Çoğu kişi için yaş ilerledikçe oyunlardan alınan keyif gittikçe azalıyor.
Sorumluluk duygusu, yapılması gereken işler, aileye ayrılması gereken zaman vs olduğunda keyif almak zorlaşıyor gitgide. Bir de üstüne suçluluk duygusu geliyor bazen; zamanımı (hayatımı) boşa mı harcıyorum gibisinden.
CS:GO'ya totalde 1000 saatimi harcadığımı gördükten sonra "ne yapıyorum ya ben" moduna girip oyunu birden bırakmıştım. Bir daha da açmadım. Bulundukları kötü bir öneri değil aslında.
Arada sırada halen oyun oynarım kafa dağıtmak için. Daha 1-2 gün önce Silent Hill 1'i bitirdim, ondan önce Detriot : Become Human oynadım, öncesinde Heavy Rain vs. Ancak ağırlıklı olarak single player oyunlar oynuyorum. Bir kere bitirdikten sonra tekrar oynasan bile yüzlerce saat harcanacak şeyler değiller. Multiplayer oyunlardaki rekabet duygusu ve birlikte oynamanın keyfi single player bir oyuna nazaran daha fazla bağlanmaya sebep oluyor oyuna. Bunlara çok zaman harcamamakta yarar var. Azı karar bence.
İlk oyun keyfini 8 bitlik makinelerde (Commodore 64) almış birisiyim. 16 bit devreyi tümüyle es geçtim. O sırada gitarla tanışmıştım çünkü
🙂
2000 yılı itibariyle PC'de oyun oynamaya başladım.
"Yaş ilerledikçe oyunlardan alınan keyfin azalması" toplumsal koşullar kadar kişilikte değişimlere ve dönüşümlere de bağlı. Ben bunu anladığımdan beri sevdiğim oyunlar üzerinden de "kendimi bilme" fırsatı aramaya başladım.
First person olarak oynayıp keyif aldığım bir kaç şeyden sonra (Daikatana'yı çok sevdim ve deli gibi kasarak bitirdim, pek çok insan neferet eder oyundan...) sadece hikayesi olan oyunları oynamaya başladım.
Half Life 2 denilen şeyi oynadıktan sonra ise uzunca bir süre başka bir şey oynamak istemedim. "O oyun beni niye o kadar ters yüz etti" diye düşünürken, oyunun "Kahramanın Yolculuğu" sistematiğiyle yazılmış olduğunu keşfettim. Pek çok insan o oyunu grafikleri, düşmanın yapay zekası, hikayesi filan üzerinden analiz ederek neden o kadar başarılı olduğunu izah etmeye çalıştı, ama gerçek şu ki, Half Life 2, insanların içindeki kahramanı keşfedip onu oyuna aktarmaya en uygun şekilde tasarlanmıştı. Star Wars, Dune ve Total Recall izlemiş-okumuş tadı veren bir oyun deneyimi yaratmayı başarmıştı adamlar. Gerçekten oyunun tasarımını yapanlar bu işi biliyordu.
Mesela, bütün karakterler o denli canlı ve zeki iken Gordon neden hiç konuşmuyordu biliyor musunuz?
Cevap: Herkesin kendini onunla özdeşleştirebilmesi için. Herkesin kendi sesiyle onu hayal edebilmesi için. Evet, bu adamlar bu kadar zekiler.
O günden bu yana oyunları kendimdeki dönüşümü anlamak için kullanır oldum.
Tahmin edilebileceği üzere, fantastik kurgu-bilim kurgu hayranıyım. Ama o zamana değin doğru düzgün RPG oynamamıştım. Giderek tarza ısındım, aksiyon RPG'lerde savaşçı oynamaktan, giderek büyücü vs tadında şeyleri oynamaya meylettiğimi fark ettim. O sırada Ibanez RG'ler hayatımdan çıkıyor, Strat kasalara halleniyordum. Tesadüf mü? Elbette hayır
🙂
Doğal olarak Mass Effect ve Dragon Age gibi seriler, biraz Kingdoms of Amalur ve gerçekten hakkı yenmiş bir oyun olarak Vampire the Masquerade: Bloodlines bana belli düzeylerde Half Life 2'nin büyüsünü yaşattı diyebilirim. Hiç bir Elder Scrolls oyununa ısınamadım. Skyrim dahil. Olmadı.
Sonra bir gün Fallout 3 - New Vegas oynadım. Nihayet Half Life 2 deneyimine gerçekten rakip olacak bir şey bulmuştum. Old World Blues denilen add-on'u oynadıktan sonra aynı anda ağlamak ve gülmek istedim. Öyle garip bir şeydi. Oyunu bitirdim, sonra oyunu bitirdikten sonra oynamaya devam etmeye imkan veren modu kurdum. Ama bir kez büyüsü bitmişti.
O zamandan beri de olmuyor artık. Witcher 3'ü kurdum, biraz oynayıp sıkılıp kaldırdım. Ara ara kurduğum bir şeyler oluyor ama, ı-ıh. Kızımla Ateş ve Su oynuyoruz. Daha eğlenceli 🤣
Artık pek oyun oynamıyorum ne yazık ki. Olmuyor. Benden geçmiş. "Vampire the Masquerade: Bloodlines" için ikincisi gelecek dediler, ama muhtemelen yapamadılar oyunu. Yılan hikayesine döndü ve gelse bile hayal kırıklığı olacak tahminim. Arada bir kere Star Wars Jedi: Fallen Order denilen rezilliği oynama hatasına düştüm. Halen midem bulanıyor.