Teoman

teo adamım ya akan sular durur teo için

Teoman :'İslam En Güzeli'23-11-2006


gencbilimozeldosyalar19da5.gif


Matematiğe çok meraklılığı,gençlerin sevgilisi oluşu,hayata farklı bir bakış açısı ile şarkıcı Teomanı farklı yönleriyle tanımak istedik...



Matematiğe çok mu meraklısın?

Matematik çok sevdiğim bir dal. Düşünce sistemimi onun üstüne kurdum. Her şey matematiksel bir süzgeçten geçirilmeli diye düşünüyorum.

Ama matematik dünya hakkında, net bir şey bilemeyeceğimizi de söyler bize. Sonsuzluğun öteki adı değil midir matematik?

Evet, bir yerden sonra bilemiyorsunuz. Sevgilinizle ilişkinizi matematikle düzeltemezsiniz tabii.

Dolayısıyla “Sonsuz bilinecek şeye karşı elimde hiçbir araç yok. Şu dünyada yapayalnızım” diye düşünüyor musun?

Şimdi ya her şeye çok yüzeysel bakar, kafanızı fazla yormazsınız. Üç beş tane best seller kitap alırsınız. İşte Yüreğinin Götürdüğü Yere Git, bilmem ne. Dersiniz ki, her şeyin başı sevgi falan. Kendinizi öyle kurgular gidersiniz. Ya da nihilist takılırsınız. O skala içinde ya dinlere, ya kendinize, ya halka inanırsınız.

Sen skalanın neresindesin?

İnançla inançsızlık arasında sürekli dolaşıyorum. Nihilizmle tamamen bir şeyin varlığına inanma arasında gidip geliyorum. Sonsuzluk kavramı beni korkutuyor. Dün akşam düşündüm. Beş milyon yıl içinde benim 30 senelik ömrüm nedir ki? Ayrıca 30 senelik ömrü de 6 milyar insanla paylaşıyorum. Ben kimim o sonsuzluk içerisinde? Peki o kadar önemsizsem, mutsuzluğum niye var? Onu bertaraf edersem, mutluluğumu da bertaraf edeceğim.

Bunları dengede tutamıyorsun yani.

Mutsuzluğumu mutsuzluk olarak yaşayıp, o sonsuzluk içinde kendimi bir kum tanesi görmeyeyim mi, yoksa göreyim mi? Buna karar veremedim.

Matematik, sosyoloji ve işletme okumuş biri olarak inanç istasyonunda durakladığın anları konuşalım mı?

Çok net olarak “Tanrı’ya inanmıyorum” dediğim dönemlerim oldu. O dönemlerimde bile “Acaba var mı?” dediğim anlar vardı. Onun öncesinde de kimsenin etkisi altında olmadan, inandığım, kendi kendime Kur’an kursuna, namazlara gittiğim bir dönemim var. İlkokul yıllarım. Şimdi artık, insanın içinde aynı zamanda hem inançsızlık hem de inancın olduğunu öğrendim. Dünyanın en inançlı insanının içinde bile, milyonda bir “Acaba?” diyen bir sesi olduğunu veya tam tersine, dünyanın en ateist insanının içinde bile, “Belki vardır ya” diye düşündüğünü sanıyorum.

İçindeki karşı akıntıları izlemekten yorgun olmalısın...

Onun miktarı bende hep çoğalıp azalıyor. Benim umudum Tanrı’nın var olmasında. Çünkü bu dünyada adalet tam anlamıyla yok. O yüzden gerçek bir adalet koyucuya ihtiyacımız var. Umarım Tanrı vardır.

İlkokulda kim seni etkiledi?

Hiç kimse. Kırk yılda bir mevlit falan olurdu; ama biz onların dışındaydık. Sadece anneannem bana kulhüvallahüahad’ı öğretti. Düşünüyorum da, beni Kur’an kursuna da, ateizme götüren de aynı merak aslında. Bayağı Arapça yazardım da yani. Ben, kutsal kitapların tümünden süzülmüş o pozitif şeylere zaten canı gönülden inanıyorum. Emin olduğum bir şey var. Hz. İsa ortaya çıktığı zaman onun etrafında olsaydım, arkadaşlarından biri olurdum. Hz. Muhammed de ortaya çıktığı zaman orada olsaydım, ona inananlardan biri olurdum.

Ya Hz. Musa?

Hz. Musa ile çok ilgilenmedim; çünkü Musevilik’te benim hoşuma gitmeyen, eşitlikçi olmayan, ırkçı, ötekileri küçümseyen, aşağılayan bir şeyler var.

Bütün dinlerin kökü bir. Hz. Musa’nın böyle bir şeyi talep etmesi mantıklı mı? Sonradan değişti belli ki.

O yorumlara girmeyelim. Ben baştan diyorum ki Hz. Muhammed’le tanışsaydım onu severdim. Hz. İsa ile tanışsam onu da severdim. O zaman dinler benim için tukaka şeyler değil. Onların belki de o zaman için doğru olan sözlerini, uygulamalarını ikibinli yıllara taşımak bazılarına zorluk veriyorsa, onların biraz daha yumuşatılması gerekebilir. Benim içimde bir Tanrı kavramı var; ama onu fazla didiklememeye çalışıyorum. İslam benim için annemin, babamın, dedemin, dostlarımın dinidir. Sevdiklerimin sevdiği bir şeyi ben de sevebilirim. Sevdiklerim önem verip, hayatlarını ona göre inşa ettikleri için, dinin biraz kollanmasının gerekli olduğunu, hiçbir şekilde incitilmemesi, hakaret edilmemesinin gerekli olduğunu düşünüyorum.

Biraz şarkıcı Teoman’ı konuşalım. Bir yandan “üne takmaz” pozlardasın. Öte yandan daha çok konser vermek isteyen, konserde genç kızların çığlık çığlığa “Teo” diye bağırışlarından, alkışlardan büyük haz alan bir adam var.

Doğru.

Öyleyse konserleri bir ayine benzetiyorsundur sen. Seyircilerin sana tapındığını düşünüyor, onları tebaan, kulların gibi görüyor olmalısın.

Evet, sahnede tamamen o eşitlikçi kimliğinden çıkıyorsun. On yaşından beri kurduğun hayallerini gerçekleştirmenin verdiği bir güven var. Ben her an kendine çok güvenen bir insan değilim. Bazen kendimi çok değersiz gibi de hissediyorum. Ama işin içerisinde müzik varsa, sabah kendi albümümü dinliyorsam, konserdeysem, albümü açtığım zaman kendi resmime bakıyorsam, kendime inanılmaz derecede güven geliyor. 25 senedir şarkıcı olmak istiyorum ben.

İyi ki de olmuşsun.

İyi ki de olmuşum hakikaten. O kadar çok sevdiğim, günlerimi, gecelerimi, yıllarımı geçirdiğim bir şeyi başarmışım. Arada bir kendimi çok kötü hissettiğim zaman, bunu düşünüp rahatlıyorum. Ama onun çok önemli olmadığının da farkındayım. Eninde sonunda nedir şarkı ya? Birilerine güzel duygular veriyor o kadar. Dünyalar, medeniyetler, kültürler ve 6 milyar insan içinde, 5 milyon yıllık geçmişte ben önemsizsem, şarkı daha da önemsizdir.

İçindeki sarkaç, sahneye çıkınca öte yana savruluyor; ama...

Evet, konserde o mantık ortadan kalkıyor. İşin içine hayvanî güdüler giriyor. 30 bin kişi sizin şarkılarınızla salınıyor. Sizin o küçücük odanızda yazdığınız minicik bir şarkıyı binlerce insan haykırıyorsa, 500 bin kişi albümünüzü alıyorsa, bir milyon kişi sizi dinliyorsa, şarkılarınız insanların birbirlerine gönderdikleri mesajlar haline geliyorsa, defterlere yazılıyorsa, birdenbire kendinizi tamamen “Tanrı” gibi hissedebiliyorsunuz.

”Tanrı olmak” bir insan için çok ağır bir yük olsa gerek.

Doğru, neyse ki bu, konserin her anına yansımıyor. Hakikaten de çok yorucu bir şey. Konsere çıkmadan evvel vücudum değişiyor. Yürümem değişiyor, tavrım değişiyor. İçimde başka bir şey oluyor. Normalde gün boyu hiçbir şekilde hissetmediğim hayvanî bir şey oluşuyor içimde. Bunu mesela futbol seyrederken anlıyorum. Golü atan o çocuğun halini çok iyi anlıyorum. Muhammed Ali, “en büyük benim” dediğinde de onu anlıyorum.

Anlaşılan o ki bu “Teoman Teoman” haykırışları senin kendine aşkını kışkırtıyor. Ya bu alkışlar senin özünü solucan gibi kemirirse?

O sesler olmazken de ben onları hayalî olarak hissediyordum. 25 senedir bana “Teoman Teoman” diye bağırılıyor hayallerimde. Benim de idollerim vardı. İdollere sahip olmak aslında idol olmak isteğiymiş. Şu anda beni idolleştiren, en önde ağlayan zırlayan o kızlar da idol olmak istiyor.

Teo, senin içinde hep iki zıt kutup savaşıyor; öyle değil mi?

Tabii, öyle. Bir tanesi “İnsanlara önem verme” diyor. Gururum da diyor ki “Hayır sen ne düşünüyorsan, ne hissediyorsan odur doğru. Onlar önemli değildir.” Tekrar öteki ses, “Onlar seni beğenmezse sen yoksun” diyor.

Dolayısıyla alkış, hem zehir hem vitamin sana.

Evet, eroin gibi aslında. Gitgide daha azı tatmin etmiyor. Korkunç bir şey. Kendimi terbiye etmeye çalışıyorum.

Şimdi ölümden söz açsam, konuşmak çok hoşuna gitmez değil mi?

Ölüm sürecine girmekten çok korkuyorum. Diyelim ki bir tıp dergisini okusam, Tv’de bir sağlık programı seyretsem, orada bir hastalığı anlatsalar, “Boğazda şişkinlik olur” deseler, birdenbire boğazım ağrımaya başlar. “Hakikaten var” galiba diye gider aynaya bakarım. Ondan sonra “Burun deliklerinde şöyle olur” diyor, gidiyorum burnuma bakıyorum. Babamdan, amcalarımdan, amcamın oğullarından, anneannemden ötürü ölüm benim için önemli bir kavram.

Çünkü daha 10 yaşına gelmeden en sevdiğin insanları kaybettin.

Doğru. Onların haricinde benim ölümden hiç korkum yoktu. Hatta o kadar korkmazdım ki, hızlı arabaların geçtiği trafiğe atlar, hafif hafif onların aralarından geçerdim. Kendimi kanıtlamak, korkmadığımı göstermek için.

Sürekli başka başka ikilemlerden bahsediyoruz.

Evet, trafikten korkmazdım; ama ölüm kavramı da kendi içinde büyümüş, beni zorlayan bir şey olmuş. Benim zamanla ilgili bir korkum da var. Sürekli şöyle oluyor: A daha dün cumaydı. Bir cuma daha geçti. Bir hafta daha geçti. Çocuklukta hayat çok ilerde diye düşünüyordum.

Dirilişe inanmamak mı provoke ediyor ölüm korkunu?

Tanrıya çok inandığım zamanlarda ölmeyeceğime de yani ölümden sonraya da inanıyorum. Eğer inançsızlık zamanımdaysam “Solucanlar bizi yiyecek. Orada bitecek her şey.” diyorum. Şimdi o ikisi arasında gidip gelmek, insana manevra kabiliyeti veriyor, dünyayı başka türlü algılıyorsunuz. Sizin dışınızda oluyor her şey. Bir sürü perspektifiniz oluyor, daha iyi anlıyorsunuz. Ama bu aynı zamanda çok da yorucu bir şey. Keşke tek bir perspektifim olsa diyorsunuz. Bazen o tek perspektife doğru yoğunlaşıyorsunuz, katılaşıyorsunuz. Bazen de yumuşuyorsunuz, perspektif çoğalıyor.

Özetle kader, senin aracılığınla dünyaya ne mesaj veriyor?

Minicik bir sinek bile dünyanın gidişatını değiştiriyor. Kaderin içinde onun varlığı bir zorunluluksa, o sineğin bir önemi varsa, benim de var dünyanın gidişatında. Belki de ben olmasam Bin Ladin diye biri de olmayacak. Tanrı’nın benimle vermek istediği mesajı bilemiyorum. Umarım birilerinin mutluluğu için varımdır.

Sen şimdi bunun da tersini düşünüyorsundur.

Evet, yav ne garip adamım ben, sevdiklerimi mutsuz ediyorum, diyorum bazen. Kavgacı olduğumu hissettiğimde bir mutsuzluk üreticisi gibi görüyorum kendimi. Ve üzülüyorum. Tersini hissettiğim, birilerine bir şeyler verdiğim zaman, onların hayatlarını daha dayanılır kıldığım, mutluluk dağıttığımı düşündüm zaman o bana mutluluk olarak geri geliyor.

İki buçuk yaşında babayı kaybetmek ve baba figürü olmadan büyümek üstüne konuşmak ister misin?

Bir kere bir varlığın yokluğunu hissederek büyümüyorsunuz. Çünkü ben babamı tanımadım. Bir şey eksik; ama o şey ne onu bilmiyorsunuz. Asıl yaralayan, sizin bir şeyinizin yokluğuna başka insanların o acıyan bakışları. Üç yaşında, beş yaşında olabilirsiniz; ama acınmak istemiyorsunuz. O yüzden de insanlara mümkün olduğunca babamın yok olduğunu söylememeye çalışıyorum.

Nasıl öldü baban?

Birçok hastalığı varmış. Öyle bindenbire, kendine dikkat etmediğinden, ilaçlarını almadığından, kendi suçundan otuzüç yaşında ölmüş babam.

Şimdi bir de artist oldun. Film çalışman var.

Evet, “Mumya Firarda” adında bir film. Türk–Mısır ortak yapımı. Ekimde 16 Arap ülkesinde ve Türkiye’de vizyona çıkacak.

Bir yandan Kahire’de filmi tamamlamaya çalışırken her hafta sonu da İstanbul, Ankara, Almanya konserlerin oluyor. Çok yorucu olmalı...

Çok yorucu; ama müzikten uzak kalırsam yaşayamam. Az konser verdiğim zamanlarda kişiliğim değişmeye başlıyor. Benim konserlere ihtiyacım var artık. Yoksa mutsuzlaşıyorum. Varlık nedenim ortadan kalkıyor sanki.

Anladım. O alkış eroinini alman, benliğine biraz “Teoman” haykırışı zerk etmen lazım.

Evet. Bir şekilde sahneye çıkmak zorundayım. Normalde mutlu olsam ve oraya çıkınca da mutlu olsam iyi bir şey olurdu. Ama öyle değil. O konser sizi normalize eden bir şey artık. Konser vermediğim zaman anormalim. Odada arkadaşlara çaldığım zaman mutlu olmuyorum. Benim gerçekten sahneye çıkmam lazım. Konser adedini azaltamıyorum.

Diğer sanatçılar da böyle midir?

Yok değil. Hatta birçoğuna parasını verseniz konsere çıkmazlar. Benimki tam tersi, ben parasını almayayım; ama konsere gideyim. Benim oraya çıkmaya ihtiyacım var. Ben o şarkıları söyleyince bir sürü şey birbirine bağlanıyor. Çünkü o şarkılarda gerçekten kendimi anlatıyorum. Anlatırken o yazdığım zamanı hatırlıyorum. O yazdığım zamanı hatırlarken daha önceki çocukluğuma dönüyorum. O gitar çaldığım zamanı hatırlıyorum. Onların hepsinin bende güzel güzel yükleri var. Onların hepsi birdenbire film şeridi gibi önümden geçiyorlar. Yani orada insanların güzel tepkileri var. Sahnedeki teknik performanstan mutlu olmam ve bütün eski hayallerimle her şey bir araya gelince rehabilite oluyorum.
(umarım paylaşılmamıştır ;) )
 
Hiçbirşey yapmamış olsa da yazdığı sözler yeter. Balans ve Manevra, film tarzlarından bihaber insanların beğenisini görmedi, ki görmek zorunda da değildi. Bence son albümüyle de, yaptığı filmle de bir dünya yarattı kendine Teoman. Karşılıklı oturup içmek istediğim ender insanlardandır. Teoman artık öyle bir yerde ki, ya seversin ya nefret edersin. Ortası kalmadı gibi birşey. 17 albümünden sonra tişörtünü ve kot pantolonunu çıkartıp, yakası açık, kravatlı takım elbisesini giydi. Bu bile benim için çok şey anlamına geliyor. Gün geçtikçe daha iyi sözler yazdığını düşünüyorum. Barış Manço, Cem Karaca, Erkin Koray mertebesinden bir müzisyen olacağını biliyorum. Teoman da öldüğünde vahlarız artık arkasından. Benim salığım, dinlemeyi deneyin. Saygılarımla.
 
Evet bu olay hem hayalimde hüküm sürmüştür , acaba ölürse ...
bugün Teoman yaşamda olmamış olsa acaba ne derdik , hiç düşündünüz mü ? ( gerek seven , gerek sevmeyen arkadaşlar , vs . ) biz türk toplumuna özel birşeydir , aramızdan ayrıldıkları sırada anlıyoruz , görüyoruz doğruyu veya yorumlarımız bir anda değişiyor , esas gerçeği o zaman görüyoruz ...
diyelim ki Teoman yok , öldü ... bir daha albümü çıkmayacak piyasaya , yeni şarkılar duyamayacağız ondan ... bi düşünün bakalım , ne kadar alabiliyorsunuz acaba ... bu ne kadar acı birşey , şuanda bile tahmin edebiliyorum acısını ve boşluğunu ... hadi bakalım teoman öldü , yorumlarınızı bekliyorum , ama gerçekten öldü ( Allah korusun ) gibi düşünüp de yazın ...
kolay değil tüm bunlar ...
çok uç bir düşünce belki , ama geçti içimden , hep geçiyor ...
 
fusion-av demiş ki:
pes dogrusu ama
bu sanatcılar hıcmı kendılerı bır sey uretmezler ...?
kendi yaptıkları yada yapabıleceklerı bır parca yokmu butun hıt nparcalar calıntı :evil:
arkadaşlar hemen saçma span bir video izleyip karar kılmayın..sana tavsiyem bu konu içinde o video'a çok güsel bir cvp vardı.onu okursan sevinirim.

teoman kadar acı şarkı sözü üreten kimse yoktur.
 
aşk kırıntılarına 2. klip gelmiş dün gece gördüğüm kadarıyla ...
şahsen klip çekilecekti madem "kelimeler" e gelseydi keşke derim ...
ama şu var ki ilk klibe oranla bu klibi daha çok beğendim ...
 
yeni bir klip mi gelmiş.. hım açıkcası pek sevinemedim çünkü çok çalındı çok söylendi o şarkı
ben "kim" şarkısına bir klip beklerdim.. neyse iyi yapmış diyelim artık.. :)
 
http://www.youtube.com/watch?v=FylcPljmlGk
fusion-av nickli arkadasın verdiği bu linki izleyin.büyük sanatçı neymiş görün.
şarkıların yarısı arak yarısı cover.
bi de bütün bunlara rağmen yok şarkıları iyiymiş yok büyük adammış.bırakın bu ayakları.kim kimi kazıklıyo yaw
 
yeni albümleri hakkında pek fikir sahibi değilim. kupa kızıdır şudur budur dan sonra dinlemeyi bıraktım...
ama güzeldi ondan öncekiler...
 
yukarıdaki linke bi de şunları ekliim:
renkli rüyalar oteli:noir desir - le vent nois portera
renkler : nirvana -rape me
 
tamam izledim video yu asalturkey ama zaten yaratıcılık bi yere kadar dimi. ayıp etmiş harbiden ama küsmeyelim.
 
Geri
Üst