Fiziğin Elektroniğin Ve Bilumum Ilimlerin Er Meydanı

Bu doğru bir bilgi değil. Hücrelerimizdeki DNA'larımızda yüzlerce hatta binlerce hatalı kopya bulunabilir ancak bunların büyük çoğunluğu diğer ebeveynimizden gelen doğru kopya varken çekinik kalır (deaktiftir). DNA'da bir bozunma olması çoğulukla o DNA'nın bir parçası olduğu genin işlevinde herhangi bir bozukluk yaratmaz. Ayrıca DNA'da sürekli bozulmalar olur ancak bunlar DNA tamir mekanizmaları ile büyük oranda tamir edilir. İnsan da DNA da kusursuz değildir yani. Ama insan vücudu her zaman sonuca bakar; insan vücudu da diğer canlılar gibi tümüyle anlık hayatta kalma ilkesi ile çalışır. Yani vücut bir sorunla karşılaşınca alacağı tedbiri uzun dönem sağlığı düşünerek almaz ya da ileri dönemdeki olası zararları düşünmez.

İnsanlar kendilerini istedikleri kadar komünist / milliyetçi / elit / burjuva / ırkçı / romantik / alim / güzel / seksi vs olarak tanımlasın, hepsinin içlerinde evrimsel olarak kazanılmış ya da körelmiş mekanizmaların oluşturduğu canlı ortamı vardır. Örneğin, vücudumuzu dış dünyanın istilacıları olan mikroplardan ve içimizdeki üretim hatası hücrelerin zararından korumak için milyarlarca yılın kazanımı olan bağışıklık sistemimiz cidden o an gereken tepkiyi verir ama aslına bakarsanız evrimsel mekanizma aslında pek de süper olmadığından (çünkü bir yaratıcı tarafından tasarlanmadığından) hatalı çalışmalarıyla ünlüdür ve yüzlerce farklı hastalığa yakalanmamıza neden olur ki bunların bazıları ölümcüldür. Hatta bazen bizi öldürmeyecek bir virüs enfeksiyonuna karşı koymak için bizi öldürebilecek kadar abartılı tepki verebilir (bkz hepatit enfeksiyonları). Bazen ise istilacılara karşı gereken ''güçlü'' yanıtı veremez (çünkü istilacı da evrimsel olarak doğal seçilim ile yeni donanımlar kazanmıştır) ve uzun sürede geçebilecek ya da tıbbi yardım olmazsa bizi öldürebilecek süreğen (kronik) enfeksiyon meydana gelir.

Rasyonel bilimle ve daha net konuşmak gerekirse biyoloji, tıp, genetik vs gibi bilim dallarıyla ciddiyetle ilgilenmemiş olanlar nedense evrim gibi güncel tartışma konularında (tamamen dinin bundan rahatsızlık duymasından, yoksa gündelik hayatta bilim konuşulmaz) ''mantık yürütme'' ve ''hissetme'' yollarına çokça başvuruyorlar ama bu tümüyle SAÇMALIK. Yetersiz bilgi ile kurduğunuz mantık yalnızca üç-beş lego parçasıyla ev yapmaya benzer. Ayrıca, bu kişiler kanıt istiyor, deney istiyor ve evrimle ilgili kanıtların ve deneylerin halihazırda zaten olduğunu zahmet edip araştırmıyorlar. Madalyonun diğer yüzünde ise tanrının varlığı ya da yaratılış konusunda tek bir kanıt ya da deney bulunamayışını pek önemsemiş görünmüyorlar. Diğer taraftan, mantık yürütme ve hissetme bu konuda ellerindeki yegane yöntem.

Eğer evrende bir bilinmeyen varsa bu henüz bilimsel olarak açıklanamadığı içindir. Tabi bir de bilinen ama vatandaş tarafından bi türlü kabul edilemeyen ya da kabul edilmek istenmeyen durumlar var evrim gibi 🙂 . Bir bilinmeyen neden hakkında ''tanrı yarattı'' söyleminin hiçbir ciddiyeti yoktur. Bu bir cevap değildir çünkü bu iddianızı ispatlayamazsınız. Oysa dünya tarihi yüzbinlerce kez bilimin bu iddiayı çürüttüğüne şahit oldu. Bir karmaşıklık bir insan tarafından anlaşılamıyorsa bunun yüce bir gücün eseri olduğu iddiası çok ilkel bir yöntemdir. Açıkçası bir Airbus A380 bana inanılmaz karmaşık geliyor, nasıl uçtuğuna hayret ediyorum çünkü fizik bilgim lise düzeyinde, uçak ve makine mühendisliği konusunda bilgim hiç yok. Ama yapanlara tapma ihtiyacı hissetmedim hiç. 200 yıl önce bir Airbus A380'i havada gören insanların hemen hepsinin tapacağına eminim ama.

Bir de şu batının soğuk bilimsel suratsız tavrı / doğunun insancıl romantizmi bir bitsin artık yahu. Hangi doğuymuş bu? Hindistan mı? Kore mi? Japonya mı? İran mı? Pakistan Afganistan mı? Yoksa Nepal Buhutan filan mı Bir kere o doğu dediğiniz Hindistan'da Kore'de (Japonya'yı hiç söylemiyorum) birçok önemli bilimsel merkezde dünyaca saygın bilim adamları her yıl büyük başarılara imza atıyor ve üstelik hayret ki batının bilimini yapıyorlar. Doğuda da bilim yoga/şamanizm/budizm ekseninde değil, pozitif bilimlerle yapılıyor.

Olay doğu batı değil, GERÇEK ve ZIRVA arasındaki ayrım. Gerçek doğuda bulunuyorsa hepimiz doğudan öğreniriz gerçeği. Ama eğer gerçek batıda ise ve siz o gerçeği öğrenemiyor ya da öğrenmek istemiyorsanız bu vahim durumda bir de batıya b.k atmayınız.
Hocam Evrim hakkında szin gibi oturup geniş kapsamlı bir araştırma yapmadım. Yani bazı arkadaşların yaptığı gibi sizinle tartışmaya girmem yersiz olur. DNA bilgisini Türkiye'de TÜBİTAK'ın düzenlediği yarışmalardan birinde 7. olan bir Biyoloji hocasından öğrendim. Bilginize.
 
Ben de merak ettim şimdi. Bir kaç sayfalık Google araştırmasında tek karşıt görüşü creation.com adlı bir sitede gördüm. Zaten isminden belli, çok dikkate almadım. Wikipedia'da (gerçi Wikipedia ansiklopedik bilgi kaynağı değildir) deneyin geçersizliğinden bahsedilmediği gibi ardından yapılan diğer deneylerin de başarılı sonuçlar verdiğinden ve 2007'de yapılan ikinci bir incelemede Miller'ın beyan ettiği sayıdan çok daha fazla organik bileşiğin sentezlendiğinden söz ediliyor.
Earth, Discover vb. birkaç dergideki makale ve yayında da deneye şüpheyle bakıldığından bahsediliyor yalnız. Nedenlerinden biri olarak da Miller'in, kabul görmüş ilkel atmosferik yapıdan farklı bir yapıyı ortamı simüle ederken kullanması gösteriliyor. Zaten Miller'in kendi de 1980'lerdeki bir konuşmasında bunu kabul etmiş.
 
Son düzenleme:
İnsanlar teorileri tartışıyor gibi gözükse de, gerçekte bu teorilerin sağladığı bilgiye yükledikleri "değeri" tartışıyorlar. Ama değerler pozitif bilimlerin nesnesi değil. Değerler felsefenin ve özellikle de etiğin konusu. Bu nedenle de görünürde bilim tartışması olan pek çok şey, gerçekte dönüp dolaşıp değerlerin tartışmasına yaslanıyor ve çıkmaza giriliyor. Bundan kaçınmak da kolay değil. İnsanı değerlerinden koparıp alabileceğimiz savı gerçekçi değil, değer içermeyen bilimsel veri meselesi de bir hayli şüpheyle bakılan bir mesele. Bu gibi unsurların ayırdına varılmadığı zaman da sürekli sorun üretilmiş oluyor.

Foruma yakışacağını düşündüğüm için ben müzik üzerinden bir örnek vereyim. Steven Pinker (kognitif bilim sahasından tanınmış bir isim), müzik için "işitsel peynirli kek" (auditory cheesecake) yakıştırması yaptığı zaman bayağı bir gürültü kopmuş. Ben, "How the Mind Works" isimli eserinin önsözünde bunu öğrendim. Pinker, kendisine verilen eleştirilere yanıt olarak, aslında söylediği şeyin şu olduğunu iddia ediyor: Müzik ve sanat, evrimsel süreçte sağkalıma katkı yapan adaptasyon unsurları değil. Bunun tersi ispatlanamamış. Pinker fikrini açıklamak isterken, adaptasyonu biyolojik manada kullandığını ve iddiasının müziğin "sağlıklı, değerli, bizi yüksek duygulara ulaştıran, mutluluk veren" bir şey olmasına ilişkin olmadığını söylüyor.

Bence Pinker'in anlamadığı ve kendini açıklarken giderek daha da batırdığı mesele şu: Müziğin bizler için değerine ilişkin bir iddia da bulunmadığını söylese bile, aslında kullandığı ifade değer yüklü. "Cheesecake" sözcüğünün kendisi burada aslında "olmasa da olur" niteliğinde ve bu da pekala müziğin bizim hayatımızdaki yerine, yani bizim ona yüklediğimiz değere ilişkin bir ifade. Dolayısıyla, Pinker bilimsel bir veriyi dile getirirken işin içine ne gibi faktörlerin girebileceğini anlamamış gözüküyor ve bence "auditory cheesecake" ifadesinin değerden yoksun (value-neutral) olduğunu anlatmaya çalışıyor. Böylece de meseleyi daha içinden çıkılmaz bir hale sokuyor. Müziğe fazlasıyla değer veren benim gibi birisi ise, bu ifadenin bırakın tarafsız olmasını, açıkça müziği aşağıladığını bile düşünebilir (Zaten öyle düşünüyorum).

Bu noktada yapılabilecek en önemli şey, herkesin kendi "bagajını" anlamak için çaba sarfetmesi ve bu konuda farkındalığını arttırması bence. Aksi takdirde, "deprem profesörlerinden" (bir kuşak bu akademisyenleri hatırlayacaktır...) farkımız kalmaz. İstediğimiz kadar bilim tartışmaya çalışalım, kendimizi konuşmaktan öteye gidemeyiz.
 
@barrios , Konunun bir yandan Pinker'in sanatın, müziğin gerekliliğini sorgulamasına gelmiş olması güzel oldu. Yine müzik üzerinden devam etmek gerekirse, ben de kesinlikle Pinker'e katılmıyorum. Müziği çok sevdiğimden değil, gerçekten de akılsal olarak mantıklı olmaktan çok uzak olduğu için. David Attenborough ile Björk'ün buluştukları şu belgeselde Attenborough neden müzik yaptığımıza dair çok güzel açıklamalar getiriyor.



Özetlemek gerekirse Attenborough'a göre;
1.İnsan ses telleri, konuşma sırasında ihtiyaç duyulan ton aralığından çok daha geniş bir tayfa sahip. Bu durum, şarkı söylemenin insan için konuşmaktan çok daha temel bir özellik olduğunu gösteriyor.
2.Şarkı söylemenin yerini konuşmak almış olsa da modern insanın müziğe ihtiyaç duymasının ardındaki temel sebebin cinsellik, eş bulma, karşı cinsi etkileme amacı. Doğadaki erkek kuşlar dişiyi etkilemek için renkli tüylere, sahip, yine erkek dişileri etkilemek için şarkı söylüyor, sesler çıkarıyor. İnsan için de durum farklı değil.
3.Günümüzdeki popüler müzik yüksek oranda cinsellik içeriyor, ve 13-30 yaş arasındaki bireylerde ilgi uyandırıyor. Bu yaş aralığı cinselliğin de en yüksek seviyede olduğu yaş aralığı.

Nispeten kendi sığ yorumumla özet geçmek gerekirse, okul orkestrasında bir konsere çıkabilirseniz, istediğiniz kızla çıkarsınız.
 
Antbalcı' ya ek olarak, geçenlerde insandaki ritm duygusunun ; topluluk halinde yürürken olası tehlikeleri duyabilmek için aynı anda adım atmaya ihtiyaç duyulmasından dolayı ortaya çıktığı konusunda bilimsel bir araştırma okudum, hangi üniversite hatırlamıyorum ama bulursam buraya da atayım.
 
Mary Midgley-Science as Salvation... Bilimsellik, değerler ve felsefe bağlantıları ile ilgilenenlere hararetle öneriyorum. Yakın zamanda "bilimcilik" yaklaşımının bilimi adeta dinleştirmesi üzerine yazılmış en sağlam kitaplardan biri bence.
 

Geri
Üst