Turkrock Sinema Kulübü

Çok güzel site, biraz inceledim. Bu kategori olayı müthiş. Gerçi %90'ı izlediğimiz filmler ama olsun. Bu akşam için ansızın aklıma geldi, My Name is Khan izleyeceğim.
 
Çoğu film zaten 3D çekilmiyor. Stüdyoda bir kaç efekt ekliyorlar, al sana 3D. Sinemalarda normal biletin üstüne 2 katı fiyatı çakıyor. Birçok filme 3D olduğu için gitmiyorum. Blu-ray ripleri düştüğünde izliyorum. :D
 
Çok güzel site, biraz inceledim. Bu kategori olayı müthiş. Gerçi %90'ı izlediğimiz filmler ama olsun. Bu akşam için ansızın aklıma geldi, My Name is Khan izleyeceğim.

Evet filmlerin çoğunu izlemişizdir ama her kategoride yüzlerce sayfalık listeyi ileriye doğru kurcalayınca o oran düşer biraz.

Hafta sonu birkaç gilm izledim. Diğerlerini bir ara yazarız da tavsiye etmek istediğim The Place Beyond The Pines var.

MV5BMjc1OTEwNjU4N15BMl5BanBnXkFtZTcwNzUzNDIwOQ@@._V1_SX214_.jpg


Konusunu imdb'de yazdığı kadarıyla özetleyeyim. Lunaparklarda gösteri amaçlı motor kullanan Luke tek gecelik bir ilişkiden çocuğu olduğunu öğreniyor. Çocuğuna yakın olabilmek için o gezici işi bırakıp kasabaya yerleşiyor. Biraz daha fazla para kazanmak istiyor ve suç işlemeye başlıyor.
Son zamanlarda her taşın altından Bradley Cooper veya Ryan Gosling çıkıyor. Bu sefer ikisi birden var filmde. Türkçe'ye çevirirken küfreder gibi Babadan Oğula demişler ama izledikten sonra hak veriyor insan. Süresi 140 dakika ama başından kalkamıyorsun çünkü senaryo akıcı. Birbirinin zıttı iki ayrı karakterin hikayesi çok başarılı bir geçişle anlatılıyor. Klişe tabirle "kaçırılmaması gereken filmlerden."
 
ne izlesek diyene yeni filmlerden vizyona girecekler. (ben istanbula dönene kadar izkicem sinemada mecbur sıkıntıdan)

5 temmuz;

only god forgives; drive filminin yönetmeni ile başrol oyuncusu ryan gosling'in yeni filmi. şiddet içeriği yüksek diye Cannes da eleştirilmiş.burada vizyona girerse izlerim. istanbulda ki lere de tavsiye ederim.

the lone ranger; karayip korsanları ekibinin elinden çıkma disney filmi. başrol (Kızılderili) johnny depp. sadece dublajlı falan vizyona girmezse izleyeceğim.

12 temmuz;

the internship; vince vaughn ve owen Wilson panpaların Google stajyeri oldukları bir film. komedi izlemek isteyenlere.

19 temmuz;

pacific rim; del toro abimizin bilimkurgu filmi. Charlie hunnam (jax taller,sons of anarchy) idris alba falan oynuyor.

the purge; ethan hawke'ın oynadığı fantastik gerilim. konusu anladığım kadarıyla İngiliz dizisi "black mirror" ın 2.sezon bölümlerinden birinden arak sanki.

2 ağustos;

red 2; Bruce willis'li eğlenceli aksiyon filmnin devamı. weeds te ki milf ablamız da var yine.

elysium; distric 9'un yönetmeninin yeni filmi. yine bilimkurgu, matt damon ve jodie foster var. merak ediyorum bunu.

jurassic park 3d; 3d seviyorsanız dinozorları gözlükle izleyin bir de.

16 ağustos;

kick-ass 2 ; 2010 un sürpriz güzel işlerinden kick ass in devamı. jim carrey de mevcutmuş bu sefer.

percy Jackson; şimşek hırsızı nın yeni filmi bu da. ilk film gibiyse zaman geçirtir.

jobs ; ashton kutcher'ın steve jobs'ı oynadığı film. izlenebilir...

23 ağustos;

growns up 2 ; adam sandler'ın başarılı ailelerin bir arada tatili filminin devamı. umarım bozmamışlardır.
 
Gişede beklenen hasılatı yapamamış diyorlar, zarar etmenin eşiğindeymiş ama Johnny Depp varsa gideri vardır filmin. Kaliteli ripi çıksa da indirsek (hasılattan bahsedip korsana yönelmek :D)
 
ulen hep ecnebi hep ecnebi :)

en son, çoook uzun bir süredir film izlememenin vermiş olduğu şevkle bunca zamandır nasıl izlememişim dediğim "Saklı Hayatlar" ı izledim. tam benim kalemim bir filmdi valla, film orucumu böyle bir filmle bozmam çok hoşuma gitti.
Konu olarak 12 eylül döneminde Çorum katliamından kaçıp İstanbul'a yerleşen Alevi bir ailenin kızıyla, İstanbul'da ikamet eden, babaları emekli komiser olan ortalama bir Türk ailesinin solcu oğlu arasında alevlenen aşk hikayesi ve devamında gelişen dramatik olaylar işleniyor.
Film tek taraflı değil, yani ortalama bir Sünni ailesinin Alevi'lere karşı olumsuz önyargıları işlenirken, Alevilerin de yine karşı tarafa nasıl bir önyargı ve olumsuzlukla baktığının da altı çiziliyor.
karşılıklı düşmanlığın çok doğal bir şey olan sevmek duygusunu nerelere taşıyabileceğini güzel işlemiş film.
bundan fazlası "anlatım" a girer. burada kesiym. arzu edenlere tavsiye ederim.
 
Trance-Poster-e1367605996127.jpg


amuğaa koduk Danny boyle başgaaaan! geçen ay sadece İstanbul da birkaç salonda vizyona giren filmin dün itibariyle antepte küçük salonda da olsa - 4 sıra koltuklu ama şirin,samimi- gösterime girmesi adıma mucize gibi bir şeydi. salondan çıktığım da yüzümde belirgin bir sırıtış vardı. özel muameleli masaj salonundan çıksam bu kadar tatmin olmazdım. Danny abi kendi tarzının dışında slumdog milyoner gibi filmleriyle oscara boğulsa da sonunda "shallow grave" ve "trainspotting" dönemine dönmüş. yine tekno müzik kullanımını şahane yaptığı işlere.

kan,şiddet,seks,trans,hayaller,farklı zaman akışı,sürprizler.... her şey var. inceptionla guy ritchie filmlerinin buluşması gibi diyerek özetleyebilirim. James mcavoy ise hakikaten çok iyi oyuncuymuş. bunca filmi var ancak şimdi gözüme girdi. rosario dawson da nefis bir hatun. şokella gibi kaşıklayıp ye...

acaba o am rosario dawson'ın mıydı yoksa vücut dublörü mü kullanmıştı? lütfen onun kukusu olsun......
 
Epey film izledim bu ara, oturup keyifle yazasım da var ama başka zaman. Şu dakika itibariyle Trance'i bitirdim ve sigara tiryakisi olsam şöyle bir tane yakıp tüttürürdüm üstüne. Olmuş ki ne olmuş. Görüntüler ayrı güzel, kurgu ayrı güzel. "Tamam artık tahmin ettim" diye düşündüğü her seferinde alıp başka bir yere savuruyor izleyeni. James McAvoy iyi oynamış gerçekten, izlerken Joseph Gordon-Levitt geldi hep aklıma. Film de Inception'ı andırdığından olabilir. Vincent Cassel da bazı sahnelerde Coupling Jeffrey'e çok benzemiş. Dikkatim dağıldı saçma sapan güldüm lan hep :D
Bu tarz filmleri kötülemek, beğenmediğini söyleyip ne kadar entel olduklarını vurgulamak için bekleyen bir sözlük kitlesi var. Onlara sabah akşam atomun nasıl parçalandığını anlatan belgesel seyrettirmek lazım, daha aşağısı kesmez kendilerini.

Benden mi kaynaklanıyor bilmiyorum ama spoiler butonları çalışmıyor ya da ben göremiyorum sanki. Buradan sonrası spoiler, henüz izlemeyenler okumasın.




Bu tür sonlara doğru çözülen filmlerin beğenilmeme nedeni bence baştan sona kadar izleyeni düşündürüp beklentiyi arttırması. Finalde birden her şey çözülünce hayal kırıklığına uğrayabiliyor insan. Halbuki film boyunca verdiği detaylarla izleyiciyi finale hazırlıyor aslında yönetmen. Hipnozlu sahneler başladıktan sonra sürekli bir camın arkasından bakma, bazı hareketlerin tekrarı vurgusu var. Rüya mı gerçek mi hipnoz mu diye düşündürüyor insanı. Hepsini bırak finalde Franck'in yaşadığı tereddüt yeter :D Matrix'teki Neo'nun hap sahnesi misali hangi tarafı seçeceğini bilemedi herif.
 
the-iron-lady-movie-poster-01.jpg


bende biraz önce bunu bitirdim beşiktaşa gidince takas etmek için. doğru da tahmin etmişim. marly streep gibi ustayı bulupta böyle bir siyasi figürün malzemesi böyle ziyan edilmemeliydi. futbollla ilgili -holiganizm- yaptıkları hiç geçmiyor bile.
 
İngiliz mizahını ve durum komedisi türünü çok severim; bu ikisinin belki de bir araya geldiği en iyi film Death at a Funeral'mış bunu gördüm. Bu filmi nasıl atlarım, nasıl senelerce haberim olmaz bilmiyorum. Kadro süper, film müthiş. Eğer siz de benim gibi daha önce izlemediyseniz bir izleyin. Net söylüyorum hayatımda en çok güldüğüm yabancı filmlerden biri oldu, son zamanlarda böyle güldüğümü hatırlamıyorum, yaş aktı gözlerimden.

Hani o Hollywood mizahı, yok sen karıyı götürdün/yok ben aptal sakar ve sevimli polisim falan filan onların alayı çöpe. Lan dün akşam izledim; sabah 06.30'da yatakta halen gülüyordum. Bazı Jim Carrey filmleri hariç bir yabancı filme ne zaman böyle güldüm diye düşünüyorum, sanırım My Cousin Vinny'de hapishanede Joe Pesci'nin elemanlarla yaptığı 5-10 dakikalık bir konuşma var ona gülmüştüm en son bu kadar.
 
Değil lan düşündüğün film değil. 2007 çıkışlı İngiliz komedisi orjinal olan. Ben de ilk indirdiğimde izliyorum, ulan bu muymuş o kadar komik diye hayret ediyorum bir yandan. Meğersem adı batasıca Hollywood remake ayağına bu filmin de içine etmiş, ben de remake seyrediyormuşum. Ya da sen doğru düşünmüşündür, ben yanlış filmi indirmişimdir. Lanet olası Amerikalılar. Neyse ki sonu gelmeden olaya uyanıp kapattım sildim. Orjinali indiriyorum şimdi, hafta sonu onu izleyeceğim.
 
İngiliz mizahı diye başlamışım olum yazıya, daha neyini uyarayım? Ben Amerikanyalıların buna da el atıp çakmasını yaptıklarını bilmiyordum. Gerçi Coupling'e bile el atmıştı onlar, değil mi...

Neyse, kendilerine Vinnie Jones'un Snatch'teki "replica" anatemalı konuşmasını armağan edelim.
 
Son düzenleme:
dün cd cim den bi sürü film aldım yine. o kadar şeyin arasından django unchained çalışmadı amk. ha bi de trance'ı aldım.altyazı da fena değil.arşiv forever...
 
Side Effects: Bir takım psikolojik sıkıntılar yaşayan genç bir kadına verilen deneysel bir ilaç ve ortaya çıkan yan etkilerin sebep olduğu. Başrolde Jude Law, Rooney Mara, yan rolde Catherine-Zeta Jones'un olduğu psikolojik gerilim. Başlarken yaygın antidepresan kullanımına bir eleştiri diye düşünüyorsun, bittiğinde çok alakasız bir yerde buluyorsun kendini.

Music Within: Richard Pimentel adlı Amerikalı ünlü konuşmacının hikayesi. Gençliğinde Vietnam'da savaşıp yaralanıyor ve sağır oluyor. Evine dönüp özürlüler yararına çalışmaya başlıyor. Amerika'da bir dönem engelli insanların topluma karışması hoşgörülmediği gibi bazı kısıtlamaları da varmış. Bunları hiç bilmiyordum. Film akıp giderken bu konulara değiniyor hep. Cerebral Palsy denen beyin felcinden muzdarip Art Honeyman rolünde bir Michael Sheen var ki çok sonradan tanıdım onu. Öyle bir oyunculuk yok. Gerçek hayat hikayesi ama hiç öyle belgesel tadında değil, çok da keyifli bir film.

The Informant: Başrolünde başarılı ve kendisinden beklenmeyecek kıvraklıkta bir rolle Matt Damon olan şirket yolsuzlukları filmi. Çalıştığı şirkette bir takım yolsuzluklar döndüğü için FBI ile işbirliği yapan adam ve dallanıp budaklanan olaylar. Kim suçlu kim suçsuz belli olmayan, bu sefer kim yanacak diye düşündüren, komplo teorileriyle dolu eğlenceli film. Başladığı gibi gidiyor, tempo ne yükseliyor ne düşüyor ama izletiyor kendini.

Only God Forgives: Yukarıda illnino da yazmış, Drive'ın yönetmeninin yeni filmi. Spor salonu işleten, arka planda uyuşturucu kaçakçılığı yapan iki kardeş var. Bunlardan biri küçük yaşta bir kız çocuğuyla para karşılığı ilişkiye giriyor ve onu öldürüyor. Polis teşkilatı cinayeti çözmesi için intikam meleği lakaplı eski bir polisi çağırıyor. O da kız çocuğunun babasını getirtip katille başbaşa bırakıyor. Adam elemanı döverek öldürüyor ve bir tür intikam kovalamacası başlıyor. Hikaye Bangkok'da geçiyor ve aşırı şiddet içeren izlemesi zor sahneler içeriyor. Görsellik gene çok iyi, her karesi fotoğraf gibi ince işlenmiş. Diyaloglar çok geri planda. Baştan sona bir takım soyut anlamlar, metaforlar içerdiği için biraz zor film. Sevmeyen olacaktır ama izlemeye değer, mümkünse yüksek görüntü kalitesiyle.

Liberal Arts: Josh Radnor'dan gene Ted Mosby'nin maceraları tadında ama çok tatlı bir film. Hani beklentiyi yükseltmek için söylemiyorum ama Before Sunset serisini seven bunu da sever. Konusu da her erkeğin başına gelebilitesi olan ilişkilerde yaş farkı üzerine kurulmuş. 35 yaşındaki Ted Mosby (filmdeki adı Jesse), yıllar sonra mezun olduğu üniversiteye ziyarete gidiyor ve orada 19 yaşında bir kızla tanışıyor. Bol bol kitaplardan, müzikten konuşuyorlar. Konuştukça birbirlerine kapılıyorlar. Adamı yormadan diyaloglarıyla akan, kaave eşliğinde pazar sabahı filmi. Biter bitmez kitaba sarılıp saatlerce okuyasın geliyor. Olsen ikizlerinin küçük kızkardeşleri varmış çok da güzelmiş. Başrolde kendisi.

Oblivion: Aylardır kaliteli ripini beklediğimiz Tom Cruise'lu bilim-kurgu. Dünyaya uzaylılar saldırmış, savaşı insanlar kazanmış ama gezegen yaşanmaz hale gelmiş. Dünya halkı başka gezegenlere göç etmek zorunda kalmış. Geride dünya yörüngesinde bir gemi ve o gemiye bağlı dünya yüzeyinde bazı görevlere çıkan ekipler bırakılmış. Adamımız Tom bu ekiplerden birinde görevli.
Eleştiri de aldı, beğenen de çok oldu ve bence içerdiği bütün klişelere rağmen iyi film. Yönetmen filmi çekerken gerçek mekanlardan görüntü almış. Misal faal durumdaki bir volkanın tepesinde çekim yapıp bulutların tepesinden bakma hissini o görüntüyle vermiş, efekt kullanmamış. Morgan Freeman burda da oynamış, oyunculuğu ağır bile kaçmış bence.Çok daha düşük kalibrede bir rol kastorsa da olurmuş. Tiyatro sahnesi gibi ağdalı ağdalı oynamış gene. Yan rollerden birinde bizim Jamie Lannister da var.

http://www.imdb.com/title/tt1872818/
Nihayet orjinal Death At a Funeral'ı da izledim. Pek güzel pek keyifli film. Hollywood'a da o kadar giydirdikten sonra şunu itiraf edelim ki neredeyse diyaloglara kadar bire bir uyarlamış adamlar. Remake olduğu için yapay duruyor sadece.
 
Geri
Üst