insan bir şeylere ulaşmak için çabalar durur, neden? çünkü o hedefi kendisine göre mükemmeldir, ve o hedeftekini elde etmek için uğraşır, hedefteki ne olursa olsun...sonra bir gün onu elde edince bakar ki sandığı kadar mükemmel değilmiş, hatta sıradanmış, hayattaki her şey sıradanmış, onu mükemmel gösteren sadece bir göz yanılgısıymış, bunu anladıktan sonra o hedeftekinden uzaklaşır...
aradan bir zaman geçer ve onu tekrar mükemmel olarak görür ve buna inanır.
konuyu biraz daha anlaşılır kılmak için en bariz örneği vermek istiyorum...
aşk...
insan aşık olduğu kişiyi önce mükemmel görür, sonra onu elde ettiğinde bu mükemmellik zamanla azalmaya başlar, (bunun nedeni alışkanlık diyebilirsiniz)
daha sonra tepeden bakınca onun diğerlerinden pek de farkı olmadığını görür...
ondan ayrıldığında aradan zaman geçince onun yine mükemmel olduğunu düşünür.(bunun nedeni de alışkanlığı özlemek diyebilirsiniz)
ama ben çok daha farklı ve geniş düşünüyorum...
bir şeyler eklemek istiyorum...
aslında cevabı; godot
evet, insanın beklentisi yoksa insan yaşayamaz, umutsuz bir insan yaşamayan biridir... ve aslında bütün beklenilenler ve hayal edilenler, gözde büyütülenlerin aynası godot'dur...
insan kendi sonsuz yalnızlığında godot'yu bekler, bekler, bekler...
bazen beklediğine benzer birinin geldiğini sansa da sonuç hep hayal kırıklığı olur, beklenen hiç gelmez...
godot insanın hayatı boyunca hiç gelmez, insan sadece onun geldiğini sanıp bir an uykusundan uyanır ve sevinir, gelene bakar, onu godot sanır, uzun bir müddet sanmaya devam eder ama bir gün gelir bir de bakar...o godot değil, sadece benzer bir gölge...
tabi o gölge godot'yu temsilen geldiği için onun yerini bir müddet tutabilir ve insan gölgeyle yetinemeyeceğini anladığında gelenin de beklediği olmadığını bilir...
peki insan neden gelenden daha fazlasını bekler?
çünkü dünyadaki her şeyin yarım ve eksik olduğunu bilinçsizce de olsa hisseder...
dünyadaki bütün hisler yarımdır ve hepsi birer gölgedir bunun için asla tam doygunluk vermez hiçbir şey...
insan sınırsızlığı arıyorsa insanı suçlayamazsın, onda var olan bir dürtü sonucu bu davranışta bulunur çünkü insan sınırsızlıktan geldiğini bilinçsiz de olsa hisseder...
o sınırsızlığı arar, ama yanlış yerde aradığını bilmez...
insan, tamlıktan kopup eksiklikle sınırlandırıldığını bilinçsiz de olsa hisseder...
neden "sonsuzluk" ister; işte bu yüzden; çünkü kaynağı sonsuzluktur, sonlu olan bir dünyadaki yarımlıkları görünce kabullenemez...
ama bir de bunun anlamsızlığından bahsediyorlar, "boşversene" diyorlar...
hayır efendim, ben varlığıma anlam yükleyip yaşamak istiyorum, zira bu bilinç fazlasıyla "anlamsız" deyip yaşayamayız, öyle yaptığımız anda kafamızda karmaşa doğar...
bir hayvanın kafasında karmaşa doğmaz çünkü onun bilinci insanınki kadar değil...
ben anlam yüklemek istiyorum çünkü sistem benim anlam yüklememi istiyor dolayısıyla bilincimi arttırıyor...
bundan daha da fazlası ben hayatıma ve varlığıma anlam koyarak ölmek istiyorum zira bunu hayatımdaki en gerçekçi temellik olarak algılıyorum...
herkesin algılaması farklı, bu farklılıkları doğuran milyonlarca etken var ve insanın seçebileceği milyonlarca yol var...
bir cambaz gibi yaşamak zorundayız, doğruca bu sistemin bize yaptırmak istediğini algılamamız lazım...
kafamızı karıştırıp bizi yorgun düşürecek, bize tuzaklar kuracak bir sisteme karşı cambaz olmamız lazım, yoksa yeniliriz...
sislerin ardındaki avalon adasını bulmamız gerekir, ister o adyı biz hayalimizde yaratmış olalım, ister hayalimizde yaratmamızın nedeni sezdiğimiz gerçeklik olsun bunu yapmaya mecburuz...
ama aslında hayata anlam yükleyen bile tam olarak biz değiliz, sistem...
biz anlam yüklediğimizde bunu içgüdüsel olarak yapıyoruz ve bu güdünün de kaynağı evren, sistem...
beni ben mi yarattım, ben mi var olmak istedim, hayır, sistem istedi...
şimdi bir anlam yüklüyorsam bunu da tamamen kendi yaratımım olarak görmemem lazım, bir çekici güç var ve ben o gücü görüp gitmek istiyorum anlama doğru, sadece bu...
(biraz konudan saptıysam özür dilerim, tek noktada odaklanamama sorunum var benim) 😉