Raporluyorum

Sanırım pek bu işlere girmemişliğimden olsa gerek, nereden hasıl olduysa hiç anlamadan Hank Moody oldum bir anda, bu veled-i zinaya çaktım cevabı: "Ne var len çüksüz ergen, koyim de kendine gel"

Kafasını pencereden içeri soktu, daha sesini çıkarmadı. Şu saatlerde de yorganın altında parmağını emiyordur muhtemelen. 😀

Suç bende mi şimdi söyleyin?

Suç niye sende olsun? Suç, gerekli gereksiz, bilinçsiz bilinçsiz seks yapıp, bir de üstüne korunmayıp hatalı imalat yapıp piyasaya salanlarda aga!
 
Biz duruyoruz da, kaderin ağlarını örüşü durmuyor... Dün saat olmuş gece 10, dönüş yolunda Beşiktaş'ta bir markete girdim süt alıyorum. Bildiğiniz süt ulan.

Parasını ödedim, poşetlemeye çalışırken (bir kez daha açılmadı o mnakdmun poşedi) arkadan 2 tane dilber, öğrenciler kuvvetle muhtemel, 4 tane Beck's almışlar onları okutuyorlar; hemen önüme yığılan şişeler sayesinde kaldırdım zaten kafamı ve biraların sahibi olarak göbekli abiler görmeyi beklerken, kızları gördüm.

Hani romantik komedilerde imkansız anlarda ters şeyler denk gelir ya... Hatunun yanında başka bir dilber esas oğlana yazar ama o an o işin olması imkansızdır.

Gözlerinin içine baktım, tebessüm mü ettiler ne, manzara nasıl hoşuma gitti, Beck's içiyor böyle güzel kızlar...

Ama ben, sırtımda Bauba marka çantam, ter kokan tenim ve otobüsü yakalama telaşım ile ağlamamak için kendimi zor tutarak uzaklaştım oradan mecbur... Vayananıavrandını lan.
 
Lanet eğitim sistemimiz sağ olsun kendimi bildim bileli sınavlara girer çıkarım. Bugüne kadar hiçbir sınava çalışmadım (ygs/lys dahil), hiçbir sınavda telaş yapmadım, hiçbir sınavın açıklanması için sabırsızlanmadım.

Üniversiteye gelirken de en büyük hayallerimden biri Erasmus'a katılmak, yurt dışına gitmek, biraz olsun ufkumu genişletmekti. Ancak girdiğim bölümün zorluğu, benim hayatım boyunca ders çalışmaya hiç alışmamış olmam, bölümde devam zorunluluğunun olmaması ve derslerin oldukça sıkıcı olması nedeniyle not ortalamam gerekenin bayağı bir altındaydı ve Erasmus'a başvuramadım. İkinci sene nasıl olduysa gereken not ortalamasını tutturdum ve koşarak Erasmus'a başvurmaya gittim. Ancak daha önce hayatım boyunca hiç doğru dürüst İngilizce dersi almamıştım ve binlerce sayfalık kitapları gördükten sonra not ortalamasını hiç tutturamayacağımı düşündüğüm için -yine üniversitede kesin yapacağım dediğim- İngilizce kursuna da gitmemiştim. Ve başvuruya gittiğimde öğrendim ki, anlaşmalı okullarımız hep Almanya ve Fransa'daymış, onlarda kendi dillerinde eğitim verdiği için Almanca ve Fransızca sınavlarına girmeliymişim. Sadece İtalya'daki Siena üniversitesi İngilizce dil sınavıyla sadece 3 kişi (bu sayı, lisans, yüksek lisans ve doktora toplam sayısı bir de) alıyormuş. Bütün hayallerim yok oldu tabii ki. Ancak yine de İtalya için başvuru yaptım ve yaklaşık iki hafta sonra dil sınavına girdim.

Dil sınavı çok zordu ve benim ümidim hiç yoktu. Sonuçların açıklanacağı tarihi bile bilmiyordum. Bir gün bir arkadaş sınavların açıklandığını söyledi ve sınav sonuçlarına baktım. Ve sonuç 88'di. Kendi bölümümdeki en yüksek not, tüm üniversitedeki en yüksek (sanırım, liste sıralı değildi) 3. not! Eğitim dili İngilizce olan bölümlerde okuyan öğrencilerden bile yüksek not almıştım. Nasıl bir sevinç bastı anlatamam. Üniversiteyi kazandığıma bile böyle sevinmemiştim.

Tabii ki sonra kesin sonuçların açıklanmasını bekledim. Bu sefer ümitlerim artmıştı. Not ortalamam dip olmasına rağmen (tam başvuru sınırı 😀) dil sınavından en yüksek notu almıştım ve bana yakın neredeyse kimse yoktu. İlk olarak sonuçların ayın 12'sinde açıklanacağı söylendi. 12'si oldu ancak açıklanmadı. Sonra ayın 15'inde açıklanacağı söylendi. Ancak yine açıklanmadı ve ayın 19'una ertelendi. Tabii ki yine açıklanmadı ve bu sefer ayın 22'sine ertelendi. 22'sinde de açıklanmadı ve bu sefer ayın 26'sında saat 17.00'da açıklamaya çalışacaklarını duyurdular.

Hayatım boyunca hiç bir sınavı umursamamış, heyecan yapmamış ben, şimdi inanılmaz bir telaşla yarını bekliyorum. Bu kadar bekledikten sonra eğer kazanamazsam gerçekten yıkılacağımın da farkındayım.

Buradan Marmara Üniversitesinin Uluslar Arası Ofisinde çalışan ablalara/abilere selamımı iletiyorum ve rica ediyorum; lütfen bütün gün çayınıza bisküvi batırarak yemeyi ve dedikodu yapmayı bırakıp işinizi yapın. İnsanların hayalleri var...
 
sınavlar hakkatten gençlerin ömür törpüsü bu memlekette, şu andaki sınavların adını bile bilmiyorum değil içeriğini ama insanların yaz dönemi 3-4 hafta boyunca her hafta sınava girdiğini duymuştum bir defasında, evet öss sınavından bahsediyorum, hala mı böyle bilmiyorum. insanların en güzel dönemleri bu sikindirik sınavlar yüzünden heba olup gidiyor, amaç sonunda da üniversite kazanmak, kazanıyon okul bitiriyorsun sonunda işsiz kalmak bile var. türkiye'de çocuklar 10-11 yaşından itibaren 23-24 yaşına gelinceye dek sürekli dersane, özel hoca, öss, öys girdabı içinde hem de sonunda işsiz kalmak pahasına, bu kadar boktan ve insana hayatı zindan eden başka bir eğitim sistemi var mıdır bilmiyorum.

senin için de hayırlı olsun kardeş, umarım gönlüne göre olur herşey, inşallah kazanırsın 😉
 
ygs sınavı nisan-mayıs ayında falan yapılmıştı. ardından 5 bölümlük lys sınavı var haziranda. Ben ikisine girmiştim. Kısacası en az 3 sınava giriyorsun. Tabii bu iki yıl önceydi. Şimdiye 521718 kere değişmiştir sistem 😀

Bu sömestrda ilkokul üçüncü sınıfa giden kuzenimi test çözerken gördüm ben. Kitabı önünden alıp dışarı gönderdim çocuğu. Ardından teyzemle tartışmalar falan... Çok önemliymiş şimdiden alışmaları...
 
Sorun keşke sadece sınavlar olsa.. Benim sınava girdiğim zamanlarda, sistemin en azından adil olduğuna (örneğin soruların sızdırılmadığına, cevap şıklarının sistematik olmadığına vb.) inanırdık. Bu inancın sarsılmasına da sebep oldular ya. Helal olsun..

Sınavlara giren tüm arkadaşlara başarılar.
 
Meraklanmayın, eğitim toptan bir özelleşsin, paranız yoksa çoluğunuzu çocuğunuzu okutmak gibi bir derdiniz olmayacak inşallah! Dolayısıyla sınavlar da külliyen yalan olacak. Tabii çocuklarınıza da sadece ahiretteki sınava çalışmak zorunluluğu kalacak.
 
eğitim hakkatten çok kötü, ilkokul ve ortaokullardaki eğitimin her geçen gün gericileşmesi bir yana üniversitelerdeki "bilimsel" eğitimin kalitesizliği de ortada, özellikle şu son 5-6 yıl içinde açılan özel üniversiteleri artık sadece cebinde parası olanın üni. okuyabildiği ortamı hazırladı.
geçen gün müdürümle konuşuyoruz, adam "işten eve gidene kadar e-5 üzerinde 10 tane özel üniversite görüyorum" diyor. adını sanını bilmediğimiz üniversiteler var artık İstanbul'da, burdaki mesleki eğitim sorgulanmalı, piyasada mühendise 1000 lira maaş veren işyerleri var, adamın argüman hazır "bir sürü mühendis oldunuz lan, ben napıym elimi sallasam ellisi, istiyorsan gel çalış, istemezsen bak kapı orda" modundalar.
ve bu baba zoruyla ve parasıyla okuyan arkadaşların kaçı hakkatten okumayı hakediyor? bunlar hakkatten o koltuklarda okumayı hakeden zehir gibi çocukların yerlerini gasp ediyorlar mı? o çocuk sırf babasının parası yok diye mi okuyamıyor? sorular uzar gider ama ortada büyük bir fırsat eşitsizliğinin olduğu aşikar.
eğitim ve sağlık hizmetleri bir ülkenin ne kadar sosyal devlet olduğunu gösteren en büyük turnusoldur, bizim memlekette hal ortada. geçen gün 80 küsür yaşındaki babanemi bir polikliniğe götürdüm, kadının hiçbir sağlık güvencesi yok, bir sürü röntgen, kan tahlili derken sıra ödemeye geldi bunları, vezneye lokantada kuru pilav cacık yemiş te hesabını ödüyormuş gibi bir kan tahlili, bir idrar, az röntgen diyerek hesap ödedik. bu bir insanlık ayıbıdır, bu sistemin en aşağılık dayatmalarından biridir insanlığa.
 
Evet, liste açıklandı ama bizim fakültenin listesi yine yok. Kontenjanlar kontrol edilecekmiş, öyle yazıyor. 3 kişi lan kontenjan, 3 kişi!

Özel Üniversiteleri geçin, işte size Türkiye'nin en köklü üniversitelerinden biri ve hazırlamaları gereken çok basit bir liste. 2 hafta geçti, hala yok. Gerçi bu liste ayrı bir konu, bizim sınav takvimimiz de sınavlardan bir hafta önce açıklanır. Okuldan üç yıl önce mezun olup diplomalarını alamayanlar var. Ders kaydı yaptırmak için abartısız bir hafta dolandırırlar sizi okulda. Bir oraya, bir buraya deli danalar gibi koşar durursunuz.

En vahimi de ne biliyor musunuz; bakın direk isim veriyorum.

Prof. Dr. M. Emin Artuk, Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı. Bir kere mi ne girdi bugüne kadar derse. Devlet üniversitesinde derse girmeyen bu adam -cemaat üniversitesi- Medipol Üniversitesinde bütün derslere giriyormuş. Geçen Medipol'de okuyan bir arkadaşım söyledi. Dekan özel üniversitelerde bozuk para peşinde koştuğundan, okulda hiç bir iş yürümüyor doğal olarak...
 
Sınavlara halen daha girenlere gerçekten allah kolaylık versin, tüm kalbimle başarılar diliyorum. Ben de kendi adıma çok rahattım, sınavın açıklanacağı sabah 11.30'da ben halen daha uyuyordum, zorla kaldırmıştı bizimkiler... Fakat bu yaz kardeşimin sınav zamanı ve gerçekten stresliyim, düşünceliyim. Kendim için böyle olmamıştım, bu düşünce yoğunluğunun yarısı bile yoktu... Ve bazen o kadar kalın kafalı olabiliyorum ki, algılayamıyorum. Şu sınav olayını 50 kere anlattılar, halen soru soruyorum. Bizimki 1. sınava girdi, şimdi haziran ayında bir kaç sınav daha varmış. Ne olacak, ne yazacağız, ne yapacağız bilmiyorum. Gerçekten böyle yönlendirme filan yapabilecek tanıdık olması lazım insanın çevresinde, eğitim olsun tıp olsun...
 
Dünkü 1 mayıs olaylarını izlerken aklıma çok farklı şeyler geldi günlük. 80'lerin Bulgaristan'ını hatırladım. Düşün Sovyetler dağılmamış, malum rejim hakim ortama ve 1 mayıs kutlanıyor her yıl. Bir de 9 eylül var ülkenin faşistlerden kurtuluşu diye kutlanan, başka da yok zaten milli bayram. Şehrin en geniş caddesine toplanır halk. Şarkılar türküler marşlar eşliğinde bayrak sallaya sallaya yürünür. Bir yerde tribün kurulmuştur işte belediye başkanı polis şefi asker masker selamlanır önünden geçerken. Cadde biter millet evlere dağılır şen şakrak, öyle bir bayram havası. Şimdi düşünüyorum da çok başka kafalar, çok başka olaylar. Polis polis değil zaten bizde A.C.A.B. direkt. (edit: bu da bonus olsun, "Türk polisi":http://antik.eksisozluk.com/show.asp?id=33608610)

Geçen yıl 12 mayıstan belliydi zaten bugünler. Maç muhabbetiyle kafa ütülemeyeceğim ama orada terörist ilan edilen bir Fenerbahçe taraftarı vardı. Bugün ise "işçiyiz haklıyız". Statta maç bittiği an üstelik tribünler alkışlarken agresif hareketlerle yığılma yapan da polis. Arada densiz memurun biri kişisel atışmaya girdi birisiyle ve olaylar orda patlak verdi karıştı ortalık. Stattan çıktık her yer toz duman, tepede helikopter sokak aralarını gazlıyor. Ulan dedim Orwell bugünleri görse ne düşünür acaba. Düşünsenize helikopterlerle sinek ilacı sıkar gibi sokak sokak gaz sıkıyorlar üstümüze. Ondan sonra "polis arabaları devrildi bunlar terörist". Herkese selam. Dün sağı solu kırıp dökenler kadar biz de işçiyiz, biz de haklıyız. Polis insanları buna kışkırtan aynı polis.

Bir de hatıram var o günden bak. Stadın karşısında bekliyorum arkadaşları, ortalık toz duman, yerler su. Dumanların içinden bizim bir arkadaş çıktı. Elinde taşlar "hımını mımını" diye dişlerinin arasından saydırarak geliyor. Adam terminator gibi aniden belirdi dumanın içinde, etkilenmiyor da üstelik, bağışıklık kazanmış 😀 Yoğurtçu parkına doğru yürüdük, "dur ulan" dedi yerden bir şişe aldı. Polise atıyorum diye bir fırlattı çotta diye bizim renkdaşlardan birini kafadan vurdu. Düşün bir de böyleleri var, renkdaş renkdaşı kırıyor. Olaydan bir saat sonra Caddebostan'a doğru yürüyoruz sahilden. Ortalık hala duman, boklu dereden su çekip yüzünü yıkayan mı dersin neler neler. Bizim arkadaşın bir elinde sigara, diğer elinde taşlar duruyor hala bırakmamış ahah taşıyor öyle 😀

Uzun lafın kısası çoğu kavramın içi boşaltılmış, bir o kadarının çarpıtılmış olduğu bir ülkede yaşıyoruz bence. Bazı şeyleri yerinde ve zamanında yaşamış biri olarak bu kadarcık ukalalığımı mazur görün siz de.
 
Ya ne olacağdı, İmam Hatip, biat kültürü, sonuç ileri demokrasii!!! Bu kültürde "hak, hukuk" olmaz, ancak "ihsan etme" olur, ihsanın sahibi de onu veren eldir. Yani isterse ihsanını geri alır, "kazanılmış hak, hukuk" diye öterseniz, daha fazlası elinizden gider. Taksim onlara iki yıl "ihsan" edilmişti, şimdi ihsanın sahibi ihsanını geri aldı.

Yoksa siz hala "Yaa sen de hep eleştiriyorsun, bu aakaapee hiç mi iyi bir şey yapmıyor?" diyenlerden misiniz?

😉
 
bulgaristan'dan 89'da göçtüğünüzü ve orda gördüğün en son 1 Mayıs'ın 89 1 Mayıs olduğunu gözönünde bulundurarak 1 Mayıs'ı nasıl hatırladığını merak etmedim değil abi, 89'da 9-10 yaşında olduğunu varsayıyorum 🙂
"bizim 1 Mayıs'lar onlarınkinin yanında hiçbirşey" demek biraz haksızlık olur aslında. şöyle ki 1 mayıs 70'li yıllardan sonra taksim'de sadece şu son 3 yıldır resmi olarak kutlanıyordu zaten. 2010-2011-2012 yıllarında katılımcı sayısı bir önceki yıldakine göre artarak devam etti ve nihayetinde 450.000 kişiyi bulmuştu geçen sene taksim'de.
siyasi içeriğin biraz yoksun oluşu (bundaki en temel faktör iktidar yanlısı sendikaların da tertip komitesinde yer alıp goygoyla 1 mayıs'ı geçiştirmeye çalışmaları etkilidir) tartışılır elbet ama son 3 yıldır çok ufak tefek olaylar dışında kimsenin burnu kanamadan karnaval havasında geçiyordu, hepsine iştırak ettiğimden beni canlı şahit olarak görebilirsiniz. yani şimdi sovyet ve doğu avrupa komünist ülkelerdeki 1 mayıs'lar bir devlet töreni olduğu için bizim burdaki son 3 yılda kutlanan 1 mayıs'ların çok daha renkli geçtiğini düşünüyorum.
mesela geçen seneki İstanbul Taksim 1 Mayıs'ı, küba 1 Mayıs'ından sonra katılımcı sayısı bakımından dünyanın 2. büyük 1 Mayıs'ı olarak kayıtlara geçmiştir. bundan mütevellit uluslararası sendikalar konfederasyonu (ituc) genel başkanı bu 1 Mayıs disk'in misafiri olarak türkiye'ye geldi ama kadın gelip geleceğine pişman olmuştur herhalde, söylentilere göre polis kendisini gözaltına almaya çalışmış galiba sonra araya birileri girerek bunu engellemiş.

dünkü görüntüler rezaletti hakkatten, önceden başka bir başlığa da yazmıştım; dün "teknik yetersizlik" bahanesinin koca bir yalan olduğu ortaya çıktı. akıl sağlığı yerinde olan herkes bunca engellemelerin, koca şehri felç eden, neredeyse insanların dışarıya çıkmalarını yasaklayan olağanüstü hal tedbirleri için harcanan enerjinin %10'u taksim'de bu kutlamanın gerçekleşmesi için harcansaydı yine geride bıraktığımız son 3 yıldaki gibi 1 mayıs olurdu.
işçiler çukura düşmesin diye İstanbul'u bu hale getirmenin, insanları gazdan nefes alamayacak raddeye getirmenin, tüm toplu taşıma araçlarını iptal etmenin, köprüleri kaldırmanın arkasında kesinlikle iyi niyet kırıntısı bile bulunamaz.
akp iktidarının taksim'i emekçilere kapatması gayet siyasal bir hamledir ve bundan sonraki yıllarda da bu zorlamaların aynen devam edeceğini düşünüyorum.
yine diğer başlıkta belirtmiştim "umarım kimsenin başına birşey gelmez" diye ama ne yazık ki 2 tane eylemcinin başına gaz bombası kapsülü isabet etti ve birisi 17 yaşında gencecik bir kızcağız, hayati tehlikesi hala devam ediyor.
dünün en dumur edici görüntüsü ise bu 17 yaşındaki dilan arkaşın kafasına gaz bombası atıldıktan sonra önde bir polis şefinin arkasındaki polislere "gelin gelin" işareti yaparak yere düşmüş kızı evin içine sokmaya çalışan ordaki diğer eylemcilerin üstüne saldırmaya devam etmesi oldu, vicdanın, insanlığın bittiği son noktadır bu herhalde.
gürsel tekin'in ambulansına ve hastanelere gaz bombası atılmasını konuşmuyorum bile, bunlara zaten alışığız.
ne denebilir ki, çok şey var aslında denecek.
dün ihsan eliaçık bir programda "bunları, zulmettikleri ve birçok defa ah aldıkları mazlumlar yıkacak" dedi. bunun için önce mazlum ve yoksul halkın nerede durması gerektiğini öğrenmesi lazım, sosyal olarak ezilen insanların, işçi sınıfının bünyesinde olan insanların, işçilerin hala daha bunlara oy vermesi hakkatten kahredici bir durum.
 
Yazı çok uzun ve işim çok yoğun şu an, daha sonra komplesini okuyacağım. Şimdilik şunu söyleyip kaçayım; hafızam kuvvetlidir. Fil hafızası misali eski maçları hele bana soracaksın 😀

dayanamayıp okudum edit: En basitinden oralarda mevzuyu amacından saptıracak provokatörler yok abi. Burada en sakin 1 mayıs bile irili ufaklı olaylarla geçer. Sorsan neyi kutluyorsun neyin kavgasını ediyorsun diye cevap veremeyecek adam da çok bizde.
 
Ya bu bahar yorgunluğu mudur nedir, içimizi kuruttu yemin ederim. Eve gidip direkt yatmak istiyorum günlerdir. Çok keyifsiz bir dönem, üşengeçlik tavan yapıyor. Kapşon ipinin bir tarafı diğerinden uzun olunca hissedilen rahatsızlık misali rahatsız ediyor, lakin gelin görün ki elden pek bir şey gelmiyor.

Titre ve kendine gel sloganından yola çıkıp bungee-jumping mi yapalım, rıhtımda iskeleden yeni hareket etmiş vapurun dalgasına doğru mu atlayalım, meme uçlarına elektrik mi verelim, Karşıyaka'ya inip Göz Göz mü çekelim ne yapalım (tersi de olur)? Bataryanın bir şekilde dolması lazım.
 

Geri
Üst