüm daha yapmak isterdim, ancak kayıt şirketi buna sıcak bakmadı; öyle bir şeyi kendi başımıza yapmak olanaksızdı ve sözleşme şartları da buna izin vermiyordu. Eğer profesyonel kayıtlar yapılmış olsaydı bunlar şirketin malı olurdu, bizim değil.
O zamanlar lp' den single' lara yön değiştiren bir ilgi söz konusuydu ve radyo istasyonlarından single konusunda bir talep vardı: bunun üzerine 5 dakikada time to turn' ü yazdım ve bir de baktım ki single'imiz, popülerliğinin zirvesinde olan die deutsche welle' de müzik listelerine başarıyla giriş yapmış.

Menno : eloy' un; chess&janus(abd) şirketinin iflası sebebiyle amerika' daki, gruptaki gerginlikler ve emı' nin tavrı sebebiyle de ingilitere' de 80' li yıllardaki çıkışı başarısızlıkla sonuçlandı. Bu olaylara bakışın nedir?
-----
frank : aslında amerika'daki ilk tercihimiz capitol records' tu, ancak emı' nin rızasını almalıydık; zira öncelik hakkı onlarındı. Karışmamaları durumunda farklı bir plak şirketi bulacaktık. Aslında olay tamamen bu yönde gerçekleşti; capitol' le anlaşması olan ve bize teklif getiren chess&janus records' la anlaştık. Bu şirket future city'yi(ınside albümünden) yayınladı ve umulmadık olan gerçekleşti: single müzik listelerine giriş yaptı. Hem inside hem de onun ardılı olan floating çok iyi iş çıkardı; ancak sonra birden bire chess&janus şirketi ortadan kayboldu: iflas etmişti. Miles copeland gibi kişilerin ilgisine rağmen bize verilen mesaj şuydu: amerikalılar, alman bir müzik grubunu geçmişte yaşanan olaylar yüzünden desteklemiyordu. Eğer daha iyi bir menajerimiz olsaydı ya da bunu amerikan anlayışıyla yapacak bilgiye sahip olsaydık bu felaketten sakınmış olacaktık; ancak geriye dönüp baktığımda o tarihlerde amerika' da başarılı olmak için, tahminen shocking blue'nun da yaptığı gibi , işlerimizi yahudi onlaylı bağlantılarla ya da mafya aracılığıyla yürütmemiz gerekiyordu.
Tıpkı kayıt endüstrisinin 80'lerde yaptığı gibi, bu tarzda iş yürütmek birçok sanatçıyı yok etti ve potansiyel alıcıları da bu zırvalara para harcamamaları gerektiğine inandırdı. Arından şirketler kazançlarını arttırmak için bir albümün bedelini yaklaşık 50 mark'a yükselttiler, bütünüyle delilik! Bana göre müzik indirme kültürünün esas nedeni bu tür davranışlardır. Bence insanlar gerçek sanat yapan gerçek sanatçılar için para harcamaya hazırlar. Loreena mckennit' i ele alalım: kayıtları satışları 6 haneli sayıları görmüş ve ne müziklerini radyoda duyabiliyorsunuz ne kendisini tv'de görebiliyorsunuz ne de radyo programlarına konuk oluyor. Ya da bügünlerde yusuf islam adıyla bilinen cat stevens' e bakın; muhteşem şarkıları var. Ayrıca herbert grönemeyer de orijinal müzik yapan bir sanatçının kusursuz bir örneği, ancak pop türünde.

Menno : hollanda' da ya da diğer avrupa ülkelerinde canlı performans sergilediniz mi?
-----
frank : evet, tabi! Bununla birlikte çoğunlukla almanya olmak üzere, isviçre ve avusturya ve ayrıca 10.000 kişilik bir kalabalığın karşısında canlı söylediğimiz ingiltere ve yunanistan. Malesef iskandinavya, ispanya veya italya'da henüz yapmadık.

Menno : legacy box dvd' ye gelince: ilk eloy albümü 1971 çıkışlı, yaklaşık 40 yıl sonra da ilk dvd. Bu bir yıldönümü dvd'si mi acaba?
-----
frank : aslına bakarsan dvd çıkarma fikri benim değildi. 2008 civarında bir arkadaşım bir dvd çıkarmamı önerdi. Frank, eloy' un eski kayıtlarının ne kadar sattığı konusunda bir fikrin varmı, diye sordu. Dürüst olmak gerekirse bilmiyordum, ayrıca o zaman bir bilgisayarım da yoktu. Biraz araştırma yaptım ve genel toplamın altı haneli sayıya ulaştığını görünce hayrete düştüm, bu beklemediğim bir şeydi. Sonrasında henüz yeni bir grubun yapımcısı olarak çalışırken, onların dizüstü bilgisayarlarında dawn ve ocean dönemine ait, hayranlarım tarafından filme çekilen kayıtları youtube' dan izlediklerini gördüm. Bunun üzerine her türlü röportaj, tv şovları, klip ve bazı canlı kayıtların yer aldığı geçmişe yönelik bir belgesel yapma fikri aklıma geldi. Bu arada aynı arkadaşım, paris' te italyan bir satıcıdan aldığım venedik'linin maskesinden esinlenerek visionary' nin kapağını hazırladı.

Menno : peki, aniden uzun metrajlı bir albüm çıkarmanın nedeni neydi?
-----
frank : eğer dünyanın dört bir yanındaki eloy hayranları geçmişte ve şimdi olduğu gibi sadık olmasalardı tüm bunlar gerçekleşmeyecekti. Eloy' u hayata döndürmem için yalvaran, ileride yeni bir albüm çıkacak mı diye soran mektup ve mail ları bir görseydin gözlerine inanamazdın. Dvd için tasarladığım asıl plan, hayranlarımız için yeni bir şeyler, belki bir iki yepyeni şarkı yapmaktı. Hayranlarımın gösterdiği sadakatten dolayı onlara borçlu olduğumu düşünmeye başlayınca michael, kp ve bodo ile temas kurdum ve buna sıcak bakıp bakmadıklarını sordum ve hepsi kabul etti. Böylece bir hafta boyunca eve kapanıp beste yapmaya başladım ve içeriğin 40 dakikadan fazla bir kısmı bitince yeni bir aldüm ve dvd' nin çıkmasına karar verdik.

Menno : eloy' suz 11 yıl... Grubu tekrardan toplamak zor olmadı mı?
-----
frank : elbette kolay olmadı: bodo schopf(davul) stuttgart' ta yaşıyor, kpm(klaus peter matziol) peter rieger konser ajansı' nın menajerlerinden biri. Bu ajansın u2, tina turner, paul mccartney ve peter gabriel gibi müşterileri var! Anlayacağın, klaus önceki gece otelde yaptığı denemeleri konserler arasında bize uğrayıp kaydediyordu. Michael gerlach ise berlin'deydi ve sahip olduğu şirketin işlerinden kafasını kaldıramıyordu. Çalıştığı şirket müzik dışı bir iş üzerineydi, düşün artık... Üzerindeki bir sürü işi teslim etme konusuyla cebelleştiği için eski bir arkadaşta, 80 ve 84 yıllarında klavye başında olan hannes folberth'te karar kılma noktasına geldim. Kendisi bir kaç solo için yardımda bulundu ancak gelecekteki işlerin de bir parçası olmak istediğini söyledi. Bunu daha önce bilseydim beste ve düzenleme konusunda yardımını alırdım. Bunun harika bir şey olduğunu düşünüyorum; çünkü hannes, eloy' un şimdiye kadarki en iyi klavyecisiydi. Detlev schmidtchen ona atmosferik bir tarzda çalmasını öğretti, fakat kendisi teknik açıdan mükemmel biri. Ayrıca çok iyi piyano da çalıyor; ancak onunla görüştüğüm zaman visionary' deki şarkıların tamamı neredeyse bittiği için, onu her şarkıda kullanamadık. Gelecekteki projeler için düşünebiliriz ama! Neyse... İşte visionary böyle hazırlandı; albüm özellikle hayranlarımız içindi ve ne oldu biliyor musun, albüm mükemmel sattı!

Menno : az önce klaus peter matziol' dan söz ettin. Sizinle visionary albümünde çalıştığı için çok mutluyum. Benim için, hatta birçok hayranınız için, basının sesi ve özellikle çalış tarzı, eloy' un sounduna büyük katkı sağladı. Yanılıyor muyum?
-----
frank : tabii ki, tartışmasız öyle! Bana göre en iyi basçılardan biri, ayırdedici bir tarzı var. Bana sorarsan onun seviyesinde olan tek basçı rush' tan geddy lee' dir; ancak matze pena ile geddy lee ise eliyle çalıyor, açıkçası başka bir tarz. Yemin ederim ki matziol olmadan tekrardan eloy' u görmek mümkün olmazdı.

Menno : visionary albümündeki atmosfer bana 1975 ve 1985 arasını hatırlatıyor. Neden time to turn referans olarak gösteriliyor?
-----
frank : hayranların çoğu time to turn' un halefi olacak bir albüm istediler, bu nedenle onunla aynı tarzda besteledim; time to turn' u referans olarak göstermem bu yüzden. Beste yöntemim hiç değişmedi. Çoğunlukla gitar ve vokal kullanırım, fakat aniden hayali klavye sesleri kulağıma gelir. Koro, orkestrasyon telli çalgılar vs olmadan şarkı yazmam mümkün değil. Demo yapsam bile makinelerdense insanlarla beraber çalışmayı tercih ederim: bu daha canlı ve doğal hissettiriyor, umarım anlatabilmişimdir. Visionary' deki ilk şarkı olan the refuge' de farklı ritim modelleri kulandım ve bodo bunları çalmada biraz zorlandı. İlk başta3/4, sonra 6/8 ve sonrasında da 4/4' lük ritim kullandım(gülüyor) bu yüzden işi normalden daha da zorlaştı. Kendi deneyimimden yola çıkarak söyleyebilirim ki farklı aralık, ölçü ve diğer başka şeyleri kullanabilirsiniz; ancak müziğin kalitesine katkı sunmalarına rağmen müzik akıp gittiği sürece bunlar pek de önemli değil.

Menno : visionary albümünde bilindik eloy logosu var. Bu logoyu kimin tasarladığını hatırlıyor musun?(power and passion albümünden beri)
-----
frank : gerçekten bilmiyorum. Yapan emı' den biriydi, metromania' ya kadar bu logoyu kullandık. Ra' da ise spv' den birinin tasarladığı ve ra' dan sonraki albümde de başka birini... Destination' dan sonraki tüm yeni albümlerde ise daha uygun olduğunu düşündüğümüz eski logoyu kullandık. Ra' yı öncekinden oldukça farklı olacak biçimde yeniden düzenlemeyi umuyorum ve muhtemelen bu yeni versiyonda da eski logoyu kullanacağız.

Menno : metromania' nın logosu ve kapak çalışması ingiliz sanatçı rodney matthews tarafından yapıldı. Planets ve time to turn' un ingiltere versiyonlarının kapaklarını kim tasarladı? Matthews' le nasıl bağlantı kurdun?
Frank : o zamanlar ingiltere'de anlaşmalı olduğumuz kayıt şirketi heavy metal records aracılığıyla bağlantı kurdum; zira emı bizi ingiltere' de istemiyordu! O dönem rodney matthews' la çok kez temas kurdum. Cd kapakları vb. Tasarımlarıyla ingiltere' de bizim için çok iyi bir iş çıkardı ve popülerliğimizi tekrardan kazanmamıza yardımcı oldu. Performance albümü pek de iyi karşılanmadı ve grupta gerilim artmıştı. Grup üyeleri arasında müzik konusunda görüş ayrılığı çıktı, bu yüzden time to turn tarzında bir solo albüm yapmaya niyetlendim. Matthews albüm için kapak yapmayı kabul etti, ancak sonunda eloy' un yeni bir albüm yapması gerektiği konusunda anlaştık, bu nedenle metromania' de sonuçta bir eloy albümü oldu. Albümden sonra, heavy metal records' la sözleşme sona erdi ve grup dağıldı. Matthew'le bu üç albümdeki işlerinden sonra bir daha görüşmedim.

Menno : çabuk bir şekilde yapımcılığa yükseldin. Eloy'la çalışırken bir yandan da bu işle mi uğraşıyordun?
-----
frank : evet, doğru. Horus studio 1980' den beri aktif ve sahibi hala benim. Stüdyo kuruluşundan bu yana birkaç defa yenilik geçirdi ve büyüdü. Horus döneminden önce 1974 yılında scorpions' la çalıştım, bundan sonra da bir kayıt şirketi için birkaç albümde baş yapımcı olarak çalıştım . Horus studio' daki ilk çıkışımızı helloween' in "the keeper" albümüyle yaptık: albüm oldukça başarılıydı. Ardından horus studio' da kayıt yapmak isteyen heaven's gate(sascha paeth-mvbf), celtic frost, gamma ray gibi bir sürü heavy metal grubu çıktı. Bunun yanında diğer sanatçılar da vardı: örneğin; almanya' da bir idol olan ellı, ilk başarılı albümünün kaydını bu stüdyoda yaptı. Müşterilerimiz çeşitlilik gösteriyordu ancak hizmet sunan bir şirket olarak herkesi memnuniyetle karşılarız. Şu var ki; en zorlu işimiz rolling stones' unkiydi. Biliyorsun, 1996' da the beatles, antology albümünü çıkardı, ancak stones' in hiçbir şeyi yoktu. Beatles' in abbey studio' dan kalma bir sürü bandı varken; stones' un elinde, bir radyo istasyonunun iflası sonrası yapılan müzayedede 1979 yılına ait bantlar alınana dek, orjinal kayıt namına bir şey yoktu. Niyetleri stripped turuna(vodoo lounge' dan sonraki tur, sanırım paradiso-amsterdam' da kaydedilmişti) ait kayıtları boxset olarak yayınlamaktı. Ses kalitesini korumak için son teknoloji donanım, bantların uğrayacağı zararı en aza indirecek bilgisayarlı bir tekerlek sistemi arıyorlardı ve horus studio bu tarz bir donanıma sahipti.. Bu arada komik bir olay yaşandı: şirketteki yapımcılardan biri endişeyle, kayıtlarda sorun olduğunu; hi-hat seslerini düzgün bir şekilde veya hiç duyamadığını söyledi. Sonunda beni çağırdılar: benim fikrim bunun teknik bir problem olmadığı, charlie watts' ın çalış tarzından kaynaklandığı yönündeydi. Kendisi muhtemelen her dördüncü notada ve saniyede bir hi-hat' ı es geçen tek rock-bateristiydi. Gerçek şu ki, bize hediye olarak bir kopyası verilmediği için bu kayıtlarla neler yaptıkları konusunda bilgim yok. Guano apes' in gitaristi henning ruemenapp 1999 yılında horus studio' ya katıldı ve benim iş ortağım oldu.

Menno : bir de kendi plak şirketini kurdun değil mi?
-----
frank : evet, birkaç yıldır, martin kleeman ve ben artist station adıyla işe başladık. Yalnızca komisyon bazlı çalışıyoruz: sanatçılar, ürün pazarlaması için bize ücret ödüyor. Dağıtım için hamburg' da bulunan soulfood şirketiyle anlaşmalıyız. Kazanç doğrudan sanatçıya gidiyor ve bu sayede müzik çalışmaları üzerinde denetim kurabiliyorlar. Visionary albümüyle bu fikrin ne kadar iyi işlediğini gördüm: albüm aynı gün avrupa genelinde yayınlandı, bu birçok büyük şirketin şu ana kadar beceremediği bir işti.

Menno : şu anda 65 yaşındasın, müzik işinden hala zevk alıyor musun?
-----
frank : şu sıralar çok gayret gerektiren, zor bir durumla karşı karşıyayız; iflas eden kayıt şirketlerine baksana... Büyük markalar bile birçok güç deneyimden geçiyor ve attığı adımlara dikkat etmek zorundalar. Diğer taraftan, yaratıcılık açısından birçok şey yaşanıyor. Bir tek kayıt sözleşmesi olmadan gelişen genç gruplara bak. Bence bu tür bir görüş ilginç gelişmelere ve yeni müzik türlerinin oluşmasına yol açacak; kulüplerde çalıp kendi hayran kitlelerini baştan oluşturan gruplar olacak.

Menno : konserlere gidiyor musun, müzik dışında hangi hobilerin var?
-----
frank : kendimi zinde tutmak için spor yapıyorum; koşuyorum, fitnesse gidiyorum vs. Eşim ve ben hanover' de göle bakan, muhteşem manzaralı güzel bir evde oturuyoruz. Zamanımızın bir bölümünü bir evimizin de olduğu paris' te geçiriyoruz. Düzenli olarak konserlere, paul mccartney(gerçekten muhteşemdi), sting gibi efsanelerin performanslarını izlemeye, gidiyorum. Ayrıca şöyle bir göz atmak için, bilinmeyen sanatçıların veya noch ne band gibi bizim stüdyoda kayıt yapmış grupları da izliyorum.

Menno : eloy grubunun adı, h.g.wells' in yazdığı zaman makinesi adlı kitaptaki eloi' den geliyor. Çok kitap okur musun?
-----
frank : evet. Bilimkurgu en beğendiğim tarz olmamasına karşın kitap beni çekip aldı ve kitapta anlatılan öykü beni derinden etkiledi. Eloi ırkının yeni baştan her şeyi inşa edip yeni bir kültür yaratması aslında grubumuzun yapmaya çalıştığı şeyi çağrıştırıyordu. Kapakta "y" harfi i'ye göre göze daha hoş geldiği için, grubumuzun adını eloy olarak seçtik. Geçen 30 yıllık sürede hiçbir şey değişmedi; hala çok okuyorum. Keşke the ılluminati, pillars of the earth ya da ken follett' in yazdığı world without end veya tarihi romanları okuyacak zamanı bulabilseydim.

Menno : bir yapımcı olarak müzisyenlerle çalışıyorsun; fakat artık müzik aleti çalmıyorsun. Geçtiğimiz on yılda gitar çalıyor muydun, gibsons marka gitar kullanıyordun galiba?
-----
frank : dürüst olmak gerekirse, fazla değil, bu yüzden pratik yapıp yeteneklerimi geri kazanmam gerek. Akustik gitarı epeyce çalıyordum, fakat elektronik gitara hiç zaman ayırmadım. Son birkaç albümde gibson marka gitarın yanında, patrick eggle isimli ingiliz markasını kullandım. Stratocaster de duyabileceğin diğer markalar arasında...

Menno : time to turn tarzında bir albüm yapmaya karar verdiğini dikkate alırsak, 1975-1985 arasında yapılan progressive rock' un en çok beğendiğin tarz olduğunu söyleyebilir miyiz?
-----
frank : kanımca o günler sürekli ve sonsuz bir yaratıcılığın sürdüğü ve bence birçok sanatçının birbirinden bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde etkilendiği zamanlardı. Jethro tull, deep purple, genesis ve tabii ki pink floyd' u kastediyorum. Ayrıca teknolojide dev adımların atıldığı zamanlardı: müzik aletleri ve diğer donanımlar ve tabii ki satışa sunulan klavyeler gittikçe daha çok gelişiyordu. "progresif müzik" tanımı bana biraz tuhaf geliyor. Örneğin iq, marillion, almanya' da çok popüler olan porcupine tree ya da arena gibi gruplar açısından bakıldığında bu işin ticareti için bir müzik türüne konabilecek hoş bir tanım. Bana göre bu tür müzik için daha uygun bir başka bir tanımlama var: art-rock. Bence bizim gibi sanatçılar, tipik dize-nakarat-dize üslubuyla şarkı yapan ticari pop müziğin askine, müziği sanatsal hale getiriyor. Bu müzik formatında ne alet çeşitliliği ne de şarkı uzunluğu için bir sınırlama var.

Menno : the legacy boxset, tarih boyunca eloy müziğine genel bir bakış sunuyor. Dvd' deki röportajlar senin kılavuzluğunda mı oldu? Detlev schmidtchen' in röportajı olduğu halde, önceki grup üyeleri arasında gözükmemesi kafama takıldı.
-----
frank : bu işle tümüyle michael narten ilgileniyordu. Röportajların tamamını kendisi yaptı ve görüşülecek kişileri de kendisi seçiyordu. Benimle yaptığı röportaj dışında, sorduğu sorulara, görüşmek istediği müdahale etmedim. Eski kayıtları, klipleri ve tv gösterilerini temin etme yönünde katkı sağladım, bunları bulmak öyle çok zamanımı aldı ki! Detlev' in dvd' ye dahil edilmesi iyi olurdu, ancak söylediğim gibi, bu narten' nin tercihiydi. Bununla birlikte neden olduğunu bilmesem de, detlev' in bilhassa bana kin güttüğünü düşünüyorum: kendisi ayrıldı, onu ben kovmadım. Dvd' nin yayımlanmasını da önlemeye çalıştı, bu gerçekten saçmaydı; bu tür yollara başvurması üzücü.. Schriever, wieczorke ve jim mcgillivray da röportaj yapmadı, bu yine narten' in tercihiydi.

Menno : röportaj sırasında jürgen rosenthal' in sesindeki hüznü duymak hoşuma gitti. Görünüyor ki 1985'te aldığı karardan dolayı hala pişmanlık duyuyor.
-----
frank : evet, bu olay sana daha önce anlattıklarımı doğruluyor: onu gruptan ayrımlası konusunda zorlamadım ve bazı açılardan ben de pişmanlık duyuyorum, çünkü o kadroyla büyük başarı yakalamıştık. Yazdığı şarkı sözlerinin okunmasının benim açımdan ne kadar zor olduğunu kabul etmesi beni sevindirdi.

Menno : şu ana kadar ki tek canlı albüm kaydınız eloy live. Bu gösterinin veya 1969 ile 1998 arasında yapılanların bir video kaydı yok mu?
-----
frank : eloy live için: malesef hayır. Gösterinin video kayda alınması için yeterli bütçemiz yoktu; bu yüzden elimizdeki tek şey hayranlarımızın kaydettikleri. Bunlar da yeni bir dvd için uygun değiller. Diğer gösterilerimizde çekilmiş daha derli toplu birkaç kayıt var belki; ama profesyonel değil. Geçenlerde güney almanya' dan biri aradı, elinde yüksek kalitede kayıtlar olduğunu ve bunları bana vermek istediğini söyledi. Onları muhakkak gözden geçireceğim.

Menno : bana, jeanne d'arc projesinin yanında ra ve destination albümlerinin yeni-düzenlemeleriyle uğraştığını söyledin. Şu an ne durumdalar?
-----
frank : (iç çekiyor) keşke zamanım olsaydı! Geçen yıl jeanne d'arc' la ilgili "the vision, the sword and the peyre" adlı yeni bir albüm yayımlamayı planladım. Niyetim albümü bu yıl ya da 2012' de yayınlamak ve mayıs ayında, orléans' ta jeanne d'arc festivalinde operanın tamamını koroyla canlı bir şekilde sergilemek. Tıpkı jeanne d'arc(destination albümündeki) ve company of angels(tides albümündeki) gibi büyük bir koro kullanmak istiyorum. Bütün dinleyicilerin koro tarafından söylenen her bir anlayabilmesini istediğimden; bunu elde etmek için 60 vokal parçası kaydettim. Son kayıtta bir seslendirme daha ekledik ve böylelikle 120 kişilik bir koroyu duymuş olacaksınız! Prag senfoni orkestrasın'dan 30 erkek ve 30 kadınla iki defa kayıt yapmayı planladım. Takdir edersin ki bu zor bir gayret olacak, ancak bunun eloy hayranlarını heyecanlandıracağı konusunda inancım var. Bunun yanında bazı değişiklikler yapıldı, bu yüzden bir solo-opera projesi olarak bitirmek yerine visionary' deki şarkıların ardılı olan birkaç parçayı kullanma ihtimalim olduğundan, belki de bu albüm gün ışığını görmeyebilir. Şu anda eloy benim öncelikli kaygım. Visionary ve the legacy box' ın yayınlanması epey zamanımı aldı; şimdi gelecekteki gösteriler için hazırlanmalıyız.

Menno : evet, bu kesinlikle tüm eloy hayranları için sıcak bir gelişme! Hem loreley'deki, night of the prog (9 temmuz) hem de herzberg festivaline(17 temmuz) baş grup olarak katılacaksınız. Neden tur değil de festival?
-----
frank : reddedemeyeceğim bir teklif aldım. Daha önce grup öyelerini toplamanın ne kadar zor olduğunu ve tura çıkmanın imkansız olduğunu sana anlatmıştım. Michael ve matze' nin işlerden başını kaşıyacak vakitleri yok, bodo' nun belki biraz zamanı var; ancak hannes folberth eşiyle fizyoterapi egzersizleri yapıyor, 3 hafta ya da daha fazla bir süreliğine bunu bırakması söz konusu olamaz. Bize teklif edilen ücret, gösterilere gerektiği gibi hazırlanmamıza ve gösterileri rahatça yapabilmemiz için prova yapma imkanı sağlıyor. Her şeyin kusursuz olmasını istiyorum, çünkü bunlar profesyonelce kaydedilip dvd olarak yayımlanacak.

Menno : görünüyor ki hannes arkona tekrardan eloy' la çalmayı düşünüyor.
-----
frank : ah, umarım öyledir ve bir müzisyen olarak kendisini tereddütsüz grupta görmek isterim. Ancak onu davet etmeyi tercih etmedim, yerine bizimle tides turuna katılan steve mann' ı istedim. Alman bir kadınla evlenmiş bir ingiliz kendisi. Çok iyi biri, becerikli bir gitarcı (ve klavyeci) ve belki de en önemlisi, londra' da kalmadığında hanover' de yaşıyor, bu da temmuzda yapacağımız işler için bana uğrayıp birkaç pratik yapmamızı kolaylaştırıyor. Ben ayrıca susanne schätzle ve tina lux' u vocal olarak kullanmayı düşünüyorum. Muhtemelen benim gibi yaşlanmış ve şu anda anne olmuşlardır.

Menno :galiba hannes folberth de gruba katılıyor?
-----
frank : doğru, hazır olduğu için çok seviniyorum. Son turumuzda michael plug-in kullanmıştı, bunlardan nefret ediyordum. Orijinal aletleri kullanmak istiyorum ve hannes bu tür konulara hakim biri. Geçenlerde arp' ı tamir ettirdik, şu anda burada ve çalışıyor(bana, diğer odada duran arp synthesizer'i gösteriyor). Kendisinin gruba katılmasıyla birlikte bunu bir gösteride kullanabileceğiz, belki öncekinden daha iyi b biçimde! Child migration' u başlangıç şarkısı olarak düşünüyorum, ancak daha fazlasını anlatmayacağım.

Röportaj: menno von brucken fock

*kaynak: http://www.dprp.net/...
*Çeviri ayrıca kendime ait bir mahlasla itusozluk.com' da yayınlanmıştır​
 
Son düzenleme:
eline sağlık.. röportajı okudum o sırada silent cries albümünü açtım, 2 saattir müzik dinlemekten yorum yazmadım... saat sabahın 8'i, canım kırmızı şarap içmek istiyor...
 
Geri
Üst