Film Önerileri

Üstad Akira kurosawa nın yönettiği seven samurai adlı filmi şiddetle öneririm
konu itibari ile
16. yüzyıl Japonya'sında düzenli bir şekilde silahlı haydutlar olan "nobushi"nin (eşkıya samuray) saldırısına uğrayan ve ürünleri yağmalanan fakir bir köyün ahalisi bir "rōnin"den ( "efendisiz samuray") yardım ister. O da kendisi gibi işsiz olan 6 samuray ile birlikte silah bile satın alamayacak kadar fakir olan bu köylülere karın tokluğuna kendilerini savunmasını öğretirler ve hep birlikte haydutlarla kıyasıya bir savaşa girerler.
 
Son zamanda izlediklerim ile birlikte verirsem ufak bir liste...

Genel İzleyici İçin 😆
Chrysalis isimli film, bir Fransız cyberpunk/bilim kurgusu. Karısını kaybetmiş polis memuru, yakın gelecek Paris'inde, yeni ortağı ile birlikte, karısının katilinin zanlısı olduğu bir dizi cinayeti araştırmaktadır. İşin garibi, bu cinayetlerin, estetik göz amelyatları ile bir bağlantısı vardır... film sürükleyici, olaylar akıcı ve tabii ki konunun ani dönüşleri mevcut; kamera kullanımı ise bayağı ilginç. (10/10)

Johnny Mnemonic: Çoğu zaman klişe fakat dibine kadar cyberpunk bir William Gibson uyarlaması. İleride, net ya da postayla gönderilemeyen bilgiler, canlı kuryelerin beyinlerindeki harddisklere koyulmakta ve bu ''mnemonic''(hafızası kuvvetli) kuryeler bilgiyi iletmektedir. Harddisk kapasitesinden fazla bilgi almak ise kuryenin ölümüne zemin hazırlamaktadır. Johnny kod adlı mnemonic kurye, bir gün, kapasitenin iki katı bilgiyi alır ve yirmi dört saatlik bir süre içerisinde bu (pek çok güçlü kişinin peşinde olduğu) bilgiyi kafasından çıkartmaz ise ölecektir... Keanu Reeves başrolde, post-felaket usulü bir cyberpunk eseri kendileri. Klişeleri ve bayağı göze batan birkaç mantıksızlığı gözardı ederseniz ki ediliyor rahatça, filmin ördüğü dünyaya (Gibson usta sağolsun) hayran kalacaksınız. (10/7)

Bystanders: Bir Kore yapımı olan Bystanders, zevkli bir film. Bir gün, bir öğrenci intihar eder. Karnında bir kapsül bulunur ve kapsülden çıkan notta, öğrencinin katili, kurbanın ölüm gününü ve saatini belirtmektedir. Cesetler yığılmaya başlar ve katili bulmak için başlayan yolculuk, hiç olmadık yerlere gidecektir... güzel, bazen ibret verici, bazen hüzünlü, bazen komik ve keyifli, genel olarak zevkli bir film gerçekten. Tavsiye ederim. (10/9)

Shaolin Soccer:Stephen Chow'un en bilindik filmi. Altın Bacak Fung, bacağı sakatlanana dek bir futbol efsanesi olarak hüküm sürmüştür. Çelik Bacak Sing ise, altı kardeşiyle birlikte öğrendiği ve çalışmaktan hiç vazgeçmediği Shaolin stili kung-fu'yu insanlara tanıtacak ve modern dünyaya kazandıracak bir yol aramaktadır. Çelik Bacak'ın yeteneklerini gören Fung, Sing'e Shaolin Kung-fusu kullanarak futbol oynamak gibi bir fikir getirir ve olaylar gelişir... on numara bir film. (10/10) Ufak bir not, Kung-fu Hustle'ı görenlerin tanıyacağı bir kadro mevcut fakat Kung-fu Hustle'dan çok daha güzel ve eğlenceli bir film kendisi. Tsubasa'yı andıran sahneler olması da ekstra bir güzellik.

Herkese Uygun Kaçmayabilecek Kısım:
Resurrection of the Little Match Girl: Ju isimli bir bilgisayar oyun tutkunu genç, bir gün kendisini Kibritçi Kızın Dirilişi diye bir oyunda buluverir. Amaç basittir: Kibritçi Kız'ın ölümünü garantilemek ve bir taraftan da kızın ölmeden önceki son düşündüğü şey olmak. Film zevkli fakat bazı noktalarda görmediğiniz kısımları hayal etmeniz gerekiyor (biraz Russel T. Davies'in bilim kurgu anlayışındaki ''bilim'' gibi) ve herkese göre değil. Düşük bütçeli film kaldırabilen ve garipliklere hazır olanlara göre. (10/9)

Avalon: Ghost in the Shell'in ilk filminin yönetmeni Mamoru Oshii'den bir film. Yakın gelecekte, insanlık, Avalon adı verilmiş bir simülasyon/MMORPG'ye bağlı vaziyettedir. Süper gerçekçi Avalon dünyasını esas hayattan daha gerçek bulanlar vardır. Zamanında Avalon'daki en iyi ekibin parçası olmuş olan Cold Ash, kendisini Avalon'un içinde dönen bir komplonun parçası olarak bulana dek, oyunu çok sevmektedir... Mamoru Oshii'nin filmin çekimine anime çekimi gibi yaklaşması ve esas GitS'ten çok INNOCENCE: GitS'i hatırlatan ağırlığı ile zaman zaman fazla ağır giden, fakat güzel bir cyberpunk eseri. (10/8)

Eden Log: Klostrofobik survival/horror oyunlarını hatırlatan atmosferi, dahiyane ışıklandırma numaraları ile Eden Log garip bir film (Resurrection kadar değilse de...). Esas oğlanımız uyandığında, hiçbir şey hatırlamaz bir şekilde, Eden Log kompleksinin eksi beşinci katında bulur kendini. Kim olduğunu, nerede olduğunu, Eden Log'un ne olduğunu ve karanlığın içinde neler olup bittiğini keşfetmek için yanındaki cesetten feneri alan zavallımız, karanlığın kalbine bir yolculuğa başlamış olur. Silent Hill hesabı pek çok noktada ''boşlukları izleyici doldursun'' dedirten ama yine de olan biteni rahatça açıklayan, güzel bir film. Tür olarak bilim kurgu/gerilim denebilir. (10/9)

Ağustos'ta Rapsodi: Aslında Akira Kurusawa'nın bir eseri olan Ağustos'ta Rapsodi, garip, ağır, bir film olmakla beraber efsanevi ve üç neslin dünyayı değiştiren bir olaya, atom bombasına, tepkilerini işliyor; tabii ki vatanperverlik, yabancının ötekileşmesinin çeşitleri gibi konulara da girerek. Ani bit atraksiyonla son saniye Richard Gere'yi çıkartması da ayrı bir numara. (10/10)

Be A Man! Samurai School: Tak Sakaguchi'nin (Versus, Shinobi) ilk yönetmenlik denemesi olan Be A Man!, aslında keyifli, zaman zaman gereksiz komik ve gereksiz epik, bu gereksizliğiyle keyifli bir film. Esasen erkeklik kavramına yüklenen anlamlarla dalga geçen filmimizde, babasının ölümü üzerine ailesinin başına geçmek zorunda olan züppe oğlanımızı fazla çocuksu bulan annesi, gelenlerin 'sapına kadar erkeklik' konusunda eğitildiği samuray okullarından birisine yazdırır. Espri anlayışını anlamak için her tür komediye hazırlıklı olunması gereken, abartılarıyla güldüren, ''Shaolin Soccer'' kadar cozutmasa da onun kadar zevkli olan bir film. (10/8)

Chungking Express: Hoş bir deneme olan Chunking Ekspresi, aynı noktada, Chunking pazarında birleşen iki farklı aşk hikayesini anlatıyor. Daha fazla söyleyemeyeceğim zira anlatılmaz yaşanır bir film. UYARI: Filmin sonunda Mamas and the Papas'dan o meşhur ''California Dreaming'' şarkısından tiksinmiş olacaksınız. (10/10)

Versus: Kült klasiği, garip ötesi, zaman zaman biraz içkili ve kalabalık izlemenin ve açık zihinli olmanın zevkini çıkartmak için şart olduğu, Ryuhei Kitamura'nın hastalıklı filmi. Basitçe özetlersek (fragmandan alıntıdır): ''Ölülerin hayata döndüğü bir orman. Kanun kaçakları... asla kaybetmeyen bir kahraman... hafızasını kaybetmiş bir kadın... dört gangster, üç suikastçi, iki cellat... her şeyi bilen ölümsüz bir adam... herkes herkese karşı.'' (10/10) Boşuna kült klasiği değil kendisi diye bir not atabilirim bu noktaya hatta attım bile.

Duel Project: Ryuhei Kitamura (Evet seviyorum adamı, ne var) ve Yukihiko Tsutumi'nin birer saatlik birer film çektikleri projenin adı Duel Project. İddiaya göre yönetmenler içerken akıllarına gelen bir fikirden doğan bu iki filmin olayları ise: iki karakter, bir mekanda savaşacaklar. Tsutumi, ''2LDK'' isimli filmde, aynı rolün peşindeki iki aktrisin ilginç dövüşünü canlandırmış (kullanılan 'silahlar' hayli yaratıcı). Kitamura ise ''Aragami'' isimli katkısında, savaş tanrısı Aragami ile bir tapınakta kalan bir samurayın, savaş tanrısı olmak amacıyla Aragami ile kapışmasını konu alıyor. İki film de hayli ilginç. (10/9, zira Aragami bazen fazla yavaş, ama atmosfer olarak fazlasıyla başarılı)

Şimdilik burada kesiyorum, daha gelir ama...
 
96 SAAT.

İki kız arkadaş (Kim ve Amanda) Amerika'dan Fransa'ya U2'tun Avrupa turnesi için gidiyorlar fakat orda fuhuş mafyası tarafından kaçırılıyorlar.Kim'in eski ordu mensubu babası da kızını ve arkadaşını bulmak için peşlerinden Fransa'ya gidiyor ama dediklerine göre kaçırıldıkları andan itibaren onları bulmak için adamın sadece 96 saati var.
 
marzaleka demiş ki:
96 SAAT.

İki kız arkadaş (Kim ve Amanda) Amerika'dan Fransa'ya U2'tun Avrupa turnesi için gidiyorlar fakat orda fuhuş mafyası tarafından kaçırılıyorlar.Kim'in eski ordu mensubu babası da kızını ve arkadaşını bulmak için peşlerinden Fransa'ya gidiyor ama dediklerine göre kaçırıldıkları andan itibaren onları bulmak için adamın sadece 96 saati var.

''Taken''ı 96 Saat diye çevirdiklerine inanamıyorum... Liam Neeson başrolde zannedersem? Eğer o film ise, muhteşem bir macera filmidir - ilk dakkadan son dakkaya adamı bağlayabilen kalibrede...
 
eski filmler ama izlemeyenler için tavsiye ederim..
Sessiz Tepe , ps1 oyunundan başarılı bir şekilde uyarlanmış güzel bir gerilim filmi.
İstila ; film biraz vasat gibi olsa da verdiği mesajlar ile günümüz olaylarını eleştiren güzel bir film.. güzel de bitiyor.
 
Brick: Rian Johnson'ın eski usül dedektif hikayelerinden esinlenerek yazdığı bir suç/dedektif filmi olan Brick, aşırı ağır havası, 1945 ve sonrasındaki siyah-beyaz dönem filmlerdeki karakter şablonlarını ve renkli dili kullanmasının yanında, günümüzde ve bir lisede geçen bir film. Brendan Frye'ın eski sevgilisi, bir gün onu arar ve başının dertte olduğunu söyler. Hala kıza deli gibi aşık olan Brendan, zamanında ona yardım etmeyi başaramaz ve kız ölür. Ölümünün ardındaki sebepleri araştırmaya karar veren Brendan, kendisini okulunun çevresinde dönen bir suç zincirinin içinde bulacaktır. Ağır ilerleyen, kullanılan dil sebebiyle bazen anlaması zor olabilen ama genelinde çok güzel bir film. İlginç filmleri seven ve ağır ilerleyen filmleri kaldırabilenlere tavsiyemdir. (kullanulan dile örn. cümle - ''The ape blows or I clam.'' ya da ''With you behind me I'd have to tie one eye up watching both your hands, can't spare.'')
 
http://www.imdb.com/title/tt0842929/

753013724_paranoid_park.webp


Paranoid Park' ta işlenen bir cinayet ve failini bulma çabaları...
 
Krzysztof Kieslowski'nin üçlemesi olan Trois Couleurs'tan Bleu olanını öneririm.

Bu triloji Fransa bayrağındaki renkleri temsilen Kırmızı, Mavi, Beyaz olarak üç film halinde çekildi. Üç film için üç ayrı Fransız kadınının hayatı ele alınmıştır. Üç film de aynı hikayeyi farklı açıdan anlatmıyor fakat her birinin kesiştiği tek bir sahne var. Mahkeme salonundan çıkan kadının diğer filmin başrol oyuncusu olduğunu farkedebilirsiniz.

Bleu, Juliette Binoche'nin başrolünü üstlendiği filmdir. Bir trafik kazası sonrası eşi ve çocuğunu kaybeden bir kadının travmatik sürecini anlatır ve evet ilk başta bakıldığında oldukça basit bir konu gibi görünebilir ancak ifade edilmek istenen nereye gideceğini bilememe duygusu Binoche sayesinde oldukça dolu yansıtılmış.

Diğer iki filmi de tavsiye ederim aslında fakat benim en beğendiğim buydu açıkçası.

Bu Imdb linki:
http://www.imdb.com/title/tt0108394/

*Evet yönetmenin isminde yalnızca tek bir sesli var. Zira bugün Çeviriye Giriş dersinde kendilerinden yazılı olarak bahsetmeye cesaret edemedim, yazmaya korkuyor insan bariz.
 
Law Abiding Citizen: Son zamanlarda izlediğim en iyi filmlerden, hatta en iyisiydi diyebilirim. Karısı ve kızı gözleri önünde tecavüz edilip öldürülen bir adamın, suçluların kanunlardaki boşluklar yüzünden serbest kalmasının ardından, kanunlardan, kanun adamlarından, suçlulardan intikam alma çabasını anlatıyor. İzleyin derim, Prison Break sevenler tahminimce bunu da sevecekler.


Paranormal Acrivity :

Hayatımda izlediğim, en beter, en iğrenç, en saçma, en sıkıcı filmdi. Film el kamerasıyla çekilmiş, tamamen gerçek hissi vermek için. ( Blair Cadısı hesabı) Kızın birine cin arkadaşlardan bir tanesi musallat oluyor, medyumlar falan çağırılıyor falan filan. Erkek arkadaşıyla bu cini kovmaya çalışıyorlar ama cin kardeş daha da sinirleniyor falan. Çok büyük heveslerle gittim bu filmi izlemeye. Afişinde tek başınıza izlemeyin falan yazıyordu. Frgmanlarında da sineme salonunda filmi izleyenlerin görüntüleri vardı, harbiden millet korkuyor gibi görünüyordu, hatta internette 2 kişinin filmi izlerken kalp krizi geçirip öldüğü yazıyordu, lakin çok kötü film izlemeyin vakit kaybı.
 
-The Devil Wears Prada : izleme sebebim baş rolünü Anne Jacqueline Hathawayin oynaması olsa da film de fena değildi
-Vanity Fair : Avrupada sınıf farkının olduğu dönemleri konu alan bi film. Filmde Robert Pattison da oynuyormuş filmi izlerken tanıyamamıştım sonra tesadüfen fark ettim
-Confessions of A Shopaholic : Alışveriş kolik olan Becky Bloomwood'un kredi kartı borçlarını ödeyebilmek için bir ekomoni dergisinde iş bulması ve sonrasında yaşanan ironik olaylar filmin genel konusunu oluşturuyo. Komik bi filmdi, sırf Isla Fisher için bile izlenir
-Hilary and Jackie : Bu filmi çok eskiden tv.de izledim. Sonra çok aradım ama bulamadım. Film Jacqueline Du Pre'yi konu alır. (Bilmeyenler için açıklayayım kendisi çello virtiözüdür. 42 yaşında hayatını kaybetmiştir. Genç yaşta yakalandığı hastalıktan dolayı doku sertleşmesi gerçekleşmiş ve büyük acılar çekmiştir)
-Everything Is Illimunated : Bu filmi izleyeli çok oldu tam olarak konusunu hatırlamıyorum ama gerçekten güzel bi filmdi. Ama filmde iniş çıkışların olmaması, sürekli aynı seyirde gitmesi önerdiğim çoğu insandan bu mu öve öve bitiremediğin film tepkisini almama neden olmuştu uyarmadı demeyin.
-Catch Me If You Can
-Requiem For A Dream
-Amelie
***V For Vendetta (bu filmi izlemeyen varsa kesin İZLESİN) 😀
-Edward Scissorhands
-Modern Times
-City Lights
-A Clockwork Orange
-The Kid
-Never Been Kissed
-She's All That
-Good Bye Lenin
-In Her Shoes
-Step Up 1-2
-Bridget Jones's Diary
-17 Again
-Just My Luck
-Güz Sancısı
-thenSHEfoundME
-Angels And Demons
-New In Town
***Ray Charles
-The Proposal
-My Blueberry Nights
-Veronika Decides to Die
-Mozart And The Whale
-Eternal Sunshine Of The Spotless Mind
 
Dağcılığa ilgisi olan yahut bu konuda çekilmiş filmleri sevenler için pek bilinmediğini düşündüğüm, gerçek hikayeden esinlenilmiş 2 filmi paylaşmak istedim şu an için (yoksa fazlaca öneri filmim mevcut 😛 )

İlki;
Touching the Void - Boşluğa Dokunmak (2003)
http://www.imdb.com/title/tt0379557/

Film, 1985 yılında iki genç ingiliz dağcının daha önce hiç kimsenin tırmanmayı başaramadığı Peru'daki Siula Grande zirvesine tırmanmaya çalışırken başlarına gelen akıl almaz kazanın gerçek hikayesini anlatıyor.İyi başlayan tırmanış gitgide bir kabusa dönüşüyor ve bu noktada dağcılardan biri yıllarca tartışılacak bir karar veriyor.

Joe Simpson'ın ki kendisi bahsi geçen dağcılardan biri aynı adlı romanından uyarlanan yarı belgesel havasındaki filmde tam anlamıyla bir ölüm-kalım mücadelesi izliyoruz İnsanoğlunun yaşama içgüdüsünün ne kadar kuvvetli olabileceği ve zor şartlar altında nelere göğüs gerebileceği etkileyici bir biçimde anlatılıyor.


İkincisi;
Nordwand/North Face - Kuzey Duvarı (2008)
http://www.imdb.com/title/tt0844457/

Dünyanın en meşhur kuzey yüzüne sahip İsviçre'nin Eiger Dağı, kuzey duvarının ortalama 70 derecelik eğimiyle dünyanın iyi dağcılarının hep rüyası olmuştur. Bu dağa tırmanırken hayatını kaybeden birkaç Alman dağcıdan sonra başarılı olacak başka bir ekip aranmaktadır. Tony Kurz ve Andi Hinterstoisser o sıralar Alman ordusunda görev yapmaktadırlar. Berlin’in en büyük gazetelerinden birinin editöryel sekreteri konuyu bilmekte ve Kurz’u tanımaktadır. Kurz ve Hinterstoisser’i dağa tırmanmak için ikna etmeye çalışır. Hinterstoisser bu işe olumlu bakarken Kurz Nazi Almanyası hakkında şüpheler içindedir. Sonunda kabul eder ama bu riski Alman liderleri mutlu etmek için değil, kendisi için yaptığının altını çizer.

Kurz ve Hinterstoisser sonunda yaz ortası gibi tırmanmaya başlarlar ve bir grup Avusturyalı ile bir yarış içine girerler.

-Konular alıntıdır.
 
Her rockcının seyretmesi gereken ve hayata bakış açınızı değiştirmek adına "The Guitar" seyretmenizi öneririm.

Ölümcül bir hastalıkla boğuşan ve hayatı kararan bir kadının öyküsüdür. Çok çok harika bir filmdir. Düşündüğünüzden çok farklı bir filmle karşılaşacaksınız.
 
Battlefield Baseball: Gedo Lisesi, liseler arası beyzbol liginde ayrı bir üne sahiptir. Takımın oyuncuları, beyzbol sahasını, ''yasal olarak cinayet işleyebilecekleri bir alan'' olarak görmektedirler. Lisesinin beyzbol takımını profesyonel seviyeye yükseltmeye ant içmiş olan müdür Kocho, ilk maçta Gedo ile karşılacağını öğrenince yıkılır... taa ki, ''dövüş beyzbolu''nda ustalığı ile dikkatini çeken, daha transfer olduğu gün problem çıkartan Jubeh dikkatini çekene dek... Tak Sakaguchi başrolde, yönetmen ise Ryuhei Kitamura'nın ''Versus''unda yazarık yapmış olan Yudai Yamaguchi. Her saniyesi bir öncekinden daha absürd bir komedi. Tavsiyemdir (Shaolin Soccer x 10989038091380921 olarak düşünebilirsiniz mesela)

The Girl Who Leapt Through Time: Aslında bir anime(syon) olsa da, film kategorisine rahatlıkla sokulabilecek ve çok da ilginç bir eser. Makoto Konno, normal, biraz dalgın bir lise öğrencisidir. Her şeyin ters gittiği bir gün, tam anlamadığı bir şekilde garip bir yeteneğe sahip olur: artık zamanda çeşitli noktalara ''atlayabiliyor''dur. Bunun muhteşem bir şey olduğunu düünen Makoto, kendini umarsızca bu zaman atlayışlarını kullanmaya bırakır... her şey ile oynamanın sonuçları ise, beklediğinden ağır olacaktır. Yönetmen: Mamoru Hosoda (Digimon ile ünlenmiş olmasını gözardı ediyorum bu noktada)

Double Indemnity: Klasik kara filmler (film noir) içinde bulunan ''Double Indemnity'', isminin, yani bir kaza sigortasının çevresinde dönen bir film. Sigortacı Walter Neff, kocasının araba sigortasını yenilemek için gittiği evde tanıştığı Phyllis Dietriechson'ın etkisinde kalarak onunla mükemmel cinayeti planlar... fakat işler hiç de umduğu gibi gitmeyecektir. Raymond Chandler tarafından sinemaya uyarlanan film efsanevi bir eser.... ve hakkını da veriyor.

Out of the Past: Bir diğer kara film klasiği. Jeff Bailey, California'nın sakin bir kasabasında, benzinci işletmekte ve sakin bir hayat sürmektedir. Bir gün geçmişinden çıkıp gelen bir figür kendisini bir buluşmaya çağırdığında, Jeff'in sevgilisi Ann, Jeff'e geçmişini bilmediğini söyler ve anlatmasını ister. Jeff, benzinciden önceki olayları anlatırken, şimdisi ile geçmişinin karşılaşmasına tanık olacağından habersizdir.

BioZombie: Crazy Bee ve Woody, bir kopya VCD dükkanı işleten iki kafadardır. Bir türlü işleri rast gitmemekle beraber, çalıştıkları alışveriş merkezinde güzellik salonu işleten iki hatuna da fazlasıyla tutukturlar. Bir gün, patronlarının tamirdeki arabasını alıp iş yerlerine dönerken bir adama çarparlar. Adamın elindeki çantada, meyve suyu görünümde ve içeni zombiye dönüştüren bir mutojen vardır...

Şu sıralar bir kore filmi olan Volcano High'a bakacağım, lise temalı doğaüstü/komedi olması gerekmekte ama elimdeki diğer ''nadide eser''lere ne kadar yaklaşıyor henüz bilmiyorum🙂
 
Instinct - İçgüdü (1999)

http://www.imdb.com/title/tt0128278/

Dr. Theo Calder(Cuba Gooding Jr.) akıl hastaları ile ilişki kurmakta çok başarılı bir psikologtur. Calder, Üniversiteden eski arkadaşı Ethan Powell(Anthony Hopkins)'in cinayet suçundan dolayı yattığı bir Afrika hapishanesinden çıktığını öğrenince bu olayla ilgilenmek ister. Powell birkaç yıl önce dağ gorilleriyle ilgili bir araştırma yaparken ortadan kaybolmuştur. Birisini öldürünce yakalanan Powell, çevresine karşı vahşi bir hayvanın tepkilerini vermektedir. Dr. Calder, Powell ile iletişim kurmak için kızkardeşi Lynn'den yardım ister. Birlikte Powell'ın beyninin derinliklerine inecek ve başından geçen olayları günışığına çıkarmaya çalışacaklardır.
 
2012: özel efekt manyağı olmak isteyenlere.

PEE WEE'S BIG ADVENTURE: öncelikle bu 1985 yapımı filmin yönetmeni 26 yaşında ki Tim Burton!
Filmi izlemeden önce Pee Wee Herman hakkında araştırma yapıp,bir kaç video izleyin. Ya çok seveceksiniz ya da tiksineceksiniz. Ben sevenlerdenim.
 
Clash of the Titans(Titanların Savaşı) filmini öneririm.Yunan mitolojisinde Zeus'un oğlu yarı tanrı Perseus'un Hades'e karşı macerasını anlatıyor.Bilim-kurgu severlerin kaçırmaması gereken bir film bence 🙂
 

Geri
Üst