Divan Edebiyatı

az kalsın kalıyordum bu sene bu dersten.. anonim şarkıları rock cover yaparak hocanın 90 vermesyle geçtim :) pentagramdan gündüz geceyi çalınca hoca brs ürkmüştü :)
 
Yönetici Uyarısı: Mesaj içeriği yazım ve anlatım hatalarına sahip olduğundan yönetim tarafından silinmiştir. "V" yerine "W ya da F" , "Z" yerine "S", "K " yerine "Q" kullanmayınız ve kelimeler üzerinde gereksiz kısaltmalar yapmayınız. Kasıtlı olarak Türkçe'yi yanlış kullanmaya devam etmeniz durumunda siteden atılacaksınız. Lütfen Forum Kurallarını okuyunuz.
 
sembolist demiş ki:
bence şiire,debiyata başlarken atilla ilahanla,orhan veliyle,yaşar kemalle,tolstoyla başlanılmalı.... dahası dünya klasiklerini mesela bi 'suç ve ceza' yı sevdirip su gbi yutturduktan sonra Türk klasiklerni okutturmalıyız.... açıkçası, özellikle tanzimat sürecinde verilen ilk ürünler hem konu hem roman lezzeti açısından 3-4.sınıf eserler... bu romanlarla başlanılan bi edebyat sevgisi oluşturma eylemi başarısızlığa mahkumdur....

fuzuli'den önce orhan velinin öğretilmesi de saçma değil mi...
bana göre orhan veli şair değildir, ben orhan veliyi şair olarak görmüyorum mesela, ondan yüz kat daha güzel şiirler yazan sıradan insanlar tanıyorum bu apaçık subjektif bakış falan değil, kalıpları olduğu gibi benimsemeyin bence, ilk önce kalıbı bir güzel inceleyin ve kendi kararınızı verin...

divan edebiyatı teknik ve ahenk açısından türk edebiyatı içinde bir zirvedir, bunu söylemek gayet kolay olmalı, peki nerden başlamalı...

liseye giden bir öğrencinin kapasitesi yada potansiyeli mi ne diyorlar ne ise bence gayet yeterlidir, temel bilgileri bilmesi gerekir, orta okulda da öğretilmeli bunlar, göktürk yazıtları türk edebiyatının başlangıç yazılarıdır, bunları hiç bilmeden istanbulun sokaklarında dolaşan yosmayı izleyen orhan velinin bakışındaki lirizmi ezberlemeye çalışan bir 17lik öğrencinin edebi bilgi inşası ne kadar sağlam olabilir?

matematik öğretirken tam sayılar veya rasyonel sayı sistemlerini sıkıcı bulup "boşverin bunları ben size daha eğlenceli olan zaman-hız problemlerinden bahsedeyim" diyen bir öğretmenin bilgi verimindeki değer ne olabilir...

edebiyat mezununun edebiyatta sıkıcı bir şey bulması da ilginç, sıkıcı bulmanın tek nedeni önyargıdır, içine girip irdelendikçe bu önyargı dağılır, merak ve alışkanlıkla bir bilgi inşaa etmeye başlarsın, aynı şeyi öğrencide de uygulaman gerekir ama şuna bakarsanız şimdiki sistemde çoğu okullarda ezbere dayalı bilgi verimi var ise eğer, öğrencinin bilgi inşasıyla derinden ilgilenmek mümkün olmuyorsa bu verim temellerinden sakat oluyor...

sonuçta fuzuliyi bilmeden tolstoy bilen bir türk öğrencisi bana ilginç geliyor, objektif baktığımı düşünüyorum...
 
Bence tamamı okutulmalı! Bunun Fuzuli, Orhan Veli ya da Tolstoy'la alakası yok... Tabi ki hepsi öğretilmeli. Hocanın sevdiği şaire ya da yazara göre değişen bi eğitim anlayışı olamaz bence. Dibine kadar da öğretilmeli diye düşünüyorum.

O 3.-4. sınıf eserler şu an bizim kültürümüzü tam anlamıyla yansıtan eserler. İnsanlar hiç bir fiklirleri olmayan alanlarda çabalamışlar, öğrenmeye ve öğretmeye çalışmışlar. İyi ya da kötü olması bunu değiştirmez! Sonuçta her şeyden önce emeğe saygı söz konusu olmalı. Bana kalırsa bi İntibah bi Suç ve Ceza'yı yıkıp geçer. Ya da mesela Hüsn ü Aşk şimdiye kadar okuduğum en etkileyici hikayeydi! Dünyada kaç kişinin aklına mumdan gemilerle ateşten bir denizi geçmek gelir ki? Ama bunları geri plana atıp Shakespeare'in sonlarını asla getiremediği tiyatrolarını övüyoruz mesela. Bu batı özenticiliğinin gözü kör olsun! Bi dönem bayağı bi romana konu olmuştu, öyle değil mi?

Ha bir de... Lise öğrencisinin kaldıramayacağı ağırlıkta lafı geçmiş. Ben edebiyatı lisede öğrendiğim kadarıyla biliyorum. Ama şu anda edebiyat mezun arkadaşlarım ya da hocalarımla bu konularda rahatça tartışmaya girebiliyorum. Divan'daki kalıplara ya da Tanzimat'taki hatalara takılarak edebiyat öğrenmeye kalkışırsa öğrenci tabi ki öğrenemez. Bunu Milli Eğitim'e yüklemeyin. Bence adamların yaptığı tek doğru şey Edebiyat ve Edebi Metinler dersleri. Ben o dersler sayesinde şu anda 4. romanımı yazıyorum. Ya da hikayeleri... En azından hala Türkçe'de tutunmaya çalışan bir kaç kelimeyi öğrendim o derslerden. Bunu bile yapamayıp şikayet edenler, şikayet etmeleri için teşvik eden hocalar var. Bu kadar mükemmel bi kültür için böyle düşünenlere çok yazık gerçekten...
 
bu yüzyıl için "özentilik" zten gelişmekte olan ülke halklarının gelişmiş halklara benzemeye çalışması en büyük problemlerden biri, elli-yüz yıl sonra edebiyattan ne kadar eser kalır çok merak ediyorum kitapların yerini küçük ufak teknolojik aletler alır diye düşünüyorum karma kültür oluşur kesin...
 
Yönetici Uyarısı: Mesaj içeriği yazım ve anlatım hatalarına sahip olduğundan yönetim tarafından silinmiştir. Kasıtlı olarak Türkçe'yi yanlış kullanmaya devam etmeniz durumunda siteden atılacaksınız. Lütfen Forum Kurallarını okuyunuz.
 
nâbî

NÂBÎ’NİN GÖRMÜŞÜZ GAZELİ VE İNCELEMESİ

1 –

Bağ-ı dehrin hem hazânın hem bahârın görmüşüz
Biz neşâtın da gâmın da rûzgârın görmüşüz


Bu dünya bahçesinin hem sonbaharını hem de ilkbaharını görmüşüz. Biz hem sevinç hem üzüntü zamanlarını yaşamışız.

Hazan, bahar sözcüklerinde tezat vardır. Sevinç ve üzüntü (neşat, gam) sözcüklerinde de yine aynı şekilde tezat sanatı görülmektedir. "hazan(sonbahar)=> gam (dert) ile bahar=> neşat (sevinç) sözcüklerinde leff ü neşir sanatı görülmektedir. Dünya bahçesi söz grubunda dünyanın bahçeye benzetildiğini görürüz. Bu teşbih-i beliğdir. Rüzgar sözcüğünde ise hem geçen zaman (günler) anlamı vardır hem de sevinç rüzgarı üzüntü rüzgarı söz gruplarında çokluk, furya anlamı var. Bu iki anlamlılığa tevriye diyoruz.

2 –

Çok da mağrûr olma kim meyhâne-i ikbâlde
Biz hezârân mest-i mağrûrun humârın görmüşüz


Talih meyhanesinde çok da gururlanma çünkü biz gururdan sarhoş olanların binlercesini daha sonra sersemlemiş halde görmüşüz.

Dünya kelimesi yerine dolaylama yapılarak meyhane-i ikbal denilmiş. Açık istiare var, çünkü benzeyen varlık yani dünya söylenmemiş. Mağrur sözcüklerinin tekrarıyla tekrir sanatı; mest, meyhane ve humar (ayılma sersemliği) kelimeleriyle de tenasüp sanatı oluşturulmuş. "ikbal ile mağrurların sonu" söz grupları arasında tezat vardır. Zaten didaktik ve hikemi şiirleriyle tanınan Nabi, okuyucularına ahlak ve erdemi gösterecektir.

3 –

Top-ı âh-ı inkisâra pây-dâr olmaz yine
Kişver-i câhın nice sengîn hisârın görmüşüz


Biz mevki ve ikbal ülkesinin nice taş kalelerini görmüşüz ki aldıkları beddua toplarıyla yıkılıp gitmişlerdir.

Sert taştan yapılan hisar ile o hisarın yıkılması tezat oluşturuyor. Garibanların bedduası topa benzetiliyor. Sadece benzeyen ve benzetilenle yapılan bu sanata teşbih-i beliğ denir.

4 –

Bir hurûşiyle eder bin hâne-i ikbâli pest
Ehl-i derdin seyl-i eşk-i inkisârın görmüşüz


Biz dertlilerin sel gibi akan öfke gözyaşlarıyla binlerce talih evini yerle bir ettiğini görmüşüz.

inkisar : bolluk, bereket, fazla demektir.

Yahut;

Dert ehli olanların (çok dertlilerin) gözyaşları çoğalıp coştuğunda, binlerce hanedan sarayını yıktığını gördüm."

ikbal : büyük mutluluk anlamına da gelir, hanedan soyuna sahip olacak kadına verilen sıfat olarak da kullanılır.

Dertlilerin gözyaşları sele benzetilmiş: teşbih sanatı... Gözyaşlarının binlerce sarayı yıkması mübalağa sanatıdır.

5 –

Bir hadeng-i can-güdâz-ı âhdır sermâyesi
Biz bu meydânın nice çâbük-süvârın görmüşüz


Biz bu meydanda nice binici görmüşüz ki can alıcı ah oklarıyla yere serilmişlerdir.

Bu dünyadaki iyi biniciler diyerek dünya nimetlerinden yararlananlar kastediliyor. Benzetilen(binici, süvari) var; benzeyen (insanlar, zenginler) yok. O halde açık istiare vardır. Beddua, can alıcı oka benzetilmiş.(can alıcı beddua oku): kısaltılmış teşbih, çünkü benzetme edatı yok. Bu meydan diye kastedilen ise dünyadır. Benzeyen yok, açık istiaredir.

6 –

Bir gün eyler dest-beste pây-gâhı cây-gâh
Bî-aded mağrûrun sadr-ı i’tibârın görmüşüz


Biz başköşede itibarla oturup caka satanların nicesini gördük ki bir gün pabuçlukta el bağlayıp durmuşlardır. Uşak durumuna düşmüşlerdir.

7 –

Kâse-i deryûzeye tebdîl olur câm-ı murâd
Biz bu bezmin Nâbiyâ çok bâde-hârın görmüşüz


Nâbî

İsteklerin kadehi dilenci çanağına döner
Ey Nabi biz bu meclisin içki içenlerini çok görmüşüz.


Ey Nabi derken nida sanatı yapılıyor. Şair kendine sanki başka biriymiş gibi seslenmekle tecrid sanatını uyguluyor. Cam-ı muradın yani makul isteklerin dilenci çanağına dönmesi ile aşırı hırs ve hep banacılık kastediliyor ve eleştiriliyor. Açgözlüler kastediliyor. Dilenci çanağı (açgözlülerin doymak bilmeyen hırsları): açık istiaredir. İstek kâsesi: normal ihtiyaçlar için Allah'tan dua ve çalışmak suretiyle rızkın istenmesidir, yani ideal insan davranışıdır: O halde istek kâsesi açık istiaredir. İstek kâsesi ile dilenci çanağı: tezat sanatıdır. Bade-har (içiciler): açgözlüler anlamında açık istiaredir.

Şair Nabi'nin "görmüşüz" ifadelerini redif olarak her beytin sonunda tekrar etmesi şiire hikemi tarz kazandırıyor ve dünya malı peşinde koşmanın anlamsızlığını gözler önün seriyor. Aynı zamanda akurlara şiirin bilge bir kişinin ağzından çıktığı izlenimini kuvvetli olarak veriyor.
 
Geri
Üst